DİN & DİYANET DOSYASI /// Ercan Caner : Erdoğan’ın Türkiye’sinde Dinin İç ve Dış Politikadaki Yeni Rolü


Ercan Caner : Erdoğan’ın Türkiye’sinde Dinin İç ve Dış Politikadaki Yeni Rolü

E-POSTA : ercancaner

Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdüren Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 36 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO deneyimlerine sahiptir.

27 Ocak 2019

Yazar: Henri J. Barkey, Hoover Institution, 6 Aralık 2018

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 27 Ocak 2019

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde verdiği bir demeçte, Müslüman Dünyasına liderlik edebilecek tek ülkenin Türkiye olduğunu iddia etmiştir. Bu basit cümle, Türkiye’nin mevcut İslamcı liderliğinin hırsları ve çelişkilerini ortaya koymanın yanı sıra, ülkenin temel tutumundan ne kadar geriye doğru gittiğini de göstermektedir. Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), aşırı İslamcı lider Necmettin Erbakan ve onun 1970’li yılların Müslüman Kardeşler örgütünden esinlenen hareket ve siyasi partisinin bağrından çıkmıştır. Erbakan, dünyayı İslam ile Batı; iyi ile kötü arasında süren bir Manichean mücadelesi olarak görmüş, bu nedenle de Batı karşıtı sert söylemleri, Türkiye’yi Batı kurumlarından uzaklaştırma gayretleri ve Osmanlı ruhunu yeniden canlandıran bir Türkiye yaratma arzusuyla daima İslam dünyası liderliğini hedeflemiştir.

Erdoğan da başlangıçta bu düşünceleri benimsemiş ve sonrasında da bir grup yakın arkadaşı ile AKP’yi kurmak üzere bir fırsatını bularak akıl hocası Erbakan ile bağlarını koparmıştır. Aslına bakılırsa Erdoğan ve yakın arkadaşları, Türk ordusunun Erbakan’ın iktidara gelmesine asla izin vermeyeceği kanaatine doğru bir şekilde varmışlar, kendilerini Müslüman Demokratlar olarak yeniden tanımlayarak, Erbakan ve mirasından uzaklaşmış ve 2002 yılında iktidara gelmeyi başarmışlardır.

Bununla birlikte, Erdoğan ve arkadaşlarının ilk seçim zaferinden günümüze kadar geçen 16 yılda Türkiye büyük bir dönüşüme uğramıştır. Erdoğan adım adım bütün kurumları, devlet-toplum ilişkilerini ve ulusal ideolojiyi kendi vizyonuna daha iyi uyacak şekilde yeniden biçimlendirmiştir. Erdoğan geçen 16 yıllık sürede Türk devletini, bütün sivil ve askeri kurumları ile şekillendiren, tanımlayan ve tahakkümü altına alan rakipsiz bir lider olarak otokratik bir sistem inşa etmiştir. Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ten günümüze kadar geçen sürede, başka hiçbir lider, devlet ve toplum üzerinde kendi tercihlerini böylesine mükemmel bir şekilde dayatmayı başaramamıştır.

Recep Tayyip Erdoğan ve akıl hocası Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Erdoğan, görkemli ve ihtiraslı bir ajandası olan klasik bir popülisttir. Hedefi; esas olarak Batı ile olsa da dünyanın geri kalanıyla kendisine üstünlük sağlayacak bir mücadele olarak algıladığı, sonuçta her ikisinden de faydalanacağını değerlendirdiği güçlü Türk milliyetçi tercihleri ile küresel İslamcı ajandasını birleştirmektir. Türk milliyetçiliği ve İslami vizyon içerde ve dışarda birbirine pek uyuşmadığından bir zorluk da bulunmaktadır. Türk toplumu dış görünüşte oldukça dindar görünse de İslami bir karakteri hiçbir zaman benimsememiştir. Türkiye’nin İslam dünyası liderliği için açıkça bastırması, başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere kesinlikle diğer ülkelerin sert muhalefetiyle de karşılaşacaktır.

Erbakan’ın birçok yaklaşımını benimsiyor olsa da Erdoğan’ın popülizmi kalın bir pragmatik çizgiyle ayrılmaktadır. AKP’nin Müslüman Demokratları muhafazakâr bir politik görünüm sergilerken, işe ilk başladıklarında demokratik değerler, politik açıklık ve ekonomik reformlar ile Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yaklaştıracak bir siyasi strateji tasarlamışlardır. Türkiye siyasi açıdan bir bahar yaşarken sonuçlar gerçekten etkileyici olmuştur. Avrupa da bu gelişmelere olumlu tepki göstermiş ve uzun dönemde şüpheleri olmasına rağmen, Türkiye’yi o zamana kadar başarılamayan, aday ülke statüsüne yükseltmiştir.

Erdoğan ve partisi tarafından demokrasi yönünde atılan bu adımlar, Avrupa Birliği nezdindeki etkilerinin yanı sıra, kemikleşmiş Türk laik askeri devlet sistemini frenleme ve kontrol altına almakta da aynı derecede etkili olmuştur. Erdoğan ve arkadaşları sadece yüzde 34 oy oranıyla iktidarı ele geçirdiklerini ve ordu teşkilatının kendilerine karşı olduğunu çok iyi bildiklerinden, siyasi yaşamlarının, özellikle Batınınki olmak üzere dış destek kazanmaya bağlı olduğunun farkındaydılar. İşte bu faydacılığı esas alan pragmatik yaklaşımı, Erdoğan’ı akıl hocası merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dan ayıran en büyük özelliktir.

Bir zamanlar yakın dost ve olan ve AKP’yi birlikte kuran yol arkadaşları;
solda: Recep Tayyip Erdoğan, sağda Abdullah Gül.

Erdoğan ve yeni AKP yönetim kadrosunun yaptıkları analiz doğruydu; ordunun son yüksek sesli itirazı, karısı başörtüsü takıyor diye Erdoğan’ın sırdaşı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı çıktığı 2007 yılında meydana geldi. Erdoğan ordunun blöfüne, AKP’nin oyların yüzde 46’sını alarak subaylara büyük bir ders verdiği ulusal seçimlerle karşılık verdi. Adalet ve Kalkınma Partisinin, Erbakan’ın kurduğu birçok partiye yapıldığı gibi Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanması gayreti de başarısızlıkla sonuçlanarak, askeri vesayetin Türk politikaları üzerindeki hâkimiyetini etkin bir şekilde sonlandırdı.

Ordunun yolundan çekilmesiyle Erdoğan, ağır ve emin adımlarla ülke içindeki gücünü pekiştirdi. Yapılan bir dizi anayasal referandumlarla, önce 2010 yılında yargı teşkilatı yenilendi ve sonrasında da mevcut icracı başkanlık sistemi onaylandı. 2018 yılına gelindiğinde, Türkiye’de bütün güç sadece onun yönetimi altında toplanmıştı. Temmuz 2016 başarısız askeri darbe girişimi de ona, 200 kadar general ve amiralin yanı sıra sayısız düşük rütbeli subayın devre dışı bırakılarak veya hapsedilerek, orduda geride kalanların temizlenmesi imkânını sağladı. Erdoğan, darbeyi kışkırttıkları gerekçesiyle; bir zamanlar orduya karşı ittifak kurduğu sürgünde yaşayan imam Fethullah Gülen ve devlet bürokrasisindeki sözde takipçilerinin de peşine düştü. Darbe girişimine karşı gösterilen kuvvetli tepkiden faydalanılarak çok sayıda gazete, yayın organı, sivil toplum kuruluşu, üniversite, okul ile liberal, solcu, Kürt ve Gülen yanlısı birçok ticari işletme kapatıldı veya Türk devleti tarafından el koyuldu ve on binlerce insan ağır cezalarla yargılanmak üzere mahkemelere gönderildi.

İktidarını sağlamlaştıran Erdoğan, Abdullah Gül gibi başlangıçta işbirliği yaptığı arkadaşlarından kurtuldu ve çevresini sadece ve sadece kendisine sadık olan insanlarla doldurdu. Erdoğan’ın yeni sistemini, sivil toplum örgütleri ve en önemlisi de basın, kendisine ve devlet ihalelerine bağlı işadamı elitleri yarattığı yönünde eleştirdi. Çelişkili bir şekilde, iktidarını sağlamlaştırma süreci devam ederken, 2010 yılında Erdoğan’ın söylemi birden değişti. Çok daha saldırgan, popülist, Batı karşıtı ve daha fazla dini ajandaya önem veren bir hal aldı. Geçmişte Türkiye’nin laik yapısı üzerinde ısrarcıyken giderek bunu dikkate almamaya başladı.

Temmuz 2016 başarısız askeri darbe girişimine direnen Türk halkı

Dini eğitim veren ve çok az seviyede laik bir müfredat uygulayan İmam Hatip okullarının sayısında dramatik bir artış yaşandı. Erdoğan, herkesin çok iyi bildiği gibi bu okulların sayısının artmasını, muhafazakâr kimliğe sahip bir toplumdan ateist öğrenci nesilleri yaratmasının beklenmemesi gerektiğini ifade ederek savundu. Bu gelişmelere paralel olarak Darwin teorisi de lise eğitim programlarından çıkarıldı.

