CIA DOSYASI : CIA FETÖ’yü Yunanistan’da sahaya sürdü


CIA FETÖ’yü Yunanistan’da sahaya sürdü

CIA’nın firari operasyon elemanlarından FETÖ’cü Abdullah Bozkurt, Ankara ile Atina arasındaki gerilimde Türkiye’nin ulusalcı siyasetlerini eleştirdi, Dr. Doğu Perinçek ve Amiral Cem Gürdeniz’i hedef aldı.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğin yüksek olduğu dönemde CIA, Avrupa’daki FETÖ’cüleri sahaya sürdü. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’deki milli siyasetlerini hedef alan FETÖ’cüler, bunun sorumlusu olarak da Vatan Partisi lideri Dr. Doğu Perinçek ile Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’i gösterdi.

FETÖ’nün sitesi Nordic Monitor’de Abdullah Bozkurt imzasıyla yayınlanan bir haberde, Balyoz kumpasında gündeme gelen ve sahteliği defalarca ispat edilen sözde Suga Harekat Planı yeniden gündeme getirildi. Suga Harekat Planı’nın "2003 yılında iç siyasi hedefler için komşu Yunanistan ile kasıtlı olarak gerginlik yaratmak maksadıyla sahte bayrak operasyonu yapılmasını içerdiği" kaydedilen haberde, planın bugün güncellenerek devreye sokulduğu ileri sürüldü. Haberde planın sahibinin Amiral Cem Gürdeniz olduğu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından yürütüldüğü ve Vatan Partisi lideri Dr. Doğu Perinçek tarafından desteklendiği iddia edildi. Haberde "Bugün İslamcı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun destekçisi, militan siyasetçi Doğu Perinçek liderliğindeki neo-milliyetçiler (Ulusalcı) tarafından yönetilen hükümetin zihniyetini anlamak için, Suga gizli planını hatırlamak gerekir" ifadeleri kullanıldı.

YUNAN BASINI ATLADI

FETÖ’cü Abdullah Bozkurt’un Balyoz yalanlarına Yunan basını da atladı. Greek City Times sitesi Bozkurt’un yalanlarını alarak, "Belgeler, Türkiye’nin Yunanistan ile mevcut düşmanlığının 2003’teki gizli askeri planla bağlantılı olabileceğini gösteriyor" başlığıyla sundu. Haberde "Suga’nın yazarı Cem Gürdeniz, bugünlerde hükümet yanlısı ağlarda yer alıyor, şahin bir çizgi vaaz ediyor ve Türkiye’nin Yunanistan ile askeri olarak angaje olması gerektiği fikrini destekliyor" denildi.

SUGA’NIN YALANLARI

Yargılamalar süresince sözde Suga Harekat Planı içerisinde üç binden fazla yanlış bilgi olduğu tespit edilmiş, daha sonra verilen takipsizlik kararında bilgilerin sahteliğine ilişkin dikkat çeken ayrıntılar yer almıştı. Karara göre;

  • Suga, plan formatına aykırı hazırlanmış.
  • Askeri yazışma kurallarına uymuyor.
  • Planı yazdığı iddia edilen Ramazan Cem Gürdeniz, o tarihte karargahta görevli değil.
  • Mesaj ilgi numarası sahte.
  • Eklerde adı geçen bazı askerler, Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli.

ABDULLAH BOZKURT KİMDİR?

FETÖ’nün Today’s Zaman Gazetesi’nin eski Ankara Temsilcisi Abdullah Bozkurt, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Avrupa’ya kaçarak İsveç merkezli Nordic Monitor sitesini kurdu. Siteyi bir operasyon merkezine çeviren Bozkurt, Türkiye’den kaçırdıkları kimi gizli kimi sahte belgelerle Avrupa’yı Türkiye’ye karşı kışkırtma görevini üstlendi. Libya’daki üst düzey istihbaratçı komutanları ifşa eden Bozkurt ve ekibi, Karlov suikastından kısa süre önce de "Türkiye’de büyükelçiler güvende değil" haberleri yapmıştı.

‘FETÖ RADYOAKTİF KİRLENME GİBİDİR’

FETÖ’nün Yunanistan konusunda sahaya sürülmesini Aydınlık’a değerlendiren Amiral Cem Gürdeniz, şunları söyledi:

"Görüyoruz ki Türkiye’de hala FETÖ’yü aklamaya ve FETÖ ile ilişkileri normalleştirmeye çalışanlar var. Görüyoruz ki hala üst düzey siyasi ve stratejik düzeyde, FETÖ’yle mücadelede büyük eleştirilere neden olan uygulamalar var. İsveç’ten Türkiye’ye melanet kusmaya devam eden FETÖ yapılanmasının Doğu Akdeniz ve Ege gibi Türkiye’nin en hayati çıkarlarının söz konusu olduğu bir konjonktürde, Yunanistan için nasıl hararetle çalıştığını görüyoruz. Kumpas olmasının yanı sıra kullanılan dijital malzeme üzerinden sahteliği binlerce kez Türkiye ve Amerika’daki dijital bilirkişiler tarafından ispat edilmiş FETÖ mamulü ürünlere 10 yıl sonra tekrar başvurmaları, Türkiye’de hala FETÖ’ye hizmet hareketi gözüyle bakanlara da bir ders olur. FETÖ radyoaktif kirlenme gibidir. İhanet ve kötülüklerinin sonu yoktur."

CIA DOSYASI : ‘Covid-19’un arkasında CIA var’


‘Covid-19’un arkasında CIA var’

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te bir kişi aracıyla Çin Büyükelçiliği’nin kapısına kasıtlı olarak çarptı. Gözaltına alınan kişinin CIA’yi Kovid-19 pandemisinin arkasında olmakla suçladığı ve Çin’den yardım istediği öne sürüldü

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te sürdüğü araçla Çin Büyükelçiliği’nin dış kapısına kasıtlı şekilde çarpan kişi gözaltına alındı.

Çin Büyükelçiliği olayda yaralanan olmadığını ancak araçta ve elçiliğin dış kapısında zarar olduğunu duyurdu.

Pazartesi gecesi yaşanan olayın ardından çok sayıda polisin elçiliğe gittiği ve elçiliğin bulunduğu sokağını kapatıldığı belirtildi. Yerel medya, elçilik kapısına araçla çarptıktan sonra gözaltına alınan kişinin kimliğini 24 yaşındaki Gaston Sanda olarak açıkladı.

AFP’ye konuşan bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Sanda’nın olaydan önce elçiliğe gelerek yetkililerle görüşmek istediğini ancak reddedildiğini söyledi.

"Kovid-19 hakkındaki gerçeği biliyorum"

Olay yerindeki görgü tanıkları Sanda’nın araçta bomba olduğunu öne sürdüğünü de söyledi. İncelemelerde bulunan polis araçta patlayıcıya rastlamadı.

Express’in haberine göre yerel kaynaklar ayrıca Sanda’nın Çin’den yardım istediğini çünkü elinde koronavirüsle ilgili bilgi olduğunu öne sürdüğünü de söyledi.

Polis kaynakları Sanda’nın üniversiteden sınıf arkadaşlarına gönderdiği videoyu da doğruladı.

Videoda ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’NIN (CIA) küresel Kovid-19 salgınında rolü olduğunu iddia eden Sanda, "Kovid-19 hakkındaki gerçeği biliyorum. Çin Büyükelçiliği’nin yardımına ihtiyacım var. Lütfen bu videoyu viral yapın" diyor.

Gencin eylemi gerçekleştirme nedeni Arjantinli yetkililerce soruşturulmaya devam ediyor.

CIA DOSYASI /// Arslan BULUT : CIA mensupları niye maske takmıyor ????


Arslan BULUT : CIA mensupları niye maske takmıyor ????

E-posta: arslanbulut

07 Mayıs 2020

"Bize ne CIA mensuplarının maske takıp takmamasından" diyebilirsiniz ama konu hepimizi ilgilendiriyor…

Trump yönetimi, salgının başlangıcında, korona virüsünün yayılmasını önlemek için ABD halkına gönüllülük esasına dayalı olarak bez maske kullanmasını tavsiye etti. Trump, kendisinin bu tavsiyeyi uygulamayacağını da açıkladı.

Bu arada Trump, Arizona’daki bir maske üretim tesisini ziyaret etti. Ziyarette Trump’ın maske takmamasına tepki gösteren birçok kişi "Maske fabrikasını geziyorsun, maske takmıyorsun, neyi ispatlamaya çalışıyorsun?" dedi.

***

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence de korona virüs hastalarının hastanede ziyaret etti ama maske takmadı. Pence, eleştiriler üzerin "Gerekli olduğunu düşünmedim ama maske takmam gerekliydi." dedi. Pence, ventilatör üretmeye başlayan bir otomobil fabrikasını ziyaret etti ve orada maske taktı.

"Düşünmedim" veya "düşünemedim" diye mazeret olur mu? Başkan Yardımcısı çocuk mudur?

"POLITICO" da yayınlanan "Maske takmak kendini beğenmiş liberaller içindir. Reddetmek ise pervasız Cumhuriyetçiler için" başlıklı yazıda ise şöyle deniliyor:

"Maske, kültürel ve politik bölünmenin sembolü haline geldi. Kimileri için maskeler, salgını ciddiye aldığınızı ve hayat kurtarmak için kişisel bir fedakârlık yapmaya istekli olduğunuzu gösteren bir işaret haline geldi. Bu sebeple takmayan tanınmış insanlar sosyal medyada yerden yere vuruluyor.

Televizyon programcısı Laura Ingraham ise ‘büyük kitleler üzerindeki sosyal kontrolün, korku ve gözdağı ve özgür düşüncenin bastırılması yoluyla elde edildiğini’ söylüyor ve ‘halkı propaganda yoluyla şartlandırmak da önemli, yeni dogmalar eski sağduyunun yerine geçti.’ diye halkı uyardı."

Makalede, "Beyaz Saray’da birçok kişinin maske takmadığı dikkat çekicidir. Gazetecilere sıcaklık kontrolü yapan personel bile maske takmıyor. Binanın içinde nispeten maskesiz bir bölge var. Bu hafta özel kalem müdürü Mark Meadows ve gizli servis ajanları da dahil olmak üzere 20 Beyaz Saray yetkilisinin katıldığı bir toplantıda, Beyaz Saray’dan hiç kimse maske veya başka bir yüz örtüsü takmadı." bilgisi de verildi.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Mustafa Şentop maske takmıyor. Dünyanın dört bir tarafına uçaklarla maske gönderildi ama Türkiye’de maske dağıtımı becerilemedi. Maske dağıtımı devlet tekeline alındı ve önce PTT’den dağıtım denendi, olmadı. Eczanelerden maske dağıtıma başlandı, yine olmadı, sonunda maske satışı serbest bırakıldı…

***

Devletin başında bulunan insanların maske takmaması ilginç… Sosyal medyada "onlar tedbirlerini almıştır" deniliyor ama böyle bir tedbir; aşı ilaç, şimdilik yok. Varsa da halk tarafından bilinmiyor.

Beyazsaray’daki toplantıda CIA mensuplarının maska takmaması ise başkanların takmamasından daha önemli bir bilgi…

Durum böyleyse, "CIA mensupları, konuyla ilgili bildiklerini, Amerikan halkına açıklamıyor" denilebilir…

Türkiye’de ise MİT mensuplarının sadece hayatta olanları ile ilgili değil görev başında şehit olanları ile ilgili yazı yazmak bile korona virüs kadar tehlikeli olabiliyor. Gerçi, Murat Ağırel, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, dışarıda olanlara gözdağı vermek için içerdeler, bunu herkes biliyor ama yine de MİT mensuplarının toplantı yaparken maske takıp takmadığı konusunu sorgulamayı, iktidara yakın olan gazetecilere bırakıyorum!

Herkese sorum şu: Yoksa korona virüsle ilgili gerçekleri gizli servisler biliyor da dünya maskeli balo mu yaşıyor? "Dijital insan"a geçişi devletler kabul etti de "korona virüs adlı korku kampanyası", yeni sistemi insanlara kabul ettirmek için mi başlatıldı?

Kaynak Yeniçağ: CIA mensupları niye maske takmıyor? – Arslan BULUT

CIA DOSYASI : CIA’NİN GİZLİ BİR PROJESİ – Project MKNAOMI (İNGİLİZCE)


Project MKNAOMI

MKNAOMI was another major CIA program in this area. In 1967, the CIA summarized the purposes of MKNAOMI:

  • (a) To provide for a covert support base to meat clandestine operational requirements.
  • (b) To stockpile severely incapacitating and lethal materials for the specific use of TSD [Technical Services Division].
  • (c) To maintain in operational readiness special and unique items for the dissemination of biological and chemical materials.
  • (d) To provide for ‘the required surveillance, testing, upgrading, and evaluation of materials and items in order to assure absence of defects and complete predictability of results to be expected under operational conditions.

