EMPERYALİZM DOSYASI /// OSMAN BAŞIBÜYÜK : Silahlı Emperyalizmin Sonuna Geldik


osmanbasibuyuk

İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. 1986 yılında Işıklar Askeri Lisesi, 1990 yılında Hava Harp Okulundan mezun olmuştur. Uçuş eğitimini 2’inci Ana Jet Üs K.lığında tamamladıktan sonra kol uçucusu, lider ve öğretmen olarak Türk Hava Kuvvetlerinin çeşitli filolarında F-104 ve F-16 uçaklarında pilot olarak görev yapmıştır.

18 Nisan 2018

Yazar: Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 18 Nisan 2018

1991 yılında Körfez Savışı ile başlayan, 1999 Yugoslavya, 2001 Afganistan, 2003 Irak, 2011 Libya ve aynı yıl Suriye operasyonları ile devam eden, 21’inci yüzyılın silahlı sömürü operasyonlarının 14 Nisan 2018 tarihi itibari ile sonuna geldik.

Bu Operasyonlara Hava Hakimiyeti İmkân Tanımıştı

Ne demek istediğimi anlatabilmek için kabaca bir hava harekâtının nasıl icra edildiğinden bahsetmem gerekiyor.

Bu dönemde emperyalist ülkeler, arzularına direnen hedef ülkeleri istedikleri gibi şekillendirmek için askeri operasyon seçeneğini kullanmaktan hiç çekinmediler. Bir askeri operasyonun ilk ve en önemli safhası hava harekâtıdır.

Hava harekâtında, öncelikle hedef ülkenin kendisini savunmada kullanacağı erken ihbar vazifesi gören radar, dinleme istasyonu ve komuta kontrol merkezleri vurulur. Böylece savunmanın gözü kör edilerek, yaklaşan tehdidi tespit etmesi önlenir. Arkasından gelen ikinci dalga taarruzla hava savunma sistemleri susturulur. Hava savuma sistemleri devre dışı kalan ülke artık savunmasızdır. Bundan sonra uçaklar hedef ülke teslim olana kadar bombalamaya devam eder. Buna askeri literatürde hava hakimiyeti denir.

2003 yılında bu tarzda gerçekleştirilen Irak operasyonunda, Basra Körfezinden karaya çıkan Amerikan kara birlikleri, hava hâkimiyeti elde edildikten sonra 21 gün içinde başkent Bağdat’a ulaşmıştır. Saddam’ın 300 bin kişilik ordusu, koalisyon hava kuvvetleri karşısında hiç direnç gösterememiş, yüzlerce zırhlı araç ve mevziler, binlerce askere gökten yağan bombalar sebebiyle mezar olmuştur.

Düşman uçaklarını durduramazsanız ülkenizi yıkımdan kurtaramazsınız. Peki yukarıda saydığımız ülkelere yapılan bu operasyonlarda emperyalist ülkelerin uçaklarının serbestçe hareket etmesini sağlayan en önemli silah nedir?

Amerikan uçakları harekâtın başlangıç safhasında henüz faaliyette olan düşman hava savunma sistemlerinin etkili menziline girmezler. Onların hedef bölgesine rahatça girmesini sağlayan, harekâtın başlangıcında kullanılan seyir füzeleridir. Uçak, gemi ve denizaltılardan, hedef ülkenin savunma sistemlerine yaklaşmadan, uzak mesafelerden atılan seyir füzeleri, hasmın radar, dinleme istasyonu, komuta kontrol merkezi ve hava savunma sistemlerini etkisiz hale getirerek uçaklara yol açmak için kullanılmaktadır. Hedef bölgesine, arazi engebelerini takip ederek alçak irtifadan yaklaşan seyir füzelerini vurmak oldukça zordur. Şimdiye kadar bu füzeler görevlerini başarıyla yerine getirmişlerdir.

Suriye Çatışması ABD’nin Hava Hakimiyetinin Kırılabileceğini Gösterdi

Ama bu sefer Suriye hava savunma sistemleri, atılan 105 seyir füzesinin 71’ini etkisiz hale getirerek bu füzelerin başarısız olabileceğini gösterdi.

Rusların Pantsir-S1 hava savunma füze sistemi. Foto: PRESSTV

Esad’ın ileri sürdüğü gibi bu işi 1970’lerden kalma Sovyet yapısı hava savunma sistemlerinin başarmadığı aşikârdır. Öyle olsaydı benzer silahlara sahip olan Yugoslavya, Irak ve Libya hava savunma sistemlerinin de az çok benzer başarıyı göstermesi gerekirdi. Anlaşılacağı üzere Rusya, Suriye’nin hava savunma sistemlerini iyileştirmiş, takviye etmiş ve elektronik karıştırma ve bilmediğimiz başka sistemlerle desteklemiştir. Tartus ve Hmeymim üslerinde konuşlandırılan, Ruslara ait çok daha modern hava savunma sistemleri kullanılmadan Suriye’nin bu başarıyı elde etmesi kayda değerdir.

ABD Başkanı Trump, yaptığı açıklamada füzelerin tamamının hedeflerini vurduğunu iddia etmektedir. Bu iddia gerçek dışıdır. Çünkü Pentagon, sadece vurulan 3 hedefin görüntülerini yayınlayabilmiştir. Pentagon, Şam’ın kuzeyindeki Barzah araştırma merkezine 76 seyir füzesi atıldığı açıklamasını yaparak, bir anlamda füzelerin önemli bir kısmının hedeflerini vuramadığını dolaylı olarak itiraf etmiştir. Her seyir füzesinin ortalama 450 kg patlayıcı başlık taşıdığı göz önüne alındığında, bahse konu hedefte bulunan üç binaya 450×76=34,2 ton ağırlığında patlayıcı planlanması askerî harekât mantığına uygun değildir.

Barzah Kimyasal Silah Araştırma & Geliştirme Merkezinin saldırı öncesi ve sonrası durumu. Foto: AP

Buna karşılık Rus Savunma Bakanlığı sözcüsünün yaptığı, Suriye tarafından etkisiz hale getirilen 71 seyir füzesinin, hangi çeşit füzelerle ve kaç sayıda füze kullanılarak nasıl etkisiz hale getirildiğini ayrıntılı olarak anlatan açıklaması daha inandırıcı durmaktadır.

ABD, müttefikleri İsrail, İngiltere ve Fransa tarafından kurgu bir kimyasal saldırı masalı ile tuzağa çekilmiş, uluslararası hukuku çiğneyerek, Suriye’ye her zamanki gibi elde somut delil olmadan saldırmış, bu saldırı için 149,2 milyon dolar para harcamış, bütün bunların karşılığında da yüz kızartıcı bir yenilgi alarak caydırıcılığını önemli ölçüde zayıflatmıştır.

ABD – Rusya Arasında Askeri Güç Dengesinin İp Uçları

İran ve/veya Kuzey Kore üzerinde gerçekleşmesi beklenen ABD ve Rusya bloklarının hesaplaşması, Washington’un müttefikleri tarafından zorlanması sonucunda, daha erken ve çok daha küçük çapta, Suriye üzerinde gerçekleşmiştir. 71 seyir füzesinin etkisiz hale getirmesiyle sonuçlanan bu tarihi çatışma, askeri kuvvet dengesini tüm çıplaklığıyla ortaya koyması açısından önemlidir.

İki süper güç arasında yaşanacak olası bir çatışmada Rusya’nın, ABD’nin ses hızından düşük süratte (0,8 Mach) uçan seyir füzelerini %90’ların üzerinde bir oranda etkisiz hale getirebileceği görülmektedir. Buna karşılık Amerika’nın, Rusların yeni geliştirdiği ses hızının 5 kat ve üzerinde, hipersonik süratlerde seyreden silahlarını durdurma oranı muhtemelen çok daha düşük olacaktır. Her iki ülkenin arasında cereyan edecek gerçek bir savaşta, nükleer başlıklar taşıyacak olan bu silahlar arasındaki dengesizlik, Washington’u caydırmak için yeterlidir.

Bu kapsamda Washington’un, artık İran veya Kuzey Kore’ye bir operasyon yapması beklenmemelidir. Bu noktada, herhangi bir savaşta hava üstünlüğü sağlanmadan, hedef ülkenin içlerine doğru bir kara harekatının mümkün olmayacağını da vurgulamak gerekir. Çünkü hava üstünlüğünün kazanılmadığı bir harekât ortamında taarruz eden taraf, savunma yapan tarafa göre çok daha fazla zayiat verecektir.

Suriye Çatışmasının Sonuçları

Sonuç itibariyle 1991 yılında başlayan, askeri güç kullanarak emperyalist operasyonlar yapma devri 2018 yılı itibariyle bitmiştir. Bu öngörüyü hayata geçirecek şekilde, emperyalizm tehdidi altında olan ülkelerin Rusya ile müttefik olmaya ve Rus menşeili hava savunma sistemleri almaya yöneleceğini tahmin edebiliriz. Bu yöneliş, ambargo ve kuşatma ile sıkıştırılmak istenen Rusya’ya önemli bir hareket alanı sağlayacaktır.

Tomahawk Seyir Füzesi. Foto: Daily Wire

Bu noktada Türkiye’nin durumunu bir soru ile değerlendirelim. 105 seyir füzesi ile Türkiye’ye taarruz edilmiş olsaydı biz bunlardan kaçını etkisiz hale getirebilirdik?

Eski bir havacı olarak benim görüşümü sorarsanız cevabım “0” olacaktır. Yazı ile yazıyorum sıfır.

Türkiye’nin seyir füzelerini önleyecek hava savunma kabiliyeti yoktur. Bu noktada Rusya ile yapılan S-400 anlaşması yerindedir. Ancak, bir ülke kendi savunma sistemlerini geliştirmedikçe güvende olamaz. Çünkü Rusya’dan alacağınız S-400’ü Ruslara karşı, ABD’den alacağınız Patriot’u Amerika ve müttefiklerine karşı kullanamazsınız. Bu silahlar içlerine gömülen yazılımlarla, satan ülkeye tehdit teşkil etmeyecek şekilde ayarlanmıştır. O halde, kendi sistemlerimizi yapana kadar tehdit beklediğimiz ülkelere yönelik olarak silah almak zorundayız.