Din ile devlet arasındaki ayrımı yavaş yavaş kaldırmanın bir yolu da din ve fetva işleri başkanlığı Diyanet’i çok daha fazla güçlendirmekti. Diyanet artık çok daha fazla göz önündeydi ve günlük hayata karışıyordu, ayrıca İmam Hatip okulları da Erdoğan’ın yeni dış politika aracı olarak boy göstermeye başlamıştı. Diyanet, yurt dışında, sadece Türklerin yaşadıkları yerlerde değil, Küba gibi yerlerde de cami inşasına girişti. Diyanet, Türk birliklerinin Suriyeli Kürtleri zorla uzaklaştırdığı Suriye’de de camiler inşa ediyordu. Bütün devlet kurumlarının 2019 yılı bütçelerinde azalmanın yaşandığı bir dönemde Diyanet bütçesinde yüzde 34 oranında bir artış yapıldı.

Arap Baharı esnasında, Türk dış politikasının giderek İslamlaştığına ve bölgesel liderliğe soyunduğuna yönelik belirtiler ortaya çıkmaya başlamıştı. O zamanlar Türkiye’nin dış işleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu Arap Baharını, Araplar tarafından Türkiye’nin AKP’yi seçme başarısının yanı sıra Müslüman köklerine dönme çabalarına özentisi olarak nitelendiriyordu. Bu şekilde davranarak Türkiye, Davutoğlu’na göre; Orta Doğu, Afrika ve Asya üzerine odaklanan ve Batı hâkimiyetinin bütün kötülüklerini sona erdirmeyi hedefleyen yeni bir bölgesel düzen kurmaya çalışıyordu.

Erdoğan ve AKP’nin mücadelesi sadece Batı dünyası ile yarıştıkları bir uygarlaşma savaşı değildir, onların savaşı Atatürk, onun hatırası ve kurduğu laik ideolojiye de karşıdır. Bu savaş, yavaş yavaş yürütülen ve ilk cumhuriyet döneminin etkisini, daha geniş bir tarihe; modern Türkiye’yi Osmanlı ve Osmanlı öncesi Türk tarihine bağlayarak azaltmaya çalışan ve açık olarak sürdürülen bir mücadeledir. Elbette Atatürk döneminde getirilen ve laik askeri küçük bir kesim tarafından akılsızca dayatılan ve yeniden dayatılan tedbirler de bu yeni yorumu kolaylaştırmaktadır.

Erdoğan’ın İslamcılığa bariz dönüşü dâhice olsa da o hala bir pragmatisttir. Ülke içinde, teslim aldığı basın tarafından papağan gibi yinelenen Batı karşıtı söylemleri nefret doludur. Başarısız 2016 askeri darbesi ve Türkiye’nin ekonomik sancıları nedeniyle Birleşik Devletleri suçlamakta, Batı kurumlarına sövüp saymakta ve sık sık Yahudi aleyhtarı ifadeler kullanmaktadır. Yine de bütün bunlar, onun Washington yönetimi ve hatta Donald Trump gibi Müslümanlık karşıtı görüşleri ile bilinen biriyle ilişkilerini sürdürmesine engel olmamaktadır. Erdoğan, kendisi ve Türkiye için, Müslüman dünyası dâhil olmak üzere daha büyük bir uluslararası rol arayışında NATO üyeliğinin yanı sıra, dünyanın süper gücünün müttefiki olma ve mümkün olduğunda onunla emniyetli bir şekilde mücadele ettiği algılarının ona gerekli değerler olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu hassas bir dengedir. Aynı yöntemleri Avrupa ile olan ilişkilerinde de uygulamaktadır, Nazi kalıntıları olarak tanımladıktan sonra Türkiye’nin refahının Avrupa ile iyi ilişkilere bağlı olduğu gerçeğini göz ardı edemeyerek, Hollanda ve Almanya ile ilişkilerini tam bir görev duygusuyla geliştirmiştir.

Erdoğan’ın, dinin rolü ve yeri hakkındaki düşüncelerini ifade etmek için, İslam dininin güncellenmesi gerektiğini öne sürdüğünde de yaptığı gibi gereğinden fazla zaman harcadığı bir gerçektir. Dindar bir nesil yaratma arzusu ile Müslüman dünyasının birleşme ve kendisini savunma ihtiyacı yönünde, iç ve dış politika alanında yaptığı önerilerde, Erdoğan daima dinin rolüne öncelik vermektedir. Türk basını daha şimdiden onu İslam dünyasının lideri olarak ilan etmiş ve hatta dış işleri bakanı, diğer Müslüman liderlerin Erdoğan’ı kıskandığını dahi ileri sürmüştür.

Erdoğan’ın, arka planda sadece kendi fikirlerini duyduğu böyle bir ortamda, hâlâ doğal arenası olarak kalan İslam dünyasında kendisini uluslararası olarak öne çıkarma gayretlerini artırması büyük bir olasılıktır, buna bağlı olarak; dış politikasındaki İslamlaşma da bütün formları ile hızlanacaktır.

Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazar ile yayıncı kuruluşun görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazıda ifade edilen ve ileri sürülen görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir. Orijinal metne aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// E. KUR. ALB. ÜMİT YALIM : TAYYİP ERDOĞAN, MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ 18 TÜRK ADASI VE 2 TÜR K KAYALIĞI’NI YUNAN ASKERİNE TESLİM ETTİ !…


TAYYİP ERDOĞAN, MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ 18 TÜRK ADASI VE 2 TÜRK KAYALIĞI’NI YUNAN ASKERİNE TESLİM ETTİ !…

*AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 20 Ağustos 2020’de yaptığı konuşmada, adalar konusunda CHP’yi suçladı. Erdoğan, “Tek Parti CHP’sinin, Misak-ı Milli sınırlarımıza sahip çıkılmamasıyla, adalar meselesinde ürkek davranılmasının, ülkemize çok büyük maliyetleri olmuştur. CHP’nin ana karamızdan bir taş atımı mesafedeki adaların nasıl elimizden alındığını milletimize izah etmesi gerekir” dedi.

*Erdoğan’ın söylemleri, hem Misak-ı Milli hem de tarihi ve coğrafi gerçeklerle bağdaşmıyor. Misak-ı Milli’ye göre, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada işgal edilmeyen bölgeler bölünmez ve ayrılmaz Türk Yurdu’dur. Erdoğan’ın gündeme getirdiği adalar ise 30 Ekim 1918’den önce İtalya, Yunanistan ve Fransa’nın işgali altında olan adalardır. Yani Misak-ı Milli sınırları içinde değildir.

LOZAN’DA ADA VERİLMEDİ

*1923 Lozan Antlaşması ile ada verilmedi. Lozan Antlaşması’nda, Osmanlı Devleti döneminde, Yunanistan’a kullanma hakkı verilen Taşoz-Ahikerya adaları arasındaki toplam 9 adanın isimleri ile İtalya’nın 1915’te ilhak ettiği Onikiada , Rodos ve Meis olmak üzere toplam 14 adanın isimleri teyit edildi.

MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ ADALAR, 2004’TEN İTİBAREN YUNAN ASKERİNE TESLİM EDİLDİ !..

*Erdoğan, 27 Ocak 2018’de Kocaeli’de yaptığı konuşmada kendi döneminde verdiği adaları Lozan’a yükleyerek Atatürk ve İnönü’yü suçlamış ve Lozan da dahil tarihi dosyaları hazırlatarak milletimizle paylaşacağını iddia etmişti. Ancak, Erdoğan 2,5 yıldır dosyayı çıkartamadı.

*Tayyip Erdoğan’ın, Misak-ı Milli sınırları içinde olan 18 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı’nı, 2004-2020 yılları arasında Yunanistan’a nasıl teslim ettiğini milletimize izah etmesi gerekir.

YARGI, DİMİTRİ’NİN ÇİFTLİĞİ Mİ ?…

*2011 Yılından bu güne kadar, adaların işgal edildiğini belgeleyen yüzlerce haber yapıldı. Tayyip Erdoğan, haberlerin hiçbirisini tekzip etmedi, edemedi. Çünkü yapılan haberlerin hepsinin belgesi var. İzmir, Aydın ve Muğla İllerimiz birisi Türk diğeri Yunan olmak üzere ikişer vali ve ikişer belediye başkanı tarafından yönetiliyor. Türkiye batıdan bölündü.

*Vatan topraklarında binlerce silahlı Yunan askeri elini kolunu sallayarak dolaşırken, İstanbul, Ankara, İzmir, Aydın ve Muğla Cumhuriyet Başsavcılıkları olanı biteni turist gibi izliyor, soruşturma açmıyor ve suça ortak oluyor. Şimdi biz de soralım; Yargı Dimitri’nin çiftliği mi?

Konu ile ilgili açıklamalarım ve belgeler eklerde gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

KARA PARA DOSYASI : MASAK’ta neler oluyor… ???? Erdoğan’ın kimlik numarası ile FETÖ şüphelilerinin ilişkisi ne ????


