TAZİYE MESAJ : Polis merkezinde görevli bir polis memuru, henüz belirlenemeyen bir sebeple meslektaşla rına ateş açarak 2 polis memurunu şehit etti.


DAĞITIM

1.GENELKURMAY BAŞKANLIĞI

2.KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

3.DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

4.HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

5.JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

6. İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI

7. EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Sayın Müdürüm, Sayın Komutanım,

Dün gerçekleşen bir olayda Polis merkezinde görevli bir polis memuru, henüz belirlenemeyen bir sebeple meslektaşlarına ateş açarak 2 polis memurunu şehit etti.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya tarafından yapılan açıklamaya göre, olayda ağır yaralanan Polis Merkezi Amiri K.Ü ve Asayiş Şube Müdürlüğü Ekipler Amiri G.Ö., hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak şehit düştü. Olayı gerçekleştiren polis memuru S.U.Ş. ise bacağından vurularak yakalandı ve gözaltına alındı.

Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu kaybımızda, Polis memurlarımıza Allah’tan rahmet, Polis memurlarımızın kederli ailesine, İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Yüce Türk milletine başsağlığı ve sabır dileriz.

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU

www.ozelburogrubu.com

KISA ÖYKÜLER : Kim Kahpe ???


Kim Kahpe ???

Sabahın körüydü; güneşin doğmasına daha vardı. Uyku ile uyanıklık arasında kapı ziline benzeyen, fısıltı gibi bir ses geldi İbrahim’in kulağına. Polis değildi! O böyle korka korka kapı çalmazdı; vurdu mu indirirdi Alimallah! Emin olmak için bekledi.

Bir horoz sesi karıştı alacakaranlığa. “Komşulardan birinin gecekondu çığırtkanıdır,” diye düşündü. Çok geçmeden, daha güçlü bir zil sesi yırttı geçti sessizliği. Doğruldu yataktan. Karısı da uyanmıştı. “Ne oldu, kapı mı çalındı?” dedi. “Yanlış işitmediysem duyduğum kapı ziliydi. Sen yat ben bakarım!” diye yanıtladı onu. “Bu saatte!.. Hayırdır inşallah!” dedi karısı, yarı uykulu. Dış kapıya yöneldi pijamalı haliyle. Girişin ışığını yakmayı akıl etti son anda. Önce sürgüyü çekti, sonra da anahtarı çevirerek açtı kapıyı. Karşısındakiler iki karanlık yüzdü. Tanımakta güçlük çekti önce, “Sabah sabah kim bunlar yahu?” dedi içinden. Ara lambasının sönük ışığı altında mum gibi sararan yüzüyle bir bayan, yanında da ondan daha uzun, esmer yüzü daha da kararmış bir erkek; korkuluk gibi dikiliyorlardı karşısında. Onlar, kayını Çetin’le karısı Selime’ydi. Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Karısı içerden, “Gelenler kimmiş İbrahim?” diye seslenmese bir süre daha dikilip kalacaktı kapı önünde. “Çetin’ler gelmiş Kerime” dedi yutkunarak.

Gönülsüz bir sevinç gösterisi içinde “Hoş geldiniz!” diyerek, peşlerine takılmış bir araba soğukla birlikte içeri aldı konukları. “Sizleri de rahatsız ettik bu vakitte kusura bakmayın!” diyen kayınının ağzından ateş gibi çıkıyordu sözcükler. Ateşli sözcüklerin buz taneleri gibi ortalığa döküldüklerini hisseden İbrahim, bir terslik olduğunu hemen anlamıştı. Gösterdiği misafir odasına girdiler hep birlikte. Kerime de gelmişti yanlarına; önce kardeşine sarıldı hoş geldin diyerek, sonra da gelinlerine… Soğuk hava buraya da gelmişti peşlerinden. Aylardan Mayıs olmasına rağmen zemheri gibiydi ortalık. Karı koca birbirlerine baktılar; neler oluyor der gibi.

Bu geliş, geliş değildi… Onları Ağustosta bekliyorlardı. Gürültüye çocuklar da uyanmış, gözlerini ovuşturarak dayanmışlardı kapıya. Koştular dayılarına; ellerini öptüler ikisinin de. Bir bebek sesi bozdu kısa süreli sessizliği, ben de varım burada diyordu sanki. Selime heyecanla kalkmıştı ki, Çetin bir kaplan gibi atıldı, “O çocuğa bir daha dokunmayacaksın kahpe, artık onun anası değilsin sen!” diyerek kolundan tuttuğu gibi oturttu yerine. Bir bomba gibi patlamıştı Çetin’in ağzından çıkan sözcükler. Bir çatışmanın içinde kalmışlardı birden. “Neler oluyor abi? Kahpe de kim?” diye atıldı karmakarışık bir yüz ifadesiyle Kerime. İbrahim, duruma müdahale etme ihtiyacı duyarak, “Sen çocuklarla ilgilen Kerime!“ diye uyardı karısını. Şaşkın ve uykulu gözlerle durumu izleyen kızıyla oğluna da anneleriyle gitmelerini söyledi. Sonra da kayınına dönerek, “Neler oluyor Çetin? Bu gelişiniz pek hayra alamet değil. Sizde bir hal var! Tatsız bir şey mi oldu? Korkutmayın bizi! Anlatın bakalım!” dedi.

Tetiğine basılmış makineli tüfek gibi atışa başladı Çetin. Ağzından çıkan sözcükler kurşun gibi yayılıyordu odaya. Hedefinde ise karısı Selime vardı. “Bu kahpeyi ustabaşının arabasında yakaladık. Meğerse her gün onun arabasıyla gelip-gidiyormuş işe. İşine, yabancı bir adamın arabasıyla gidip-gelen başka neler yapar kim bilir enişte. Hala da ‘…ben bir şey yapmadım!’ diyor da başka bir şey demiyor. El alemin arabasına bin, fingirdeş; sonra da ben bir şey yapmadım de… Seni bir de adamın yatağında mı basacaktık orospu! Benim de bir namusum, şerefim var! Karın onun bunun arabasında dolaşıyor dediklerinde ben ne cevap vereceğim? Söylesene ne cevap vereceğim? Beni rezil ettin, perişan ettin! Sokağa çıkamaz hale getirdin! Seninle evlendiğim güne lanet olsun!” diye veryansın ediyordu. Bu ağır sözler ve hakaretler karşısında Selime garip bir şekilde susuyordu. Hiçbir şey duymamış gibi tepkisizdi. Küçülmüş, pusmuştu oturduğu yerde.