Suriye’de yaşanan son çatışmadan sonra artık ABD’nin bu ülkede daha fazla kalması beklenmemelidir. Kalması durumunda tekrar edecek benzer çatışmalar, Washington’un caydırıcılığını daha da düşürecektir. Üstelik belli bir tekrar sonrasında, Rusya’nın karşılık verme mecburiyeti doğacak, bu karşılığın yaratacağı sonuçlar Washington için çok daha ağır olacaktır. Zaten Beyaz Saray’dan, ABD’nin Suriye’den çekileceği yönünde açıklamalar gelmiştir. Bu açıklama üzerine, bu yöndeki bir gelişmeyi önlemek maksadıyla İsrail harekete geçerek, tekrar bir taarruzla Suriye’nin Shayrat ve Dumair üslerine saldırmış, fakat bu operasyonda kullanılan seyir füzeleri de Suriye hava savunma sistemleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Bundan sonra ABD’yi Suriye’de tutmaya İsrail’in çabaları da yeterli olmayacaktır.

Suriye’de yaşanan son çatışmanın en önemli sonuçlarından bir tanesi de Esad rejiminin artık devrilmeyeceği ve Rusya’nın Suriye’de kalıcı olacağıdır. Herkes hesabını bu yeni dengeye göre yapmalıdır.

Son olarak, AKP Hükümeti, daha taarruzun sonuçları belli olmadan Cumhurbaşkanından Dışişleri Bakanına kadar her seviyede yaptığı açıklamalar ile Kandil gecesi emperyalist koalisyonun yaptığı saldırıyı alkışlayarak çok büyük bir hata yapmıştır. Her rüzgârda başka bir tarafa savrulan hazan yaprağı misali yürütülen dış politika ile bir noktaya varılamaz. Türkiye, oynamaya mecbur olduğu denge politikasını kaybetmemek için ne Ruslardan fazla uzaklaşmalı ne de ABD’ye çok yaklaşmalıdır.

EMPERYALİZM DOSYASI : Emperyalist Ne Demek ? Emperyalizm Nedir ?


Emperyalist Ne Demek ? Emperyalizm Nedir ?

Fransızca kökenli Emperyalizm kısaca, bir ülkenin, gücünü kullanarak, başka bir ülkenin toprağını işgal etmesi ya da ekonomik, politik, kültürel alanda kendi değerlerini empoze etmesidir. Emperyalizm, devlet politikasıdır. Dış politikada kullanılmaktadır. Emperyalizm ile eş anlamlı olarak yayılmacılık, imparatorluk kavramları kullanılmaktadır. Kolonicilik kavramı da yakın anlamlıdır.

Emperyalizm’de araç olarak her zaman askeri güç kullanılmamaktadır. Emperyalist devlet, sömürmek istediği ülkenin politikacılarını, ekonomisini, ve kültürel değerlerini hedef alabilir. Politikacıları, para ve kariyer vb. vaatleriyle kendi tarafına çekebilir. Aynı zamanda, ekonomisini çökerterek savunmasız bırakabilir. Diğer taraftan, kültürel olarak, kendi dilini ve ahlaki değerlerini TV kanalları, filmler, müzikler aracılığıyla kendi istediği doğrultuda yönlendirebilir ve yozlaştırabilir.

Emperyalizm Nedir?

Emperyalizm Ne Demek

Emperyalizm geniş tanımıyla, bir ülkenin, yer altı ve yer üstü kaynaklarının ve işgücünün sömürülmesidir. Emperyalist devlet sömürdüğü ülkenin tüm kaynaklarını kendi ülkesi için kullanmaktadır. Emperyalizm TDK sözlük karşılığı şu şekildedir; Bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması veya yayılmayı istemesi, yayılmacılık, yayılımcılık

Zayıf ülkenin ele geçirilmesinde emperyalist devletin maliyeti ise sömürülen ülke tarafından karşılanmaktadır. Sömürülen ülkeye sömürge ülke denilmektedir. Dünya siyasi tarihinde emperyalizm haklı gösterilmiştir. Geçmişte imparatorluklar başka ülkeleri sömürerek güçlenmiş ve büyümüştür.

Temel Kavramlar – Tanımlamalar

Egemen devlet, askeri, sosyal ve ekonomik anlamda güçlü olan devletlerdir.

Egemen ulus, Fransız ihtilali ile birlikte milliyetçilik akımı başlamış ve devletler ulusçuluk temelinde şekillenmiştir. Ulus devletlerde, yurttaşlar arasında ortak dil ve ortak hedef bulunmaktadır.

Sömürge devlet; emperyalist devletler tarafından kaynakları sömürülen devletlerdir.

Anti Emperyalizm, sömürgeciliğe karşı olanların savunduğu fikirdir. Sosyalistler ve sömürülen ülkenin milliyetçileri tarafından savunulur.

Emperyalizm Tarihi

Dünya tarihi; Asya, Avrupa, Ortadoğu, Akdeniz bölgelerinde birden çok imparatorluğun yıllar boyunca süren mücadelelerine tanık olmuştur. Hun ve Çin imparatorluklarının mücadeleleri, Pers ve Yunan mücadelesi bunlara örnek verilebilir. Büyük İskender, Doğu Akdeniz ve Batı Asya arasında bir imparatorluk kurarak; tüm insanların eşit yaşayacağı bir imparatorluk hayal etmiştir.

Modern anlamda, tüm Dünyada hakimiyetini sağlayabilen tek devlet ise İngiltere’dir. İngiltere’ye, imparatorluk zamanında, “güneş batmayan ülke” denilmekteydi. Sınırların genişliği sebebiyle, İngiltere’nin hakimiyetinin bulunduğu bir yerde güneş batarken diğer yerde güneş doğmaktaydı.

Sanayi devrimini gerçekleştirmiş İngiltere, Asya, Ortadoğu, Afrika, Amerika kıtalarında ülkelerin doğal madenlerini ingiltere’ye götürmüş; yerli insanları köle olarak kullanmıştır. 1700’lü yıllardan günümüze kadar İngiltere, emperyalist ülke niteliğini sürdürmüştür.

Sömürgeciliğin Sonucu: 1. Dünya Savaşı

Emperyalizmin kurucusu sayılabilecek, modern anlamda ilk sömürgecilik politikası güden İngiltere, İspanya, Fransa, Portekiz ve Hollanda devletleri 1800’lü yıllara kadar kendi aralarında mücadele etti. Bu tarihten itibaren, sömürgecilik arayışına Almanya, Rusya, İtalya gibi devletler de katıldı. Kaynakların kıt olması sebebiyle ve rekabetin artması anlaşmazlıklara ve çatışmalara neden oldu.

Afrika’da Emperyalistlerin Bölüşüm Planları

1900’lü yılların başlarında Dünya üzerinde artık keşfedilecek bir kalmaması, devletler arasında rekabet daha da arttı. Bu zaman kadar sömürgeci devletler arasındaki mücadele sömürge topraklarında yapılmaktaydı. Sırp asıllı bir gencin Avusturya-Macaristan kralını öldürmesi, Dünya savaşı için kıvılcım oldu. Emperyalist ülkelerin savaşa dahil olmasıyla Sırbistan ve Avusturya-Macaristan arasındaki savaş dünya savaşına dönüştü. Bu savaşla birlikte çatışmalar sömürgeci devletlerin topraklarına da taşındı.

Bu savaşın geride yatan sebebi, sömürgeciliğe yeni katılan devletlerin daha fazla pay almak istemesi ve daha eski emperyal devletlerin ise sömürgelerini korumak istemesidir.

Savaş sonucunda, ABD küresel bir aktör olarak uluslararası arenada yerini aldı. Ülke işgalleriyle klasik emperyalizm yerini mandacılığa bıraktı. Neo emperyalizm şekillenmeye başladı. Almanya’nın tüm ekonomik kaynakları İngiltere ve Fransa’ya bırakıldı. Osmanlı hakimiyetindeki bölgeler, Rusya, İngiltere, İtalya, Fransa, Yunanistan arasında paylaştırıldı. Avusturya ve Macaristan parçalandı.

Birinci Dünya savaşının ağır yükü, Almanya ve Osmanlı üzerine atıldı. Toprakları işgal edilen Osmanlı yıkılarak anti emperyalistler tarafından Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Savaşın devletler arasında yarattığı adaletsizlik, özellikle Almanya’da, daha uç fikirlerin toplumda karşılık bulmasına ve 2. Dünya Savaşına neden oldu.

Osmanlı ve Türkiye’de Emperyalizm

Avrupa’daki sanayi devriminin en büyük sonucu emperyalizmdir. Avrupa’da sanayi devrimi yaşanırken Osmanlı’da teknolojik ilerlemeler muhafazakarlar, din adamları, tutucular tarafından reddedilmiştir. Dolayısıyla, sanayi devrimi Osmanlı’da gerçekleşmemiştir.

Osmanlı; Avrupa, Asya ve Ortadoğu’da büyük bir alanda hakimiyet kurmuş ve buralardan vergi almıştır. Emperyalist devletler ise fethettikleri bölgelerin hem doğal kaynaklarını hem de işgücünü kullanmıştır. Osmanlı ise, ele geçirdiği bölgelerin doğal kaynaklarını ve işgücünü kendisi için kullanmamış sadece gelirlerinin belli bir bölümünü istemiştir. Bu yönüyle “Osmanlı sömürgeci miydi” sorusunun yanıtı olumsuz olmaktadır.

Bunların tersine, Osmanlı gerileme ve yıkılma dönemlerinde, Avrupalı devletlerin açık pazarı haline gelmesinden kaynaklı sömürülen ülke konumundadır. Bir taraftan savaşlarla ekonomik dengesi bozulmuş; diğer tarafından, halk Avrupalı tüccarlarla yarışamadığı için fakirleşmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları Osmanlı’nın çöküşünün sömürge ülke olmasından kaynaklandığını görmüş ve anti emperyalist bir devlet politikası gütmüştür. Türkiye’nin dış politikası başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyen; kendi iç işlerine de hiçbir ülkeyi müdahale ettirmeyen bir temeldedir. Yine, yeni cumhuriyetin kadroları, Osmanlı’nın çöküş sebebini üretim eksikliğinden kaynaklandığını düşünüp; devlet eliyle fabrikalar kurmuş, 5 yıllık kalkınma planları hazırlamışlardı.