MASAK’ta neler oluyor… ???? Erdoğan’ın kimlik numarası ile FETÖ şüphelilerinin ilişkisi ne ????

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nda (MASAK) dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nda (MASAK) dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor.

Son olarak MASAK Başkanı Osman Dereli’nin görevden alınmasıyla gündeme gelen MASAK ile ilgili CHP İstanbul Milletvekili Yüksel Mansur Kılınç Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a sorular sordu. Sözcü Gazetesi Yazarı Aytunç Erkin, CHP İstanbul Milletvekili, CHP’li Yüksel Mansur Kılınç’ın soru önergesini köşesine taşıdı.

Albayrak’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye soru önergesi sunan Yüksel Mansur Kılınç, “Entegre Mali İstihbarat Sistemi (EMİS) ‘nde FETÖ şüphelilerinin para hareketleri takip edilirken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın T.C kimlik numarası çıkmış mıdır” diye sordu.

Kılınç, 30 Haziran 2020 tarihinde 115 eski MASAK çalışanının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın T.C kimlik numarasıyla MASAK sisteminde sorgulama yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındığını, 15 gün sorgulanan şüphelilerden 114’ünün sessiz sedasız savcılıktan serbest bırakıldığına dikkat çekti.

Konuyu köşesine taşıyan Sözcü Yazarı Aytunç Erkin, “MASAK’ta Neler Oluyor” başlıklı yazısında şöyle anlattı:

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nda (MASAK) çarpıcı gelişmeler yaşanıyor… 15 Temmuz darbe girişiminin ardından MASAK’ın başına getirilen Osman Dereli, 9 Ağustos 2019’da görevden alındı. Yerine ise Hayrettin Kurt’un getirildiği açıklandı.

Kasım 2019’da ise MASAK’ta çok sayıda personelin görevine son verilerek, bu isimler başka kurumlara gönderildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı kararla önceki gün Osman Dereli MASAK Başkanlığı’ndan alındı. Ağustos 2019’da Osman Dereli’nin görevine son verilmesine karşın, resmi görevden almanın bir yıl sonra gelmesi dikkat çekti.

İlginçlikler bitmedi

114 kişi serbest kaldı…

Entegre Mali İstihbarat Sistemi (EMİS) suç gelirinin aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele süreçlerini yönetmek üzere MASAK BT Modernizasyon Programı kapsamında oluşturulan entegre bir yazılım sistemi. EMİS.ONLINE Sistemi, şüpheli işlemlerin bildirimi, elektronik tebligatın gerçekleştirilmesi ve yükümlülere sunmuş olduğu raporlar ile interaktif bir iletişim kanalı olma özelliğini haiz bir çevrim içi uygulama.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğü ekipleri, savcılığın talimatıyla Mali Suçları Araştırma Kurulu’nda 15 Temmuz darbe girişiminden sonra göreve getirildiği belirtilen ve Kasım 2019’da başka kurumlara gönderildikleri ileri sürülen 115 eski personele 30 Haziran 2020 tarihinde operasyon düzenledi. 114’ü savcılıktan serbest bırakılan şüphelilerin Cumhurbaşkanı ile çok sayıda siyasetçi ve bürokratın T.C kimlik numaralarıyla sistemde sorgulama yaptıkları iddia edildi. Medyada bu operasyonla ilgili bir haber çıktı ve sonrasında sanki operasyon yaşanmamış gibi davranıldı!

Bu konuyu takip eden tek isim de CHP İstanbul Milletvekili ve Güvenlik İstihbarat Komisyonu CHP Sözcüsü Yüksel Mansur Kılınç…

Dedektif CHP’li sordu…

CHP’li Kılınç, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak’ın yanıtlamasını istediği soru önergesinde çarpıcı iddialarda bulundu:

– EMİS yazılım sistemi, T.C kimlik numaraları kullanılarak Cumhurbaşkanı, siyasetçi ve bürokratlar ile ilgili sorgulama yapmaya açık mıdır? Açık değilse şüpheliler söz konusu sorgulamayı nasıl yapabilmişlerdir?

– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili EMİS sisteminde yapılan sorgulamanın nedeni, bazı FETÖ şüphelilerinin 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın bağış hesabına bağışta bulunmaları mıdır? EMİS sisteminde FETÖ şüphelilerinin para hareketleri takip edilirken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın T.C kimlik numarası çıkmış mıdır?

– 4 Ağustos 2019 tarihinde MASAK Başkanı Osman Dereli’nin görevden alındığı, yerine Hazine ve Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürü olan Hayrettin Kurt’un atandığı medyada yer almış… Hayrettin Kurt da MASAK Başkanı sıfatı ile medyaya açıklamalar yapmıştır. Osman Dereli 4 Ağustos 2019 tarihinde fiilen görevden alındığına göre görevden alındığına dair kararname neden 1 yıl sonra (4 Ağustos 2020 tarihli) resmi gazetede yayınlanmıştır? -Bu süre içerisinde Hayrettin Kurt’un MASAK Başkanı sıfatı ile yaptığı açıklamalar ve işlemler hukuken geçersiz değil midir?

Odatv.com

GÜNDEM ANALİZİ /// MÜYESSER YILDIZ : Erdoğan’ın Bir Gençlik Hayali De Buydu


Erdoğan’ın Bir Gençlik Hayali De Buydu

E-POSTA : konuk_yazar

01 Ağustos 2020

Müyesser Yıldız, Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, G4 Blok

Bir önceki yazımda Lozan’ın yıldönümünde ve Ayasofya’da kılınan Cuma namazında yaşananları değerlendirirken, AKP eski milletvekili Mehmet Metiner’in Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi isimli kitabından, geçmişte Erdoğan’ın Atatürk ve Lozan hakkında neler düşündüğünü anlattım. Ama bir yandan da Metiner’i yine hedefe oturturlar diye endişelendim.

Neyse ki Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde isim vermeden Atatürk’ü “lanetlemesi”, üstüne hilafet çağrıları yapılması ve de Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın harf devrimine yönelik eleştirileri üzerine Metiner’in yaptığı paylaşımı okuyunca rahatladım. Metiner, yaşananlara şöyle tepki göstermiş:

“Bir yandan Atatürk’e saldırılar… Bir yandan alfabe tartışmaları… Bir yandan hilafet çağrıları… Uyanık olalım. Bunların hiç birisi tesadüf değil. Yeni bir fitnenin ve iç kışkırtmanın ayak sesleridir bunlar. 28 Şubat öncesini hatırlayın. Bu oyuna asla gelmemeliyiz.Meraklıları için işte açık açık söylüyorum: Ben ne hilafetçiyim ne de saltanatçı. Ben milletin değerlerine bağlı hür ve eşit vatandaşları olan demokratik bir cumhuriyetten yanayım. Her türlü fanatizme karşıyım. Biz hep birlikte Türkiye’yiz. Farklılığımız zenginliğimizdir.”

Günlerdir Türkiye’yi karıştıran bu olayların müsebbipleri belli. Ali Erbaş, Erdoğan’dan habersiz hutbede o sözleri sarf edebilir mi? Diğeri Erdoğan’ın oğlu. Hilafeti isteyenler de iktidarı destekleyen bir grup. O yüzden Metiner’in 28 Şubat benzetmesini anlayamadığımı belirtip bu gelişmelerle doğrudan ilgili Erdoğan’ın yeni “bombası” olan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarına geleyim.

Sözleşmeyi imzalayan AKP iktidarı, Meclis’te tam kadro oy veren AKP. Dokuz sene sonra “aile yapısını bozduğunu, eşcinsel evliliklere izin verdiğini” iddia edip sözleşmeden vazgeçmeye niyetlenen de yine AKP. Oysa bizzat AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Türkiye’de bir grup bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesi’ni görüyor. Nafaka, eşcinsel evlilik diyor da yazmıyor bunlar bu sözleşmede. Hiç okumadan bununla alakalı bir sürü iddia ortaya koyuyor.”açıklamasını yapmadı mı?

Peki kim bu grup veya gruplar?

Geçenlerde gazeteci-yazar Murat Yetkin birisini yazdı. “Türkiye Düşünce Platformu” imiş; Mayıs’ta Erdoğan’a sözleşmenin feshi için bir rapor sunmuş. Platformda yer alanlar kadın konusundaki görüşleri malum kişiler. O yüzden raporun detaylarına girecek değilim.

Kaldı ki daha üç gün önce Erdoğan’a yakın isimlerden AKP İstanbul Milletvekili Hamdi Çamlı özetle şunları söyledi:

“Kadın erkek eşit değildir, eşitlik koca bir tantanadır. Allah nasıl şirk kabul etmezse, insan da kabul etmez. Kadın ve erkeği eşitliğe zorlayanlar en büyük kötülüğü yapanlardır. Onların fıtratına, yani yaradılışlarına müdahale etmemek gerekir.”

Herkes görüyor, anlıyor; mesele İstanbul Sözleşmesi değil. Bu adımla miras hukuku değişikliğinden çocuk evliliklerine, belki de çok eşliliğe giden bir yolun kapısı aralanacak.

Hatta hatta daha ötesi!..