Under an agreement reached with the Army in 1952, the Special Operations Division (SOD) at Fort Detrick was to assist CIA in developing, testing, and maintaining biological agents and delivery systems. By this agreement, CIA acquired the knowledge, skill, and facilities of the Army to develop biological weapons suited for CIA use. SOD developed darts coated with biological agents and pills containing several different biological agents which could remain potent for weeks or months. SOD also developed a special gun for firing darts coated with a chemical which could allow CIA agents to incapacitate a guard dog, enter an installation secretly, and return the dog to consciousness when leaving. SOD scientists were unable to develop a similar incapacitant for humans. SOD also physically transferred to CIA personnel biological agents in “bulk” form, and delivery devices, including some containing biological agents. In addition to the CIA’s interest in biological weapons for use against humans, it also asked SOD to study use of biological agents against crops and animals. In its 1967 memorandum, the CIA stated: Three methods and systems for carrying out a covert attack against crops and causing severe crop loss have been developed and evaluated under field conditions. This was accomplished in anticipation of a requirement which was later developed but was subsequently scrubbed just prior to putting into action. MKNAOMI was terminated in 1970. On November 25, 1969, President Nixon renounced the use of any form of biological weapons that kill or incapacitate and ordered the disposal of existing stocks of bacteriological weapons. On February 14, 1970, the President clarified the extent of his earlier order and indicated that toxins-chemicals that are not living organisms but are produced by living organisms-were considered biological weapons subject to his previous directive and were to be destroyed. Although instructed to relinquish control of material held for the CIA by SOD, a CIA scientist acquired approximately 11 grams of shellfish toxin from SOD personnel at Fort Detrick which were stored in a little-used CIA laboratory where it went undetected for five years (94TH CONGRESS, 2d Session SENATE REPORT No. 94-755).

suicide capsule – “…In the old Senate caucus room the ten members of the select Senate committee were questioning CIA officials, including Director William Colby and the deputy director for science and technology, Sayre Stevens, about 11 gm. of shellfish toxin and 8 mg. of cobra venom discovered last May in a CIA storeroom (TIME, Sept. 22). No one could claim that the existence of the poisons as such was all that momentous, but the committee wanted to know why the lethal substances had been preserved. Besides, they made fascinating listening. To dramatize the Senators’ concern, Committee Member Walter Mondale at one point displayed a photograph of two containers of the toxin…By way of background, Colby revealed that the agency in 1952 began a supersecret research program, code-named M.K. Naomi, partly to find countermeasures to chemical and biological weapons that might be used by the Russian KGB. Former CIA Director Richard Helms reported that a KGB agent used poison darts and poison spray to assassinate two Ukrainian liberation leaders in West Germany. The CIA also wanted to find a substitute for the cyanide L-pill, the suicide capsule used in World War II. Cyanide takes up to 15 minutes to work and causes an agonizingly painful death by asphyxiation. Said Colby: “Agents didn’t want to face that kind of fate.” Working at the U.S. Army’s laboratory at Fort Detrick, Md., researchers came up with the shellfish toxin. After receiving the toxin orally or by pinprick, a victim first feels a tingling sensation in the fingers and lips, then dies within ten seconds of painless paralysis. Indeed, according to Colby, U-2 Pilot Francis Gary Powers carried the toxin—contained in the grooves of a tiny drill bit that was concealed in a silver dollar —when he was shot down over Russia in 1960, but chose not to use it…” (INTELLIGENCE: Of Dart Guns and Poisons).

covert biological war – “Why is it that the U.S. state apparatus is standing in the way of any serious medical investigation into Mogellons disease? For the simple reason that it would inexorably lead to the covert biological war programmes of the 1950’s. Hank Albarelli lifts the veil on a period – which may not necessarily be over – when the military-industrial complex proclaimed to safeguard the “free world” while testing new experiments on the civilian population that it purported to protect; a period when members of the medical profession – including the CDC – developed diseases that they should have been preventing but which they used instead to contaminate the very people they were supposed to protect (Morgellons and the CIA’s MK/NAOMI Project (Part 2)).

aerosol attacks – “…Additionally, at about the same time, Fort Detrick researchers working under the CIA’s MK/NAOMI project targeted a number of inner-city minority neighborhoods in Chicago and New Orleans with several aerosol attacks using chemicals thought to be harmless. Perhaps coincidentally, months following the urban experiments, a large number of elderly African American fell seriously ill and died. One former SOD biochemist, interviewed in his Maryland home in 1999, told me, “We weren’t all that sure of the supposed harmless agent used. I don’t even recall what it was. I’d be lying if I said anyone really was all that concerned about the targeted areas to begin with.” (Writing About The Unspeakable (AIDS, the CIA and bio-warfare))

MKNAOMI was the code name for a joint Department of Defense/CIA research program lasting from the 1950s through the 1970s. Unclassified information about the MKNAOMI program and the related Special Operations Division is scarce. It is generally reported to be a successor to the MKDELTA project and to have focused on biological projects including biological warfare agents—specifically, to store materials that could either incapacitate or kill a test subject and to develop devices for the diffusion of such materials. During the first twenty years of its establishment, the CIA engaged in various projects designed to increase U.S. biological and chemical warfare capabilities. Project MKNAOMI was initiated to provide the CIA with a covert support base to meet its top-secret operational requirements. The purpose was to establish a robust arsenal within the CIA’s Technical Services Division (TSD) and of which was to consist of various lethal and incapacitating materials. This would enable the TSD to serve as a highly maintained center for the circulation of biological and chemical materials. Surveillance, testing, upgrading, and the evaluation of special materials and items were also provided by MKNAOMI so as to ensure that no defects and unwanted contingencies emerged during operational conditions. For these purposes the U.S. Army’s Special Operations Command (SOC) was assigned to assist the CIA in the development, testing, and maintenance procedures for the biological agents and delivery systems (1952). Both the CIA and SOC also modified guns that fired special darts coated with biological agents and various poisonous pills. The darts would serve to incapacitate guard dogs, infiltrate the area that the dogs were guarding, and then awaken the dogs upon exiting the facility. In addition, the SOC was also designated to research the potentials for using biological agents against other animals and crops. A 1967 CIA memo which was uncovered by the Church Committee was confirmed to give evidence of at least three covert techniques for attacking and poisoning crops that have been examined under field conditions. On November 25, 1969, President Richard Nixon abolished any military practice involving biological weapons and Project MKNAOMI was dissolved. On February 14, 1970, a presidential order was given to outlaw all stockpiles of bacteriological weapons and nonliving toxins. However, despite this presidential order, a CIA scientist was able to acquire an estimated 11 grams of deadly shellfish toxin from SOC personnel at Fort Detrick. The toxin was then stored in a CIA laboratory where it remained undetected for over five years (Wikepedia).

VİDEO LİNK : https://youtu.be/DcffQYsB0cE

RELATED READING:

CIA DOSYASI /// MİNE G. KIRIKKANAT : Türkiye’de CİA’set !!! (3 BÖLÜM)


MİNE G. KIRIKKANAT : Türkiye’de CİA’set !!!

01 Mart 2020

4 Şubat 1949, TBMM Genel Kurulu. Dinleyici localarından birden fazla ziyaretçi ezan okumaya başlıyor. Yaka paça dışarı çıkarılıyorlar. Ertesi gün gazeteler, “iki meczup”tan söz ediyor.

1 Mart 1950. İktidar partisi CHP, tekke ve türbelerin kapatılmasına dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. İlk 19 türbeyi açma görevi, nedense Milli Eğitim Bakanlığı’na veriliyor.

14 Mayıs’tan öteye 1950. İktidar partisi DP’nin çiçeği burnunda başbakanı Adnan Menderes, “Millete mal olmuş inkılaplarımızı saklı tutacağız” sözüyle mürtecilere diğer inkılapları hacamat edecekleri müjdesini veriyor. TV’lerin olmadığı Türkiye’nin yegâne devlet radyosunda dini programlar başlıyor. MEB, ilkokullarda seçmeli din dersi başlatıyor. Arap harfleri yasağı kaldırılıyor, Arapça Kuran kursları ve imam hatip okullarının temeli atılıyor. Türkçe okunan ezan, Arapçaya döndürülüyor.

1953’te Köy Enstitüleri kapatılıyor.

1955. Menderes, DP Meclis grubuna sesleniyor: “Siz isterseniz anayasayı değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz!”

1957-1959. Seçmeli din dersi, liselere tırmanıyor. Din dersi öğretmeni yetiştirmek için okullar kuruluyor.

26 Ağustos 1965. Milli Eğitim Bakanı Cihat Bilgehan, “imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerini” açıklıyor.

1967. Süleyman Demirel, Başbakan. TBMM’de iftar yemekleri başlıyor.

21 Şubat 1968. Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, Demirel başkanlığındaki AP iktidarının Büyük Türkiye hedefini ifşa ediyor: “Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmak!”

1975-1978. Süleyman Demirel, Başbakan. Necmettin Erbakan, Başbakan yardımcısı. İlk ve ortaöğretimde din dersi zorunlu kılınıyor. Olanlara ek, 233 imam hatip okulu daha açılıyor.

21-25 Aralık 1978. Kahramanmaraş’ta “Allah için cihada” çağrılan Sünniler, tekbir getirerek “Müslüman Türkiye” sloganıyla sokağa dökülüyor. Üç gün boyunca sol parti binaları ve Alevi dernekleri ateşe veriliyor. Çoğu Alevi 111 yurttaş öldürülüyor. Başbakan Demirel, “Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” diyor.

12 Haziran 1979. Necmettin Erbakan, haftalık tatilin cuma günü olmasını, nikâhları müftülerin kıymasını, “mektep”lere Kuran dersi konulmasını talep ettiği konuşmasında, “Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamaz” diye soruyor.

4 Temmuz 1980. Çorum katliamı. Ölü sayısı 58. Başbakan Demirel, sağcıların solcuları öldürdüğü “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” yorumuyla, Türk İslam sentezinin yaratıkları Müslüman milliyetçilere, yeni hedef olarak Fatsa’yı işaret ediyor.

22 Temmuz 1980. DİSK’in kurucu başkanı, sendikacı Kemal Türkler öldürülüyor. (Bu cinayetin davası, 2010 yılında zamanaşımından düştü. Davanın sonuncu tutuklu sanığı da serbest bırakıldı.)

7 Eylül 1980. MSP’nin Konya mitinginde atılan sloganlar: “Ya şeriat, ya ölüm/Dinsiz devlet yıkılacak elbet/Anayasa Kuran/Laiklik dinsizliktir.”

10 Ağustos 1981. Bir numaralı darbeci Org. Kenan Evren, Çanakkale’de 12 Eylül darbesinin amacını açıklıyor: “Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz!”

1983 yılında, 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yapılan değişiklikle camiden okula geçiş ve imamların okullarda öğretmen olmaları sağlanıyor.

Mart 1987, Süleyman Demirel konuşuyor: “Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur… Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”

28 Aralık 1989. Turgut Özal başbakan. Hükümet, üniversitelerde türbanı serbest bırakıyor.

2 Kasım 1990. Güneydoğu’da “faaliyet” gösteren irticai terör örgütü Hizbullah’tan ilk kez Cumhuriyet gazetesinde söz ediliyor.

31 Ocak 1990. Prof.Dr. Muammer Aksoy öldürülüyor.

7 Mart 1990. Gazeteci Çetin Emeç öldürülüyor.

4 Eylül 1990. Dine yönelik eleştirileriyle tanınan eski müftü, yazar Turan Dursun öldürülüyor.

6 Ekim 1990. Prof.Dr. Bahriye Üçok öldürülüyor.

31 Ocak 1991. Turgut Özal, Cumhurbaşkanı. Dini ve dine göre kutsal sayılan gerekçeleri kullanarak halkı devletin güvenliğini ihlal edebilecek hareketlere teşvik ve bu amaçla örgüt kurulmasını suç sayan TCK’nin 163. maddesi kaldırılıyor.*

Birinci bölümün sonu. Devamı gelecek haftaya…

Ülkemizi ne kadar tanıyoruz?

Okurlarımdan sık sık, 18 yıllık AKP iktidarında geldiğimiz noktaya ilişkin “ülkemi tanıyamıyorum, olanlara inanamıyorum” şaşkınlık ifadesini duyarım.

Oysa ortada çok şey var, ama şaşılacak bir şey yok.

Her alanda ekilen biçiliyor ve Türkiye yıllardır şahmerdan darbeleri, balta, kazma, çekiç vuruşlarıyla gözümüzün önünde yıkılıyor.

Biraz sabredin. Yukarıdaki kronolojiyi tamamladığımda, siz de büyük tabloyu görecek, bu ülkeyi kimlerin kimlere sattığını, nasıl amansız bir yenilgiye hazırladıklarını anlayacaksınız.

* İlkini 2009 yılında yayımladığım yukarıdaki tarihçeyi çıkarmakta http://www.bosnakforum.com’un mükemmel hazırlanmış “karşıdevrim kronolojisi”nden yararlandım.

Türkiye’de CİA’set (2)

08 Mart 2020

16 Şubat 1992. Doğu Perinçek ve İP’nin dergisi “2000’e Doğru”, “Hizbullah’ı Çevik Kuvvet mi eğitiyor?” başlığıyla çıkıyor. Haberi yazan ve görüntüleyen, derginin Diyarbakır muhabiri Halik Güngen.

18 Şubat 1992. Gazeteci Halit Güngen öldürülüyor.

20 Eylül 1992. Gazeteci Musa Anter öldürülüyor.

22 Ocak 1993. Gazeteci Uğur Mumcu, “İmam Subay” başlıklı ve sonuncu olacak makalesinde, “Dinsel ticaret 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. 1983 yılında Milli Eğitim temel yasasını değiştirdiler, bugün Harp Okulları yasasını. İmam hatip olarak yetiştirilenler Emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den geçerse subay da olacaklar” diye yazıyor.

24 Ocak 1993. Gazeteci Uğur Mumcu öldürülüyor.

17 Şubat 1993. Org. Eşref Bitlis, organize bir uçak kazasında ölüyor.

2 Temmuz 1993. Sivas’ta Alevi derneklerin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılan 33 aydın, yakılarak öldürülüyor. Madımak Oteli’ni ateşe veren Sünni mürteciler, yangından kaçanları linç etmeyi beklerken “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak/Şeriat gelecek zulüm bitecek/Kahrolsun laiklik” diye haykırıyorlar.