Teorilerin Emperyalizm Tanımları

Emperyalizm kavramı, bir politika aracı olduğu için teorilerin özellikle ilgilendiği bir kavramdır. Teoriler, bir emperyalizm tanımı yapmış ve iyi ya da kötü olduğu konusunda hüküm belirtmişlerdir.

Muhafazakarlara Göre Emperyalizm

Muhafazakarlar, emperyalizmi gelişmiş bir ekonominin ve istikrarlı bir sosyal düzeni korumanın aracı olarak görmektedir. Dış ticarette yeni pazarlar bularak ve var olanları koruyarak; istihdam oranını korunuyor ve ülke içerisinde ihtilafları sömürge alanlarına yönlendiriliyor. Muhafazakarlar göre emperyalizm, ideolojik ve ırksal üstünlüğü somutlaştırmaktadır.

Liberallere Göre Emperyalizm

Liberallere göre emperyalizm, egemen devlette servet ve kapitalizmin büyümesine neden olurken; insanların tüketebileceğinden daha fazla mal üretilmesine sebep olur. Emperyalizm, üretim ve tüketimi dengelenmesini, karların maksimuma çıkarken maliyetlerin düşmesini sağlar. Zengin ülkeler, emperyalizmi bir araç olarak kullanmadıkları zaman, ücret kontrolleriyle üretim ve tüketimi dengelemeye çalışır.

Marksizm ve Leninizm’e Göre Emperyalizm

Sosyalistler emperyalizmi reddetmektedir ve emperyalizmle mücadele etmektedir. Çünkü, emperyal ülke, başka ülkelerin kaynaklarını kullanarak zengin olmaktadır. Sömürülen ülke ise daha da fakirleşmektedir. Bu durum, adaletsizlik yaratarak; Dünya’da zengin ve fakir ülke ayrımına yol açmaktadır. Keza, Lenin 1. Dünya Savaşında Rusya’yı savaştan çekmiş ve sömürge alanlarının yönetimini orada yaşayanlara devretmiştir.

İlgili Yazı: Sosyalizm Nedir?

Emperyalizm ve Kolonizm

Emperyalizm ve kolonizm aynı anlamlarda kullanılsalar da; aralarında farklılıklar bulunmaktadır. Kolonizm, emperyalizmin pratiğe dönüşmüş şeklidir. Emperyalizm ise bir fikirdir.

Kolonizm, güçlü ülkenin vatandaşlarının göç ederek yeni bölgelerin kaynaklarının sömürülmesi anlamında kullanılmaktadır. Emperyalizm ise, ülkeyi sömürürken sömürülen ülkenin yerlilerini kullanmaktadır. Kolonizm keşfedilen bölgelere; emperyalizm fethedilen bölgelere yapılır.

Klasik Emperyalizmin Doğuşu ve Bitişi

Emperyalizm, 1500’lü yıllarda doğmuş; 1914 (1. Dünya Savaşı) yılına kadar yayılmıştır. Bu zaman zarfında, İngiltere, İspanya, Fransa, Portekiz ve Hollanda büyük emperyalist devletlerdir.

Eski emperyalizm döneminde, emperyalist devletler; Amerika, Doğu Asya gibi bölgeleri keşfederek; buralarda yeni yerleşim yerleri kurdu. Bu sırada keşfedilen bölgelerdeki yerliler büyük bir soykırıma maruz kaldı. İspanyol kaşifler, Orta ve Güney Amerika’da 8 milyon yerliyi katletti.

İngiliz emperyalistler “Gold, God, and Glory” (Altın, Tanrı, Şan) söylemiyle, sömürgeciliği, zenginlik kaynağı ve dini misyonerlik aracı olarak kullandılar. İngiltere bu dönemde, Kuzey Amerika, Karayipler, Hindistan, Avustralya, Latin Amerika bölgelerinde koloniler kurdu.

Klasik emperyalizmin son dönemine kadar; Hindistan, Güney Afrika ve Avustralya’da İngiltere hakimiyetindeydi. Fransa, Kuzey Amerika ve Fransız Yeni Gine’deki Louisiana bölgelerini sömürdü. Hollanda, Doğu Hint Adaları’nı ve İspanya, Orta ve Güney Amerika’yı sömürdü.

Neo (yeni) Emperyalizm Nedir?

Neo emperyalizmin, klasik emperyalizmle aynı amacı taşımakla birlikte, yöntem olarak farklılaşmaktadır. Neo emperyalizm, sömürge ülkelerin yönetimlerini kontrol edebildikleri yöneticilere devretmiştir.

ABD Emperyalizmi

2. sanayi devrimiyle birlikte ulaşım kolaylaşmış ve üretim daha da artmıştır. Ürünlerin satılmaması durumunda bir krizle karşılaşmamak için Emperyalist devletler fethettikleri bölgelerde kalıcı olmak istemiştir. Bu sebeple İngiltere Asya, Ortadoğu ve Afrika bölgelerinde sömürgelerinin yönetimini hakimiyet altına alabileceği yerel liderlere bırakmıştır. Sömürge ülkelerdeki ekonomik geleceğini yasalarla meşrulaştırmıştır.

LİNK : Emperyalizm Ne Demek adlı makalemizi PDF formatında görüntülemek için tıklayınız

EMPERYALİZM DOSYASI /// MUSTAFA SOLAK : KİMİ SOLUN, ANTİEMPERYAL İZMİ KAVRAMAMASININ TARİHSEL KÖKÜ NEREDE ???


MUSTAFA SOLAK : KİMİ SOLUN, ANTİEMPERYALİZMİ KAVRAMAMASININ TARİHSEL KÖKÜ NEREDE ???

Bugün birçok Kemalist, sosyal demokrat sosyalistin cumhuriyet devrimine, Atatürk’e, emperyalizme, orduya bakışı 1980 öncesinden farklıdır. Öyle ki kendini solda tanımlayan birçok aydın “Cumhuriyet devrimlerinin temelini Batıcı değerler oluşturur” demekte ve Türk devriminin modelinin Batılılık olduğunu savunmaktadır. Oysa Türk devrimi, mazlum millet devrimciliğidir. Batıyı karşısına almıştır. Kurtuluş Savaşını Batı’ya karşı vermiştir. Batı uygarlığının emperyalist karakterini görmemiz gerekir. Batı, sadece çağdaş hukuktan, kadın-erkek eşitliğinden, laiklikten ibaret değildir.

“Ülkemizin Batı blokundan koparılarak belirsiz bir Avrasya’ya sürüklenmesini, dağılıp yok olmasına gidecek yolun başlangıcı olarak görüyorumdiyen aydınlarımız var. Avrasya dağılıp yok olmanın adresi olunca, Amerika ve Avrupa, birada olmanın, demokrasinin, özgürlüğün adresi sayılmış oluyor.

İnsan haliyle “AB ve ABD, Irak, Suriye, Afganistan işgalleri yaşanırken, milyonlarca insanı öldürürken, ülkemize yönelik yaptırım karar alır ve Sözde Ermeni Soykırımı’nı tanır, sondaj çalışmamızı engellerken Batı hayranlığının tarihsel kökeni nerededir?” diye düşünmeden edemiyor.

İşte bu sorunun yanıtını, etraflıca tarihçi akademisyen Dr. Ali Şahin’in Kaynak Yayınları’ndan çıkan “SOLUN BÜYÜK YOL AYRIMI (Kemalizm, Atatürk, Türk Devrimi)” kitabında bulabiliriz. Şahin, solun emperyalizm konusundaki yanlış konumlanışının tarihsel kökeninin önemli ölçüde 12 Mart-12 Eylül askeri darbeleri arasındaki dönemde olduğunu gösteriyor.

İki darbe arasındaki dönemde sosyalist solun Türk ulusal demokratik devrimlerine bakışında 1970’e kadar süren geleneksel çizgiden sapma ve kopma oluşturan kırılmalara uğradı. Şahin, çalışmanın amacını “sol-sosyalist siyasal-düşünce akımlarının, Jöntürk Devriminden Kemalist Devrim’e ve cumhuriyete kadar bir bütün olarak Türk ulusal demokratik devrimleri ile Türk Devrimi, Atatürk ve Cumhuriyet’le birlikte oluşan değerlere bakışını irdelemek” olarak belirtiyor. Çalışma 1980’lerden sonra berraklaşan Türk Devrimi-sosyalist sol ilişkisine giriş niteliğindedir. 1980 sonrasında sola egemen olan sivil toplumculuk, neo-solculuk ve neoliberalizm 12 Mart ve 12 Eylül arasında olgunlaşmıştır.

Ali Şahin, bu süreci ortaya koyarken dönemin siyasi akımlarının program, tüzük, bildiri vs. gibi belgelerini, siyasi akımların bu dönemde yayımlamış oldukları legal-illegal yayın organlarını, dergi, kitap ve bültenleri, polis ve mahkemelerdeki savunma tutanaklarını, dönemin günlük gazeteleri ve siyasal dergilerini, döneme ilişkin yayımlanmış anı ve röportajları incelemiştir. Yanı sıra Aydın Çubukçu, Ertan Günçiner, Doğu Perinçek, Gökalp Eren, Metin Çulhaoğlu, Arslan Kılıç gibi dönemin önderleri ile de röportajlar yapmıştır.

Dönemin tartışmaları günümüzdeki emperyalizm-antiemperyalizm tartışmasına benzemektedir. Günümüzde hala varlığını sürdüren NATO’ya, ABD’nin dünya jandarmalığına, AB’nin öncülü AET’ye bakış solcular arasında yoğun şekilde tartışılmıştır. Örneğin o dönem Türkiye’nin tam bağımsızlığı ve NATO’dan çıkmak, AET’e girmemek, Türkiye’nin yabancı askeri üs ve tesislerden arındırılması, stratejik sektörlerde kamulaştırmalar vardı.