İbrahim bir anlam veremedi bu durumuna. O’na acıyarak baktı. Neden hiç yanıt verme ihtiyacı duymuyordu kocasına? “Bu işte bir iş var, ama ne?” diye geçirdi içinden. Çetin ağzından köpükler saçarak konuşmaya devam ediyordu: “Elimden bir kaza çıkmasın diye zor tutuyorum kendimi. Ben de bunu temiz saf bir köylü kızı diye aldım. Bir gün görsün, Avrupa görsün diye elinden tuttum. Nereden bilebilirdim gözünün dışarda, kanının bozuk olduğunu… Kadir kıymet bilmez vefasızın, nankörün biri çıktı; bir anda darmadağın etti yuvamızı. Beş gündür, ne bir şey yiyebildim ne uyuyabildim. Buraya nasıl geldiğimi de bilmiyorum…"

Bu olaydan sonra karı koca olarak kalmamız imkansız artık. Boşanacağız. Buraya da bunun için geldik apar topar. Kusura bakmayın sabah sabah sizin de huzurunuzu kaçırdık. Kaderimizde bir kahpe yüzünden bu günleri görmekte varmış meğer… Neyse sözü fazla uzatmayalım enişte, vakit geçirmeden sen bize birer avukat buluver de bir an önce bitsin bu iş. Senden istediğimiz bu.”

Ortada oldukça mutlu sanılan bir ailenin hazin sonu sergileniyordu. Ortaya dökülenler ele alınacak türden şeyler değildi. Çetin’in alabildiğine kalabalık sözcüklerle, harman savurur gibi anlattıklarının doğru olabileceğini düşünmekle birlikte, her şeyi abartmak gibi bir huyları olan kayınlarının bu konuyu da gereğinden fazla büyüterek saptırmalarından şüphelenmişti İbrahim. Bu yüzden, aklına takılanları öğrenmek istedi.

Çetin, Selime’yi sen mi yakaladın ustabaşının arabasındayken?”

Abim arabadan inerken görmüş. O söyledi

“Yani, sen görmedin?

Ben görmedim. İyi ki de görmedim. Yoksa…”

Abinden başka gören var mı?”

Abimin söylediğine göre komşulardan da görenler olmuş.”

Birden sekiz yıl öncesine gitti aklı İbrahim’in; Kerime’yle nişanlandıkları günlere… Henüz çiçeği burnunda bir memurdu Karayollarında. Kerime’yle uzaktan akrabalıkları vardı. Öyle aşk evliliği falan değildi onlarınki. Arada bir karşılaşmaları olmuştu düğünlerde bayramlarda. Büyüklerin uygun görmesiyle nişanlanmışlardı. Sonradan Kerime’nin Almanya’da olan abisi Erol, “Kardeşime bula bula bu memur parçasını mı buldunuz?” diye karşı çıkarak nişanı bozmaya çalışmıştı da, büyüklerin araya girmesiyle aşılmıştı bu kriz. O gün bu gündür İbrahim’in, büyük kayınıyla araları biraz soğuktu. Pek hoşlanmazdı ondan. Almanya’ya gitmeden önce inşaat ustalığı yapardı. Ustalığıyla öğünür dururdu. Hiçbir ustayı beğenmez, onları küçümser, alay ederdi. Öyle her şeyi ben bilirim havası, üst perdeden konuşmaları, patavatsızlığı hep rahatsız etmişti İbrahim’i. Almanya’daki hayatı ile ilgili bir takım dedikodular da gelmişti kulağına. Söylendiğine göre karı-kız ayağıyla ilgili hoş olmayan takıntıları vardı. Bu yüzden ondan uzak durmaya, bulaşmamaya çalışmıştı bugüne kadar. İbrahim’in kafasından bunlar geçerken, büyük kayınının bu olaydaki rolünü kestirmeye çalışıyordu. “Gelinle konuşmalıyım. Baksana kadıncağıza; korkmuş, sinmiş, küçülmüş adeta… Beş aydır hasret kaldığı bebeğini görmeye bile cesareti yok. Ağzını açacak hal bırakmamışlar zavallıda. Kim bilir neler yaptılar…?” dedi içinden.

İbrahim bunları düşünürken, yan odada bütün konuşulanları duyan Kerime, kucağında mamayla beslediği bebeğin kadersizliğine ağlıyordu sessizce. “Vah kızım vah! Vah yavrum vah! Daha yaşına bile girmeden bunlar da mı gelecekti başına! Vah benim bahtsız, kadersiz kızım, vah benim küçük bebeğim, Hayriye’m!” diyerek.

Tamam Çetin! Mesele anlaşıldı… İzin verirsen ben bir de Selime’yle konuşmak istiyorum” dedi İbrahim, söylediklerinden rahatsızlığını belli edercesine.

Ne konuşacaksın o kahpeyle enişte! Konuşacak bir şey mi kaldı? Suçüstü yakalandı işte; her şey ortada. Kendini boşuna yorma istersen!” Tam da abisinin tarzıydı bu: Her şeyi ben bilirim, ben düşünürüm; benin söylediklerim dışında boşuna dolaşmayın! Doğru sadece bendedir!

Bak Çetin! Bütün uyarılarıma rağmen altı aylık çocuğu halasına bırakıp gittiniz. En çok ihtiyaç duyduğu aylarda onu anne sütünden, ana kucağından mahrum bıraktınız. Ondan anasını çaldınız! Bunun farkında değil misin hala? Ne uğruna yaptınız bunu? Üç – beş mark daha kazanmak uğruna… Öyle değil mi? Ne olursa olsun annesinden ayırmamalıydınız bu bebeği. Bu konuda biz de dahil hepimiz sorumluyuz ve suçluyuz. Bakalım bu sabinin hakkını nasıl ödeyeceğiz? O yüzden diyorum ki: Selime önce gitsin bebeğiyle hasret gidersin. Borcunun bir kısmını kapatabilir belki… Senin hem büyüğün hem de enişten, bebeğin de manevi babası olarak söylüyorum bunu. Bu arada sen de dışarda şöyle bir dolaşıver; Ankara’nın taze, güneşli bahar sabahı iyi gelir, rahatlatır insanı; toparlarsın kafanı biraz. İleride bir fırın var; iki ekmekle bir kaç da simit alıver gelirken. Misafire bunu söylemek biraz tuhaf kaçtı ama ne de olsa sen misafir sayılmazsın bu evde. Hadi bakalım itiraz da istemiyorum. Tamam mı Çetin? Hem bu kadar gerginlik yaramaz bize. Bu konuyu daha sakin bir kafayla konuşmalıyız.” diyerek ortamı biraz yumuşatmaya çalıştı İbrahim.

Çetin bu kez sesini çıkarmamış, susarak onay vermişti, söylenenlere.

İbrahim için Selime’nin söyleyecekleri önemliydi. Çetin’in anlattıklarıyla yetinemezdi. Hele işin içinde Erol abileri varsa… Bir aile faciasına, bir yanlışa alet olmak istemiyordu. O’nu düşündüren büyüklerden çok çocuklardı. Boşanan anne ve babaların çocuklarının başına gelenleri az çok biliyordu. “Ne yapılması gerektiğine karar vermeden, Selime mutlaka konuşmalı ve yaşadıklarını anlatmalı. Yoksa bunlara kalırsa, zücaciye dükkanına giren ayı gibi her şeyi kırıp döküp, her şeyi ağızlarına yüzlerine bulaştıracaklar. Derleyip toparlamak da yine bizlere düşecek” dedi içinden Çetin’in ardı sıra.