Daha ötesi ne mi? Yeniden Mehmet Metiner’in kitabına başvurup geçmişte Erdoğan’ın demokrasi, laiklik ve de kadın hakkında ne düşündüğünü hatırlatayım. Metiner şunları anlatıyor:

“İlk gençlik yıllarında demokrasiyi tıpkı bu satırların yazarı gibi ‘küfür rejimi’ olarak kabul eden Erdoğan, bu rejimi yüzde elli birin yüzde kırk dokuz ve üzerindeki tahakkümü olarak görüyor, yerden yere vurmayı sürdürüyordu. Laikliği ise ‘din düşmanlüğü’ ve ‘dinsizlik’ biçiminde eleştiren bir siyasi argümanı dillendiriyordu. Erdoğan’ın demokrasiyi ve laikliği içselleştirmesi hayli zaman aldı, ama sonunda o çizgiye gelip oturdu işte. Bugün geldiği noktada samimi olduğuna inanıyorum.”

Kadın İffetinin Ölçüsü

Olanlar ortada. O yüzden “acaba” demekle yetinerek, “kadın” başlığına geçip yeniden Metiner’e kulak verelim:

“Bizim anlayışımıza göre kadın, ayakları altına cennetin serildiği kutsal bir varlıktı. Ya bir anaydı, ya bir eş veya bir bacıydı, mecbur olmadıkça çalışmamalıydı. O, eşine ve çocuklarına bakmakla yükümlüydü. Kadını iş yerinde başka erkekler arasında çalışan bir varlık olarak düşünemezdik bile. Böyle bir çalışma düzenini İslam dışı bulurduk. Dışarıda başı açık dolaşan kadın, iffeti ve namusu tartışmalı bir kadındı. Bu hafif tabiriyle günahkar bir kadındı, ‘fitne unsuru’ydu.”

Kadının Siyasetteki Sınırı

Kısa bir süre önce Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in, “AKP iktidarına kadar kadının adı yoktu.” sözü epey tartışıldı ya, peki AKP iktidarına kadar Erdoğan’a göre kadının siyasetteki adı ne olmalıydı?

İşte Metiner’in yazdıkları:

“1980’li yıllar… Tayyip Erdoğan, RP İstanbul İl Başkanı. Genç, inançlı ve hırslı bir politikacı. Politika onun için bir araç elbet. ‘İslami devlet’e giden yolda parti çalışması sadece sevap kazandıran bir uğraş. Referansı bütünüyle İslam olan Erdoğan, günah olduğu için kadın eli sıkmıyor… Kadınların siyasal çalışmalarda erkeklerle bir arada bulunmalarını günah sayıyor.”

Dahası var; “Kadınların seçme hakkı olabilir, ama seçilme hakkı asla.” deyip ayak direyenlerin safında yer alıyormuş!..

Erdoğan, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı için, “Gençlik hayalimizdi.” demedi mi?

Buyurun, size bir gençlik hayali daha!

Tarikatlar ve cemaatleirn de kadın hakkındaki görüşleri belli. Onlar istiyor diye İstanbul Sözleşmesi’nin feshi düşünüldüğüne göre ister misiniz bu “hayal” de hayata geçirilsin!..

Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…

AK PARTİ DOSYASI /// ERCAN CANER : Erdoğan’ın Söyledikleri ve Yaptıkları


ERCAN CANER : Erdoğan’ın Söyledikleri ve Yaptıkları

‘‘Bütün Müslümanların Sultanı’’

Erdoğan’ın Söyledikleri ve Yaptıkları

Yazar: Khaled Abu Toameh, GATESTONE INSTITUTE, 05 Haziran 2020

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 20 Haziran 2020

20 Haziran 2020

‘‘Bütün Müslümanların Sultanı’’

Erdoğan’ın Söyledikleri ve Yaptıkları

Yazar: Khaled Abu Toameh, GATESTONE INSTITUTE, 05 Haziran 2020

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 20 Haziran 2020

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin Otoritesi Başkanı Mahmoud Abbas ile bir görüşme yapmış ve Filistinlileri her alanda destekleme sözü vererek Türkiye’nin Filistin meselesindeki dayanışması konusunda güvence vermiştir. Fakat Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinlilere kapılarını açmak yerine Erdoğan onları aşağılamakta ve hapsetmenin yollarını aramaktadır. Fotoğrafta; 12 Ocak 2020 tarihinde Abbas’ı Ankara’daki sarayında ağırlayan Erdoğan misafiri ile kameralara poz verirken görülmektedir. Foto: Adem Altan/AFP/Getty Images

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan, görünürde Filistin meselesine destek sağlarken ve Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Kanada ve Avustralya tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen Hamas’ı methederken, Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinli mülteciler, Türk yetkililer tarafından kendilerine uygulanan ayrımcılık ve kötü muameleden şikâyet etmektedirler.
  • Filistin kaynaklarına göre; Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan ve çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan yaklaşık 10,000 Filistinli mülteci bulunmaktadır.
  • Filistinli mülteci Thuri Tamim’in, bağımsız bir web sitesi olan ve Filistinli mültecilerle ilgili haber yayımlayan Filistin Mültecileri İnternet Portalına verdiği bilgilere göre; Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinli mültecilerin çilesi Türkiye sınırına ulaştıkları anda başlamaktadır.
  • Erdoğan gerçekten Filistinlilere yardım etmek istiyor ise; hükümetine Filistinli mültecileri tutuklama ve taciz etmelerini durdurmaları yönünde talimat vermekle işe başlayabilir. Filistinlilere gerçekten yardım etmek istiyor ise Filistinlilerin yanı sıra İsrail’e de sefalet ve acıdan başka bir şey getirmeyen Hamas’a ev sahipliği yapmayı ve finansal destek sağlamayı bırakmalıdır.

UNRWA rakamlarına göre Suriye’de bulunan yaklaşık 560.000 Filistinli mültecinin yaklaşık %20’si (45.000’i Lübnan’a, 15.000’i Ürdün’e diğerleri Türkiye, Avrupa ve Asya ülkelerine) iç savaş nedeniyle kaçmıştır. Kaynak: WORLD BULLETIN

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistinlileri destekleyen açıklamalar yapmakta herkesi cebinden çıkarmaktadır. Fakat fiiliyatta yaptıkları, son iki yılda Suriye’den Türkiye’ye kaçan binlerce Filistinli mültecinin durumları hakkında çok farklı bir tutum sergilediğini göstermektedir.

İlk olarak Erdoğan, üzerlerinde her ne kadar Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecileri Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA-United Nations Relief and Work Agency) tarafından verilen kimlik kartlarını ve kendilerini Filistinli olarak tanımlayan başka belgeleri taşıyor olsalar da bu mültecileri Filistinli olarak tanımamaktadır.

Erdoğan bu mültecileri Filistinli değil de Suriyeli olarak kabul etmektedir, bunun nedeni de Suriye’den ülkeye gelmiş olmaları ve geçici seyahat belgelerinin Suriye hükümeti veya UNRWA tarafından verilmiş olmasıdır.

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan Filistin Otoritesi Başkanı Mahmoud Abbas ile telefonla görüşmüş ve Türkiye’nin Filistin meselesindeki dayanışması konusunda ona her zaman olduğu gibi güvence vermiştir. Erdoğan’ın Abbas’a, Türkiye’nin Filistinlileri bütün alanlarda desteklemeyi sürdüreceğini söylediği ifade edilmektedir.

Maskeli Hamas militanları 2014 yılı Ağustos ayında bir caminin bahçesinde İsrail’e casusluk yapmakla suçlanan bir Filistinliyi infaza hazırlanırken görülmektedir. Kaynak: Death Penalty News

Erdoğan uzun süredir Hamas (Harakat al- Muqawama al-Islamiya– İslami Direniş Hareketi) örgütüne sağladığı destekle övünmekte ve onu terör örgütü olarak nitelendirmediğini dile getirmektedir. Erdoğan, 2018 yılı Mayıs ayında Londra’ya yaptığı resmi bir ziyaret esnasında Hamas için Filistin’in işgal edilen topraklarını kurtarmak için çalışan bir direniş hareketlerinden bir tanesi olarak nitelendirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mayıs 2020 tarihinde yayımladığı Ramazan bayramı mesajında; Türkiye’nin Filistinlilere olan desteğini bir kez daha yinelemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerikalı Müslümanlara yayımladığı Ramazan bayramı mesajında; İsrail’in Batı Şeria’nın bazı bölümlerine bağımsızlık verme niyetine atıfta bulunarak; ‘‘Daha geçen hafta İsrail tarafından Filistin’in egemenliğini ve uluslararası hukuku hiçe sayan yeni bir işgal ve ilhak planının devreye sokulduğuna şahit olduk. Filistin topraklarının kimseye peşkeş çekilmesine göz yummayacağız’’ ifadelerini kullanmıştır.

2019 yılı Eylül ayında Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yine çok heyecanlı ve tutku dolu Filistin yanlısı bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında ‘‘Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mazlum Filistin halkının yanında yer almaya devam edecektir” ifadelerine yer veren Erdoğan bir kez daha İsrail ve liderlerine olan nefretini ortaya koymuştur.

Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmayla, ‘‘dünyadaki zulüm gören Müslümanlar adına’’ konuştuğu için ona bir teşekkür mektubu gönderen Hamas’ın eski lideri Khaled Mashaal’ı dahi etkilemeyi başarmıştır.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa Referandumu sonrasında; ‘‘Boşuna uğraşmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti’’ açıklamasını yapan Erdoğan’ın referandum gecesinden bir görüntüsü.

Erdoğan, 2018 yılı genel seçimlerinde yeniden cumhurbaşkanı seçildiğinde, Abbas ve Hamas liderleri dâhil birçok Filistinli seçim zaferi için onu hemen kutlamıştır. Hamas siyasi bürosu üyesi Izzat al-Risheq, Erdoğan’ın başarısının Filistinlilere olan desteği artıracağını ümit ettiğini ifade etmiştir. Diğer bir Hamas yetkilisi Hazem Qassem de yaptığı açıklamada; ‘‘Hamas, demokratik deneyim ve cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı için Erdoğan’ı tebrik ediyor. Hamas, Türkiye gibi bölgedeki bütün ülkelerle ilişki kurmak ve Türkiye’nin İsrail’in saldırılarına karşı Filistin halkının haklarını savunmasını talep etmektedir’’ ifadelerini kullanmıştır.

Erdoğan gerçekten de bazı Filistinlileri, özellikle de Hamas ve örgütün bazıları Türkiye’de yaşayan Filistinli liderlerini desteklemektedir.

İngiliz günlük The Daily Telegraph gazetesinde 2019 yılı Aralık ayında yer alan bir haberde, Erdoğan’ın gazete tarafından Filistinli bir terör örgütü olarak nitelendirilen ve İsrail’e saldırılar düzenleyen Hamas’a ev sahipliği yaptığı iddialarına yer verilmiştir.

The Telegraph haber sitesinde paylaşılan haberde Hamas örgütünün İsrail’e düzenlediği saldırıları Türkiye’de planladığı iddialarına yer verilmiştir. Haberde paylaşılan fotoğrafta, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas Lideri Ismail Haniyeh ile görülmektedir. Kaynak: TURKISH PRESIDENCY PRESS OFFICE / AFP

Haberde; Hamas’ın faaliyetleri arasında intihar bombacıları bulup eğitmek maksadıyla teröristlerin ailelerine 20.000 ABD doları ödül vermek ve üst düzey İsrailli yetkililere suikastlar düzenlemek gibi iddialara yer verilmiştir.

Son iki yılda birkaç Hamas delegesi Erdoğan ve Türk hükümetinden üst düzey görevliler ile toplantı yapmak maksadıyla Türkiye’yi ziyaret etmiştir.

Erdoğan görünürde Filistin meselesine destek sağlarken ve Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Kanada ve Avustralya (ÇN: Hamas, Yeni Zelanda ve İsrail tarafından da terör örgütü olarak nitelendirilmektedir.) İsrail tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen HAMAS’ı methederken, Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinli mülteciler, Türk yetkililer tarafından kendilerine uygulanan ayrımcılık ve kötü muameleden şikâyet etmektedirler.

Erdoğan; bir yandan kendisini Filistinlilerin ve Kudüs kentindeki kutsal İslami yerlerin savunucusu olarak lanse ederken, öte yandan binlerce Filistinli mülteciyi eğitim ve tıbbi bakım dâhil temel haklardan mahrum bırakmaktadır.

Geçtiğimiz hafta Filistinli eylemciler, Filistinli mültecilerin Türkiye’de yüz yüze kaldıkları yasal problemleri çözmek maksadıyla bir kampanya başlatmışlardır. Eylemciler, Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinli mültecilerin iki haftada bir Türk güvenlik yetkililerine giderek görünmek zorunda olduklarını ifade etmektedir. Filistinli eylemciler Türk yetkililerin, aileleri ülkedeki yasal statülerini gösteremeyen ailelerin çocuklarına resmi belge vermeyi reddetmelerinden şikâyetçidirler. Bunun sonucu olarak Filistinli çocuklar, eğitim ve tıbbi bakımdan mahrum kalmaktadır.

Filistin kaynaklarına göre; Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan ve çok zor şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan yaklaşık 10,000 Filistinli mülteci bulunmaktadır.

European Civil Protection and Humanitarian Aid Operations resmi web sitesinde yer alan bir haberde, milliyetleri belirtilmeden Türkiye’deki Suriyelilerin çok iyi durumda oldukları ve lisan problemi hariç hiçbir sorunlarının olmadığından bahsedilmektedir. Kaynak: European Commission.

Filistinli mülteciler en büyük sürprizi ise Türk yetkililerin onları Suriye vatandaşları olarak nitelendirdiklerini fark ettiklerinde yaşamışlardır. Filistinli mültecileri Suriyeli olarak kayıtlara geçiren Türk yetkililer, onları çok zor bir duruma sokmaktadırlar. Türk yetkililer bu durumdakilerin sonradan belgelerini kontrol ettiklerinde ve Filistin pasaportu taşıdıklarını gördüklerinde, mültecileri sahtekârlıkla suçlamakta ve Filistinli mülteciler sınır dışı edilme veya hapishaneye atılma tehlikesiyle yüz yüze kalmaktadırlar.

Filistinli mülteci Thuri Tamim’in bağımsız bir web sitesi olan ve Filistinli mültecilerle ilgili haber yayımlayan Filistin Mültecileri İnternet Portalına verdiği bilgilere göre; Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinli mültecilerin çilesi Türkiye sınırına ulaştıkları anda başlamaktadır.

Tamim’in verdiği bilgilere göre; Türkiye’ye illegal yollardan giren Filistinlilerin çoğu Türk sınır muhafızları tarafından tutuklanmaktadır. Kendilerini Filistinli olarak tanıttıklarında ve yetkililere UNRWA tarafından verilen kimlik kartlarını gösterdiklerinde 30-45 gün süreyle cezaevlerine atılmaktadırlar.

Tamim, Suriye’den Türkiye’ye kaçan Filistinli mültecilere ‘‘yasal ötekileştirme’’ uygulandığına dikkat çekmektedir. Tamim ve diğer Filistinli mülteciler, Türk yetkililerin Suriye belgeleri taşıyan Filistinli mültecileri neden gerçek Filistinli olarak tanımamalarını garip bulduklarını ifade etmektedir.

Diğer bir Filistinli aktivist Mohammad Omar da mültecilerle ilgili Türk yasalarının Filistinliler için hayatı yaşanmaz hale getirdiğini ifade etmektedir. Filistin pasaportu çalışma müsaadesi almak, ev kiralamak ve elektrik gaz, su bağlatmak gibi çeşitli hizmetler için kullanılamamaktadır. Omar ayrıca; son birkaç aydır yaşanan korona virüs salgını nedeniyle Filistinli mültecilerin durumlarının iyice kötüleştiğini de ifade etmektedir.

Suriye’deki iç savaştan kaçan Filistinlilere kapılarını açmak yerine Erdoğan onları aşağılamakta ve hapishanelere göndermenin yollarını aramaktadır.

Erdoğan gerçekten Filistinlilere yardım etmek istiyor ise; işe hükümetine Filistinli mültecileri tutuklama ve taciz etmelerini durdurmaları yönünde talimat vermekle başlayabilir. Filistinlilere gerçekten yardım etmek istiyor ise Filistinlilerin yanı sıra İsrail’e de sefalet ve acıdan başka bir şey getirmeyen HAMAS’a ev sahipliği yapmayı ve finansal destek sağlamayı bırakmalıdır.

Erdoğan açısından Filistinliler, ‘‘Bütün Müslümanların Sultanı’’ olma hedefine ulaşmak maksadıyla kullandığı diğer bir koz gibi görünmektedir.

Çevirenin Notları: Yazıda ifade edilen düşünceler ve ileri sürülen iddialar yazar Khaled Abu Toameh’e aittir. Yazının çevrilerek paylaşılması, içeriğinin Sun Savunma Net ve çeviren tarafından paylaşıldığı anlamına gelmemektedir.

Yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

LİNK : https://www.gatestoneinstitute.org/16086/palestinians-turkey-erdogan

NATO DOSYASI /// Ercan Caner : Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi


Ercan Caner : Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi

E-POSTA : ercancaner

Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdüren Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 36 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO deneyimlerine sahiptir.

20 Temmuz 2016

Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi

Yazar: Stanley A. Weiss

Çeviren: Ercan Caner

NATO’nun kurulmasında büyük katkıları olan Amerikalı diplomatlardan bir tanesinin adının Achilles (Türkçesi- Aşil) olması günümüze kadar bir merak konusu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Dışişleri Bakanlığı Ofisi Batı Avrupa İlişkileri Başkanı ve Kuzey Atlantik Konseyi ABD Başkan Yardımcısı olan Theodore Achilles, yayılmacı bir politika yürüten Sovyetler Birliğini Batı Avrupa’da silahlı bir çatışmaya girme fikrinden caydırmak için tasarlanan antlaşma metninin yazılmasında liderlik görevini yürütmüştür. 1949 yılında kurucu üye olarak ABD’nin yanında yer alan 11 ülkeye, 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan katılmış, NATO’nun üye sayısı günümüzde ise 28’e ulaşmıştır.