27 Mart 1994. Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refah Partisi, İstanbul ve Ankara dahil 22 ilde yerel seçimleri kazanıyor.

19 Nisan 1994. Necmettin Erbakan konuşuyor: “Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak, kansız mı? 60 milyon buna karar verecek…”

10 Kasım 1994. Ankara’dan Anıtkabir’e saldıran “meczup” haykırıyor: “Sizleri Kuran’a davet ediyorum!”

11 Ocak 1995. Yazar ve şair Onat Kutlar öldürülüyor.

9 Ocak 1996. Bir gün önce göz-altına alınan Metin Göktepe, polislerce dövülerek öldürülüyor. İş insanı Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe, Sabancı Center’a yapılan terörist baskında öldürülüyor. Katillere kapıyı açan terörist işbirlikçi Fehriye Erdal’ın, eski İstanbul Emniyet müdürü yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın “ricasıyla” işe alındığı söyleniyor.

28 Temmuz 1996. Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal öldürülüyor.

3 Kasım 1996. Bir Mercedes’le bir kamyon çarpışıyor, içinden Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gamze Öz’ün ölüsü, DYP milletvekili ve Kürt aşiret reisi Sedat Bucak’ın dirisi, ama bagajından politikacı/mafya/kontrgerilla işbirliği çıkıyor. Susurluk skandalı patlıyor.

26 Kasım 1996. Zamanın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Susurluk’ta ortaya çıkan “faili meçhul” eşkıyalığı, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözleriyle savunuyor.

11 Ocak 1997. Başbakan Necmettin Erbakan, 51 adet tarikat ve cemaat şeyhine başbakanlık konutunda iftar yemeği veriyor.

8 Mayıs 1997. Refah Partisi Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik, “Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak!” diyor.

17 Temmuz 1998. İslamcı feminist yazar Gonca Kuriş, Mersin’deki evinin önünden silahlı üç kişi tarafından kaçırılıyor.

13 Mayıs 1999. Akit gazetesi, baş sayfadan “Halkı köpeğe benzetti” ve “Zorba Kemalist gemi azıya aldı” başlıklarıyla hedef aldığı Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın fotoğrafını, üzerine çarpı işareti koyarak yayımlıyor.

21 Ekim 1999. Ahmet Taner Kışlalı öldürülüyor.*

* İkinci bölümün sonu. Devamı gelecek haftaya.

Durdurulamayan yıkım

Seri suikastlar, tıpkı seri cinayetler gibi tümevarım yöntemiyle çözülür, değerli okurlarım. Katilleri ve azmettirenleri; her biri organize cinayetten ibaret suikastların zaman ve mekândaki ortak noktalarından yola çıkarak belirleyebilirsiniz.

Biraz sabredin. Yukarıdaki tabloyu tamamladığımda, siz de Türkiye’deki suikastların ortak noktasını görecek, cinayet ve katliamların ne işe yaradığını ve azmettirenlerin kim olduklarını anlayacaksınız.

Türkiye’nin hâlâ omuzlarında, giderek daha çok sallanarak durduğu dürüst ve ülkesine yararlı insanların en büyük zaafı, zararlıların eseri bu meşum kronolojiyi durduramamak oldu. Ne şahmerdan darbeleri bitti, ne cinayetler, ne de kumpas tutuklamalar.

İki Barış, bir Murat’a selam olsun!

Oğullarım gibi sevdiğim, araştırmacı gazetecilik başarılarını hayranlık ve takdirle izlediğim Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel, doğdukları ülkenin aydınlarını ve özgür düşünceyi yok etmek üzerine kurulu vahşi tarihçesine rağmen var oldular, sindirilemediler, dik durdular, mücadele ediyorlar…

Meşum kronoloji bugüne uzatıldığında, son halkasında iki Barış’ın ve muhabir arkadaşları Hülya Kılınç’ın tutuklanması; aslında son kitabı Sarmal yüzünden hedef gösterilen Murat’ın adli denetim koşuluyla serbest bırakılması var.

Bu son halka, yine uğursuz günlerin habercisi. Ancak…

Gerçekleri gizlemek için gerçekleri söyleyen ve yazanları FETÖ usulü, yargı eliyle taciz ve cezalandırmaya kalkanlar, suikastçı jargonuyla söylemek gerekirse, artık “kendi ayaklarına sıkıyorlar”.

Artık kimse güvende değil, Türkiye’de.

Güvenliğimizi yok edenler de dahil.

Türkiye’de CİA’set (3)

15 Mart 2020

21 Ocak 2000. İki yıl önce Mersin’de kaçırılan İslamcı feminist Konca Kuriş’in cesedi, Hizbullah’ın Konya’daki mezar evinden çıkıyor.

2000-2001 arası yapılan operasyonlarda, Hizbullah’a ait mezar evlere, hatta sahillere gömülmüş 60’tan fazla cesede ulaşılıyor. Türkiye’de 1991’den öteye kaybolup ne ölüsü ne dirisi bulunabilen insan sayısı, bu tarihe kadar 543…

24 Ocak 2001’de Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan öldürülüyor. 25 Ağustos’ta, iş insanı Üzeyir Garih öldürülüyor.

3 Kasım 2002. AKP iktidar oluyor. 18 Aralık’ta Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu öldürülüyor.

15 Kasım 2003. İstanbul’daki iki sinagoga yapılan İslamcı terör saldırılarında 27 kişi ölüyor. 20 Kasım’da İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBS Genel Müdürlüğü’ne yapılan İslamcı terör saldırılarında 30 kişi ölüyor.

5 Şubat 2006. Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Santoro öldürülüyor. 17 Mayıs’ta Danıştay’a saldırı. Yargıç Mustafa Yücel öldürülüyor, dört yargıç yaralanıyor.

19 Ocak 2007. Gazeteci Hrant Dink öldürülüyor. Trabzon’dan gelen katil Ogün Samast, “Cuma namazını kıldım, vurdum!” diyor. 18 Nisan’da Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde biri Alman 3 kişi, Hizbullah usulü bağlanıp boğazları kesilerek öldürülüyor. 22 Mayıs’ta Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde canlı bomba katliamı. 9 ölü, 88 yaralı.

12 Haziran 2007. Ümraniye’de bir evde bulunan silahlarla, kumpas davalara konu olacak baskın ve gözaltılar başlıyor. 3 Aralık’ta Taraf gazetesi, Gülen cemaati sözcüsü Hüseyin Gülerce’nin “Artık şekilci İslamdan vazgeçip öze bakmalıyız” sözlerinin altına döşediği, İslamda Gülen reformu manşetiyle çıkıyor.

27 Temmuz 2008. İstanbul Güngören’de iki bomba patlıyor. İmza PKK. 18 ölü, 154 yaralı.

8 Eylül 2008. Deniz Feneri davası. 13 Mayıs 2015’te zamanaşımına uğrayacak ve düşecek. Aralarında eski RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın da bulunduğu 20 sanık, serbest.

20 Ekim 2008. Ergenekon davası başlıyor. Altı yıllık yargı sürecinde 235 sanıktan 71’i tutuklu yargılanacak. 8 sanık tutukluyken ölecek. 7 sanık kansere yakalanacak. 1 Temmuz 2019’da hepsi beraat edecek!

26 Aralık 2009. Türkiye Devleti’nin en önemli sırlarının korunduğu “Kozmik Oda”ya giriliyor.

31 Mayıs 2010. İsrail’in Mavi Marmara baskını. 9 ölü.

19 Haziran 2010. Taraf gazetesinin “Balyoz darbe planı” kapsamında tutuklanan 365 askerin davası başlıyor. 2012’de 325 sanığın ömür boyu hapse çarptırıldığı dava, 2015 yılında hepsinin beraatıyla sonuçlanacak.

14 Şubat 2011. OdaTV’ye polis baskını. Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu tutuklanıyor. Nazlı Ilıcak’ın “müşteki” sıfatıyla müdahil olduğu 13 sanıklı dava altı yıl sürecek ve sonunda tüm sanıklar beraat edecek.

23 Şubat 2011. Askeri casusluk ve şantaj davası başlıyor. 29 Ocak 2016’da 16’sı tutuklu 56 sanığın hepsi beraat edecek.

19 Ekim 2012. Çukurca saldırısı. İmza, PKK. 24 asker şehit, 18 asker gazi.

11 Şubat 2013. Cilvegöz saldırısı. 14 ölü, 28 yaralı. 11 Mayıs’ta Reyhanlı saldırısı. İmza PYD/PKK. 51 ölü, 150’den fazla yaralı.

28 Mayıs 2013. Gezi Direnişi başlıyor. Bir aylık sürecin bilançosu 4 ölü, 60’ı ağır 7 bin 832 yaralı.

17/25 Aralık 2013. Aralarında Bakan çocuklarının da bulunduğu çok sayıda VİP, yolsuzluk ve rüşvet soruşturması kapsamında gözaltına alınıyor. AKP iktidarıyla FETÖ çatışması başlıyor.

19 Ocak 2014. MİT tırları.

20 Temmuz 2015. IŞİD’in Suruç saldırısı 34 ölü, 104 yaralı.

10 Ekim 2015. IŞİD’in Ankara Garı katliamı. 109 ölü, 500’ü aşkın yaralıyla tarihe “Türkiye’nin en kanlı terör eylemi” olarak geçiyor.

22 Mart 2016. Rıza Sarraf, ABD’de tutuklanıyor.

15 Temmuz 2016. FETÖ/PDY’nin yaptığı iddia edilen başarısız darbe girişimi. Bilanço: 248 şehit, 2196 yaralı. OHAL ilan ediliyor. KHK’lerle 20 bine yakın memur ihraç ediliyor. 50 bin 504 tutuklu, 69 firari var. Kasım 2019’da 1224’ü ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 1103’ü müebbet hapis cezası almak üzere toplam 3 bin 838 kişi hapis cezasına çarptırılacak.

19 Aralık 2016. Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov öldürülüyor. Siyasal İslamcı olduğu anlaşılan çevik kuvvet polisi katil, olay yerinde öldürülüyor. 2016 yılında, IŞİD, PKK ve TAK’ın bombalı saldırıları sonucunda 350 kişi ölüyor. En fazla can kaybı, IŞİD’in 54 ölüyle sonuçlanan Gaziantep saldırısı.

1 Ocak 2017. Reina Katliamı. İmza, IŞİD. 39 ölü, 70 yaralı.

29 Mart 2017. Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, ABD’de tutuklanıyor. Oysa Ekim 2019’da İstanbul Borsa Genel Müdürü olacak, ama henüz bilmiyor…

21 Mayıs 2019. Hapisanelerde hiçbir Hizbullah hükümlüsü kalmadığı, çoğu ömür oyu hapis cezasına çarptırılan 100’e yakın tüm Hizbullah katillerin 2011 yılından öteye peyderpey serbest bırakıldıkları ortaya çıkıyor.

Mart 2020. Araştırmacı gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik ve Aydın Keser tutuklanıyor.

İç düşman mı yaman, dış düşman mı?

Yukarıda üçüncüsü yer alan tarih dizini, elbette çok eksik. Ama PKK’nin, FETÖ’nün, IŞİD’in kuklacısının kim olduğunu bilince; dizin eksik de olsa ülkemizi parçalamak ve devleti çökertmek için sittin senedir çabalayan dış güçleri işaret ediyor. Ancak… Aralara yolsuzlukları, hırsızlıkları, eğitimle cahilleştirmeyi, ekonomik talanı, Diyanet yalanını, Suriye ve Libya akınlarını, nafile şehitleri, IŞİD’liler dahil milyonlarca sığınmacı ve yandaş beslemeyi, muhalifleri aç bırakmayı, aydınları ezmeyi, sansürü, hukuksuzluğu, yargıyla zulmü, seçim dalaverelerini ve Türkiye’nin tarımından mal varlığına nasıl, kimlere satıldığını eklersek… Siyasal İslamcı iç güçlerin yıkıcılıkta dış güçlere nal toplattığı açık, hatta kapıları düşmana açan olduğu da söylenebilir.

CIA DOSYASI : CIA’in 1952 Tarihli Kırklareli Raporu Ortaya Çıktı


CIA’in 1952 Tarihli Kırklareli Raporu Ortaya Çıktı

Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından 1952 yılında hazırlanan 5 sayfalık Kırklareli raporu ortaya çıktı.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından 1952 yılında hazırlanan Kırklareli raporu ortaya çıktı. ABD dışı ülkelerle ilgili istihbarat bilgilerini toplayan CIA, o tarihte Kırklareli’nin ekonomik, sosyal, sportif ve kültürel hayatına ilişkin oldukça ayrıntılı bir rapor hazırlamış.

Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın 1995’te çıkardığı başkanlık kararnamesiyle 25 yıl ve üzeri, tarihi önemi olan belgeleri şeffaflık gereği kamuoyuna açma mecburiyeti getirmişti. CIA, bu karar uyarınca hazırlıklarını tamamlayarak belgelerdeki gizliliği kaldırıp belgeleri erişime açtı.

İşte Kırklareli raporundan satırbaşları:

↓ HABERİN DEVAMI İÇİN KAYDIRINIZ ↓

ÇİFTÇİLER NÜFUSUN YÜZDE 86’SINI OLUŞTURUYOR

CIA raporu çiftçilerin durumu ile başlıyor. Raporda: ”Çiftçiler il nüfusunun yüzde 86’sını oluşturuyor. Çiftçiler ayrıca Pınarhisar, Vize ve Babaeski bölgesinde yer alan badem treeo nüferleri dikmeye teşvik edilmektedir. Bu, Pınarhisar’da, Lüleburgaz’a 6 km uzaklıkta, emin albay tarafından yönetiliyor” denilmekte.