Çocukları tekrar uyutan Selime ile Kerime misafir odasına gelmişti. İbrahim tam Selime’ye bir şey söylemek üzereyken Kerime: “Kız anam nasıl yaptın bunu? Hiç utanmadın mı? Kocanı düşünmediysen iki bebeni de mi düşünmedin?” diye azarlayınca, Selime günlerdir tuttuğu bütün gözyaşlarını koyuverdi. Barajın tahliye kapakları açılmıştı sanki. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlarken, bir yandan da, “Vallahi ben bir şey yapmadım abla, bana yakıştırdılar. Kimseye anlatamadım. Kimse beni dinlemedi” diye içini döküyordu.

Selime biraz sakinleşince, “Eğer her şeyi anlatırsan, kimsenin dinlemediğini biz dinleyeceğiz” dedi İbrahim. Karısını da, “Sen de söyleyeceklerini sonraya sakla Kerime, sözünü kesmeden dinleyeceğiz Selime’yi” diyerek uyardı

Çantasından çıkardığı selpak mendille gözyaşlarını silen Selime hayatının önemli bir kesitini anlatmaya başladı ta baştan: “Evlendiğimde daha 15 yaşındaydım biliyorsunuz. Köydeydim. Kasabayı bile görmemiştim henüz. Aynı köyden olunca birbirimizi az çok tanıyorduk. Kısmetmiş, halamın da araya girmesiyle evlendik. Mutluydum. Birden büyüdüm; büyük şehirler gördüm. Birçok genç kızın hayalindeki Almanya’yı gördüm. Çocuklarım oldu. Ama ne olduysa geçen yıl oldu. Çetin nerden aklına koyduysa, ‘Seni de bir işe sokalım, sen de çalış. Üç yıl sonra da Türkiye’ye dönelim!’ demeye başladı. Adam birden para delisi olmuştu. Ben, ‘Daha bebeğimiz çok küçük, bu haliyle kim bakar, kime bırakırız. Biraz büyüsün; hiç olmazsa üç yaşını doldursun ondan sonra bir düşünürüz’ desem de, Nuh deyip peygamber demiyordu.

Bir türlü caydıramadım. Bu yüzden altı aylık yavrumu size emanet ettik. Sizden Allah razı olsun. Çok iyi bakıldığını biliyorum. Bir anne üç kuruş için bunu nasıl yapar diyerek beni kınadığınızı da biliyorum. Size hiç de gücenmedim, gücenmem de… Elimden bir şey gelmedi. Bütün çabalarıma rağmen kocamı ikna edemedim. Çaresiz kalmıştım. Sonradan öğrendiğime göre Erol abim böyle bir karar alınca bizimki de ona uymuş. Oğlum da babaannesindeydi zaten. Sıra bana bir iş bulmaya gelmişti. Oturduğumuz kasabada tekstil fabrikaları vardı. Türklerin birçoğu kadın erkek oralarda çalışıyordu. Güzün Hayriye’yi size bırakıp döndükten sonra böyle bir fabrikada işe başladım. Bir an önce çocuklarıma kavuşmak istediğimden var gücümle çalışıyordum. Bazen, gönüllü olarak fazla mesaiye de kalıyordum. Belediye otobüsüyle gidip geliyorduk, yakınlarda oturan komşu kadınlarla birlikte. Benim gibi işe yeni girenler ütücüler bölümünde çalışıyorduk. İşimiz nispeten hafifti ve çocuklarımı özlemenin ötesinde bir sıkıntım yoktu.

Büyükçe bir odada 25, 30 kişi kadar vardık çalışan. Başımızda da bizim gibi Kayserili bir usta vardı. O da bize yakın oturuyordu. Oraya ilk gelenlerdenmiş. Çetin’in dediğine göre bu işi de hemşeriyiz diye o bulmuştu bana. ‘İyi adamdır, hemşerilerine iş bulma veya sair konularda yardımcı olur!’ diye Çetin bahsetmişti. Bazen durakta otobüs beklediğimizi görünce arabasına bizi de alırdı. Hiçbir kötülüğünü, kötü gözle baktığını görmedim, duymadım. O gün de üç kişi binmiştik arabasına; bir arkadaş daha önce inmişti. İki kişiydik Erol abi beni gördüğünde; iyi baksaydı içerde bir başkasının daha olduğunu fark edecekti. Beni yalnız başıma yabancı bir erkeğin arabasına binmekle suçladı durdu. Anlatmaya çalıştım dinlemedi; kahpelikle suçladı beni. Çetin önceleri beni anlamaya çalıştı. ‘Adam yabancı değil abi, bize çok yardımı dokundu kötülük yapacak birisi değil!’ diyerek abisine karşı çıkmaya çalışsa da. Onu da dinlemedi; ‘Kimin ne olduğunu sen benden iyi mi bileceksin koca kafalı.’ diye azarladı onu. Beni de, ‘Bugün arabasına binen yarın neresine biner kim bilir?’ diyerek aşağılıyordu.” Bunları söylerken Selime hıçkırıklarını tutamadı. Kelimeler boğazında düğümlendi. Mendiliyle gözlerini sildikten sonra devam etti. İçi zehirle dolmuştu, boşaltmak istiyordu.

Çetin iki gün benimle konuşmadı. İçi içini yediğini yüzünden ve hareketlerinden anlıyordum. Belli ki, benimle ağası arasında kalmıştı. Kim bilir bir de çocukları… Bu durumda işe gidemezdim. Hiç sesini çıkarmadı… Üçüncü gün sabahı işe gitmek üzere dışarı çıkmıştı ki, Erol abimin sesini duydum. Ramazan topu gibi gürlüyordu, “Sen o kahpeyi hala karın olarak evinde tutmaya devam mı ediyorsun birader. Sen öküz müsün? Salak mısın? Yoksa boynuzlu musun? Sende hiç kafa yok mu? Sen hiç namus denen bir şey olduğunu duymadın mı? Elin arabasıyla işe gidip gelenden hiç karı olur mu? Hey koca kafalı!’ diyordu. Sonra da, zehrini akıtan bir yılan gibi çekti gitti.. Çetin hiç sesini çıkarmamıştı. Ama birden içeri girdi bir hışımla, beni tokatlamaya başladı. Hem vuruyor hem de, ‘Bana bunu nasıl yaptın? Beni ele güne rezil ettin? Şerefim iki paralık oldu. Ben şimdi işe nasıl giderim? İnsanların yüzüne nasıl bakarım kahpe!’ diyordu. Gözleri kararmış, adeta bambaşka bir adam olmuştu. Abisine bir şey diyemeyince hırsını benden çıkarıyordu. Onun gözünde tam bir günah keçisi olmuştum.

Sabırla durmasını bekledim. İlk kez abisinin ağzıyla konuşmaya başlamıştı. O an içimden bir şeyler kopmuş, bütün umutlarımı yitirdiğimi hissetmiştim. Hırsını alınca çıktı gitti. Bir süre sonra Nurgül ablamla görümcem Sultan geldiler. Bana destek olacaklarını beklerken, ne ahlakımı ne namusumu bırakmadan ağızlarına ne geldiyse onlar da kustular gittiler. Saldırı üstüne saldırı yaşıyordum. Sanki Afrika’daki vahşi hayvanların arasına düşmüştüm de pençelerinin hedefi olmuştum; vurdukça vuruyorlardı. Hepsi de ağızlarına kadar kin ve nefret doluydu. İki günde bu kadar stoku nasıl yaptıklarını anlamakta güçlük çektim.