1971 darbesi ile Kemalizm’e genel olarak olumlu bakan solda fikir ayrılıkları oldu. “Kemalizm, Kürt düşmanlığıydı, esaslı bir kurtuluş savaşı yoktu” diyenler arttı. ABD’de üretilen “tarihin sonu” teziyle kapitalizmin üstün ama devrimciliğin boş olduğu, ABD’nin demokrat ve özgürlükler ülkesi olduğu kabul edilmişti. Darbenin de etkisiyle “askeri vesayet” söylemi yaygınlaştı. Kimi solcular devletin belli sınıfların baskı aracı olduğunu bilmiyorlarmış gibi sınıfsal tezi bir yana bırakıp, “vesayet” kavramına dayalı yeni tezler ürettiler. Devlet, sivil ve askeri vesayetle halkın üzerinde baskı uyguluyordu, özgürlük karşıtıydı. Böyle olunca devletin vesayetinden kurtulmak için AB aday üyeliği ve ABD ile ilişkileri geliştirmek elzem sayılmıştı. “Sivil toplumcu” denilen bu tarih anlayışı tarihin diyalektik ve materyalist kavranışına dayanan sınıfsal analizleri ve antiemperyalizmi bir kenara bırakıyordu. Öyle ki devlet hantaldı ve özelleştirmeler yoluyla küçültülmeliydi. İşçi sınıfının haklarını savunmakla ne kadar ters değil mi?

İşte biz de kimi Kemalist, sosyal demokrat ve sosyalistin Batı’ya, emperyalizme, orduya bakışı, 1980’lerin başındaki ve öncesindeki bu tartışmalardan geçerek bugünkü yanlış noktaya savrulmuştur. AB, ABD tehdit de etse, yaptırım kararı da alsa hala bazı aydınlar ve kimi parti, dernek, sendika “Batı’nın bir de demokrat yüzü var, laiklik, hukukun üstünlüğü, elcisin varlığı, aydınlanma değerleri Batı kaynaklıdır” diyerek ikna etmeye çalışıyorlar.

Batı (AB ABD), emperyalist ama demokrat!

Emperyalistten demokrasi beklemek ne garip bir şey!

12 Mart-12 Eylül askeri darbeleri arasındaki dönemdeki soldaki tartışmaları, ayrışmaları bilmeden bugün emperyalizmin, Atatürk’ün, demokrasinin, özgürlüğün, sınıf mücadelesinin kavranmamasını anlayamayız.

Bu noktada da tarihçi akademisyen Ali Şahin’in bu kitabı önümüzü aydınlatıyor.

TARİHÇİ

MUSTAFA SOLAK

EMPERYALİZM DOSYASI /// SERPİL GÜVENÇ : “Aklın Yıkımı” ve Nazileşen ABD emperyalizmi


SERPİL GÜVENÇ : “Aklın Yıkımı” ve Nazileşen ABD emperyalizmi

Bazı akıllı geçinenlerimizin “Macar köylüsü” zannettikleri Marksist filozof Georg Lukacs’ın önemli eserlerinden birisidir “Aklın Yıkımı”. İki kalın ciltten oluşan kitabında, Nazizmin akla ve bilime karşı nasıl mücadele ettiğini anlatan Lukacs Kierkegaard’dan Hitlerci Heidegger’e dek birçok Alman filozof ve sosyoloğunu da mercek altına alır. Faşizmin Almanya’daki düşünsel kaynaklarının bilimsel sosyalist açıdan irdelenmesi olarak özetlenebilecek eser 1952’de yazılmış ve 1954’te de basılmıştır. Sadece bir felsefe kitabı olarak niteleyemeyeceğimiz, yazarının da “özünde tarihsel bir çalışma” olduğunu belirttiği “Aklın Yıkımı”nda Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırı nedeni de ayrıntılı olarak ele alınır.

Kitabın yazılması Soğuk Savaş yıllarına denk düşer. Bu bağlamda, Lukacs’ın Sonsöz’ü “Savaş Sonrası Akıldışılık Üzerine” başlığını taşır. Ona göre, biten savaşla birlikte faşizmin kâbusundan henüz kurtulan kitlelerin büyük bölümü yeni bir barış döneminin başlıyor olabileceği hayallerine kapılmışlardır. Bu düşlerin Churchill’in Mart 1946’da Demir Perde’den söz ederek SSCB’yi kınadığı ünlü Fulton konuşmasıyla yıkıldığını, savaşın son bulmasının bir başka savaşa, Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaşa hazırlık anlamına geldiğini vurgular Lukacs. Hitlerciliğin ne ideolojisi ne de kullandığı yöntemler geçmişte kalmıştır. 1945 sonrasında faşizm karşıtı koalisyon dağılmış ama sözde “demokratlar” Hitlerci propagandanın ana motifi olan “komünizme karşı haçlı seferi”ne katılmışlardır büyük bir istek ve heyecanla.

Batı Almanya’yı da inceleyen filozof, Almanya’nın kapitalist dünyanın bir parçası olmasının emperyalist ülkeler ve özellikle ABD için taşıdığı önemi vurgular. Federal (Batı) Almanya başkanı Hıristiyan Demokrat Adenauer’un etrafında sabık Nazi liderlerinin örneğin Hitler’in yargıçlarından Hans Globke’nin milli güvenlik danışmanı olarak, savaş suçlusu general Eric von Manstein’in ise baş siyasi danışman ve NATO yetkilisi olarak bulunması bu ülkeleri hiç ama hiç ilgilendirmemektedir[1]. Bu yeni Alman hükümeti Lukacs’ın nitelemesiyle ”çürüme, gangsterlik, suç ve siyasal terörizmden oluşan özel bir karışım” oluşturmaktadır; bu karışım ise hem Hitler Rejiminin hem de ABD rejiminin tipik özelliğidir. Özetle, Batı Almanya “eski Hitlerci faşistlerin beşiği”dir artık. Nazizmin kökünü kazımak için hiç ama hiçbir şey yapmayan Müttefikler “Nazi hareketinin Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıda kullanılabilecek öğeleri ve [bu hareketin] zihinsel çevresini kurtarmak ve korumak için ellerinden geleni yapmışlardır”.

Lukacs’ın öngörüsü çarpıcıdır ve gerçeği yansıtmaktadır. Üstelik kapsamı çok geniştir bu ABD girişiminin. Emperyalist ülke henüz savaş devam ederken sadece Avrupa’yı değil kendi ülkesini de Alman Nazizminin yukarda belirtilen özel karışımı ile donatmaya başlamıştır.

Nazi Suçluları Nürnberg’e değil ABD’ye !

Müttefiklerin ikinci cepheyi açmayı yani Normandiya Çıkarması’nı Stalin’in tüm ısrarlarına karşın erteledikleri, “bırakın birbirlerini yesinler” mantığı içinde Hitler’in SSCB’yi çökertmesini bekledikleri bilinir. Yeterince Kızıl Ordu askerinin ve Sovyet insanının öldüğüne kanaat getirdiklerinde takvimler 1944 Haziranını göstermektedir. Çıkartmayı gerçekleştirecek kuvvetlerin yanında farklı bir görevleri olan ve sayıları on bini bulan özel bir güç daha vardır. Görevleri ise Alman cephane uzmanlarını, teknisyenlerini, Alman bilim adamlarını ve Nazilerle işbirliği yapmış olan Fransız bilim adamlarını ele geçirmektir.. Bunun nedeni, Alman askeri ekipmanlarının teknik açıdan kendi savaş makinesinden üstün olduğunu düşünen ABD ordusunun bilgi toplama isteğidir. Yakalanan insanlar Dustbin (Çöp Kovası) adı verilen bir toplama kampına konulurlar.

Çok kısa bir süre sonra işin rengi değişir. Bu Hitler kalıntılarıyla ortaklaşılan noktanın, Lukacs’ ın da belirttiği gibi, komünizme karşı savaş olduğu ortaya çıkar.. 1950lerde, ABD içinde de, FBI’nin ünlü başkanı Edgar Hoover’in yönetiminde “Kızılllar”a karşı büyük bir temizlik operasyonunun yürütüldüğünü anımsamadan geçmeyelim.

Altı ay geçmeden, OSS ( Amerikan Stratejik Hizmetler Ofisi)[2] başkanı William Donovan ve o dönemde OSS Avrupa istihbarat hareketleri başkanı Allen Dulles savaşın bitiminde Nazi istihbarat subaylarının, bilim adamlarının ve sanayicilerin ABD’ye girişlerine izin verilmesi ve bu suçlulara maddi olanaklar sağlanması konusunda başkanlık düzeyinde girişimlerde bulunurlar. Allen Dulles’a göre “ılımlı” Naziler ABD için “yararlı” olabileceklerdir! Gerçi bu konuda bir yasa çıkarılmaz ama 1945 Temmuzundan itibaren “Operation Overcast” (Gizli Operasyon) ile 350 Alman bilim adamı ABD’ye getirilir.

1946’da Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanmasını onaylayan yeni başkan Harry Truman bin kişilik bir Nazi grubunun ABD’ye getirilmesini yani “Operation Paperclip”i (Ataş Operasyonu) resmen onaylar[3].

Aralarında Dachau, Buchenwald, Kaiser Wilhelm Enstitüsü, Auschwitz gibi konsantrasyon kamplarının en beter işkencecilerinin bulunduğu bu Nazi suçluları ABD’de orduda, üniversitelerde ve CIA’da resmen işe alınırlar.

Aralarında Kimler Yok ki?

Otto von Bolschwing, Eichmann’ın çok yakını ve akıl hocasıdır. Ünlü “son çözüm”ün[4] mimarı olan suçlu, Avrupa’da CIA ajanı olarak yıllarca çalışır.

Aleksandras Lileikis üst düzey bir Nazi işbirlikçisidir. Litvanya’da altmış bin Yahudinin katliamına karışmış ve Gestapo ile işbirliği yapmış bir suçludur. CIA 1952’de Lileikis’i yüksek maaşla işe alır, Doğu Almanya’da rejime karşı casus olarak istihdam eder ve dört yıl sonra ABD’ye göç izni verir. Lileikis 40 yıl ABD’de yaşamıştır.

Wernher Von Braun ABD’ye roket timi, kimyasal silah üreticileri ve denizaltı mühendisleri ile birlikte gelir. Von Braun’un timinin Mittelwerx kompleksinde tutukluları ölene dek çalıştırdıkları, 20 binden fazla tutuklunun havasızlık ve açlıktan ölümüne neden oldukları, tutuklulara inanılmaz işkenceler yaptıkları, çocukları öldürdükleri CIA tarafından bilinmektedir. Wernher’le birlikte bu suçları işleyen birçok Nazi Ohio’da bir ordu üssünde hemen işe alınırlar.