İl genelinde yetiştirilen hayvan sayıları da ayrıntılı olarak verilmiş: ”288.835 koyun, 11.944 inek, 90.053 keçi, 553 katır, 35.541 sığır, 32.256 öküz, 8.055 at ve 10.283 eşek.”

Raporda Lüleburgaz’da bal üretiminin Mehmet Kamil Onas tarafından başlatıldığı da vurgulanmış.

ALPULLU ŞEKER FABRİKASI

CIA, Alpullu Şeker Fabrikasına da raporunda genişçe yer vermiş. Fabrikanın üretim kapatisesi ve çalışan işçilerin sosyo ekonomik yapısı ayrıntılarıyla incelenmiş.

Babaeski, Lüleburgaz, Vize, Demirköy gazete, sinema, otel, okul, hastane, doktor sayılarına kadar etüd edilmiş. Lüleburgazda iki adet sinema olduğu belirtilirken bir tanesinin Mehmet Özbel’e ait olduğu vurgulanmış.

GÜREŞ VE FUTBOL

Kırklareli ve ilçelerinde bulunan spor kulüpleri de raporda yer alıyor. Güreş ve futbolun, halkın en sevdiği sporlar olduğu raporda vurgulanan hususlardan biri.

1952 senesinde CI tarafından hazırlanan raporda Ziraat Bankası şube müdürlerinin, il ve ilçelerdeki doktorların isimleri yer alıyor.

Böylesine ayrıntılı bir raporun neden hazırlandığı ise merak konusu olmayı sürdürüyor.

CIA DOSYASI /// TUNCA BENGİN : CIA VE PENTAGON ABD’DE YAŞAYAN TÜRKLERİ DEVŞİRİP AJAN YAPIYOR !!!!


FETÖ temizliği CIA’nın kulaklarını tıkadı mı ???

Fetullahçı Terör Örgütü’nün ABD ve AB ülkeleri istihbarat servislerinin kontrolünde gelişip büyütülen bir yapı olduğu belgeleriyle malum. FETÖ’cüler dünyanın her yerinden topladığı bilgileri CIA, MOSSAD ile Alman ve İngiliz istihbaratına aktarıyorlardı. Özellikle de Türkiye üzerine olan kritik gelişmeleri ve bilgileri. Dahası, Türkiye’yi sıkıntıya sokacak yönlendirmeler de söz konusuydu. Yani MİT başta olmak üzere ülke güvenliğiyle ilgili en hassas noktalardaki CIA’nın koca kulakları full time faaliyetteydi. Şimdilerde ise FETÖ temizliğiyle beraber devlete sızan çok sayıda köstebek deşifre edildi, ayıklandı. Dolayısıyla da CIA’nın koca kulakları tıkandı ancak bu tamamen sağır oldu anlamına gelmiyor. Çünkü hainlik üzerine yeni devşirme durumları var. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:

“Geçenlerde ABD belgelerinden okudum. CIA’nın istihbarat aldığı gazeteciler var, başka mesleklerden adamlar var, üniversitelerde de var. Hatta sadece istihbarat sağlamıyor, ona uygun ortam yaratan basın yayın organları da var. Maalesef böyle bir para ilişkisi söz konusu. Bu konunun da üzerine gidilmesi lazım. Belki de biliniyordur…”

Belge derken?

“ABD’li bir emekli diplomatın yazdığı doküman, orada böyle bir şey var.”

MİT, Emniyet ve askeri istihbarat içinde de CIA’nın paralı elemanları var mı?

“Vardır. Sadece maaşlı değil başka türlü adamları da vardır. Şantajla kontrol altına aldığı adamlar mesela. Bu konuda emin olabilirsiniz, yani Türk istihbaratının içerisinde, polis istihbaratta, jandarmada da vardır. Dolayısıyla, bu adamların bulunması lazım. Karşı casusluk olayı, yani istihbarata karşı koyma çok önemli. Bu konularla ilgili köstebekler vardır. Tabii istihbarat teşkilatımızın bir aralar CIA ile çok içli dışlı olduğu dönemlerde belki buna gerek yoktu, bir sürü evrakları onlara veriyorlardı, biliyorsunuz. Hatta geçmişte bu konuda yakalananlar oldu. Evraklar veriliyor, alınıyor, maalesef bu var ve devam ediyor. Bunu bırakmazlar ve mutlak birilerini devşirirler.”

Nasıl?

Kaset şantajı yaparlar, para verirler, çocuğu orada okuyordur, onunla ilgili bir şey yaparlar. Bütün bunlar yapılan şeyler. Çok sayıda insanımız ABD’ye gidiyor, askerler, polisler, üniversite görevlileri de gidiyor. Oralarda eğitim gören, doktora, mastır yapan ve bir süre sonra Türkiye’ye dönen bir sürü insan var. Bunların bir kısmına çengel atılmıştır. Bunları ister istemez haber elemanı olarak kullanırlar. Yani sadece istihbarat örgütlerinde değil, bütün sistem içinde bunlar vardır. Buna belki FETÖ devrede olduğu için uzun bir süre ihtiyaç duymadılar. Çünkü FETÖ’nün elemanları her yere sızmıştı, devletin bütün sırlarını bir şekilde ABD istihbaratına götürüyordu. Şimdi bunlar devletten temizlenince, onlar da yeni cemaat, tarikat, topluluklara yöneldiler. Bu gibi toplulukların dışarıyla olan ilişkilerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü bunların arkasında birtakım faaliyetleri yürütmeleri için ciddi para destekleri var. Bir kısmını devlet, belediyeler veriyor diyelim ama bir kısmı da dış istihbarat teşkilatları tarafından sağlanıyor. Sadece CIA değil, MOSSAD, İngiliz istihbaratı MI6 ya da Alman istihbaratı. BND de aynı şekilde. Servisler bütün bu gruplarla irtibatlıdır, bunların içerisinde mutlaka adam bulundururlar ve yönlendirirler, etkilerler…”

Özetle; FETÖ gibi profesyonel bir şebekeden olan CIA ve MOSSAD yeni devşirmeler peşinde. Kaldı ki FETÖ’nün ne kadarının deşifre olduğuna dönük kuşkular da söz konusu. O nedenle de temizliğe tam gaz devam.

CIA DOSYASI /// İsmet KOYUNCU : CIA’nın Türkiye’deki ilk oyunları


İsmet KOYUNCU : CIA’nın Türkiye’deki ilk oyunları

E-POSTA : ismet.koyuncu

09 Eylül 2019

Beş kişiydiler.. Beş farklı insan.. Biri öğrenci, biri patron, biri gazeteci, biri kaymakam, biri asker..

Oktay Engin, Mithat Perin, Gökşen Sipahioğlu, Hayretttin Nakipoğlu ve Sabri Yirmibeşoğlu..

64 yıl önce kaderleri ortak bir noktada buluştu.1955 yılının 6-7 Eylül’ünden sonra hayatları birden bire değişti.

Yıl 1955 idi..

5 Eylül’ü 6 Eylül’e bağlayan gece.. Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandı..Türkiye olayı TRT Radyo’nun öğlen 13.00 haber bülteninden duydu.. Ardından İstanbul Ekspress Gazetesi "Yıldırım Baskı" yaptı.. Normalde 20 bin satan gazete o gün tam 290 bin adet basılmıştı.

Özellikle Rumlar’ın yoğun olduğu semtlerde dağıtıldı..İstanbul Ekspress tam sayfa verdiği haberde "Atamızın evi bombayla hasara uğradı" başlığını kullandı..Gazete bombayı Yunanlılar’ın attığını yazıyordu..İşte ne olduysa bundan sonra oldu.. Ülkede "Rum Avı" başladı. Başta İstanbul olmak üzere sahil kentlerindeki Rumlar’ın işyerleri ve evleri talan edildi. 15 Rum öldürüldü, 300 kişi yaralandı..

30’dan fazla kadına tecavüz edildi.. 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile fabrika, otel, bar gibi 5317 mekan talan edildi.. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildi..

İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi. Rum ,Yahudi ve Ermeni mezarlıkları saldırıya uğradı..

İki gün süren yağma, talan ve linçten sonra sıkıyönetim ilan edildi.. Türkiye’deki tüm gazeteler olayda "Yunan kışkırtması" olduğunu ve Yunanlılar’ın Atatürk’ün evinin bombalayarak halkı tahrik ettiğini yazdı..

Yunanistan hükümeti olayın aydınlanması için hemen soruşturma başlattı..Öncelikle Atatürk’ün evinde hiçbir hasar yoktu. Atılan bir ses bombasıydı..Üstelik görgü tanıkları vardı. Yunan makamlarına göre Atatürk’ün evini iki Türk, konsolosluk görevlisi Hasan Uçar ile üniversite öğrencisi Oktay Engin bombalamıştı. Hasan Uçar yardım etmiş, Oktay Engin bombayı atmıştı İkisi de hemen tutuklandı..

Bombacı Oktay Engin 21 yaşında ve Batı Trakya Türklerindendi. Türkiye’nin verdiği bursla Selanik’te hukuk fakültesinde okuyordu..

Bir süre sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yunanistan dışına çıkması yasaktı ama nasıl olduysa Türkiye’ye kaçtı.. Yargılaması bittiğinde 3 yıl 6 ay hapis cezası aldı..Yunanistan cezasını çekmesi için Oktay Engin’in hemen iadesini istedi.. Türkiye vermedi..

Oktay Engin Türkiye’ye geldikten sonra elini kolunu sallayarak dolaştı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikinci sınıftan eğitimine devam etti.. Üniversiteye kayıt yaptırırken, Selanik’de eğitim gördüğüne dair geçerli belge getirmesi gerekiyordu..Nedense ondan istenmedi. Okurken İstanbul Belediyesi’nde maaşa bağlandı..

Mezun olunca kaymakamlık sınavını kazandı. Çankaya kaymakamı oldu. Ancak dönemin emniyet müdürü tarafından özel olarak istendi ve Emniyet Genel Müdürlüğü Siyasi İşler Müdürlüğü’ne atandı..Eşi benzeri görülmemiş, inanılmaz bir terfiydi bu.. Bu göreve gelmek için en az 15 yıllık bir tecrübe gerekiyordu. Acemi kaymakam Oktay Engin basamakları ikişer üçer çıkıyordu..

Sanki birileri "Yürü ya Oktay" demişti.. Ardından vali oldu..Nevşehir Valisi.. Atatürk’ün Selanik’teki evini bombalayan adam artık bir Türkiye Cumhuriyeti valisiydi..

Ya diğerleri..

Oktay Engin’i hiç bir tecrübesi olmamasına rağmen siyasi şubenin başına getiren kişi Emniyet Genel Müdürü Hayrettin Nakipoğlu idi..

İlginçtir.. Hayrettin Nakipoğlu 6-7 Eylül olaylarının olduğu gün Beyoğlu kaymakamıydı.. Emniyet Müdürlüğü’nün ardından Adalet Partisi Kayseri Milletvekili oldu ve 1970 yılında İmar İskan Bakanlığı yaptı..

O gün "Atamızın evi bombalandı" manşetiyle yıldırım baskı yapan ve Rumlar’ın yoğun olduğu semtlerde dağıtılan İstanbul Ekspress gazetesininin sahibi Mithat Perin’di. Olaylardan kısa bir süre sonra Demokrat Partiden İstanbul Milletvekili oldu..

Daha sonra Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı, Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Üyeliği, İstanbul ve İzmir Gazeteciler Cemiyetlerinin başkanlığını yaptı..

İstanbul Ekspress Gazetesi’nin o dönem ki Genel Yayın Yönetmeni ise Gökşin Sipahioğlu’ydu. Yıldırım baskıyı hazırlayan kişiydi.. 1960’larda SIPA Press’i kurdu. Askeri kriz yaşanan ve kimsenin girmeyi cesaret edemediği ülkelere girdi. Bu ülkelerden dünya medyasına fotoğraflar geçerek tanındı.. 1969’da SIPA Press dünyanın en büyük fotoğraf ajansı seçildi. SIPA Press olay çıkacak ülkelere daha önceden muhabir göndermesiyle ünlendi. O dönem Sipahioğlu’nun MİT’in Avrupa’daki önemli kaynaklarından birisi olduğu iddia edildi.Yıllar sonra patronu Mithat Perin, 6-7 Eylül’de Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Gökşin Sipahioğlu’nu kullandığını itiraf etti..

Beşinci kişi Sabri Yirmibeşoğlu..

6-7 Eylül’de Özel Harp Dairesi’nde (Seferberlik Tetkik Kurulu) görevliydi..

Sonra Özel Harp Dairesi’nin Başkanı oldu. 1974 yılında Kıbrıs’ta Özel Harp Dairesi’nin sivil direnişi örgütleyen lideri olarak nam saldı..

Sabri Yirmibeşoğlu’nun yıllar sonra "6-7 Eylül bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı." demişti.

23 Eylül 2010 tarihinde Habertürk gazetesine ise şunları söylemişti. "Eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini bir mukavemet hareketini göstermesini arzu ederseniz sizin saygın değerlerinize düşmanın, karşı tarafın bir şey yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela."

(Sedat Kaya’dan)

6-7 Eylül olaylarının yıldönümünde yalnızca ülkemizden değil, dünyanın neresinden ve hangi dine, dile, etnik kökene sahip olursa olsun, doğduğu, büyüdüğü, kardeşçe yaşadığı topraklardan koparılan, ait olmadığı bir ülkede savrulmuş, köksüz olarak vatanına hasret ölenleri üzüntüyle, rahmetle anıyorum.