Bugüne kadar, organizasyonun herhangi bir üyesinin ittifakın geri kalanına ihanet edebileceğini hayal etmenin ne kadar zor olduğunun bir yansıması olarak, NATO’nun kötü davranan bir üyeyi ittifaktan uzaklaştırma veya kötü davranışın içeriğini tanımlama yönünde resmi bir mekanizması yoktur. Sovyetler Birliğinin çöküşünden günümüze kadar yaklaşık olarak 30 yıl geçmesine rağmen NATO üyesi ülkeler, Madde 5 [1] ‘’Taraflardan birine yapılmış bir saldırı bütün üyelere yapılmış sayılacaktır’’ kapsamında, 04 Nisan 1949 tarihinde birbirlerine verdikleri söze hala bağlı kalmayı sürdürmektedirler. Yaklaşık olarak 70 yıl boyunca, gelecekte bir gün içlerinden yaramaz ve ittifakın değerlerini artık paylaşmayan, fakat davranışları müttefiklerini tehlikeye sokan ve küresel düzen için bir kâbus senaryosu olan bir üyenin faaliyetlerini savunmak gibi faktörler NATO’nun aşil tendonu[2] olmuştur.

67 yıl sonra o gün artık gelmiştir: yarım asırdır Orta Doğuda güvenilir bir müttefik olan ve Müslüman bir ülkenin laik ve demokratik olabileceğinin ispatı olan Türkiye, NATO müttefiklerinden öylesine uzaklaşmıştır ki, herkes tarafından Suriye’deki İslami Devleti, batıya karşı sürdürdüğü savaşta açıkça desteklediği bilinir hale gelmiştir. 2003 yılında, İslami güçlü adam Erdoğan iktidara geldiği andan itibaren Türkiye, İslami teröristlerin her türlüsünü kucaklarken, bütün bölge çapında IŞİD’e[3] karşı savaşan 25 milyon Kürt ile savaşı tırmandırma ve 24 Kasım 2015 tarihinde uçağı düşüncesizce vurularak düşürülen[4]Rusya Federasyonu ile olan soğuk savaşı sıcak savaşa dönüştürme dâhil, sonlandıramayacağı savaşların içinde olmayı tercih ederek otoriter bir rejime doğru sert bir dönüş yapmıştır. Şehirlerinde bombalar patlarken ve düşman kapısına gelmiş durumda iken Türk liderleri, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da geçtiğimiz Cumartesi ‘’müttefikimiz ABD’nin kayıtsız şartsız desteğini umduklarını’’ ifadesinde olduğu gibi NATO’nun ne olur ise olsun bütün şartlar altında desteğini talep etmektedirler.

Fakat artık çok geç. NATO Türkiye’yi savunmak için bu ülkeye gitmemelidir, bunun yerine Türkiye’nin Batıya karşı yaptığı uzun ve gittikçe büyüyen, İslami teröristleri desteklemeyi de içeren ihlaller listesini derhal soruşturmaya ve incelemeye başlamalıdır. Ve eğer yaparlar ise – büyük bir olasılıkla yapacaklardır, ittifakın en üst karar verme organı olan Kuzey Atlantik Konseyi[5] Türkiye’yi, saldırgan ve uzlaşmaz tutumu uluslararası topluluğu 3’üncü Dünya Savaşına sürüklemeden harekete geçerek sonsuza kadar NATO’dan uzaklaştırmalıdır.

Bu çok önceden yapılması gereken bir faaliyettir. 5 yıl önce savunduğum gibi: Bir zamanlar bir şiirinde ‘minareler süngü kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’ diyebilecek kadar iliklerine kadar İslamcı olan Erdoğan, kendisini Arap Baharı sonrası Müslüman dünyanın lideri olarak görmektedir. Son 13 yılını Türk toplumunu, laik ve demokratik yapan her şeyi paramparça ederken, Center for Security Policy’den Caroline Glick’in bir zamanlar ifade ettiği gibi ‘Putin otokrasisi ve İran teokrasisi’ karışımı yeni bir modele dönüştürmekle geçirmiştir. Geçtiğimiz sonbaharda öylesine ileri gitmiştir ki, bir zamanlar Hitler’e verilen yetkileri övme noktasına ulaşmıştır.

Erdoğan’ın liderliği altındaki müttefikimiz, Çin’den daha fazla sayıda gazeteciyi tutuklamış, düşüncelerini serbestçe ifade eden binlerce öğrenciyi cezaevlerine doldurmuş ve laik okulları İslam merkezli medreselere çevirmiştir. Hamas ve Müslüman Kardeşler örgütlerine olan desteğini aleni bir şekilde ve övünerek açıklarken uzun yıllar müttefiki olan İsrail’i ‘insanlığa karşı işlenmiş’ suçlar ile itham etmiştir. Gaza’ya olan silah yasağını ihlal etmiş, NATO’yu hiçe sayarak Çin’den bir hava savunma sistemi (neredeyse füzeler dâhil) satın almış ve ABD’nin Irak Savaşı ve sonrasında Suriye’deki İslami teröristlere karşı yürüttüğü hava saldırılarında bir hava üssünü kullanmasına izin vermemiştir. Batılı müttefikler, Batı Suriyede’ki Kobani’de[6] İŞİD savaşçılarını geri püskürtmek için savaşırken Türk tankları sınırın öte tarafında sessizce beklemişlerdir.

Aslında Columbia University tarafından derlenen ve Türkiye’nin gizli bir şekilde İŞİD savaş makinesini beslediğine yönelik kuvvetli deliller mevcuttur. Near East Outlook (NEO) dergisinde geçenlerde yayımlanan bir makalede belirtildiği gibi, Türkiye’nin, dünyanın her yerinden gelen cihatçılara Türk Bölgesinden Suriye’ye sürü halinde geçmelerine izin verdiğine, gazeteci Ted Galen Carpenter’in yazdığı gibi İŞİD’in kuzey Suriye petrolünün Türkiye üzerinden küresel pazara sunulduğuna, Erdoğan’ın oğlunun ölüm taciri İŞİD’in can damarı olan petrol satışıyla ilgili İŞİD’le işbirliği yaptığına ve petrol tankerlerinin Türkiye’den İŞİD savaşçılarına gitmek üzere Suriye’ye serbestçe geçtiklerine dair kanıtlar mevcuttur. Forbes Dergisinin belirttiği gibi, donanım sağlama, pasaport verme, eğitim, tıbbi bakım ve belki de özellikle İslami radikallere olmak üzere, çok daha direkt olarak yapılan yardım ve destekler ile ilgili kanıtlar da mevcuttur. Eski bir ABD büyükelçisine göre Erdoğan Hükümeti, El Kaide örgütünün Suriye’deki uzantısı olan El Nusra Cephesi ile direkt olarak birlikte çalışmıştır.

Ankara İŞİD’e karşı askeri operasyonlar içerisinde yer alıyor görünürken, Kürtlere karşı olan sabit fikirli yaklaşımı nedeniyle kuzey Suriye’de İŞİD birliklerini önüne katıp kovalayan Suriye Kürt Toplumunu Koruma Birliklerine (YPG)[7] acımasızca topçu atışlarını sürdürmektedir. Kürtler, 25 milyonluk bir Sünni Müslüman topluluk olarak, Suriye, Irak, İran ve Türkiye sınırlarının birleştiği bölgede yaşayan, anayurdu olmayan yeryüzündeki en büyük etnik gruptur. Türkiye, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak bilinen 14 milyon Kürde karşı kanlı ve 30 yıldır süren, 40.000’den fazla insanın yaşamına[8] mal olan bir savaşı sürdürmektedir. En son barış çabası, Türkiye’nin ülkenin güney batısına savaşmak için geri dönen ve Erdoğan’ın Türkiye ve Suriye’deki Kürtlerin hemen Türkiye sınırı ötesinde birleşebileceği yönündeki endişeleri nedeni ile PKK’ye saldırması sonucu başarısızlığa uğramıştır.

Kürtlere de Türklere olduğu gibi bazen, bugün ne oldukları değil de geçmişte ne oldukları penceresinden bakılmaktadır. 1997 yılında Türkiye ABD’yi, PKK’yi terörist örgütler listesine dâhil ettirme yönünde ikna etmiştir ve Erdoğan, Suriye Kürtlerinin de benzer şekilde terörist bir örgüt olduğunu iddia etmektedir. Fakat gerçekte YPG, ABD yönetimi ile birlikte, İslami teröristlere karşı mücadele etmek için öylesine yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır ki Washington Post geçenlerde YPG’yi, ABD’nin bölgedeki uzantısı olarak tanımlamıştır. Suriye, Irak ve Türkiye, nerede olurlarsa olsun Kürtler, herkesin söz birliği ettiği gibi, Irak ve Suriye’deki İslami Devlete karşı kara savaşını yürüten en sert ve cesur savaşçılardır. Bunun da ötesinde YPG, bölgede çok nadir görülen cinsiyet eşitliği, laiklik ve azınlıkların haklarına saygı, modern, ılımlı ve evrensel İslam konsepti ile bölgeyi felakete sürükleyen İslami cihatçılar karşısında çok güçlü bir alternatif olarak görülmektedir.