En yakınımdakiler iki laf etmeme bile fırsat vermediler. Onların gözünde bir orospuydum, kahpeydim ve de en azılı düşmanlarıydım artık. Beni en ağır şekilde suçladılar, hiç de adil olmayacak şekilde yargıladılar, savunmamı bile almadan ölüm cezasıyla mahkum ettiler. Şimdi de ipe çekilmeyi bekliyorum…” Bir süre başı önünde sessizce ağladı Selime. O kadar çaresizdi ki… “Gidebileceğim, derdimi anlatacağım kimse yoktu. Gurbet elde kolu kanadı kırılmış yapayalnızdım. Kesime hazır kurbanlık koyuna dönmüştüm. O gün akşama kadar ağladım. Ölmek istedim. Canımı alması için Allah’a yalvardım. Çocuklarım geldi aklıma, başaramadım. Akşam gelince Çetin’in ilk sözü: “Boşanacağız, başka yolu yok!” oldu. Kararlıydı. Ne diyebilirdim. Sesimi çıkarmadım. ‘Duydun mu? Boşanacağız dedim!’ dedi tekrar öfkeyle. ‘Duydum, duydum… Madem bana inanmıyorsun, bana güvenmiyorsun, istediğin gibi olsun!’ dedim.”

PKK ÖRGÜTÜ DOSYASI : Skandal !!! Fransızlar PKK’ya üniversite yapıyor


Skandal !!! Fransızlar PKK’ya üniversite yapıyor

Güncelleme Tarihi: Temmuz 23, 2018

Fransa’da kendini YPG’li olarak tanıtan yazar Patrice Franceschi ve arkadaşları Mardin’in karşısındaki Amude kentine üniversite ve kültür merkezi inşa ediyor. Üniversitenin anlaşması Abdullah Öcalan’ın posteri önünde imzalandı

Fransız yazar ve maceracı Patrice Franceschi ve bir grup arkadaşı Kuzey Suriye’de PKK/YPG’nin hakim olduğu bölgede bulunan Amude kentine bir üniversite ve kültür merkezi inşa ediyor. Adı Rojava Frankofon Kültür Merkezi (CCFR) olacak merkezde teknik bilimler alanında üniversite eğitimi de verilecek. Merkezin temelleri kısa bir süre önce atılırken inşaatı devam ediyor.

Vatan Gazetesi’nden İlker Akgüngör’ün haberine göre, Fransa’da kendini YPG’li olarak tanıtan yazar Franceschi, projeyi tamamlayacak parayı toplayabilmek için ‘Asya Bağış Fonu’ (Fonds de dotation ASIA-FdA) adıyla 23 Ocak 2016’da resmi bir bağış fonu kurdu. Projesi Paris’te bulunan Pierre Audat mimarlık firması tarafından hazırlanan CCFR için Ağustos 2016’da bölgeye gelen Patrice Franceschi PKK/YPG’li yöneticilerle terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın posteri önünde anlaşma imzaladı.

5 hektarlık alan

Eylül 2016’da YPG’nin komuta kademesi Franceschi’nin başında bulunduğu proje için Amude kentinde el koydukları bölgede 5 hektarlık bir alan verdi. Padisli Pierre Audat Mimarlık tarafından çizilen projeye göre kampüste eğitim binası, kütüphane, bir oditoryum, barınmak için yurtlar ile spor ve sergi alanları bulunacak. Kurulacak üniversite ve kültür merkezinde araştırmacılar, sanatçılar ve gezginlerin ders vereceği belirtiliyor.

Bağışlar YPG’ye verildi

CCFR için kurulan internet sitesinde PKK/YPG övülürken, Türkiye’ye karşı iftiralar yer alıyor. Sitede ayrıca 2017 yazında Rakka dahil olmak üzere iki ay bölgede gezen Patrice Franceschi’nin PKK/YPG militanları ile çektirdiği fotoğraflar da yer alıyor. CCFR’nin sitesinde FdA’ya yapılan yardımların ilk bölümünün inşaatı başlatması için terör örgütüne teslim edildiği bilgisi de yer alıyor.

Türkiye karşıtı

Maceperest ve yazar olarak tanınan 64 yaşındaki Patrice Franceschi, Fransız Ordusu’nun eski bir mensubu olarak biliniyor. Son kitabı ise ‘Kobani için ölmek’ (Mourir pour Kobané) adını taşıyor. Franceschi katıldığı bir çok televizyon ve radyo programında Türkiye aleyhine söyledikleriyle dikkat çekmişti. Türkiye’ye yönelik bir çok yanlış bilgiyi doğru gibi paylaşıp iftiralar atan Franceschi Fransız kanalı Arte’de katıldığı ‘28 Minutes’ adlı programda Türkiye’yi Afrin’de etnik temizlik yapmakla suçlayıp PKK’yı övmüştü. Programda yer alan Profesör Betrand Badie ise dayanamayarak PKK’nın bir terör örgütü olduğunu söylemişti.

MOSSAD DOSYASI /// BÜLENT ORAKOĞLU : ‘Mesele kedicik değil milli güvenlik sorunu’


BÜLENT ORAKOĞLU : ‘Mesele kedicik değil milli güvenlik sorunu’

Orakoğlu, kediciklerle bir magazin malzemesine dönüştürülen örgütün aslında bir ‘Milli Güvenlik sorunu’ olduğu söyledi. Bülent Orakoğlu, “Adnan Oktar örgütü, terör örgütü FETÖ ile birlikte İsrail istihbaratı tarafından kullanıldı” dedi.

22.07.2018

Adnan Oktar örgütüne dair 20 yıl önce ilk istihbarat soruşturmasını yürüten eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Adnan Oktar örgütünün, terör örgütü FETÖ ile birlikte İsrail istihbaratı tarafından kullanıldığını söyledi. 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu’nun fark ederek darbe hazırlıklarını istihbarat raporlarıyla deşifre eden Orakoğlu, Adnan Oktar grubunu da takibe almış ancak darbecilerin baskısıyla istihbarattan uzaklaştırılarak eğitim amacıyla ABD’ye gönderildi.

GENERALLERE ŞANTAJ

1997 yılında ellerinde 28 Şubatçı generallere dair şantaj kasetleri olduğuna dair duyum üzerine Oktar grubunu izlemeye aldıklarını kaydeden Orakoğlu, bugün yürütülen soruşturmadaysa karşımızda bir dini grup değil yabancı ülkelerin istihbarat servislerinin taşeronu örgüt olduğunu söyledi. 1997’de Oktar’ın elindeki şantaj kasetlerini ele geçirmek için grubun takibe başlandığını kaydeden Orakoğlu, “Kendilerini milli bir grup olduklarını söylüyorlardı ama o kadar yerliydilerse ellerindeki kasetleri niye devletin kurumlarına vermemişler. Harıl harıl darbeyi deşifre etmeye çalışıyordu ki Allah karşımıza Batı Çalışma Grubu’nu çıkardı” dedi.