Hayatları, hayalleri, gençlikleri yarım kalanların çektiği acılar tüm insanlığın ortak acısıdır.

CIA DOSYASI /// YILMAZ MEHMET TEKİN : CIA VE PENTAGON SAVAŞI


YILMAZ MEHMET TEKİN : CIA VE PENTAGON SAVAŞI

27 Mart 2016 tarihinde Los Angeles Times gazetesinde bir haber çıktı. Haberin başlığı şuydu; “Suriye’de Pentagon tarafından silahlandırılan milisler CIA tarafından silahlandırılan milislerle çatıştı. ”

Halep’in kuzey bölgesinde CIA destekli Fursan el Hak grubu ile Pentagon destekli YPG çatışmıştı. Yani CIA ve Pentagon… Çatışmanın ardından Fursan el Hak grubu liderlerinden Faris Bayuş “Bize saldırı olması durumunda saldıranların kimden destek aldığına bakmaksızın onlarla savaşacağız. ” açıklamasında bulundu.

28 Ağustos 2016 tarihinde New York Times gazetesinde bir makale yayınlandı. Anne Barnard’ın kaleme aldığı makalede Cerablus’un TSK ve ÖSO tarafından DEAŞ’tan temizlendiği yazılıyordu. Ancak Anne Barnard’a göre bir sorun vardı. Cerablus’u teröristlerden temizleyen TSK ve ÖSO bununla yetinmeyerek “Suriye Kürtleri” tarafından kontrol edilen bölgeye doğru ilerliyordu. Bunun anlamı ise şuydu; iki üvey kardeş yine kavga ediyordu.

ABD’nin farklı kurumları vasıtasıyla bölgede terör örgütlerini desteklediği bir sır değil. PYD/PKK ile can ciğer olan ABD kurmuş olduğu “cambaza bak” oyununda DEAŞ ile de rol paylaşıyordu. Bu durumu destekler bir açıklama da CIA’nın üvey kardeşi Pentagon’dan gelmişti. Pentagon’a göre DEAŞ’ın kurucusu Ebu Bekir el-Bağdadi 2004 yılının Şubat ve Aralık ayları arasında ABD’nin Irak’taki gizli hapishanelerinden biri olan “Bukka Üssü”nde kalmıştı. Sonrasında ise İngiliz basınına “Ebu Ahmed” takma adıyla açıklamalarda bulunan bir DEAŞ yöneticisi örgütün temelinin Bukka Üssü’nde atıldığını ifade etmişti.

ABD’nin terör örgütlerini desteklediği de CIA ve Pentagon arasındaki mücadele de herkesçe bilinen bir gerçek. Peki iki üvey kardeşin bu savaşı ne zaman başladı? Yahut ne zaman gün yüzüne çıktı?

Bu soruların cevabını bulmak için 1980’li yıllara kadar gitmemiz gerekiyor. 80’li yıllar Amerikan istihbarat sistemi açısından önemli gelişmelerin yaşandığı yıllar. 4 Kasım 1979’da İran’da rejime isyan eden öğrenciler ABD Büyükelçiliği’ni işgal etti ve 90 kişiyi rehin aldı. Bir kısmını sonradan serbest bıraktılar ancak 52 rehine tam 444 gün boyunca ellerinde kaldı. ABD yönetiminin ise Nisan 1980’de gerçekleştirmeye çalıştığı “Kartal Pençesi Operasyonu” adlı kurtarma harekatı tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.

Kurtarma harekatının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından ABD istihbarat sisteminde bir yeniliğe ihtiyaç olduğu hissedildi. CIA’dan bağımsız mevcut yapılardan çok daha büyük bir “askeri insan istihbaratı servisi” kurulmalıydı. Bu noktadan sonra ise karşımıza Pentagon’da görevli bir albay olan Jerry KİNG çıkıyor. Jerry KİNG Amerikan istihbarat tarihinde oldukça önemli bir şahsiyettir. Zira kendisi 1981 yılında yalnızca 50 kişi ile ABD’nin ilk “askeri insan istihbaratı servisi” olan ve adı çok fazla bilinmemesine rağmen sahada çok aktif olan INTELLIGENCE SUPPORT ACTIVITY (ISA) adlı oluşumu kurmuştur. Ama ISA sıfırdan kurulan bir teşkilat değildir. Kartal Pençesi Operasyonu’na kadar Field Operations Group (FOG) yani Saha Operasyonları Grubu olarak faaliyet icra eden yapı 3 Mart 1981 tarihinde kalıcı olarak ISA’ya dönüştürüldü.

ISA kurulmadan hemen önce 1980 yılında bir başka “baş belası” servis daha kuruldu. Kartal Pençesi Operasyonu’nu da icra eden Joint Special Operations Command (JSOC) yani Ortak Özel Harekât Komutanlığı…

Pentagon’un Karanlık Güçleri: JSOC ve ISA

ISA’nın JSOC altında faaliyet icra ettiği düşünülmektedir. JSOC hakkında sayfalarca izahat yapılabilir ancak bir JSOC yetkilisinin yaptığı şu açıklama olayı özetliyor; “JSOC derin ve karanlık bir yapıdır. Biz evreni idare eden görünmeyen gücüz. Gücümüz CIA’dan çok daha fazla ve CIA’nın bizim yaptığımız şeyleri yapmaya yetkisi yok. ”

JSOC altında faaliyet icra eden ISA birkaç ana başlık altında organize olmuştur. Bunlar;

  • Yönetim
  • Eğitim
  • SIGINT (Sinyal İstihbaratı) – Telsiz telefon ve diğer elektronik iletişim araçlarını izleyip gözetler.
  • HUMİNT (İnsan İstihbaratı) – Ajanları eğitir uygulamaya geçirir ve keşfeder güvenli evler hazırlar tahliye ve sevk için ulaşım plan ve sağlamasını yapar. Ayrıca organizasyonlara sızmak ve istihbarat toplamak için ajanlar çalıştırır.
  • Doğrudan Hareket – Delta Force birimin keskin nişancı askerlerini eğitir.

Pentagon’a bağlı olan JSOC ve onun altında yer alan ISA bu gücünü ve özgüvenini bir bakıma Donald Rumsfeld’e borçlu. Donald Rumsfeld Pentagon’un dünyada daha da etkin bir güç haline gelmesi için CIA tipi yapılanmalara gitmesi gerektiğini düşünerek bu teşkilatın faaliyetlerinin arttırılmasının önünü açan isimdir. CIA ve Pentagon arasındaki savaş 90’lı yıllarda öyle bir noktaya gelmiştir ki yıllar içinde çok daha güçlü bir hale gelen İntelligence Support Activity birçok operasyonda CIA’yı yetersiz buluyor bu durumu dönemin CIA direktörü John M. DEUTCH’a söylemekte dahi bir beis görmüyordu. CIA nüfuz alanını kaybediyordu ve Pentagon’a bağlı olan bu yapıları kendisine bir tehdit olarak algılıyordu.

11 Eylül saldırılarından sonra değişen konjonktürde Ortadoğu’da Pentagon’a bağlı bu yapılar çok daha aktif şekilde operasyon icra etmeye başladı. Hatta bazı çok önemli ve hassas görevler CIA yerine JSOC ve ISA’ya veriliyordu. Ama değişen bir şey vardı. Pentagon merkezli bu servislerin paradigması değişmişti ve sahada sadece askeri unsurlar yoktu. Artık JSOC ISA ve benzeri servislerin personellerinin yarısından fazlasını “özel şirket elemanları” oluşturuyordu. Bizler bu durumun sahadaki yansımasını “yabancı ajanlar ve teröristler” olarak televizyonlarda görüyoruz…

Operasyonlardaki Rolleri Nelerdir?

JSOC ve ISA kirli ve karanlık amaçlar peşinde koşan ABD kanadının abisidir. ABD’nin bu bahsettiğim karanlık tarafı ne zaman bir tokat yese hemen abisine koşar. Dünyadaki tüm kirli işleri darbeleri ve savaşları tezgahlayan CIA bile bazen bazı konularda yetersiz kalabilir. ABD askeri ve istihbarat birimlerinin yetersiz kaldıkları durumlarda “karanlıktan” JSOC ve ISA çıkıp gelirler ve sorun çözülür.

Bu özellikleri kuruluşlarından kaynaklanmaktadır. Yukarıda da bahsettiğim gibi ISA İran’daki rehine krizi ve ardından gelen Kartal Pençesi Operasyonu fiyaskosundan sonra kuruldu. Bu operasyon CIA’nın istihbarat konusunda ne kadar yetersiz kalabileceğini gün yüzüne çıkarmıştı. Çünkü CIA operasyon düzenleyip rehineleri kurtaracak olan JSOC’a bağlı Delta Force askerlerine operasyon için gerekli olan temel istihbari verileri bile sağlayamıyordu. Bu durum da FOG’un ISA’ya dönüştürülmesindeki ana nedendi.

Kuruluşundan beri amacı “en iyilerin dahi başaramadığı işleri başarmak” olan JSOC ve ISA tahmin edileceği üzere artık bir canavara dönüştü. Bir düşünsenize CIA’nın bile kontrol edemediği boy ölçüşemediği bir yapı…

CIA ve Pentagon Savaşında Kim Önde?

Hiçbiri. CIA ve Pentagon 1980’lerden beri dünyada eşine az rastlanır türden garip bir savaşın içinde. İki üvey kardeş ne zaman kavga etmeye başlasa kaybeden de kazanan da başkası oluyor hep.

Örneğin Pakistan’da 2001 yılında ISA bir operasyon başlattı. Bu operasyonun kod adı “Gray Fox”dur. Yukarıda anlatığım üzere CIA’nın kendisine tehdit olarak gördüğü ISA Gray Fox kod adıyla yürütülen operasyon çerçevesinde Pakistan istihbaratı Inter Services Intelligence (ISI) ile ortak çalışmaya başlamıştı. Pakistan’daki CIA ve Pentagon çekişmesinin kazananı kim mi oldu? Pakistan istihbarat servisi İnter Services İntelligence… CIA ve Pentagon arasındaki çekişme dünya genelinde 12.000 civarı ajanı olduğu iddia edilen bölgede MOSSAD tarzı operasyonel faaliyetleri başarıyla gerçekleştirebilen ve her yıl bağımsız kuruluşlarca dünyanın en iyi istihbarat servisi seçilen İnter Services İntelligence’ı ortaya çıkardı. Tabii ki Pakistan istihbaratının bölgede çok etkili bir servis olmasının tek nedeni bu dersek haksızlık etmiş oluruz. Ama CIA ve Pentagon savaşı bu durumun oluşmasında önemli faktörlerden biri.

Irak’ta ne oldu peki? Yazının başlarında da belirtmiştim. Pentagon birçok operasyonda CIA’yı yetersiz buluyordu. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu iki üvey kardeş Irak’ta da güç yarıştırıyordu. Her iki kurum da belli odakları kendilerine müttefik edinerek kavgalarını sürdürüyordu. Bu çerçevede CIA Irak istihbaratıyla örtüleme teknikleri ile alakalı bir eğitim programı kapsamında müşterek istihbarat birimi oluşturmuştu. Eğitim programında Irak istihbarat servisine özellikle savaş sahasında askeri hareketlilikleri ve tesisleri istihbarat gözlemcilerinden ve uydulardan saklayan teknikleri öğretiyordu. Pakistan’da olan şey Irak’ta da oldu. Irak istihbaratını kontrolsüz şekilde besleyen CIA bu teknikleri o kadar iyi öğretmişti ki boynuz kulağı geçmişti. Yani Irak’taki CIA ve Pentagon savaşının kazananı da Irak istihbarat servisi olmuştu.

Suriye’de Durum Nedir?

Suriye’deki durumu anlayabilmek için 2015 sonbaharına gitmemiz gerekiyor. 2011 sonrası süreçte Arap Baharı tiyatrosunda istediği rolü alamamış uzun yıllardır “Primakov’un çok kutuplu dünya” tezini rehber edinen 4 Aralık 2016 tarihinde Rus RT televizyonuna “Tek kutuplu dünya düzeni kurma girişimleri başarısız olmuştur. Artık zaman değişti farklı bir dünyada yaşıyoruz. Rusya kendi çıkarlarını korurken başkalarının çıkarlarına da saygı duyan bir anlayışı benimsemektedir. ” diyen Vladimir Putin’in Rusya’sı Suriye’de denkleme dahil oldu.

Yazımın başında Suriye’de CIA ve Pentagon destekli güçlerin birbirleriyle çatıştığını söylemiştim. Yaşanan olayların tarihlerine bir daha bakın. Suriye’de CIA ve Pentagon’un kafa kafaya gelmesi yukarıda bahsettiğim Putin’in Suriye’ye aktif bir şekilde müdahil olmasından hemen sonra yaşanmıştır. Daha önceleri Suriye’deki grupları ve bölgeleri “deney alanı” olarak gören CIA ve Pentagon’un Rusya’nın Suriye’ye fiili müdahalede bulunduğu 30 Eylül 2015 tarihinden sonra birbirine silah çekecek derecede kafa kafaya gelmesi tesadüf olmasa gerek.

#mtyilmaz

CIA DOSYASI : Türkiye’de 50 üst düzey ajan var !!!! /// Büyükada’da toplanan CIA ajanları darbe başarılı olsaydı.


Büyükada’da toplanan CIA ajanları darbe başarılı olsaydı…

Levent Albayrak Akşam gazetesinde 15 Temmuz gecesi 10 CIA ajanı ve 6 Türk’ün Büyükada yaptığı toplantının izlerini sürmeye devam ediyor. İstanbul Büyükada’da darbe toplantısı yapan CIA ajanları başarılı olunacağını düşünerek her şeyi hazırlamışlar.