Kurt Blome, Sarin sinir gazını Auchswitz’de mahkūmlar üzerinde deneyen doktordur. Arkadaşı Dr. Eugene von Haagen ile 1930’larda Nazi biyolojik silah biriminin başında görev yaptıkları sırada biyolojik silahları kamplarda tutuklularda denemişlerdir. Dr. Eugene von Haagen beş yıl ABD hükümeti için çalışır. Blome ise tutuklanır ve Nürnberg’de tıbbi savaş suçları nedeniyle yargılanır. Ne var ki, sorgu boyunca ABD ordusu ve istihbaratı onu suçlayacak sorgu tutanaklarını saklar ve mahkemeye teslim etmez.ez. Blome beraat eder. ABD istihbaratı 1954’de serbest kalan Blome ile görüşmek için Almanya’ya gider. Blome onlara bir biyolojik silah araştırmacı listesi verir. Listedeki isimler İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara biyolojik silahlarla ilgili yardımcı olan kişilerdir ve kitle imha silahları üzerinde çalışmayı taahhüt etmektedirler!

Himmler’in yakın adamları Herman Becker, Freyseng ve Konrad Schaefter, Dachau’da damardan ilaç ve tuzlu su vererek öldürdükleri tutukluların karaciğerlerini inceleyen iki “bilim” insanıdır. ABD hava kuvvetlerinde işe alınan üçlü izlenip bulunurlar ve Nürnberg’de yargılanırlar. ABD’de iken yazdıkları kitabı Amerikan hava kuvvetleri yayınlar. Kitapta, “dürüst ve onurlu”, “özgür akademik kariyer sahipleri” olarak tanımlanan üç suçlu, kitabın “Giriş”ini de Nürnberg’de yazıp Amerikalılara teslim ederler!

Dr. Sigmund Rascher 1941’de Himmler için insanlar üstünde yüksek basınç deneyleri yapmış bir savaş suçlusudur. Nazi iktidarında Kaiser Wilhelm Enstitüsünde bu çalışmaları için özel bir düşük basınç odası yapılan Rascher,Yahudi, Rus savaş esirleri ve Polonya yer altı direnişçileri üzerinde yapar deneylerini. Kurbanları izler ve ne kadar büyük bir acı çektiklerini, çığlık çığlığa kafalarını parçalamaya, saçlarını yolmaya çalıştıklarını not alır günlüklerine. Rascher’in raporlarına ABD hava kuvvetleri el koyar.

En ünlü transfer ise 1945’e dek Hitler’in beyinlerinden olan, Nazi istihbaratında Sovyetler Birliği Birim başkanlığı yapan, Sovyet saldırısında Doğu Yabancılar Orduları komutanı General Reinhard Gehlen’dir. Gehlen SSCB ve komünistler hakkında epey bilgi toplamıştır; bunun yanında üst düzey eski Nazi suçlularından oluşan bir de örgüte sahiptir. Binlerce suçlu Gehlen’in elindeki Sovyet istihbarat dosyaları[5] pazarlığı içinde ABD’ye getirilir ve bu katil Naziler işe alınır. Gehlen, SSCB’nin savaştan galip çıkması durumunda dünyaya yayılacak olan komünizmin üstesinden nasıl gelinebileceği ve bu koşullarda istihbaratın önemi konusundaki 129 sayfalık bir raporu da Amerikalılara sunar. Rapor, Kızıl Ordu’nun savaş yöntemlerine de ayrıca yer vermektedir. Gehlen’in hizmetleri bununla da sona ermez; Avrupa’da NATO ülkelerinde NATO’nun gizli ordularını oluşturur[6], CIA’nın ABD dışı ülkelerdeki operasyonlarını yürütür. Ve Gehlen birçok başka savaş suçlusu Nazi gibi Federal Almanya’da Konrad Adenauer hükümetinde görev alır ve Federal İstihbarat dairesi başkanı olur!

Hitler’in Dışişleri bakanı Ribbentrop’un danışmanı Gustav Hilger CIA’de işe alınır çünkü Stalin-Ribbentrop Paktı’na dair gizli bilgiler ABD hükümeti için çok değerlidir. İtalya’daki Yahudi soykırımı sorumlusu olan Hilger daha sonraki yıllarda Federal Almanya Dışişleri bakanlığında görev yapar.

ABD hükümeti sadece Nazileri değil, işkenceci Japonları da kanatları altına alarak yargılanmaktan kurtarır.

Japon ordusu biyolojik savaş birimi başkanı olan Dr. Shiro Iskii, Çinli ve Müttefik askerlerine biyolojik ve kimyasal ajanlar uygulayan ve daha sonra etkiyi görmek için bu insanlara canlı canlı otopsi yapmış bir suçludur. General Mac Arthur ile bir anlaşma imzalayan ve on bin sayfalık “deney bulgularını” ABD ordusuna veren Iskii işlediği suçlarından yargılanmamıştır. Üstüne üstlük, Maryland’deki ABD ordusu biyolojik silah bölümünde ders vermeye davet edilmiştir.

ABD ordusu ve CIA, Nazi suçlularından sorgu teknikleri de öğrenirler ve bu teknikleri ve kullanılan ilaçları yabancı ülkelerdeki ve kendi ülkelerindeki düzen karşıtları, yoksullar ve alt düzey ordu mensupları üzerinde de uygularlar.

Bitirirken

Ehrenburg’un deyişiyle, Sovyet halkı ve Kızıl Ordu “faşizm salgınını yok etmiştir ama mikroplar hâlâ yaşamaktadırlar”. Mikropları yaşatan, ölmelerine izin vermeyerek dünya çapında halkların kurtuluş mücadelelerini bastırmak için kullanan emperyalizmdir. Soğuk Savaş’ın başını çeken ve emperyalizmin baş temsilcisi ABD, Nürnberg’de “hayvansı ideolojisi, ikiyüzlülüğü, cehaleti, ahlaksızlığı ile sanık sandalyesinde oturan faşizm”i mahkemeden önce ve mahkeme sırasında kendi ülkesine ve dünyaya taşımıştır. NATO’nun gizli orduları ve CIA’nın kuruluşunda Nazizm ve faşizm vardır. Sermaye sınıflarının bu vurucu güçleri, o günden bugüne dünyayı kana bulamaya, iyi, güzel, insanca olan, yaşamı aydınlatan ne varsa yok etmeye azmetmiş kötülük örgütleri olarak görevlerini sürdürmektedirler. Latin Amerika’da bu durumun son örnekleri yaşanmaktadır.

Ne var ki, dünya ezilenleri henüz son sözlerini söylemediler.

Nürnberg 1’de faşizmin ölüm fermanı okunamamış, defteri dürülememiş olabilir ama tarih insan yaşamıyla kıyaslanamayacak kadar uzun günlerden ve gecelerden oluşuyor.

Nürnberg 2 için çok beklememiz gerekmeyebilir.

[1] Lukacs’ın kitabın yayınlanması sırasında belki de bilmediği ve daha sonra ortaya çıkan bir başka nokta, Mayıs 1955’de Batı Almanya’nın NATO’ya girmesi ile birlikte ABD-Batı Almanya arasında yapılan üst düzey bir gizli anlaşmadır. Buna göre, Almanya’da NATO’nun gizli örgütlerinde çalışan eski Naziler hiçbir hukuki soruşturmaya uğramayacaklardır.

[2] 1942’de 2. Dünya Savaşı sırasında kurulan ve başında bir general olan William Donovan’ın bulunduğu bir istihbarat örgütüydü ve aynı zamanda CIA’nın da öncülüydü. İşe 10 milyon dolarlık bir bütçe ve 600 çalışanla başlayan OSS, 1944’e gelindiğinde 13 bin elemana sahipti. Ordudan da binlerce asker örgüte transfer edildi. Sonuçta, çalışanların 2/3’ü ABD ordusu personelinden oluştu. Personeli sadece ABD içinde değil ülke dışında da görev yapmaktaydı. Sinema oyuncuları John Wayne ve Marlene Dietrich, sporcu Moe Berg, yazar John Steinbeck de OSS çalışanları arasındaydılar.

[3] Bir başka kaynakta bu sayının 4000 olduğunu iddia edilmektedir.

[4] Avrupa’daki tüm Yahudilerin toplu olarak katledilmeleri planı

[5] Gehlen ABD’ye gitmeden önce, savaş henüz sürmekte iken bu bilgileri mikrofilmlere aktarmış ve su geçirmez çelik variller içinde Avusturya Alpleri’nde kırsal bir bölgeye gömmüştür.

[6] Eski MİT başkanlarından Fuat Doğu’nun Gehlen’in öğrencisi olduğu bilinmektedir.

EMPERYALİZM DOSYASI : 1940’LARIN TÜRKİYE’SİNDE AMERİKAN EMPERYALİZMİ VE ‘HAMİ ARAYIŞI’ ÂDETİ İLİŞKİSİ


1940’lı yıllar, Türk siyasal ve düşünce yaşamında önemli etkileri olan bir dönemdir. Nitekim bu yıllar, II. Dünya Savaşı’nın dünyada yol açtığı etkin ekonomik-politik şartlar ve sonuçlar bağlamında, uluslararası arenada yeni emperyalist düzenlerin kurulmasına yol açmıştır. Yine bu yıllar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticilerinin, bu düzenlerin dikte ettiği Batı (Amerikan) ve Doğu (Rus) emperyalizmleri arasına sıkışıp, milli siyasalara aykırı bir yön arayışına girdikleri bir dönem olmuştur. Bu çalışmanın ilk sorunsalı, söz konusu arayışın, modern Türkiye’ye Osmanlılardan miras kalmış tarihsel bir gelenek olan ‘hami’ arayışı âdetinin bir uzantısı olarak, devlet ricalinin ruhlarında tekrar canlandığıdır. İlk sorunsal kapsamında bu tarihi gelenek irdelenecektir. İkinci sorunsal ise, 1940’larda dünyaya yeni bir düzen dikte eden Amerikan emperyalizminin, Türkiye’nin yöneticilerinin siyasal tercihleri bağlamında, anılan yıllardaki ‘yön’ arayışı ile kesişen şartları ve etkileşimleridir. İkinci sorunsal kapsamında, 1940’larda Amerikan emperyalizminin ortaya çıkışı, yükselişi ve Anadolu topraklarına daveti irdelenecektir.