Telefon dinlemeleri sırasında, Oktar’ın şantaj yöntemlerini de gördüklerini kaydeden Orakoğlu, “1997’de bir holding kızını ağlarına düşürdüler. Oktar, ‘Bu kızı elden geçirdikten sonra, bana getirin’ diyordu telefonda. Telefon tapelerinde okudum o dönemde. Ama ilginçtir, tam olarak dinleyemiyorduk çünkü dinleme kesici kullanıyordu” diye konuştu. Orakoğlu, örgütün elindeki binlerce kasete de dikkat çekerek, “Bu kasetler arşivi nerede, İsrail’de mi? Bu örgütün para kaynaklarından biri bu şantaj kasetleri ama mesele şantaj ve kediciklerden çok daha büyük, milli güvenlik, devlet güvenliği söz konusu” dedi.

20 YILDIR KAN TOPLUYOR?

Oktar grubunun 20 yıldır gizli şekilde kan örnekleri topladığına ve Türkiye’nin gen haritasının çıkarılarak Türkiye’ye karşı biyolojik silah yapımında kullanılabileceği yönündeki şüphelere de dikkat çeken Orakoğlu, şunları söyledi: “Örgüt yöneticisi Oktar Babuna için kan toplama kampanyası düzenlenmiş, bu kampanya sırasında toplanan kanların hangi amaçla kullanılacağı tartışma konusu olmuştu. Kanların yurtdışına götürülmesi, gen yapılarının çıkarılıp biyolojik silah olarak kullanılması iddia edildi.”

İKİNCİ DALGADA EMNiYET VE YARGI DA OLABİLİR

Orakoğlu, Adnan Oktar örgütünün kamuoyunda 20 yıldır tartışılmasına rağmen bugüne faaliyetlerinin önlenememesinin arkasındaki sis perdesine de dikkat çekti: “Örgüt üyeleri arasında, emniyet mensupları da vardı. 1999’dan beri niçin bu örgüte ciddi bir operasyon yapılmamış olması, yargı ve emniyeti ele geçiren FETÖ’yle Oktar örgütünün işbirliğini de gösteriyor. Oktar örgütüne ilişkin ikinci, üçüncü dalga operasyonlar olacağı söyleniyor ki varsa yargı ve emniyet kurumlarındaki ayakları da ortaya çıkar.”

İSRAİL BAĞLANTISI DOSYADA

Yabancı istihbarat servislerinin operasyonlarının deşifre edilmesinin zorluğuna dikkat çeken Orakoğlu, “Adnan Oktar örgütünün, İsrail ve diğer istihbarat servisleriyle olan bağlantısının da delillendirilmesi lazım. Ancak duyumlarıma göre, şu andaki soruşturma kapsamında daha önce askeri istihbaratta görevli emekli askerler tarafından Adnan Oktar ve grubunun İsrail istihbaratıyla bağlantılarına yönelik bilgi verilmiş. Dosyada, İsrail ile Adnan Oktar arasındaki bağlantıyı sağlayan isimlerin de olduğu yönünde duyumlar var” diye konuştu.

PENTAGON KURDU MOSSAD’A BAĞLADI

Peki ama Türk emniyetinin elinde olmayan cihazları Oktar örgütü nereden bulmuştu? Bülent Orakoğlu, ABD ve İsrail gizli istihbarat servisleri CIA ve MOSSAD’ı işaret ediyor: “1997 yılından bahsediyoruz. Bu cihazların temini şimdi bile yasak. Kullandıkları teknik cihazlar ve uyguladıkları yöntemler, CIA ve MOSSAD’ı işaret ediyordu. Görüştükleri din adamları ve sivil toplum örgütü temsilcilerine dikkat ederseniz, Oktar örgütünün İsrail tarafından kullanıldığını görürsünüz. FETÖ ve Adnan Oktar, Pentagon tarafından İsrail’e bağlandı.”

VENEZUELA DOSYASI /// ÖMER ÖZKAYA /// 50 yıllık sorun : Venezuela


ÖMER ÖZKAYA /// 50 yıllık sorun : Venezuela

ABD’nin askeri, endüstriyel, petrol, finansal ve ticari kompleksinin eskiden beri milim milim takip ettiği ülkelerden biri de Venezuela’dır. “Venezuela yaklaşık 50 yıldır yukarıda adı geçen kompleks üzerinden ABD’ye sistematik stres testi uygulayan bir mekanizma olarak işlev görmektedir” analizi Venezuela’yı hep zorlamıştır.

ABD’nin finansal, ticari, istihbâri ve petro-strateji merkezleri Venezuela’nın içinde bulunduğu yüzlerce senaryo oluşturmuştur. Bunların yine onlarcası dolayısıyla Venezuela ile ilgili gelişmeler son 10 veya 20 yılın dinamikleri ile izah edilemez. Daha eskiye dayanan bir geçmişi vardır.

Şüphesiz Venezuela ile ilgili genel tablo, Latin Amerika’nın da yoğunlaştırılmış bir jeopolitik fragmanıdır. Fragmanı böyle ise filmini hesap etmek için epey yüksek işlemcili bir bilgisayarlar sistemi gereklidir.

ABD’nin Venezuela merkezli tüm stres testlerinden ciddi hasarlar aldığı ve aynı zamanda ciddi kazanımlar elde ettiği gerçeği ne tür bir makas ve ne tür bir jeopolitik, petro-stratejik, finans, politik ve askeri endüstriyel tablo üretilmek istendiği sorusunun cevabı konusunda çeşitli soru işaretlerinin üretilmesine sebep olmaktadır.

Nikaragua ve Grenada gibi ülkeler üzerinden de geçmişte stres testlerine tabi tutulan ABD genel denkleminin yeniden oluşturulması sorunsalı, bugünkü kaotik jeopolitiği daha da ağırlaştıracaktır. Venezuela sorununun alacağı siyasal renk ne olursa olsun, Latin ve Orta Amerika üzerinden ABD’nin genel kurulum denklemi sürekli revize edilecek, güncellenecek bir mahiyet arz etmektedir.

Bu bağlamda Suriye, İran ve Suudi Arabistan’ın da içinde bulunduğu daha geniş bir liste, küresel sistemin küresel denklemini yeniden oluşturmakta kullanılan çeşitli siyasal, dinsel, finansal, istihbâri, ticari ve mali ağırlık birimlerine dönüşmüş durumdadır. Bütün bu tablo, ülkeler ile ilgili titiz muhasebe kayıtlarının tutulduğu bir küresel müşavirlik olgusunun ötesine geçmektedir.

Aynı anda onlarca önemli devletin ve yüzlerce küresel ölçekli ekonomik ve teknolojik devin “hesap hareketleri”nin izlendiği ve anında müdahale edildiği bir harekât yönetim üssü söz konusudur.

Böylesi bir küresel tablo, küresel “ittifak takımları”nın oluşmasına da sebep olmaktadır. Devletleri çoklu zekâdan hiper zekâya geçmeyi zorunlu bırakan bu mega puzzle, en çok da istihbarat teşkilatlarını zorlamaktadır.

Venezuela söz konusu olunca G-7’lerin istihbarat, diplomasi, petro-politik ve finansal politik merkezleri üst düzey alarma geçerler. G-7’lere şimdi G-20’leri de eklemek zorunludur.