Kaldıkları otele basın açıklamaları ve canlı yayınlar için dev ekran kurdurmuşlar. 15 Temmuz

akşamı bu ajanm akademisyenler darbeyi dünya basınına anlatarak desteklerini göstereceklerdi.

DÜNYAYA KARA PROPAGANDA

İstihbarat birimlerinin verdiği bilgilere göre Fetullah Gülen destekçisi Henri Barkey en başta devreye girerek, darbecileri destekleyecek ve dünya basınına olan bitenleri yanlı bir şekilde anlatacaktı.

HEDEF İÇ SAVAŞ MIYDI?

AKŞAM’ın önceki gün yayınladığı “Büyükada’da 10 CIA Ajanı” manşeti gündeme bomba gibi düşmüştü. O gün toplantıya katılanları isim isim deşifre eden AKŞAM, bu uzmanların iç savaş ve istikrarsızlık yaşanan ülkelerden hiç ayrılmadıklarını ve sürekli bu ülkelerle ilgili planlar yaptıklarını açıklamıştı.

Katil Yunanistan’a kaçtı!

13 Temmuz’da Türkiye’ye gelen isimlerden en dikkat çekeni idam mahkumu bir katil olan Scott Peterson’du. Şahsın Yunanistan’a kaçtığı düşünülüyor.

Büyükada’ya gelen isimlerin içinde en gizemli olanı 44 yaşındaki azılı ABD’li suçlu Scott Lee Peterson. 44 yaşındaki ABD’li suçlu 2002 yılında hamile olan karısı Laci Peterson’ı öldürmekten birinci derece cinayet ile hüküm giydi ve aynı yıl ABD’de en azılı suçlularının kaldığı California’daki San Quentin Devlet Hapishanesi’nde gönderildi. Hakkında ‘iğneyle idam cezası’ hükmü verilen Patterson davayı California Temyiz Mahkemesi’ne taşıdı. Kayıtlara göre Peterson ‘VN2100’ koduyla halen hapishanede görünüyor. Böylesine bir azılı suçlunun, ABD’nin en güvenlikli cezaevinden nasıl çıkarıldığı ise akıllarda büyük soru işareti uyandırdı.

Gizli anlaşmayla suikast talimatı

İddiaya göre idam mahkumu Scott Peterson’un bazı gizli anlaşmalar yaparak Türkiye’ ye getirildi, kendisine verilecek suikastleri başardığı takdirde ise hakkındaki temyiz davasının da olumlu sonuçlanacaktı. İstihbarat yetkililleri deşifre olan idam mahkumunun deniz yoluyla Yunanistan’a kaçtığı bilgisi üzerinde duruyor.

Türkiye’de 50 üst düzey ajan var!

Neredeyse her köşe başından bir istihbaratçı çıkmaya başladı. Peki kim bu insanlar? Birbirlerinin ayaklarına basmadan nasıl çalışıyorlar? Nerelerde kalıyorlar? Amaçları, çalışma yöntemleri ne? 1986 ile 1989 yılları arasında İstanbul’daki CIA ekibinin direktörlü olan ve 18 yıl Amerikan ajanı olarak çalışan Philip Giraldi’ye bunları sorduk.

– Bölgedeki istihbaratçılar nasıl çalışır, oradan başlayalım.

– Önce kaynak bulmayı denersin. Bunu ya Amerikalı ya da Türk istihbaratçılar yapar. Kaynak da ne yapacağını öğrenmeye çalıştığın organizasyonun içinden biridir. Ancak sorun şu: Ona hiçbir zaman güvenemezsin. Çünkü hem seninle konuşur hem de öbür taraftakilerle. Sana verdiği kötü istihbarattan dolayı onlara güvenmezsin. Ama bir yandan da elindeki istihbarat imkânlarından onları ufak da olsa yararlandırırsın. İletişim malzemesi verirsin. Bazı uydu fotoğrafları verirsin. Telefon dinleme kaydı verirsin.

– Tüm bunları yaparken bir istihbaratçının temel amacı nedir?

– İki temel amaç vardır. Birincisi, neler olduğunu öğrenmek. İkincisi de işin paramiliter boyutu. Bu gruplara destek verme faslı.

– Desteklemek mi, yönlendirmek mi?

– Yönlendirmezler. Çünkü yeteneklerini ve ne yapacaklarını tam bilemediklerinden yönlendirme konusunda emin olamazlar. CIA’in bugün bölgedeki temel amacı, isyancıların kimlerden oluştuğunu, onları kimin kontrol ettiğini, başarı şanslarının ne olduğunu öğrenmek.

– Kaç CIA ajanından bahsediyoruz?

– Bugün Türkiye’de bu iş için 15-20 arasında CIA ajanının görevlendirildiğini tahmin ediyorum.

– Sadece o kadar mı?

– Evet, çünkü bu tür bir operasyonu gerçekleştirebilecek ekip bu kadardır. Bunlar sadece istihbarat görevlisi değil, aynı zamanda paramiliter ajanlar.

– Nerede çalışırlar?

– Adana’da bulunan ABD Konsolosluğu’ndaki geçici bir merkezde ve İncirlik Üssü’nde askerle ortak bir üste çalışırlar. Aynı zamanda sahadadırlar. Antakya’da örneğin. Ama Suriye’de değil. Türkiye tarafında, Suriye’ye geçmezler.

– Türk istihbaratıyla nasıl bir ilişki içindedirler?

– Çok yakın çalışırlar.

– Yapacakları faaliyetler için izin almaları gerekir mi?

– Evet, gerekir. Ama bu karşılıklı bir ilişkidir. ABD de Türk istihbaratına elindeki uydu fotoğraflarını verir. Elindeki bütün fotoğrafları. Ayrıca normalde paylaşmadığı çok hassas teknik bilgileri de paylaşır.

– Mesela bir CIA ajanı, Özgür Suriye Ordusu’ndan bir yetkiliyle teke tek görüşebilir mi?

– Bir Türk istihbarat yetkilisi de her zaman orada bulunur. Bu bir kural değildir. “Kimseyle tek başına görüşmeyeceksin” demezler ama böyle işler.

– Bahsettiğimiz CIA ajanlarının vasıfları nasıldır? Çok mu iyi Türkçe ve Arapça konuşurlar mesela?

– Hayır, bu bir sorun. Esasında, çeviri için MİT ‘e güvenirler. Amerikalı istihbaratçılar için bu her zaman bir sorun olmuştur. Bir ekipmanı nasıl kullanacağınızı öğretmede son derece vasıflıdırlar. İstihbarat paylaşmada da. Ama Arapça ve Türkçe gibi dillerde üst düzeyde vasıflı sadece belli sayıda ajan vardır. Bütün teşkilatta çok iyi Arapça konuşan muhtemelen 10 kişidir.

– Şaka mı yapıyorsunuz?

– Hayır. Size bütün teşkilatta çok iyi Türkçe konuşan kaç ajan olduğunu da söyleyeyim: Beş.

– Neden bu kadar az?

– CIA’nin çalışma şekli nedeniyle. CIA’de, Türkiye’ye atandınız diyelim, iki-üç yıl sonra başka bir yere gönderilirsiniz. O kültürde, dilde uzmanlaşmak için yeterince vaktiniz olmaz. Bunun sonucunda da yapabilecekleriniz sınırlı kalır. Türkiye’deyken İngiliz ve Rusları da gördüm. Onlar çok daha iyiydi. Bir Rus ajanı Türkiye’ye gitmeden önce iki yıl dil okuluna gider. Sonra Türkiye’de 10 yıl kalabilir.

– Siz ne kadar kaldınız Türkiye’de?

– Üç yıl kaldım. Normalde iki yıldır. Dördüncü yılımı da geçirmek istedim ama izin vermediler. Barselona’ya gitmem istendi. Bunun için tabii bir de İspanyolca öğrenmem gerekti.

Halen Ortadoğu konularında çalışan Washington merkezli Ulusal Menfaat Konseyi (CNI) adlı bir sivil toplum örgütünün başında olan Philip Giraldi (66), terörle mücadele ve askeri istihbarat konularında uzman. Savaş karşıtı görüşleri ve Amerikan dış politikasına getirdiği sert eleştirilerle bilinen Giraldi, ABD’nin Ortadoğu ve dünyada daha az müdahaleci bir çizgi izlemesi gerektiğini savunuyor.

– MİT ve CIA dışında bölgede kaç ajan olduğunu tahmin ediyorsunuz?

– Bellibaşlı her ülkeden birkaç kişi. Birkaç İngiliz, birkaç Fransız, birkaç Alman. Belki Yunanlılar da olabilir ama sanmıyorum.

– Nerede konuşlular?

– Tahminim İncirlik Üssü. Çünkü orası aynı zamanda bir NATO üssü.

– Ya Suudiler gibi NATO’da olmayanlar?

– O başka bir kanal. Katar, Suudi Arabistan Türk Dışişleri ve MİT ile koordineli çalışır.

– Şimdi karşı taraf sayılan istihbaratçılara gelelim. Türkiye’de İran ajanları yakalandı.

– Evet, gördüm. İran ajanları bazen hacı kılığındadır, bazen işadamı… Yakalananların gerçekten neyi temsil ettiğinden emin değilim. İranlıların Türkiye’de bir operasyon yürütmesi için aptal olması gerekir. Çünkü yakalanırlar.

– Ama videolar yayınlandı…

– Belki de gerçekten ajandırlar. Ama bilemezsiniz. “Kontrol bizde, karışmasan iyi edersin” mesajıdır bu. Söylemeye çalıştığım şu: İşin içinde bir istihbarat örgütü varsa, misyonu gerçeğin bir versiyonunu yaratmaktır. Yaratılan gerçek olduğu anlamına gelmez. Ben de hep bunu yaptım. O yüzden biliyorum.

– Peki hem müttefikler hem de diğerlerini düşününce, Türkiye’nin Suriye sınırında kaç casus olduğunu tahmin ediyorsunuz?

– Muhtemelen çok. Ama üst düzey istihbarat görevlisi olarak bakarsanız farklı. Örneğin Türkiye’nin çok iyi Arapça konuşan 10-20 ajanı vardır şu anda. CIA var. Fransızlar, Almanlar, İngilizler, hepsini toplarsanız şu anda bölgede 50 üst düzey istihbaratçı vardır. Ayrıca alt düzeyde birçok istihbaratçı ve muhbir de olduğunu unutmayın. Bunlar silah taşır ve polisinkine benzer görevler yürütür. Muhbirlerle de alt düzey istihbaratçılar temas halindedir. Fakat önemli nokta şu: Bu kişilerin hepsi MİT’in ekibidir. CIA ve diğer yabancı istihbarat örgütleri, alt düzey adam yollamaz.

– Türk istihbaratçıların vasıfları nasıl?

– Mükemmel. O bölgede çalışıyorsanız Türk istihbaratçılar en az herkes kadar iyidir. Bana göre herkesten iyidir. Yaptıkları işten her zaman çok etkilendim. Bölge konularına gelince onların yanında amatörsünüzdür. Bir CIA ajanıysa teknik konularda çok üst düzeydedir. Telefon dinleme, yerde hareket eden insanların uydu fotoğrafları…

– Bölgede bugün birçok casus olduğunu hükümet yetkilileri de gazetecilere söylüyor. Peki bunların kendi aralarındaki ilişki nasıl? Kim domine ediyor?

– Eğer Türkiye’de olmasa CIA domine eder. Ama Türkiye’de koordinasyona MİT liderlik eder. Türkiye NATO üyesi olduğu için de Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan ajanları hep birlikte çalışır. Muhtemelen her iki günde bir kendi aralarında toplantı yapıyorlardır. Bence NATO üyesi olarak da ellerindeki istihbaratı birbirleriyle paylaşıyorlardır. Bu ortamda hiçbir bilgiyi kendinize saklamazsınız.

– Kimse kendi önceliğine göre hareket edemez mi?

– Hayır. Herkes liderlik eden Türk istihbaratını referans alır.

CIA DOSYASI : Guantanamo mahkumu CIA’in işkence yöntemlerini resmetti


Guantanamo mahkumu CIA’in işkence yöntemlerini resmetti

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) terör suçlularını tuttuğu Küba adasındaki tartışmalı Guantanamo Cezaevi’nde kalan bir mahkum, burada geçirdiği dört sene boyunca gördüğü işkenceyi resmetti.

El Kaide’ye üye olmak suçlamasıyla tutuklanan Abu Zubaydah adlı mahkum, söz konusu cezaeviyle ilgili 61 sayfadan oluşan bir rapor sundu. "Amerika Nasıl İşkence Yapar"(How America Tortures) adlı raporda Zubaydah, kendisine yapılan işkence yöntemlerini sekiz farklı görselle resmetti. Çizimler sanığın avukatı Mark. P. Denbeaux tarafından paylaşıldı.

Zubaydah yaptığı çizimlerde söz konusu işkence yöntemlerinin çoğunun ilk kez kendisinde denendiğini, ABD istihbarat servisi CIA görevlilerinin bunu Tayland’daki üslerinde Ağustos 2002’de yapmaya başladığını belirtiyor.

Bugüne kadar suç teşkil edecek herhangi bir eylemde bulunduğu kanıtlanamayan 48 yaşındaki Zubaydah, çizdiği sekiz farklı görselde her işkence yöntemini farklı başlık altında tanımlıyor. Kutuda hapsetme, basınçlı suyla işkence, vücudu parmaklıklara kilitleyerek germe, kafası kutuya geçilmiş bir şekilde sandalyeye kelepçeleme, elleri kelepçeli şekilde duvara başını çarpma gibi başlıklar kullanan Zubaydah’ın her görselde vücudunun çırılçıplak ve başının kazınmış olduğu en dikkat çeken ayrıntılar arasında.