DOKUMANI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

EMPERYALİZM DOSYASI /// MUSTAFA SOLAK : EMPERYALİZME GÜVENEN ATATÜRKÇÜLERİMİZ


MUSTAFA SOLAK : EMPERYALİZME GÜVENEN ATATÜRKÇÜLERİMİZ

Bir kısım aydınımız milletine değil emperyalizme, yobaz zihniyetteki kişilere, Fuat Avni gibi fantastik kişilere bel bağlıyor. Bekir Coşkun, 25.10.2018 tarihli Sözcü gazetesinde, https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/umudumuz-bahceliye-mi-kaldi-2700313/ bağlantısından ulaşabileceğiniz “Umudumuz Bahçeli’ye mi kaldı?” başlıklı yazısı ile kendisi ile birlikte bu tür aydınların bakışını yansıtıyor. Coşkun, Erdoğan’ın iktidardan inmesi için güvendiği kişiler ve şeyler arasında Obama’nın gösterdiği Beyzbol sopası, Abdullah Gül, Fuat Avni de var ama millet yok, örgütlü mücadele yok. Yani emperyalizmden medet umuyor.

İlgili yazısında şunları belirtiyor:

“Nelere umut bağlamadık ki…

‘Çuvalda’ umutlandık…

Şanlı tarihinde hiç görülmemiş biçimde askerimizin başına çuval geçirilince ‘Çuval bunu götürür’ dedik…

‘Ayakkabı kutusuna’ güvendik…

‘Kesin gider, bu öyle böyle bir kutu değil’ dedik…

Kutuyu yakalayan polis, savcı, yargıç gitti, bu kaldı…

‘Bharara’ dedik…

‘Türk yargısı yapamadı, Amerikan savcı yapar’ dedik ki…

Bharara gitti…

‘Beyzbol sopası’ umut oldu…

Obama resimde elinde beyzbol sopası ile görününce ‘Sopayı gösterdi ya, bu iş bitmiştir’ demiştik… Trump da giderse, üç ABD başkanı göndermiş olacak…

‘Fuat Avni’ye’ güvendik…

Koştuk…

‘Fuat Avni diyor ki gidiciymiş’ dedi muharrir…

Gerçekte olmayan adamı yakaladılar…

Bu kaldı…

‘Abdullah Gül’e’ güvendik arkadaşlar…

Siyasi tarihte en uzun süre ‘bir şey yapacakmış gibi yapan adam’ oldu…

‘Bülent Arınç’ bile umut oldu, ‘Her şeyini biliyor götürür’ dedik, bir de baktık ki o konuşuyor, Bülent Arınç duygulanmış ağlıyor…”

Kendisiyle birlikte bir kısım aydının güvendikleri arasında bir tek Türk Milleti yok. Oysa Mustafa Kemal Atatürk emperyalizme değil milletine güvenmişti. Atatürk’ün emperyalizm ve tam bağımsızlığa ilişkin sözleri ve yazılarının yayınlandığı “Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık” kitabında Atatürk, sömürge emekçilerinin, batı emekçilerinin ücretlerini azaltmak yönünde batı ülkeleri içinde kullanıldığını net olarak tespit ediyor. Şu cümlelerinde gerek batı gerek sömürge emekçilerinin sermayedarların aleti olduğu ve birbirlerine karşı kullanıldığını görebiliriz:

“Sömürge fethi ancak sermayedarların fazla miktarda artmasından memleket dahilinde kâfi bir kâr temin etmeyen sermayelerini daha verimli bir surette nemalandırmasına ve dolayısıyla işi azalan Avrupa proletaryasını daha ucuz bir surette istihdama yarar. Diğer taraftan son zamanlarda Batı’da büyük grevler esnasında sömürgeler amelesi kullanılmaya başlanıldığından, bu suretle birçok grevler neticesizliğe mahkûm edildiği gibi, yavaş yavaş asayişi temin ve büyük şehirler proletaryasının gösterilerini dağıtmak üzere sömürgelerin askerleri kullanılacaktır. Dolayısıyla gerek Batı emekçileri gerek sömürgeler ahalisi sermayedarlar elinde yekdiğerini ezmeye yarayan bir alet halindedir.”

İşte bu noktada Atatürk, dahiyane bir siyaset izleyerek bu hakikatlerin ve Türklere yapılan seferlerin proletaryanın menfaatlerine zararlı olduğunun Batı işçisine telkin edilmesini ve sömürgelerin bağımsızlıklarının iadesi uğrunda hususundaki propagandanın artırılmasını Sovyet hükümetinden, Komünist Fırkası’ndan ve Üçüncü Enternasyonal’in İcra Komitesi’nden ısrarla talep edilmesini ister.

“Bizi Yutmak İsteyen Kapitalizm…”

Kapitalizme karşı bakışını da şöyle ortaya koyar:

“Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece mücahedeyi (savaşmayı) uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız.”

Atatürk, bugün laiklik karşıtlarına karşı AB, ABD’den medet uman kesimlere karşı emperyalizmden hayır gelmeyeceği o zamanlar bizlere şu sözüyle hatırlatmıştır:

“Halbuki hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir.”

Suriye’yi adam yapmak isteyen Fransa, kendi “evvela adam olsun”

21/22 Aralık 1937’de Suriye Başbakanı Cemil Mardam ile yaptığı görüşmede Fransızların Alevilik meselesini ortaya attıklarını fakat Alevilerin “Türk” olduğunu savunan Atatürk Fransızlar Suriyelileri “adam yapmak” istemelerine “evvela kendileri adam olsunlar” diyerek sert çıkışta bulunur. Suriyelilerin zeki, modern ve nazik insanlar olduğunu, Fransızların terbiyesine ihtiyaçları olmadığını belirtir. Kendisinin Talat Paşa’ya “Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz” teklifinde bulunduğunu cümlelerine ekler.

Hatay meselesini Fransızları dışlayarak Suriye ile Türkiye’nin arasında çözmeyi önerir. Suriye’nin tam bağımsızlığını istediğini belirtir. Eğer Fransızlar mâni olursa Suriyelilerin ordusu olmasa bile Türkiye’nin ordusuyla Fransızlara mani olacağı ve ordunun geri çıkacağı hususunda kefil olduğunu açıklar. Suriye Başbakanına da ordu yapmasını önerir. Dahası Hatay’ı istemediğini, kendisi için Hatay’ın namus meselesi olduğunu ve Fransızlara bırakmayacağını da vurgular.

Özetle muhalif olmak, beğenmediklerimizi emperyalizme güvenmek olmamalı. Ne yapacaksak milletimize dayanarak yapacağız. Bir kısım yurttaşımız da bu aydınlardan beklenti içindeler ya; işte biraz da bundan debelenmemiz.

Bu tür aydınlarımız milleti küçümsemekten vazgeçmeli, emperyalizmden değil milletine umut beslemeli. Elbette umutlu olması için de milletiyle beraber mücadele vermeliler.

Tarihçi-yazar

Mustafa SOLAK

EPOSTA : solak81

EMPERYALİZM DOSYASI : Dünyada Emperyalist Rekabetten Kaynaklanan Kaos, Olasılıklar ve Direniş


Dünyada Emperyalist Rekabetten Kaynaklanan Kaos, Olasılıklar ve Direniş

Egemenler cephesinde rekabet; belirsizlik, öngörülemezlik ve anlık hamleler, ilişkilerin geleceğini belirlemeyi sürdürüyor.

2008’den beri içine girilen kriz bizzat sermayenin önündeki asıl engelin sermaye olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Sıkı para politikaları mali disiplin vs. gibi pansuman tedaviler süreci biraz daha öteleyerek derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Kar oranlarının düşmesi sürecinde yavaşlatıcı karşıt etkenlerinde sorunu çözmemesi üzerine aşırı üretim, eksik tüketim, sektörler arası orantısızlık gibi birincil sürece bağlı ikincil kriz görüngüleri de ortaya çıkıyor. Krize çözüm bulunamaması rekabeti şiddetlendiriyor. Diplomatik, ticaret savaşları ve askeri çatışmalar giderek daha açıktan ve doğrudan muhataplarını içine alarak iç içe geçiyor. Rusya’ya yönelik diplomatik saldırı, ABD’nin Çin’e ticaret savaşı ilan etmesi, Suriye’de bir Rus paralı asker birliğine yönelik ABD saldırısı, İsrail’in Suriye’deki İran hedeflerine saldırıları ve Suriye’nin çok uzun süreden beri ilk kez bir İsrail uçağını düşürmesi bu sürecin ilk görüngüleridir.

Asya pasifik ve Ön Asya bloklarının konumlanışı, güçlerin yığılması ile iki temel çatışma alanı olarak beliriyor. Afrika bu iki çatışma alanına eklemlenerek, kaynaklar üzerindeki rekabet açısından belirleyici üçüncü bir çatışma alanı olarak giderek daha çok öne çıkıyor.

Asya-Pasifikte iki Kore arasında başlayan barış görüşmeleri protokole bağlanarak yarımadanın nükleer silahlardan arındırılmasını öngörmektedir. Güney Kore Devlet Başkanı Moon’un “Barış ödülünü Trump alsın, bizim barışa ihtiyacımız var” açıklaması Güneyde birleşme yanlısı güçlü eğilimi yansıtmaktadır. Rusya’nın Trans-Sibirya’yı Pasifiğe bağlama, Çin’in ABD askeri varlığını azaltma ve Tek yol tek kuşak projesi yarımadada barışı zorunlu kılıyor.

Emperyalist kapitalist bloklar arasındaki rekabet ticaret savaşları ve askeri çatışmalar çatlakların oluşması ve büyümesinin de önünü açıyor. Nasıl NATO ve Rusya’nın Ukrayna’daki rekabeti ve savaşı Donbas ve Lugank’ın, NATO ve Rusya’nın, Suriye’deki savaşı Rojava’nın önünü açmışsa önümüzdeki süreçte yeni devrimci adımların filizlenmesine uygun koşullar yaratmaya devam edecektir.