Objektif uluslararası ilişkiler okuması ve analizi yapılırsa Venezuela ve bileşenleri, ABD ve bileşenleri gibi iki tablo oluşacaktır. Fakat derinlikli bir analiz Venezuela bağlamında öncelikle ABD ve sonra da küresel denklem hep yeniden kurulmuştur.

Küresel denklemin stratejik fermuarlarından biri olan Venezuela küresel kaderin belirlendiği önemli bir jeopolitik merkezdir. Türkiye’nin bu gelişmeleri yakından takibi olağanüstü stratejik öneme sahiptir.

Uzaktaki davulun sesini iyi analiz edersek alanımızda ne tür bir oyun oynanacağını bilip ona göre hazırlık yapabiliriz.

GLOBAL FİNANS DOSYASI /// ÖMER ÖZKAYA : Ömer Özkaya : ABD dolarının büyüsü ve gücü


Ömer Özkaya : ABD dolarının büyüsü ve gücü

E-POSTA : omerozkaya

04 Şubat 2019

Türkiye’de son 15 yıldır doların sırları ve dolar üzerinden yapılan “büyü”lerle ilgili bir hayli efsane üretilerek dolar biraz daha “tanrılaştırıldı”. Doların sırları ve büyüsü ile paranın sırları ve büyüsü karıştırılınca ve ekonomik, finansal, ticari, mali teknikler ve gizler göz ardı edilip muhasebe denilen önemli bir bilim dalı pek bilinmeyince ortaya “tanrılar üstü” bir “dolar” profili çıktı.

Oysa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Almanya’nın paraları, ekonomileri gibi yerle yeksan edilmiştir. Bu ülkelerden küresel bir rezerv para çıkması bu bağlamda zaten mümkün değildi. Doları küresel para liginin lideri yapan İkinci Dünya Savaşı’nın galibinin ABD olmasıdır.

ABD’nin sırları konusunda son dönem Dan Brown zaten gerekli şalı çekti ve ABD’nin çok derin bir ideolojik perspektifle inşa edildiğini ve kutsal bir devlet olarak kurgulandığını ortaya koydu.

ABD ve doların arkasında çok uzun bir mazinin birikimi ve sırları kadar akıl almaz bir çabanın olduğu zaten konuyu bilenler açısından pek de şaşırtıcı değildir.

Avrupa’daki güç merkezleri İkinci Dünya Savaşı’nda çökünce uzun süredir hazırlanan ABD’nin küresel siyaset ve ekonomide sahne alması ve devasa ordusu, gerçekten çok ince ve güçlü bir şekilde kehanetler içeren ve her milimi sihirle dokunan dolar, giderek altından bile güçlü bir kâğıt madene dönüştü.

Çeşitli metalleri altına çevirme bilimi olarak bildiğimiz simyanın da ötesinde ve çok daha ileri bir ilimle “kâğıt” dolar, altın ve tüm kıymetli madenlere dönüştürülerek “simya ilmi”nin içi boş bir efsane olmadığı da ifşa edilmiş oldu. İktisat tarihi incelendiğinde böylesi bir “kâğıt”tan “tanrılar üstü” güç üretimi gözlemlenmiş değildir. Oysa görüldüğü gibi doları dolar yapan üstündeki sembollerin kehanet gücü kadar ardındaki gizemli akıldır. Bu gizemli akıl analiz edildiğinde de karşımıza insanın aklının ve vizyonunun almayacağı, kadim bilgilerin motive ettiği “ilahi” yoğunlaştırılmış rafine bir “çaba” çıkmaktadır.

Evreni sürekli rasat eden ve NASA’dan da etkili analiz teknikleri ile donanmış ve kadim zamanların kadim sırları ile evreni ve dünyayı an be an gözlemleyen ve “kehanetleri” küremizin en üstün silahları haline getirenlerin birden çok seçenek üretmeleri de zaruridir.

ABD’nin ve doların olası çöküşü üzerine yazılan senaryoların Türkiye boyutundakiler hayli basittir. Fakat bu “olası” çöküş olasılığı üzerine 1950’lerden beri çalışan iktisadi akıl, ticari zekâ, mali deha ve bankacılık pirleri vardır. Onların ABD doları ile ilgili senaryoları, öngörüleri ve vizyonları doğal olarak “inanılmaz” boyutlardadır.

Dolayısıyla “şeytanın” gör dediğine takılanlar, sembollerin dilini anlamaya çalışırken ve tam da istendiği gibi sembolleri ifşa etmeye çalıştıkça ona güç ve ruh enjekte edenler; varlık, ruh, yaratıcı, yaratılan, evrenin ve zamanın dinamikleri, insan, rakamlar, semboller ve harfler gibi temel kavramları henüz “bilmiyorlar”.

Cahilliğin beslediği ilim ve bilim, nükleer güçten öte bir iktidar kazanır. Çünkü cahilliğinin idrakinde olmayanlar ilimi ve bilimi sürekli rafine hale getiriler. Böylece ilimin ve bilimin gücü daha da artar. Hele bu cahilliğe ilimle ve bilimle de derinlik kazandırılmışsa, ilim ve bilim erbabı için aklın ve gücün sonsuzluğuna kapı açılmış demektir. Dolayısıyla ABD’nin ve ABD dolarının gücü ve sırrı, kadim ve gerçek ilim ve bilim sahiplerinden geliyor olamaz mı?

“İlim Çin’de de olsa gidip alınız” diyen peygambere sahip insanlar ilimin ve bilimin dini olmadığı gerçeğinin altını çizen peygamberimizi dinlemezlerse, ilimi ve bilimi ellerinde tutanlar ve bunun da hakkını verenler güç, dolar ve türlü iktidar içinde yüzmezler mi?

Kâğıttan ABD dolarının altın gibi tüm kıymetli metallere gözümüzün önünde dönüştürülmesine rağmen hala simya ilmini tartışan “bilim ehline” ABD dolarının matadorun elindeki pelerin olarak da kullanılabileceğini nasıl anlatalım? Sonuç olarak simya ilmi aşılmıştır. Paranın hâlâ nasıl bir olgu olduğu anlaşılamamıştır.

Bunu anlayan kadim Çin ve Türk kültürünü inceleyenler de nereye yoğunlaşacağını bilmektedir.

Parayı para, altını altın yapan akıldır.

ANALİZ : Birkere yanlış trene bindiyseniz !.


Birkere yanlış trene bindiyseniz !…

Modern davranışlarına 50 bin yıl önce kavuşan insan; beyin ve zeka olarak genetik değişimine uygun hızla evrilseydi şu anda galaksiler arasında seyahat ediyor olurduk.

.

-.Mısır İmparatorluğu dönemi fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes,anıt mezarların ve piramitlerin ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürüldü. Soyu devam etmedi.

.

-Antik Mısır’ın diğer bir filozofu Amentebat,”insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz” dediği için ailesi ile birlikte yok edildi. Soyu devam etmedi.

.

-Romalı Flavus Lucretius Claudius, matematikçi, gökbilimci ve filozof; Roma Tanrı’larının masal olduğunu söylediği için katledildi. Soyu devam etmedi.

.

-Antik Yunanlılar, devrin en büyük filozofu Sokrates’i,2500 yıl önce Yunan tanrılarına inanmadığı için öldürdüler. Soyu devam etmedi.