Zubaydah New York Times‘ın haberleştirdiği raporda en kötü işkence yöntemlerinden birinin uykusuz bırakma olduğunu belirtiyor. Zubaydah, elleri ve ayaklarının ters bir şekilde kelepçelendiğini, her fırsatta yüzüne su döküldüğünü ve dar bir alanda hapsedilerek 2-3 hafta kadar uykusuz kaldığını söylüyor. Filistin asıllı mahkum tam 83 defa vücudunun yatağa bağlandığını ve yüzüne su dökülmek suretiyle boğulma tehlikesi geçirdiğini ifade ediyor. Olayı araştıran ABD’li Başsavcı Jay S. Bybee’ye göre ise Zubaydah, yaklaşık 11 gün boyunca CIA görevlileri tarafından işkence edilerek uykusuz bırakıldı.

"Çok acı verici bir deneyim"

Zubaydah ayrıca vücudunun zar zor sığdığı küçük bir kutuya konulan Guantanamo’daki ilk mahkum olduğunu belirterek, "Beni küçük bir kutunun içerisine kitlediler. Ben buna köpek kutusu adını veriyorum. Kutuya oturmaya çalışıyorum ancak nafile. Kutu çok dar. Kıvrılmak istiyorsun ancak ellerin ve ayakların kelepçeli olduğu için bunu da yapamıyorsun. Çünkü çok sıkı bir şekilde bağlanmış. Bu çok acı verici bir deneyimdi. Bilinçsiz bir şekilde sürekli çığlık atıyordum." diyor.

ABD’ye ait Küba adasında bulunan Guantanamo Cezaevi’nin 5 numaralı kampı.AFP

Mahkumlar işkence yerlerini ‘zindan’ olarak tanımlıyor

Guantanamo’da bu şekilde 100’den fazla mahkuma işkence edildiği, işkence programını ve yöntemlerini hazırlamaları için uzmanlık alanları psikiyatri olan iki CIA ajanının görevlendirildiği belirtiliyor. Çoğu mahkum işkence gördükleri yeri "zindan" diye tanımlarken, söz konusu işkence odalarında özel muhafız ve bazı sağlık görevlilerinin de görev yaptığı biliniyor.

Abu Zubaydah 2002 Mart’ında Pakistan’ın Faysalabad kentinde çıkan bir çatışmada ABD askerlerince tutuklanmış. Kendisi ağır yaralanmasına rağmen CIA’in deniz aşırı hapishanelerine gönderilmiş. Daha sonra yapılan istihbarat analizlerine göre Zubaydah’ın El Kaide militanı olmadığı ve 11 Eylül saldırılarıyla ilgili herhangi bir bilgiye de sahip olmadığı ortaya çıktı. Zubaydah ilk tutuklandığında El Kaide’ye bağlı bir teğmen olduğu sanılıyordu.

Guantanamo 11 Eylül saldırıları sonrası kuruldu

Küba’nın Guantanamo Körfezi’ndeki Amerikan donanma üssünde yer alan Guantanamo Cezaevi, 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından ABD’nin Afganistan’ıı işgali sonrası kuruldu. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush tarafından ilan edilen yasayla terör zanlılarının getirildiği hapishaneye ilk tutuklular 11 Ocak 2002’de konuldu.

Uluslararası Af Örgütü, Guantanamo’nun askeri hapishane olarak kullanılmasının yasa dışı olduğunu belirtirken, yapılan uygulama ve sorgulama tekniklerini de "insan hakları ihlali ve büyük bir skandal" olarak tanımlamıştı.

Birleşmiş Milletler (BM) ise hazırladığı raporlarda söz konusu cezaevinde yapılan hak ihlallerine birçok kez dikkati çekmişti.

Obama’nın seçim vaatlerinden biri Guantanamo’yu kapatmaktı

ABD Başkanı Barack Obama’nın başkanlığı devralmadan önceki en önemli vaatlerinden biri Guantanamo’yu kapatmaktı ancak iki dönem seçildiği başkanlık dönemince bazı girişimler olsa da bu cezaevi açık kaldı.

Beyaz Saray yönetimi 2015’in yaz aylarında cezaevinin kapatılması planlarında son aşamaya gelindiğini açıklamış ancak Obama, içinde Guantanamo hapishanesinin kapatılmasını engelleyen hükümlerin de yer aldığı 2016 yılı Ulusal Savunma Yetki Tasarısı’na imza atmıştı. Guantanamo’da hala yüzlerce mahkum olduğu sanılıyor.

CIA DOSYASI : CIA SUUDİ İSTİHBARATINI EĞİTMEYİ REDDETTİ


CIA SUUDİ İSTİHBARATINI EĞİTMEYİ REDDETTİ

Suudi güvenlik makamlarının ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA ile 2011’de yaptığı anlaşma gereği her yıl belli bir oranda Suudi Arabistan İstihbarat teşkilatı yetkilisinin eğitimi gerçekleştiriliyordu. ABD’li diplomatik kaynaklardan alınan bilgilere göre, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı kamuoyunda oluşan aşırı baskılar nedeniyle 2020’de Suudi yetkililer eğitimine ilişkin anlaşmanın reddedildiğini belirtti.

Diplomatik kaynaklar, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Suudi Arabistan’ın istihbarat servisini eğitme teklifini reddettiğini belirtiyor. Dışişleri Bakanlığı’nı ile CIA yetkililerini tedirgin eden ve teklife karşı çıkmalarına neden olan gelişmenin, Suudi Arabistan’ın muhalifleri zorla Suudi Arabistan’a geri getirme, Cemal Kaşıkçı ailesini gözetleme ve insan hakları savunucularını gözaltına alma gibi istismarcı uygulamalarına devam etmekte olduğuna dair çıkan haberler olduğu ifade ediliyor.

ABD’li yetkililer, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri istikrara kavuşturmak için istihbaratın hesap vermesi ve reformlar yapılması gerektiğini halen anlamamış olmasından endişe ediyor. ABD’li kaynaklar, Hazine Bakanlığı tarafından Kaşıkçı’nın öldürüldüğü operasyonu düzenleyen isim olduğu belirlenen Suud el Kahtani hakkında halen bir suçlama yapılmamış olmasından ve perde arkasında halen faaliyet göstermeye devam etmesinden de hoşnut değiller. ABD’li diplomatik kaynaklar, aynı zamanda Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in ve Kaşıkçı’nın oğullarından birinin bu yaz Londra’da izlendiğini ve bu konuda endişelerinin devam ettiğini belirttiler.

CIA DOSYASI : Afganistan’da CIA terörü


Afganistan’da CIA terörü

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Afganistan’da uyguladığı yöntemler ve eğittiği paramiliter gruplarla ülkeyi adeta terörize ediyor. Özellikle CIA tarafından eğitilen ve yönlendirilen Khost Koruma Kuvvetleri adlı paramiliter grubun ülke içindeki karanlık operasyonlarına dikkat çekilmekte. CIA destekli gece baskınları Afgan siviller için birer işkenceye dönüşmüş durumda.

Afganistan’da, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatının (CIA) desteklediği Afgan istihbaratına bağlı özel kuvvetlerin düzenlediği gece baskınları, sivillerin hayatını kabusa çeviriyor. Sivillerin öldüğü söz konusu saldırıların ardından, Afganistan İstihbarat Başkanı Mohammad Masoum Stanekzai eylül ayında, Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin başkanlığındaki acil güvenlik toplantısının ardından istifa etti. Afgan hükümeti, aldığı kararla, gece baskınları sırasında sivillerin ölümünün soruşturulması talimatını verdi. Birleşmiş Milletler Afganistan Yardım Misyonu’nun verilerine göre, bu yılın ilk 3 ayında ülkedeki saldırılarda 150’si çocuk 581 sivil ölürken, 432’si çocuk bin 192 sivil yaralandı. Bu ölümlerin, 228’inden hükümet yanlısı güçler sorumlu tutuldu.

KHOST TEPKİLERİN MERKEZİNDE

Tepkilerin merkezinde, bölgesel özel timler ile CIA tarafından seçilerek eğitilen, donatılan ve denetlenen Khost Koruma Kuvvetleri adlı paramiliter güç bulunuyor. Bu paramiliter güvenlik birimlerinin Taliban’a yönelik operasyonları sırasında genelde ABD özel güçleri de yanlarında bulunuyor. Kunduz, Paktika, Maidan Wardak, Ghazni, Kunar ve Nangarhar eyaletlerinde saldırılardan etkilenen binlerce Afgan, çok sayıda protesto gösterisi düzenledi.

RAPORLA BELGELENDİ

İnsan Hakları İzleme Örgütü, geçen hafta açıkladığı “Bunun Gibi Birçoğunu Yaptılar: CIA’in Desteklediği Afgan Özel Kuvvetlerinin İstismarcı Gece Baskınları” başlıklı 53 sayfalık raporda CIA’in desteklediği Afgan güçlerinin, “hesap verme zorunluluğu olmadan yargısız infaz yaptığı, cebri kaybolmalar ve sağlık tesislerine saldırılar dahil diğer vahim ihlallerde” bulunduğunu belirtmişti.

SAVAŞ SUÇU MU İŞLENDİ?

  • Cumhurbaşkanı Gani dahil, üst düzey Afgan yetkilileri gece saldırılarındaki sivil kayıplarını kabul ettikleri halde, bu baskınların Taliban’a karşı kendilerine avantaj sağladığını belirtse de uluslararası sivil toplum tarafından gündeme getirilen “gece baskınları sırasında savaş suçları işlendiği” iddialarını araştıracağını taahhüt etti.

CIA DOSYASI : Ülke kötüye gidiyor dedi ! Eski CIA ajanı Kongre üyeliğine adaylığını aksiyon filmiyle duyurdu


VİDEOYU BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ.

Ülke kötüye gidiyor dedi ! Eski CIA ajanı Kongre üyeliğine adaylığını aksiyon filmiyle duyurdu

Eski CIA ajanı ve yazar Valerie Plame, Demokrat Parti’den Kongre adaylığını bir video ile duyurdu. Alışıldık tanıtım ve kampanya videolarının ötesinde bir video ile adaylığını duyuran Plame’in hayatı da kampanya filmi kadar ilginç. 2007 Yılında kimliğinin ifşa edilmesinin ardından New Mexico’ya yerleşen Plame, önümüzdeki seçimlerde ABD Kongre üyesi olmak için kampanyasını başlattı.

2003 yılında George W. Bush yönetimi sırasında CIA ajanı olan Wilson’un adının basına sızdırılması ABD’de büyük bir skandal yaratmıştı. Beyaz Saray’ın iki üst düzey yetkilisi Karl Rove ve Lewis Libby’nin adlarının karıştığı skandal sonrasında Plame’in adının basına sızdırılması Amerikan yönetiminin Irak savaşına gidiş gerekçeleri konusunda süregiden tartışmanın önemli bir parçasını oluşturmuştu.

George W. Bush yönetiminin ikinci adamı, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin güvenlikten sorumlu danışmanı Lewis Libby, gizli ajan Valerie Plame’in kimliğinin medyaya sızdırılması skandalı nedeniyle 30 ay hapis cezasına çarptırılmış; adaleti engellemek ve yeminliyken yalan ifade vermekle suçlanmıştı. Ancak Başkan Bush, Libby hakkında verilen hapis cezasını affetmişti.

Gizli ajan Valerie Wilson’ın eşi olan ve Irak Savaşı öncesinde Irak’ın Nijer’den uranyum aldığı istihbaratını araştırmakla görevlendirilen Büyükelçi Joe Wilson, istihbarat çalışması için gittiği Nijer’de, Irak’ın uranyum satın aldığı iddialarının geçersiz olduğunu ortaya koyan bir rapor hazırlamış ve bu durumu medyaya açıklayınca Bush yönetimi ağır darbe almıştı.

Raporun hemen ardından Joe Wilson’un eşi Valerie Plame’in adı medyaya sızdırılmıştı.

Plame ve Wilson, bu durumdan Bush yönetimini sorumlu tutmuş, ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage, haberi basına sızdırdığını itiraf etmişti.

Bush’un politik danışmanı Karl Rove’un da olayla bağlantısı ortaya çıkmış ancak bu iki isme resmi suçlama yöneltilmemişti.

Valerie Plame ve Joe Wilson’ın yaşadıkları 2010 yılında başrollerinde Naomi Watts ve Sean Penn’in oynadığı Fair Game filmine de konu olmuştu.

CIA DOSYASI : CIA, BAE hakkında neden casusluk yapmıyor ???


CIA, BAE hakkında neden casusluk yapmıyor ???

CIA’in BAE hakkında casusluk yapmadığı, bu tutumu ‘görev ihlali’ olarak değerlendirdikleri belirtilirken, Suudi Arabistan içinse durumun farklı olduğu kaydedildi. Riyad’da daha önce yakalanan CIA ajanları hatırlatıldı…

Reuters’ta Aram Roston imzalı, "CIA, BAE’yi neden izlemiyor?" başlıklı bir makale yayınlandı.

İşte makaleden ayrıntılar:

Birleşik Arap Emirlikleri, Libya’da Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir hükümeti devirmeye çalışan askeri lideri finanse ediyor (Halife Hafter kast ediliyor). ABD’nin anlaşmazlığı çözme çağrısına rağmen Katar’a uluslararası ambargo uygulanmasında öncülük ediyor.