Türk Hükümeti Ankara’da meydana gelen son intihar saldırısı olayını ABD’nin Kürtlere karşı cephe alması için YPG’nin üzerine yıkmayı denemiştir. Öfkeden deliye dönen Erdoğan, Batının sadakatini sorgulamış ve ABD’yi Kürtleri destekleyerek bölgeyi bir kan gölüne döndürmekle suçlamış ve bir ültimatom[9] vererek Amerika’nın Türkiye ve Kürtler arasında bir seçim yapma zamanının geldiğini ifade etmiştir.

Tamamen aynı fikirdeyim: ABD için Kürtlerle, Erdoğan Türkiye’si arasında bir seçim yapma zamanı gelmiştir.

Eleştirmenler, Kürtlerin sınırları dışında İŞİD ile savaşma arzusunda olmadıklarını ileri sürmektedirler, fakat aslında Kürtlerin bu yaklaşımı ABD’ye bir fırsat sunmaktadır. Bütün bölgede İŞİD ile savaşmaya karşılık uluslararası koalisyon Kürtlere, kendi devletlerini kurma hakkını vermeyi önerebilir. Bir Kürt Devleti, ABD’nin bölgedeki kritik bölgesel müttefiki olabilir ve Orta Doğuda ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmada çok değerli bir rol oynayabilir. ABD’nin yardımı ile kurulacak olan Kürt Devleti, Suriyeli mültecilere barınma imkânı sağlayarak Türkiye ve Avrupa’daki bunalan göçmen sistemini de rahatlatabilir. Uzun vadede bölgenin istikrarlı hale getirilmesinde çok değerli bir müttefik olarak hizmet edebilir ve başarılı bir demokrasinin çok kuvvetli bir örneği olabilir. Diğer bir ifade ile Kürdistan Türkiye’nin bir zamanlar oynadığı rolü oynayabilir.

Aşil olmak ile neredeyse Aşil olmak arasındaki farkın yaşamak ile ölmek arasındaki fark gibi olduğu söylenir. NATO aşil tendonu olmadan da yoluna devam edebilir: Türkiye’yi sonsuza dek NATO’dan atmanın şimdi tam zamanıdır.

Yazının orijinaline aşağıdaki linkten ulaşılabilir.

LİNK : http://www.huffingtonpost.com/stanley-weiss/its-time-to-kick-erdogans_b_9300670.html
Yazıda ifade edilen düşünceler Yazar Stanley A. Weiss’e aittir. Çeviren yazarın ifadelerini aslına sadık kalarak kelimesi kelimesine çevirmiştir.

[1] Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.

[2]Aşil Tendonu: Bacağın baldır kaslarının büyük tendonu, ayak bileğinin arkasında topuğa tutunur. Baldırın arka bölümündeki kas grubunun topuk kemiğine birleşmesini sağlayan yapıya Achilleus’un öyküsünden esinlenilerek aşil tendonu adı verilmiştir. Metin içinde en zayıf ve hassas anlamında kullanılmıştır.

[3] Organizasyonun ismi Arapça al-Dawlah al-Islamiyah fi al- ‘Iraq wa al-Sham (Kısaltması Da’ish veya DAESH) ‘den gelmektedir. Batıda yaygın olarak İslami Irak ve Levant (Toros Dağlarının güneyindeki Orta Doğuda geniş alan, sınırları kesin olarak belli değildir) Devleti, İslami Irak ve Suriye Devleti ve Şam (her ikisi de ISIS olarak kısaltılır), veya basitçe İslami Devlet (IS-Islamic State) olarak kullanılmaktadır.

[4] Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri‘ne ait Sukhoi Su-24M tipi uçağın sınır ihlali gerçekleştirmesinden dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi olayıdır. Aynı zamanda 1950’li yıllardan beri ve Soğuk Savaş süreci sonrası ilk kez bir NATO üyesi ülke tarafından doğrudan Rus uçağı düşürülmüştür. Rusya, Suriye İç Savaşı’na müdahil olduğundan beri ilk ciddi kaybını bu olay neticesinde yaşamıştır.

[5] Kuzey Atlantik Konseyi örgüt içindeki en önemli siyasi karar mekanizmasıdır. Konsey değişik düzeylerde toplanır. Üyelerin önemli konularda bir anlaşmaya varmalarına yardımcı olan NATO Genel Sekreteri Konsey’in başkanıdır. NATO’nun kendisine ait pek az daimi kuvveti vardır. Kuzey Atlantik Konseyi bir operasyon yapılmasına karar verdiğinde üye ülkeler bu operasyona isteğe bağlı olarak katkıda bulunurlar. Bu kuvvetler operasyon tamamlandığında kendi ülkelerine dönerler.

[6] Kobani veya Ayn el-Arap – Türkiye’nin Şanlıurfa, Suruç ilçesinin güneyinde yer alan sınır kenti. 54.681 kişilik bir nüfusa sahiptir.

[7] YPG – Yekitiya Parastina Gel (Halk Savunma Birliği) Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de irili ufaklı onlarca Kürt gurubu vardır. Bunlardan en kanlı eylemleri gerçekleştiren ise Türkiye’ye karşı silahlanan PKK dır. PKK’nın İran’daki silahlı koluna PEJAK, Suriye’deki silahlı koluna ise YPG denir. Yani YPG, PKK ile aynı işlevi gören fakat faaliyetlerini Suriye’de sürdüren yapılanmadır. PYD ise YPG’nin siyasi kanadıdır. Tıpkı Türkiye’deki PKK’nın siyasi kanadının bugünkü HDP olması gibi.

[8] TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun bünyesinde kurulan Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Yönelik Alt Komisyon raporuna göre son 30 yılda (1984-2012): 7918 kamu görevlisi, 22101 PKK’lı, 5557 sivil vatandaş olmak üzere toplam 30576 kişi hayatını kaybetmiştir.

[9] Ültimatom – Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre: Bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota.

Stanley A. Weiss
Bir maden, kimyasal ve mineral işleme şirketi olan American Premier Firmasında geçmişte başkanlık görevini yürütmüştür. Ulusal güvenliği artırmak için en iyi iş uygulamalarını üst düzey insanlardan oluşan tarafsız bir kurum olan Business Executives for National Security (BENS’in) kurucu başkanıdır. Bay Weiss genel olarak kamu politikası üzerine yazılar yazmaktadır, sayısız makalesi International Herald Tribune, The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post ve The Washington Times’de yayımlanmıştır. Manganese (Manganez) isimli kitabında manganezin metalurji harici diğer alanlardaki kullanımlarını açık bir şekilde anlatmıştır.

Harvard’s Center for International Affairs’de geçmişte görev yapan Mr. Weiss, Humane Letters from Point Park College in Pittsburgh, Pennsylvania’dan onursal doktora derecesine sahiptir. Halen Premier Chemicals’da görev yapan Mr. Weiss, Council on Foreign Relations, the American Ditchley Foundation, the International Institute for Strategic Studies, ve İngilte’de bulunan Royal Institute üyesidir. Board of Directors of Harman International Industries; the Board of Visitors of Georgetown University School of Foreign Service ve the Advisory Boards of RAND’s Center for Middle East Public Policy ve the International Crisis Group’da görev yapmıştır.

Evli ve iki çocuk babasıdır, zamanını Londra’da bulunan evi ile Washington’da bulunan ofisi arasında geçirmektedir.

Çeviren: Ercan Caner
Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve savunma sanayinde toplam 30 yıllık çalışma deneyimine sahiptir. Ercan Caner evli ve iki çocuk babasıdır.

MİT DOSYASI : FETÖCÜ MEDYA YİNE MİT’İ HEDEF YAPTI /// İŞTE HABER : AHVAL NEWS : ‘Erdoğan’ın casus ağı’


AHVAL NEWS : ‘Erdoğan’ın casus ağı’

ZDF’in hazırladığı belgesel, MİT’in Almanya’daki örgütlenmesine ilişkin kapsamlı bilgiler sunuyor. Buna göre elçilikler veya konsolosluklarda bulunan gayri resmi istihbarat elemanları, dokunulmazlık zırhına kavuştukları için yürüttükleri faaliyetlerden dolayı, ajan olarak yargılanamıyor.

Gazeteci Susana Santina ve Simone Müller tarafından hazırlanan “Erdoğan’ın hizmetinde” ismini taşıyan ve ZDFzoom programında yayınlanan bir belgesel, MİT’in Almanya’daki faaliyetlerini ele aldı. 4 Haziran Perşembe gecesi Almanya’nın ikinci kanalı ZDF’te yayınlanan belgesel, kanalın internet sitesindeki “Mediathek” bölümünden izlenebiliyor.

LİNK : (https://www.zdf.de/dokumentation/zdfzoom/zdfzoom-im-dienste-erdogans-100.html)

Belgesel, MİT’in çalışma sistemi ve casus ağı ile bunun arka planı ve Alman (güvenlik) makamlarının buna neden göz yumduğunu da ele alıyor.