.

-Giardano Bruno, italyan filozof.Kapalı evren görüşünü ilk reddedenler arasında. Dünya güneş etrafında dönüyor dediği için Kilise tarafından Roma’da diri diri yakıldı. Soyu devam etmedi.

.

-Sadece Avrupa engizisyon mahkemelerinde 50.000 aydın, düşünür, filozof, sanatçı yakıldı. Soyları devam etmedi.

.

-Paleolitik Çağ’dan itibaren son 40 bin yılda istatistiksel olarak sayıları 143 milyon olarak hesaplanan üstün zekalı insan “Dinlere, Tanrı’lara, dogmalara, tabulara, masallara” inanmadığı için öldürüldü ve hiç birisinin soyu devam etmedi.

.

Soyları devam etseydi bugün dünya insan popülasyonunun yüzde 5’i değil yüzde 35’i üstün zekalı olacaktı.

.

Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış, bilim, sanat, felsefe üreten değerli insanlarla birlikte fosil yakıt yakmadan, daha temiz bir dünyada yaşıyor olacaktık. Bizim de zeka seviyemiz bugünkü aptal halimizle kıyaslanmayacak kadar yüksek olacaktı.

.

Akşam sokağa çıkınca birbirinize bakın ve bilin ki hepimiz geride kalan düşük zekalı insanların torunlarıyız. Akıllı, üstün zekalı nesil tarih boyunca yobazlar tarafından öldürüldü. Akıllı ve zeki insanların genleri bize aktarılamadı…

.

Geçenlerde biri bir “tweet” atmış, şöyle diyor: “Cübbeli ile Stephen Hawking aynı zaman diliminde yaşadılar, bizim hissemize Cübbeli düştü…”

.

Peki bu bir rastlantı mı? Asla değil!

.

"Ne ara bu kadar aptallaştık?" soruma bir öğrencimin cevabı;

.

"Doğum kontrolü negatif evrime yol açtı! Akıllı insanlar doğum kontrolü yaptığı için, daha da azalırken, aptallar kontrolsüz biçimde çoğaldı…!"

.

Olayı anlayabilmek için Antik Yunan’a dayanarak Rönesans’ı, Rönesans’a yaslanarak “Aydınlanma Hareketini” yaratan, ardından 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız İhtilalini yapan Avrupalılar ve onların Amerika’ya göçenleri karşısında aynı zaman diliminde yaşayan, şu anda içimizden bazılarının pek özendiği Osmanlı ne yapıyordu, önce ona bakmak gerek.

.

Resim ve heykel sanatında Avrupa’da Leonardo Vinci, Rafaella, Michelangelo gibi dahiler yetişirken Osmanlı’da resim yapmak günah, heykeller ise put olarak kabul ediliyordu.

.

Dante, Shakespeare, Cervantes hümanist edebiyatın öncülüğünü yaparken Osmanlı’da tek edebiyatçı henüz yetişmemiş, daha sonraları bin bir zorlukla getirilen Makyevel’in Prens adlı eseri bazı yöneticiler tarafından gizlice okunuyordu.

.

Bilim dünyasında Kopernik dünya merkezli evren kuramını çürütüp, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıyla oluşturduğu bilimsel devrimden otuz yıl sonra Takiyüddin Efendi’nin Tophane sırtlarına kurduğu zamanın en büyük rasathanelerinden biri, III. Murat’ın emri, Şeyhülislamın fetvası ile “Tanrı’nın işine karışmak” gerekçesiyle kıyıdan top ateşine tutuluyordu.

.

Galileo, Kepler ve Newton’u sadece anımsatarak geçiyorum.

Felsefede Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke, Rene Descartes, Spinoza gibi isimler dünyayı algılamak için çaba sarf edip, birlikte yaşamanın kurallarını koyarken, biz çoktan felsefecileri zındık ilan etmiş, felsefe ile de uğraşmayı yasaklamıştık.

.

Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe alanında yaya kalıp, matbaayı bile üç yüz sene sonra kurarak bilginin yayılmasını önlersen, senin topraklarına Hawking düşecek değil ya!

.

Velhasıl bu toprakların bahtsızlığı çok öncelerden yazılmaya başlanmıştır.

.

Mustafa Kemal 1923 aydınlanması ile bunu kırmak istemiş, okuma yazma bilmeyen, cahil bırakılmış bir toplumda aydınlanma olamayacağını anlamış ve önce okuma yazma seferberlikleri oluşturulmuştu.

.

Köy Enstitüleri bu aydınlanma kavgasının başlangıcıydı, toprak ağaları izin vermedi.

.

Seksen senedir yeniden karanlık bir çukura çekilmekte bu ülke.

.

YÖK Denetleme Kurulu Üyesi bir “Profesör”ün, “ben cahil halkın ferasetine güveniyorum” sözü ile özetlenebilecek sona doğru koşar adım gidiyoruz.(Alıntı)

.

SON SÖZ; “Bir kere yanlış trene bindiyseniz, koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur”. NİETZSCHE

.

Mesut Parlak

OKTAY ÖZÇEVİK’in düzenlemesi

FAYDALI BİLGİLER : BİR TAKIM FAYDALI LİNKİ DİKKATİNİZE SUNUYORUZ !!!


FAYDALI LİNKLER

Tüm Kanalların tek link davet linki: https://t.me/addlist/5KUnQtA_YLwwOTdk

E Kütüphanem: https://t.me/ktphnme

Sınav kanalı: https://t.me/sinavkanali

Tüm Kanal Linkleri ve Duyurular: https://t.me/davwt

Gazete ve Dergiler: https://t.me/maggandnews

Sesli Kitaplar: https://t.me/sessli

Çizgi Roman: https://t.me/cizgiroma

Hukuk Kitapları: https://t.me/hukukkitaplarim

İngilizce: https://t.me/ingilizce1i

Arapça: https://t.me/arapcaa1

Farsça: https://t.me/farscca

İtalyanca: https://t.me/iitalyanca

Çince: https://t.me/ciincee

Korece: https://t.me/koorece

Ukraynaca : https://t.me/ukraynacaa

Fransızca : https://t.me/fransizc

İspanyolca: https://t.me/ispanyolca1

Portekizce: https://t.me/portekizcee

Rusça: https://t.me/russcca

Almanca: https://t.me/almnca1

İbranice: https://t.me/ibranicee

Özbekçe: https://t.me/ozbekcee

Japonca: https://t.me/japoncca

Kürtçe: https://t.me/kurttce

Jimmy Fallon: https://t.me/jmmyfallon

Edebiyat, Teknoloji. Güncel: https://t.me/finwes

Apk Kanalı: https://t.me/mobilisim

Windows Programları: https://t.me/windowsappzz

Dizi Film Kanalı: https://t.me/izleyelm

Manga: https://t.me/mangamm

Hukuk Kanalı: https://t.me/hukukkitaplarim

Son Dakika Haberleri: https://t.me/sondkhaber1

Bütün eğitim içerikleri: https://t.me/kazandiranegitimler

@ekutuphanemadmin üzerinden bilgi alabilirsiniz.