Latin Amerika’nın en büyük ekonomisi ve ülkesi Brezilya’da sosyal demokrasinin mülkiyet ilişkilerine dokunmadan sosyal programlar uygulamasını bile kaldıramayan, uluslararası ve yerel sermaye çevreleri topyekün saldırıya geçtiler. Temer darbesini, Lula’nın hapsedilmesi ile seçime girmesinin engellenmesi süreciyle şekillenen parlamenter darbe süreci ve askeri darbe tehdidi izledi. Brezilya sosyalist devrimci hareketi Brezilya Halk Cephesi ve Korkusuzlar Cephesi iki geniş örgütlenme oluştursalar da, sosyalist devrimci hareket geçmişten gelen ve bugünün gerçekliğinde devrimci hareketin ayağına dolanan siyasal ayrımların birbirlerine yönelik tutumlarından dolayı, nitelikli bir direniş hattı oluşturmakta zorluk çekiyor. MST, MTST gibi tabandan gelen sosyal hareketler siyasal zemini zorlamalarına karşın etkin bir direniş hattı oluşturmakta zorluk çekiyorlar. PSOL militanı ve ardından olayın tanığının öldürülmesi Brezilya solu üzerinde şok etkisi yarattı.

Keza Kolombiya’da FARC’la imzalan barış sürecinin geldiği yer Emperyalistler ve Kolombiya oligarşisinin sürece tamamıyla şiddet eksenli tasfiye olarak baktığını göstermektedir. ELN çift taraflı ateşkes ve sosyal meselelerin müzakere edilmeleri konusunda ısrarını sürdürmekte, barış anlaşması sonrası ABD’nin talebi ile tutuklanan FARC liderine atıfta bulunarak anlaşma olursa, anlaşma sonrasında hiç bir üyelerinin ABD’ye teslim edilmemesi gerektiği konusunda garanti istemektedir.

Venezuela son derece yıkıcı bir hal alan ambargo, sabotaj ve fiili olarak yaratılan karaborsa ile bugüne kadar yapılan mücadele yöntemlerinin yetersizliğini görerek farklı politikalarla süreçten çıkmaya çalışmaktadır.

Nikaragua’da emeklilik yasa tasarısının işverenlere yüklediği sorumlulukları kaldırmak istemeyen işveren örgütleri ve sağ Venezuela’da uygulanan sokak gösterileri ve şiddet dalgasına yönelerek, 80’ler deki istikrarsızlaştırma hamlesi olan Kontra saldırılarını hatırlatıyor. Nikaragua’daki son yaşananlar sermaye çevrelerinin en ufak bir sosyal-demokrat talebe dahi tahammülü olmadığını, merkez sol politikalarının tarihsel sınırına ulaştığını net bir biçimde gösteriyor.

Asya’da, Hindistan’da HKP (Maoist) direnişi farklı eyaletlere yaymaya başladı. Geniş köylü kitlelerinde yıllardan beri yaşanan intihar olaylarından sonra direniş eğilimi güç kazanmaya başladı. Hindistan işçi sınıfının kentlerdeki mücadelesi de ivme kazanıyor.

Nepal’de ise son yıllarda farklı bir gelişme yaşandı. 2006’da yasal sürece giren ilk seçimlerde çoğunluğu alan NKP (Maoist) yaşadığı bir dizi tartışma sonucu 3 büyük ayrılma yaşayarak oldukça güç kaybetti. Ana gövdeyi oluşturan Nepal Birleşik Komünist Partisi-Maoist Merkez, Nepal Komünist Partisi Birleşik Marksist Leninist ile önce seçim ittifakı yaptı. İki parti Nepal tarihinin en yüksek oy oranı ile seçimleri kazandılar ve şimdide 8 temel nokta üzerinden Nepal Komünist Partisi altında birleşme kararı aldılar.

Filipinler’de Duterte rejiminin mizansen kitlesel teslim olma gösterilerine karşı FKP-YHO ülke çapında sıkıyönetime karşı silahlı direniş temelinde bütün kitlesel örgütlenme ve direniş yöntemlerini kullanarak mücadeleyi sürdürmektedir. Hükümetin barış görüşmelerine yeniden başlama çağrılarına ise bütün devrimci tutsaklar serbest bırakılmadan, sosyo-ekonomik reform başlığı müzakere edilmeden barış görüşmelerine oturmayacağının kamuoyuna ilan etti.

Afrika’da, Nijerya’da hükümet, Nijer Delta bölgesindeki direnişle anlaşma çabalarını sürdürürken gelinen noktada sözlerin tutulması ve bölge kaynaklarının bölge halkı için kullanılması gerektiğinin altını bir kez daha çizdiler. Şemsiye örgüt olan Nijer Deltası İntikamcıları, onlardan ayrılan Yenilenmiş Nijer Deltası İntikamcıları ve şiddet kullanmayan diğer organizasyonlar hükümet üzerindeki baskıları artırmaktadırlar. Güney Afrika’da sınıf mücadelesi giderek daha belirginleşmekte, toprak sorunu sistemi sarsmaktadır. Siyah mücadelesine vurgu yapan Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) ve Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu (COSATU)’dan ayrılan sendikalar, Güney Afrika Sendikalar Federasyonu (SAFTU)’yu kurdular. SAFTU’yu kuran militanlar yeni bir Marksist-Leninist işçi partisi kurma çabalarını yoğunlaştırmış durumdalar. SAFTU’nun önderliğinde yapılan asgari ücret eylemleri ve 1 Mayıs gösterilerinde siyah halkın sömürüden kurtuluşunun mücadele ile olacağının emareleri giderek netleşmektedir.

Ön Asya’da Filistin ve Kürt halkının temel talepleri çözülmediği sürece bölgeye istikrarın gelmesinin mümkün olmadığı bir kez daha teyit edildi. Kürt ve Filistin Ulusal Hareketleri bölgedeki mücadelenin temelini oluşturmaya devam etmektedirler. 3. İntifada’nın çok olasılık olmadığına dair analizlerin her yeri kapladığı bir anda Filistin Halkı tarihi bir adım atarak iki ay sürecek olan toprak günü ve Büyük Geri Dönüş Yürüyüşünü başlattı. Kürt Ulusal Hareketi iki emperyalist blok arasındaki rekabetin altında ezilmektense Afrin’den çekilerek Suriye savaşında yeni bir pozisyon aldı. Ardından Şengal’de oluşturulan milis güçlerin dağıtılmaması şartı ile yapılan anlaşmayla bölgeden çekildi. Bölge yerel milisler ve Irak Ordusu’na bırakıldı.

Yeryüzünün bütün parçalarında emperyalist rekabet, ticaret savaşları ve askeri çatışmalara dönüşürken devrim ve karşı-devrim arasındaki mücadele sertleşerek yeni döneme uygun biçimler almaktadır.

Dünya genelinde egemenler cephesinde faşist hareketler ve hükümetler, OHAL, sıkıyönetim ve askeri darbeler öncelikli seçenek haline gelmektedir. Yaşanılan ülkenin somut koşulları hangisinin uygulanabilir olduğunu ortaya koymaktadır. Fransa’da süreklileşmiş OHAL, Brezilya’da parlamenter darbe, Venezuela’da şiddete-sabotaja dayalı sokak gösterileri, Ukrayna’da faşist partinin hükümet ortağı olması bu sürecin somut örnekleridir.

İşçi-emekçi saflarında dağınıklık hala belirgin özellik olmayı sürdürürken direniş giderek daha kalıcı ve mevcut düzeni zorlayıcı örgütlenme ve mücadele biçimleri üzerine yoğunlaşmaya başladı.

Haber: isyandan.org

EMPERYALİZM DOSYASI /// ÖMER AYTAŞ : KÜRESEL KÜLTÜR EMPERYALİZMİ VE NETFLİX


KÜRESEL KÜLTÜR EMPERYALİZMİ VE NETFLİX

Kültür Emperyalizmi bir ülkenin,medeniyetin veya düşünceler dizgesinin başka ülke,medeniyet ve düşünceler dizgesine eklemlenmesi, parça parça yada tek seferde, kısmen yada toptan değiştirmesidir. Kültür emperyalizmi diğer emperyalizm yöntemlerinin uygulanması için uygun zemini hazırlar, yani tamamlayıcı bir rol oynar. İstenilen hedefe ulaşma şansı en yüksek ve en barışçıl görünen emperyalizm çeşididir.Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve gelişmesi Emperyalist yaklaşımları kolaylamıştır.Kültür Emperyalizminin en etkin aracı; geniş Kitlelere ulaşması , Kâr getiriciliği ile hiç şüphesiz Medyadır.

Küresel Medyanın;Kitlelerin Lüks kullanımlara özendirilmesi,Kitle içinde sıradan kişilerin kahramanlaştırılarak ünlüleştirilmesi ve tozpembe bir Dünya yaratımı gibi işlevleri vardır.İktidarsız İktidarların sahip olduğu yönetimlerin; pazardan nasiplenmesi,yok olma korkusu veya işbirlikçi olmalarından dolayı, Küresel Medya işlevlerini hakkıyla yerine getirmektedir.

Netflix Inc., film-dizi yapımcılığı ve dağıtımı alanında iştigal eden Amerika kökenli kuruluş. 1997 yılında Kaliforniya’da Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından kuruldu. İnternet üzerinden gerçek zamanlı veri akışı ve video-ondemand ile posta yoluyla DVD dağıtımı alanlarında uzmanlaştı. Adı, İngilizce internet anlamına gelen "net" ve Amerika’da günlük konuşma dilinde "filmler" anlamına gelen "flicks" kelimesinden türetildi. Netflix’in ilk iş modeli DVD satışı ve kiralama üzerineydi. Ancak şirketin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra Hastings, posta yoluyla DVD kiralamaya odaklanmak üzere DVD satışlarını durdurdu. 2007’de Netflix, akışkan medya aracılığıyla internet üzerinden film izleme olanağı sunarak iş alanını genişletti. 2010’da Kanada’ya açıldı ve zaman içinde veri akışı servisi büyümeye devam etti. Ocak 2016 itibarıyla Netflix 190’dan fazla ülkede hizmet vermektedir.

Netflix, 2013’te House of Cards adlı ilk dizisiyle içerik üretmeye de başladı. O günden bu yana film ve televizyon dizisi üretimlerini hızla artırdı. Şirket, 2016’da 126 orijinal dizi ve film yayımladı. Bu rakam, ücretli Amerikan televizyon kanallarının tümünün daha fazladır.

· Temmuz 2017 itibarıyla Netflix’in 51,92 milyonu ABD’de olmak üzere dünya çapında 103,95 milyon abonesi bulunmaktadır.2 2009 yılında 10 milyon abone sayısına ulaşmıştır.

· 2011 Nisan ayında ABD’de 23 milyon, dünya çapında ise 26 milyon abone sayısına ulaşmıştır ve elde ettiği toplam dijital gelir 1,5 milyar dolar olmuştur.