BAE ayrıca, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı CIA’in (U.S. National Security Agency-NSA) eski çalışanlarını, Amerikalıları takip etmeyi hedefleyen bir casus programında çalıştırmak için işe aldı.

Ve henüz, sıra dışı bir şekilde CIA, BAE hakkında casusluk yapmıyor.

Konuyla ilgili Reuters’a konuşan üç eski CIA yetkilisi, bazı eleştirmenlerin vurguladığı "ABD istihbaratında tehlikeli bir kör nokta" hatırlatmasını yaptı.

CIA’in bu tutumu yeni değil. Kaynaklara ve dış politika uzmanlarına göre değişen şey, küçük ama etkili olan OPEC ülkesi BAE’nin Ortadoğu ve Afrika’ya müdahalesi: savaşlarla savaşmak, gizli operasyonlar yürütmek ve bölgesel politikasını sık sık ABD çıkarlarına aykırı biçimde şekillendirmek.

BAZILARI BU TUTUMUN GÖREV İHMALİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR

Bir başka eski CIA yetkilisi, CIA’in BAE’nin artan askeri ve siyasi hedeflerine uyum sağlayamamasına ilişkin "görev ihmali" değerlendirmesinde bulundu.

ABD istihbarat topluluğu, BAE’yi tamamen görmezden gelmiyor. Operasyonlara ilişkin bilgisi olan iki kaynağın Reuters’a aktardığına göre NSA, BAE içinde elektronik izleme yürütüyor (düşük riskli, düşük ödüllü bir istihbarat toplama türü).

İSTİHBARATLARIN ORTAK ÇALIŞMA ALANLARI VAR

CIA, ayrıca İran veya El Kaide gibi ortak düşmanlar üzerinde istihbarat paylaşımını içeren bir şekilde BAE istihbaratı ile çalışıyor.

Ancak CIA, eski yetkililerin verdiği bilgilere göre elde edilmesi en değerli ve en zor şey olan "insan istihbaratı" konusunda bilgi toplamıyor.

HİÇBİR CEPHEDEN AÇIKLAMA GELMEDİ

CIA, NSA ve Beyaz Saray, BAE’deki ABD casusluk uygulamaları hakkında yorum yapmaktan kaçındı.

BAE’nin Dışişleri Bakanlığı ve ABD büyükelçiliği yorum taleplerine cevap vermedi.

CIA’İN "BEŞ GÖZ" LİSTESİ

CIA’nin BAE’yi aynı tutumu sergilediği diğer ülkelerin kısa listesine eklediği kaydedildi. Bu liste "Beş Göz" (The Five Eyes) adıyla biliniyor. Listedeki diğer ülkeler ise şu şekilde: Avustralya, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve Kanada.

Dört eski CIA yetkilisine göre, CIA casusları, ABD’nin bazı kilit müttefikleri de dahil olmak üzere önemli çıkarları olduğu hemen hemen her milletten insan istihbaratını topluyor.

PEKİ SUUDİ ARABİSTAN?

BAE’ye en yakın kontrast Suudi Arabistan olabilir. Ortadoğu’da petrol üreten ve ABD silahlarını alan diğer bir etkili ABD müttefiki.

BAE’den farklı olarak Suudi Arabistan CIA tarafından sık sık hedef alınıyor. Kaynaklar, Suudi istihbarat ajanlarının Suudi memurlarını muhbir olarak görevlendirmeye çalışan birkaç CIA ajanı yakaladığını söyledi.

Suudi istihbarat teşkilatları, CIA casusluk girişimlerinden açıkça şikayet etmiyor. Ancak, CIA memurlarının ülkeden sessizce çıkmalarını istemek için Riyad’daki yetkililerle özel olarak görüşülüyor.

"BAE’YE KARŞI İSTİHBARAT EKSİKLİĞİ BİR BAŞARISIZLIK"

Eski bir CIA ajanı ve yazarı olan Robert Baer, BAE’deki insan istihbaratı eksikliğini “bir başarısızlık” olarak nitelendirildi.

ABD’li politika yapıcıların, Ortadoğu monarşilerinin iç politikaları ve aile davaları hakkında en iyi bilgiye ihtiyaç duyduklarını söyledi: “Bir dünya servisi olduğun için kendinle gurur duyuyorsan, bu bir başarısızlık. Kraliyet aileleri çok önemlidir.”

HAYDUT DEVLET

ABD Başkanı Donald Trump’ın idaresindeki eski bir yetkili, BAE istihbarat eksikliğinin endişe verici olduğunu, çünkü çöl monarşisinin şimdi Libya ve Katar gibi stratejik ülkelerde ve Afrika’da “haydut bir devlet” olarak çalıştığını söyledi.

BAE, Sudan’da uzun süre iktidarda kalan Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in iktidarı sağlaması için milyarlarca dolar harcadı. Sonra onu terk etti ve Nisan ayında onu deviren askeri yetkilileri destekledi. Yeni hükümetin güvenlik güçleri, askeri, seçim için zorlayan düzinelerce protestocu sivili öldürdü (Askeri Geçiş Konseyi-3 Haziran katliamı).

BAE ayrıca Eritre’de ve kendi ilan ettiği Somaliland Cumhuriyeti’nde askeri üsler kurdu.

Eski Trump yönetimi yetkilisi şu ifadeyi kullandı: “Afrika boynuzundaki herhangi bir taşı kaldırırsanız altında BAE’yi bulursunuz."

Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnsan Hakları İzleme Grubu İcra Direktörü Sarah Leah Whitson, "BAE kendisini yakın çevresinden uzakta finansal ve askeri bir güç olarak ortaya koydu. Somali, Eritre, Cibuti veya Yemen olsun, BAE izin istemiyor" dedi.

Yemen’de, BAE ve Suudi Arabistan, İran’la aynı hizada olan Husi isyancılarıyla savaşan bir uluslararası koalisyonuna öncülük etti.

Ancak BAE kısa süre önce binlerce sivilin ölümüne neden olan hava saldırıları ve milyonlarca insanın kıtlık çekmesine sebep olan insanı krizi doğuran koalisyondan çekilme kararı aldı.

BAE, ABD’YE LOBİ İÇİN PARA ÖDÜYOR

Birleşik Arap Emirlikleri hükümeti, Duyarlı Politikalar Merkezi’ne göre 2017’den beri ABD lobicilerine 46,8 milyon dolar harcadı.

Üç eski CIA yetkilisi "bölgesel müdahalelerin ötesinde nedenlerle hükümet hakkında istihbarat gerekiyor" dedi.

RUSLARLA YAKINLAŞIYORLAR

BAE ayrıca, güvenlik, ticaret ve petrol pazarları konusunda işbirliği yapmak üzere geçen yıl imzalanan geniş çaplı bir stratejik ortaklık da dahil olmak üzere Rusya ile daha yakın ilişkiler kuruyor.

Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed, geçen ay BAE-Çin ekonomi forumuna üç günlük bir ziyarette bulunuldu.

İran ve El Kaide’ye gönderme yapan emekli CIA görevlisi Norman Roule “Düşmanları düşmanımız. Abu Dabi’nin eylemleri terörle mücadeleye katkıda bulundu. Özellikle de Yemen’deki El-Kaide’ye karşı katkıda bulundu" dedi.

"DEMOKRASİ KORKUSU ve SİYASAL İSLAM"

Abu Dabi Veliaht Prensi, küçük bir danışman grubuyla BAE’nin dış politikasını kontrol ediyor. ABD’de eğitim alan kardeşi Sheikh Tahnoon bin Zayed, Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak yer alıyor. Tahnoon, Arap yarış atlarına sahip ve karma dövüş sanatları tutkunu. Oğlu Şeyh Halid bin Muhammed, ülkenin iç istihbarat ağını yönetiyor.

Şimdi Carnegie Uluslararası Barış Vakfı ile birlikte çalışan eski bir Hava Kuvvetleri İstihbarat subayı olan Jodi Vittori şunları söyledi:

"BAE’nin yükselen müdahaleciliği 2011 yılına dayanıyor. Arap Baharı sırasında bölge genelinde demokrasiyi talep eden kitlesel protestolar, BAE sarayındaki seçkinler tarafından kendi güçlerini korumak adına engellendi."

Birçok Körfez kralı gibi, BAE liderleri de gösterileri bölgedeki monarşik yönetime tehdit olarak görüyorlardı.

O zamandan beri, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i deviren 2011 protestolarının ardından Mısır’da iktidara gelen siyasal İslam ve Müslüman Kardeşler’in yükselişiyle savaştılar.

BAE, İhvan adayı Muhammed Mursi’nin 2012’de cumhurbaşkanı seçilmesiyle Mısır’a mali desteğini kesti. Mısır ordusunun bir yıl sonra Mursi’ye darbe yapmasının ardından bu ülkeye yine milyarlarca yardım yapmaya başladı.

Carnegie Vakfı’ndan Vittori, ABD ile BAE hükümetleri arasında devam eden bazı ortak hedefleri kabul etse de, BAE monarşisinin kendini korumaya odaklandığı için bu çıkarların farklılaştığını söyledi:

“Rejimin hedefi ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak. ABD ile aynı çizgide olmayacak."

* Tırnak içerisinde verilmeyen ara başlıklar editör tarafından eklenmiştir. Makalenin orijinalinde yer almamaktardır.

CIA DOSYASI : İstanbul’da yakalanan iki BAE ajanı kime suikast yapacaktı ???


İstanbul‘da yakalanan iki BAE ajanı kime suikast yapacaktı ???

İstanbul’da yakalanan iki BAE ajanından Samir Semih Şaban’ın Lübnan’da suikast ve bomba eğitimi aldığı, Zeki Yusuf Hasan’ın ise yardımcısı olduğu ortaya çıktı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suud istihbaratının tetikçisi Muhammed Dahlan’ın adamı Şaban’ın babasının da patlayıcı uzmanı olduğu belirlendi.

Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) operasyonuyla yakalanan Birleşik Arap Emirliği (BAE) ajanları Samir Semih Şaban (40) ve Zeki Yusuf Hasan‘ın kirli ağı deşifre oluyor. Şaban ve Hasan’ın kurduğu istihbarat ağının izini süren güvenlik güçleri, ayrıca iki ajanın görüştüğü gazetecileri de belirlemeye çalışıyor. BAE’nin Türkiye’deki istihbarat ağının temellerini atan, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suud konsolosluğunda öldürülmesinden sonra Türkiye’ye gelerek çalışmalara başlayan 40 yaşındaki Samir Semih Şaban’la ilgili önemli ayrıntılara ulaştı.

AİLEDEN BOMBACI
YeniŞafak’ın haberine göre BAE ve Suudi Arabistan istihbaratının tetikçisi Muhammed Dahlan‘ın en yakınındakilerden biri olan Samir Semih Şaban’ın uzmanlık alanı, patlayıcı/bomba yapımı, suikast ve sabotaj. Lübnan’da mühendislik okuyan Şaban, bomba, suikast ve sabotaj eğitimini de bu ülkede aldı. Alınan bilgiye göre Şaban’ın babası da tıpkı kendisi gibi bir patlayıcı uzmanı. Yaklaşık 6 aydır Türk istihbaratınca izlenen ve geçtiğimiz pazartesi günü yapılan bir operasyonla yakalanan iki ajan, Birleşik Arap Emirlikleri ile bağlarını gizlemek için Filistin pasaportu taşıyor.

MİT tarafından takip edilen iki casus, Türkiye’de özellikle Arapların yoğun olarak bulunduğu yerlerde dolaştı. Samir Semih Şaban ve Zeki Yusuf Hasan’ın Türkiye’deki Hamaslıların faaliyetlerini izledikleri, Müslüman Kardeşler‘in Türkiye’deki şemasını ortaya çıkarmaya çalıştıkları da gelen bilgiler arasında.

İKİSİ DE EL-FETİH’TEN
Dahlan’ın adamı Şaban El Fetih‘in istihbarat biriminde görev yaptı

İkilinin bölgedeki birçok ülkeye giriş-çıkış yaptığı öğrenilirken, iki ismin de bir dönem orduda görev yaptıkları belirlendi. Ajanlardan Zeki Yusuf Hasan, El-Fetih’e bağlı Filistin istihbaratında üst düzey görevlerde bulundu. İki isim de Hamas-Fetih çatışmalarının yaşandığı dönemde İsrail istihbaratı ve Muhammed Dahlan’la sürekli irtibat halinde oldu. Son olarak Bulgaristan’da faaliyet gösteren Zeki Yusuf Hasan, Samir Semih Şaban’a yardımcı olması için Türkiye’ye gönderildi.

SUİKAST EKİBİNDE
Samir Semih Şaban’ın Filistin geçmişi karanlık. 2007 yılında Hamas’a yönelik saldırılar sırasında bir sırt çantasına 25 kilogram patlayıcı yerleştiren bir grup El-Fetih üyesi, korumalardan korkarak saldırıdan vazgeçmiş ancak yakalanmaktan kurtulamamışlardı. Olay sonrası Hamas, 10 kişiyi gözaltına almış, El-Fetih üyeleri suikast planını itiraf etmişti. Hamas lideri İsmail Haniye’nin namaz kılmak üzere geldiği camide patlatılması planlanan bomba ile hem Haniye hem de yakınında bulunanlar öldürülecekti. İşte saldırıda kullanılmak istenen o bomba, geçtiğimiz pazartesi Türkiye’de yakalanan Şaban tarafından hazırlandı. Bu suikast girişiminin ardından Gazze’den kaçmak zorunda kalan Şaban, ‘aranan suçlular’ listesine alındı. 2008 yılında Gazze’den çıkan Şaban, o tarihten beri BAE’de ikamet ediyordu.