@ekutuphanemadmin üzerinden kitap isteği dışındaki konularda bana ulaşabilirsiniz.

Bütün eğitim içerikleri: https://t.me/kazandiranegitimler

@ekutuphanemadmin üzerinden bilgi alabilirsiniz.

@ekutuphanemadmin üzerinden kitap isteği dışındaki konularda bana ulaşabilirsiniz.

Sınav kanalı kapandı teliften. Tahminim birkaç güne burası da telif yiyecek. Aşağıdaki üç kanala istek gönderin acil şekilde.

Üçüncü yedek: https://t.me/+Iyvjh8gIQ-gyMzRk

Dördüncü Yedek: https://t.me/+M6onKGj6WhcyYzI0

Yukarıdaki dört kanal linkine tıklayıp istek atın. Kapanırsak oralardan devam edeceğiz.

*****

https://youtu.be/ezoze4FUlag?si=YsOzggGSQrL8K1mD

*****

DİN & DİYANET DOSYASI : İslam İnanç sisteminin FAYDALARI ve ZARARLARI neler olmuştur ??? Din üzerinden kimler zenginleşiyor hiç düşündünüz mü ???


İslam İnanç sisteminin FAYDALARI ve ZARARLARI neler olmuştur ??? Din üzerinden kimler zenginleşiyor hiç düşündünüz mü ???

Buna cevap vermeniz zor olacaktır çünkü tabusal irdelemeye giriyor. Hatta bu yazıyı okuduktan sonra din düşmanı olduğumu düşünebilirsiniz ancak cehalet kendi kendini yok etme özelliği olan, gelirken bedava gelip giderken ödenemeyecek kadar bedeli olan sonuçları getirir. Ayrıca sistematik olarak aynı davranış ve inançları yaparak elde edilen sonuçların farklı olacağını düşünmek saf aptallıktır diyen Albert Einstein, bilişsel çarpıtmalara dikkati çekmek istemiştir. İsterseniz bunu daha başka şekilde bilimsel olarak ele alalım:

İnsani gelişme istatistiklerine bakalım: İslam İş birliği Teşkilatının verileriyle karşılaştırın doğru olduğunu göreceksiniz.

Biraz ön bilgi vereyim, İnsani gelişme, insanların yaşam kalitesini ve potansiyelini artırmak için sağlık, eğitim ve gelir gibi alanlarda elde ettikleri ilerlemeyi ölçen bir kavramdır. İnsani gelişme endeksi (İGE), bu alanlardaki başarıları birleştiren bir göstergedir. İGE, 0 ile 1 arasında bir değer alır ve 1’e yaklaştıkça insani gelişmenin daha yüksek olduğu anlamına gelir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından her yıl yayınlanan İnsani Gelişme Raporu, dünyadaki ülkelerin İGE sıralamasını verir.

2023 yılı için İGE sıralamasına göre ilk ve son 3 ülkeler ve değerleri şöyledir: Allah ile yapılan sözleşmeye göre kafirlerin, katli vacip, münafık, laik, demokratik kısacası gavurların değerleri Norveç 0,968, İsviçre 0,955 ve İrlanda 0,954 bunlardır. Pekiyi aynı yaklaşımla Müslüman bütün hepsinde daha avantajlı çünkü Müslüman olmak son dinin üyesi olmak büyük ayrıcalık olduğuna göre Allah’ın sevgili köle/kullarının durumuna bakalım: Çad 0,459, Sudan 0,462, Afganistan 0,465. Bu değerlerin tam olarak ne anlama geldiğini ülkemizin verileriyle karşılaştırdığınızda anlayacaksınız

Türkiye’nin 2023 yılı İGE değeri ise 0,820 olarak hesaplanmıştır. Bu değerle Türkiye, 189 ülke arasında 64. sırada yer almıştır.

2,08 kat sefil

Gayri safi yurt içi hasıla (GDP), bir ülkenin belirli bir zaman diliminde ürettiği mal ve hizmetlerin toplam değeridir. GDP, bir ülkenin ekonomik büyüklüğünü ve refah seviyesini ölçmek için sıkça kullanılan bir göstergedir. Birleşmiş Milletler (BM), her yıl dünyadaki ülkelerin GDP sıralamasını verir. Buna göre kafirler bölümü (milyar dolar) ABD 23.760, Çin 19.270, Japonya 5.590 ve Allah’ın sevgili kul/kölelerinin değerlerine bakalım (Yüzde 90-97 Müslüman) Kiribati, 0,19, Nauru 0,12 ve son olarak Tuvalu, 0,15.

Dünya ekonomisine katkıları 198 kat aciz

Bir diğer veriye bakalım GNDP, bir ülkenin belirli bir zaman diliminde ürettiği mal ve hizmetlerin toplam değerinin, o ülkenin vatandaşlarına bölünmesiyle elde edilen değerdir.

Kafirler ABD doları bazında Lüksemburg 131.782, İsviçre 94.696, Norveç 81.995, İrlanda 81.498

Allah’ın sevgili kul/köleleri

Eritre 657, Afganistan 580, Somali 590, Nijer 550

240 kat fakir

Zekâ seviyesi ölçü birimi IQ seviyelerine bakalım (Yüzde 90-99.3 Müslüman ülkeler) Burundi 69.01, Mali 72.4, Nijer 74.0, Afganistan 84.0, Somali 68.0, Sudan 71.0, Yemen 86.0, Senegal 76.0, Moritanya 91.0, Gambia 66.0.

Kafirlerin durumuna bakalım:

Japonya 106.48, Tayvan 106.47, Singapur 105.89, Hong Kong 105.37, Çin 104.1, Güney Kore 102.35, Belarus 101.6, Finlandiya 101.2, Liechtenstein 101.07, Almanya 100.74

1,61 kat daha az zekalı

Evet tarihsel süreçte gördüğünüz gibi

Dünya dürüstlük endeksi, ülkelerin kamu sektöründeki yolsuzluk algısını ölçen bir kavramdır. Endeks, 0 ile 100 arasında bir değer alır ve 100’e yaklaştıkça yolsuzluğun daha az olduğu anlamına gelir.

Kafirler: Danimarka 90, Finlandiya 89, İsviçre 88, Singapur 87, İsveç 87, Norveç 86, Hollanda 85, Almanya 84, Lüksemburg 84, Yeni Zelanda 84

Allah’ın sevgili kul/köleleri: Somali 12, Güney Sudan 13, Suriye 13, Yemen 14, Sudan 16, Libya 18

7,5 kat hırsız, rüşvetçi

Bu durumda Gerçek İslam böyle değil diyerek bir bilişsel çarpıtma savunması karşısında sormanız gereken 1400 yıl süresince İslam dinine geçip yukarıdaki eşitsizliklerin tam tersini gösteren bir topluluk ya da ülke oldu mu? 1000 tarihindeki Antik Yunan felsefesinin getirdiklerini kafirlik zındıklık sayarak Müslüman engizisyonunda öldürülen zindanlarda çürüyen İbn Rüşt, İbn Sina, Kindi, İbn Haldun Harezmi gibi bilim insanlarını da hatırlayalım. Meşhur Gazaliyle karanlığın ne kadar yaygın olduğunu hatırlayalım.