· 2014 yılının ikinci çeyreği verilerine göre küresel olarak 50 milyondan fazla aboneye sahiptir.

· 2015 Ocak verileri itibarıyla, ABD’deki abone sayısı 39 milyona, küresel abone sayısı da 57 milyona ulaşmıştır. Aynı yılın Ekim itibarı ile 70milyon aboneye sahiptir.

· 2016 Ocak verileri itibarıyla küresel abone sayısı da 75 milyona ulaşmıştır. Elde ettiği toplam dijital gelir 2.7 milyar dolardır.

· 2017 Ocak verilerine göre ABD`de 50 milyon, dünyada 98 milyondan fazla abone sayısına ulaşmıştır.

Türkiye de Ocak 2016 yılında faaliyetlerine başlayan Netflix, Ülkemizde yakın tarihte bir dizi çekimine de başlayacaktır. Osmanlı ve Türk efsanelerinin yanı sıra tarihten esinlenen bir kahramanlık hikayesini anlatacak olan Dizide, genç bir adam, özel güçlere sahip olduğunu keşfeder. Şimdi İstanbul’u yok etmek isteyen karanlık güçlere karşı, şehri ve tüm insanlığı korumak için elindeki bu güçleri kullanmayı öğrenmesi gerekmektedir. Filmin yapımcısı bizlerden olmadığına göre Ülkemizin menfaatlerine,Tarihine ne kadar uygun olacaktır.İçerisinde barındırdığı Subliminal mesajların önüne nasıl geçilecektir.Nasıl mücadele edilecektir.Diğer bir tehlike ise yerli yapımcıların bir süre sonra mücadele edemeyip pazardan yenilgi ile çekilmeleridir.En büyük tehlike ise Küresel Medya güçlerinin;yaptıklarının toplum tarafından doğru olarak algılanacağı,tamamen kendi istek ve arzularına göre toplumu şekillendirecekleridir.Yukarıda Wikipedia dan alınan Netfİlix bilgilerine bakılırsa şirketin Yerel Kültürler için tehlikesi görülebilir.Kenya da dahi Netfilix’in yasaklanması gündeme gelmişken Ülkemiz de RTÜK’ün İnternet yayınlarına müdahale edebilmesine olanak sağlayan yasa tasarısı TBMM de kabul edildi.Her ne kadar Yönetici sınıfın bu yasayı siyasi çıkarları için kullanması tehlikesi varsa da yukarıda saydığımız gerekçeler sebebiyle sevindiricidir.Lakin yeterli değildir.Kültürel Değerleri yaşatan ve Topluma aktaran Milli ve Yerel yapımlara ağırlık verilmesi gerekir.

Ömer AYTAŞ

EMPERYALİZM DOSYASI /// Prof. Dr. EYÜP KARAKAŞ : Alman emperyalizmi ve Sultan Abdülhamit


Alman emperyalizmi ve Sultan Abdülhamit

Gazetelerden öğreniyoruz; Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü, tarih belgelerindeki Abdülhamid’e ait mal varlıklarının ayrıntılarını açıklamış. Bu açıklamadan özet verelim: “Elimize yeni geçen bazı arşiv belgelerine göre 2. Abdülhamid’in, Almanların German Bank İstanbul Şubesi, Deutsch Bank of Berlin, The Reichs Banks; İngilizlerin The Bank of England; Amerikalıların New York Bank ile Fransa’da bilinmeyen bir bankada 250 milyon dolara yakın parası bulunuyordu.”

“2. Abdülhamid, İstanbul Borsası’nda Ermeni danışmanları aracılığı ile para kazanıyor. Padişah; 1903’te dünyanın en zengin 3’üncü kişisi. Ciddi serveti olduğu arşiv kayıtlarından anlaşılıyor.”

“Padişah; Alman Kayzeri 2. Wilheim aracılığı ile paralarının büyük kısmını Alman bankalara yatırıyor.”

Sayın Hülagü’nün verdiği bilgilere göre, Padişahın bunlara ek olarak Osmanlı topraklarının farlı bölgelerinde çok sayıda taşınmazı vardı. 2. Abdülhamid’in bu büyük servete nasıl ulaştığını anlamak için tekelci Alman sermayesinin Osmanlı ülkesini nasıl sömürdüğünün hikâyesini bilmek lazım.

PAYLAŞIM SAVAŞI

1880’e gelindiğinde Osmanlı devletinin kapladığı alanlar hâlâ oldukça genişti. Bu topraklar petrol ve diğer doğal kaynaklar bakımından oldukça zengindi. Ayrıca, sanayileşmiş ülkeler için de iyi bir pazardı. 1880’lere kadar Osmanlı Devleti’ni boyunduruk altına almak ve sömürmek için birbirleri ile mücadele eden rakipler vardı: İngiltere, Fransa ve Rusya. Alman sermayesinin dünyanın paylaşılmasında emperyalist bir güç olarak ortaya çıkması İngiltere ve Fransa’dan sonradır. Bu tarihlerde, Fransa ve İngiltere Osmanlı’nın ekonomik merkezlerini tamamen, siyasal merkezlerini ise kısmen egemenlikleri altına almayı ve Türkiye’yi yarı sömürge haline getirmeyi başarmışlardı. Sıra Almanya’daydı. Bu tarihten sonra rakip güçler arasında başlayan paylaşım mücadelesi I. Cihan Harbi ile devam etti.

ALMANYA DEVREDE

Osmanlı’nın durumu Lenin’in şu sözlerinde anlattığı gibiydi: “Mali sermaye o denli güçlüdür ve bütün milletlerarası ekonomik ilişkilerde o denli belirleyici bir iktidardır ki, siyasal bağımsızlığa bütünüyle sahip olan ülkeleri dahi kendine tabi kılabilir ve uygulamada da bunu başarmıştır.”

Almanya’nın sömürgecilik politikasını “barışçı yayılma” olarak tanımlayabiliriz. Osmanlı’nın toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını, hatta savunmasına katkıda bulunmak için askeri yardım ve işbirliği yapabileceklerini, Osmanlı topraklarında yeni yatırımlar yaparak ülkenin gelişmesine katkıda bulunabileceklerini söyleyerek sömürü düzenini kurmuşlardı.

Alman sermayesinin Osmanlı Devleti’ni sömürme amacını üç koldan gerçekleştirdi: Osmanlı ordusunun eğitilmesi amacıyla bir Alman askeri heyetinin görevlendirilmesi; Alman silâh sanayiin Osmanlı devletine çok miktarda silâh satması; Deutsche Bank kanalıyla Anadolu demiryollarının yapımı için imtiyaz alınması.

ALMAN ASKERİ HEYETİ DEVREDE

İlk olarak, 1882 Mayıs’ında Albay von Kaehler yönetiminde bir Alman askeri heyeti İstanbul’a gelir. Kaehler’in 1885 yılında ölmesinden sonra daha sonra mareşalliğe kadar yükselecek olan von der Goltz askeri eğitim sorumlusu olarak görevi devir alır.

Von der Goltz saraya çok yakınlaşır. O kadar yakınlaşır ki, Abdülhamid’in sırlarını kurnazlıkla öğrenmiş ve önemli siyasal konular üzerindeki gizli askeri sırları Alman Dışişleri Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmiştir.

Alman silah sanayiinin Osmanlı devleti içinde tekel durumuna gelmesi Goltz’un gayretleri ve saray ile olan ilişkileri sayesinde oldu. Goltz’un ilk yaptığı işlerden birisi Krupp ailesinin toplarını saraya kabul ettirmek oldu. 1886 yılında Osmanlı İmparatorluğu Krupp’dan 426 sahra topu ve 60 havan topu aldı.

Alman askeri heyetinin ısrarları sonucu Osmanlı ordusunun yeniden silahlandırılması kabul edildi. Bu amaçla yarım milyon tüfek 1887 yılında Mauser ve Loewe isimli silah fabrikalarından satın alındı.

II. Wilhelm’in İstanbul’da Abdülhamid’i ziyaretinden sonra, bu rakamlar çok büyüdü; binin üzerinde Krupp topu ve binlerce tüfek daha Osmanlı ordusu envanterine girdi.

Almanya’ya milyonlarca mark para ödendi. Bu paraları da Osmanlı devleti Deutsche Bank’tan yüksek faizli kredi şeklinde temin etti. Hem Alman sanayii kazandı hem Deutsche Bank…

DEMİR YOLU İMTİYAZLARI

1888 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ve Asya topraklarındaki demiryolları Fransız ve İngiliz sermayesinin egemenliği altındaydı. Wilhelm’in, Abdülhamid’i ziyaretinin ve Deutsche Bank temsilcilerinin İstanbul’da gösterdikleri yoğun faaliyetler sonucu dört yıl sonra durum değişti. Alman sermayesinin imtiyazını aldığı demiryolu uzunluğu 2 bin kilometre’yi geçti. Bu imtiyaz demiryolu hattı boyunca 20 kilometre enindeki bir şerit içinde kalan toprak altı zenginliklerinin çıkarılma ve ağaç kesme hakkını da içeriyordu. Alman şirketlerinin kârlarının padişah önündeki savunuculuğunu da bizzat II. Wilhelm yapıyordu.

Osmanlı devleti demiryolunu yapacak olan şirkete kilometre teminatı olarak 15 bin 500 frank veriyordu. Devlet Deutcshe Bank’a sürekli borçlanıyordu ve borçlar karşılığında Konya, Sivas, Ankara ovalarının ‘aşar’ vergileri rehin olarak verilmişti. Anadolu’nun yoksul köylüsünden mültezimler tarafından toplanan vergiler Alman sermayesini büyüttü ve Abdülhamid’i zamanın en zengin 3. kişisi yaptı.

Kaba bir değerlendirme yapacak olursak, Almanya’nın silah devleri, dolaylı yayılma yöntemleri uygulayarak, özellikle sermaye ihraç ederek, ekonomik ve siyasi açıdan Osmanlı İmparatorluğu’nu büyük ölçüde sömürdü.

Bu sömürü sonucu, Anadolu halkı daha da yoksullaştı ama başta Padişah Abdülhamid olmak üzere İstanbul’daki yetkililer zenginleşti. Abdülhamid o kadar zenginleşti ki o artık “Ulu Hakan” olmuştu.

Prof. Dr. EYÜP KARAKAŞ