MİT’e çalışan muhbirler ağırlıklı olarak diplomatlar, diplomasi çalışanları ve Almanya’daki 13 Türk konsolosluğunda kamufle edilmiş çalışanlardır. ”Yasal Temsilcilik” (Almanca: Legalresidenturen) -elçilikler veya konsolosluklarda bulunan gayri resmi istihbarat departmanlarına verilen isim- diplomasinin dokunulmazlıktan yararlanırlar ve ajan olarak faaliyet yürüttükleri için yargılanamazlar.

Almanya’da MİT’in ana çalışanlarının yanı sıra 8 bin MİT ajanı bulunuyor. Weilheim’da yaşayan tanınmış istihbarat uzmanı Erich Schmidt-Eenboom, bunu sayının diğer ülkelere kıyasla “devasa bir sayı” olduğunu belirtiyor.

Schmidt-Eenboom belgeselde Alman iç istihbarat çalışanları ile düzenli olarak bir araya geldiğini belirtirken, binlerce MİT ajanı olduğu görüşünü de destekliyor. Bu durumda Diyanet’e bağlı DİTİB’in 1000’e yakın camisi, merkezi bir rol oynuyor. DİTİB’e çalışan imamlar, Gülen Hareketi’ne bağlı çalışan, üye vb muhalifler hakkında bilgileri konsolosluklara sızdırıyor. Tüm bunlar Alman makamlarının da bilgisi dahilinde. 2017 yılında çok sayıda imama açılan casusluk davasının basına sızmasıyla Türk hükümeti imamları ülke dışına çıkardı ve davalar ancak imamların Türkiye’ye kaçışından sonra açıldı.

MİT’in faaliyetleri için DİTİB camilerinin görevlendirmesi yeni bir bilgi değil; FOCUS dergisi 18 Nisan 1994’teki sayısında Türk istihbaratının o dönem Almanya’daki mevcut 700 camisinde istihbarat çalışmaları yaptığı yazdı. FOCUS’un araştırmalarında şunlar belirtiliyor: “Manevi liderler olarak görülen ve konsoloslukların maaş bağladığı bu imamlar, dört ayda bir Almanya’daki Türk toplumu üzerine ayrıntılı bir rapor yazmakla yükümlü. Söz konusu istihbarat operasyonu, ’Refah’ kod adını taşıyor ve imamlara ‘iç güvenlik meseleleri’ söz konusu olduğunda konsolosluklara derhal bilgilendirilme yapması için talimat veriyor.” FOCUS’un araştırmalarına göre MİT’in Almanya merkezi, o dönem Köln Ehrenfeld’deki DİTİB camisiydi.

MİT’in casusları camilerin yanı sıra seyahat acenteleri ve Almanya’daki Türk bankalarında da bulunuyor. 2014’te Alman polisi Türk ajanları tutukladığından yana bu biliniyor. Erdoğan’ın eski danışmanı Muhammed Taha Gergerlioğlu ile iki ajanın Kürt, Alevi ve Êzîdî aktivistler hakkında bilgi toplama ve casusluk faaliyeti yürütmekle yargılandığı dava, ajanların devlet hazinesine 70 bin euro kefalet ödemesi kararıyla Mayıs 2015’te apar topar kapatıldı.

Ancak dava iddianamesi Almanya’da seyahat acentesinin muhaliflerin seyahat planlarını MİT’e servis ettiği, Türkiye’ye girdiklerinde tutuklandıklarını ortaya koydu. Schmidt-Eenboom de buna dikkat çekerek, “Kamufle edilmiş casuslar bankada aktarılan paraları, seyahat acentelerinde de yolculuk bilgilerini aktarıyor” diyor.

ZDF’ye konuşan eski bir casus, kumar bağımlılığından dolayı borçlu olduğunu, bu nedenle MİT’in ajan faaliyetlerinde yer aldığını itiraf ediyor. İsmini vermeyen istemeyen casus, MİT’in kendisiyle irtibata geçtiğini ve muhalifler hakkında bilgi aktarması karşılığında para teklif ettiğini aktardı. Diğer casuslar ise gönüllü çalışanlardır; maaşlı ajan değil. Belgeselde, “Türk Cumhurbaşkanı’na tapanlar, Almanya’daki vatandaşları hakkında bilgi sızdırıp casusluk yapmayı kendilerine görev sayıyor” deniliyor.

Federal Dışişleri Bakanlığı, seyahat ve güvenlik uyarılarında ülkeye giriş ve çıkış yasağı ile tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya kalmalarının casusluk faaliyetlerle bağlantılı olabileceğini açık bir şekilde belirtiyor. Almanya’dan birilerini ihbar etmek, ücretsiz olan “EGM Mobil” uygulamasıyla bile mümkün. Erdoğan’a muhalif olanlar, Facebook paylaşımlarından dolayı haklarında soruşturma açıldığını, Türkiye’ye gittiklerinde havaalanında gözaltına alınırken öğreniyor. Sadece şanslı olanlar, işlem yapmak için Türk konsolosluklarına gittiklerinde haklarında soruşturma veya yakalama kararı olup olmadığını öğrenebiliyor.

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABF) Onursal Başkanı Turgut Öker de Almanya’dan EGM uygulamasıyla şikayet edilen ve bu yüzden hakkında dava açılanlardan biri. Türkiye’de bulunan Öker’e sınır dışı yasağı getirildi. Nordrhein-Westfalen eyaletinde yaşayan casus, ZDF’nin belgeseline konuşarak, Öker’in ‘terörist’ olduğunu; PKK’yi desteklediğini; hatta bir mitingde Türk bayrağını yaktığını iddia ederek, EGM uygulaması üzerinden ihbar ettiğini anlatıyor. Öker’in avukatı Mahmut Erdem ise MİT’e çalışan casusu ajanlık faaliyetlerinden dolayı şikayet ettiğini belirtiyor.

Federal Meclisi Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen de MİT’e casusluk yapmanın bir suç olduğunu kaydediyor. Aslında Ceza Kanunu’nun 99’uncu maddesine göre, Almanya’da yabancı bir ülkenin istihbaratına bilgi sızdırmanın 5 ila 10 yıl arası hapis cezası var. Ancak üst düzey ajanlar diplomasinin dokunulmazlığının koruması altında.
Öte yandan EGM Mobil uygulaması ile ihbar edildiğini ispat etmek de mümkün değil; gizlilik kararı bulunan dava dosyalarından bunu öğrenmek mümkün değil; tabii bu tür soruşturmaların anonim ihbarlarla yapılması da mümkün.

Söz konusu EGM Mobil uygulamasına karşı 2018 baharında açılan inceleme süreci ise bir suç unsuru teşkil etmediği savunularak kapatıldı. Federal Meclis Bilimsel Hizmetler Dairesi, Eylül 2018’de EGM Mobil uygulamasına ilişkin “Bir şikayet, ihbar veya şüphe sonucunda bir başkasını tehlikeye sokar ve siyasi kovuşturulmasına sebep olursa 5 ila 10 yıl hapis veya para cezası ile karşı karşıya gelebilir” uyarısında bulunurken, uygulamanın kullanımının önüne geçilemeyeceğini savundu.

MİT’e bağlı örgütlerden bir tanesi de 2018’de Federal İçişleri Bakanlığı tarafından yasaklanan “Osmanen Germania” adlı paramiliter örgüt. Belgeselde yurt dışındaki muhalif kişilere yönelik suikast planları da yer alıyor. Kürt devrimci kadınlar Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in 9 Ocak 2013’te katledildiklerine yer veriliyor.

İstihbarat uzmanı Schmidt-Eenboom, bu suikastin arkasında MİT’in olduğunun duruşma başlamadan önce cezaevinde ölen katil Ömer Güney hakkında hazırlanan iddianameden de anlaşıldığından bahsediyor. Belgeselde “Irak Kürdistan Özerk Bölgesinde Kürt özel kuvvetleri tarafından tutuklandığı” belirtilen iki MİT ajanının ifadelerine yer veriliyor. Ancak doğrusu, söz konusu iki MİT yetkilisi, PKK’nin emriyle ele geçirildi. Schmidt-Eenboom, Fırat Haber Haber Ajansı’nın (ANF) yayınladığı MİT ajanlarının ifadelerinin inandırıcı olduğunu söylüyor. Bu argümanını da ajanların komuta hiyerarşisi hakkında verdiği ayrıntılı bilgiye dayandırıyor.

Belgeselde Berlin’de sürgünde yaşayan gazeteci Hayko Bağdat da kendisine suikast hazırlığı yapıldığından bahsediyor. Bremen’de yaşayan KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç’a da suikast hazırlığı yapıldığı ve bu planın arkasında MİT ajanı Mehmet Fatih Sayan’ın olduğu, bu yüzden 2017’de yargılandığı ise belgeselde yok. Schmidt-Eenboom, federal hükümetinin Ankara’ya siyasi cinayetlerin kırmızı çizgileri olduğu, bunun aşılmaması gerektiğini açıkça belirttiği için MİT’in Almanya’da siyasi cinayetlerden kaçındığını söylüyor. Ancak bu MİT’in tek kırmızı çizgisi olmalı.

Aynı zamanda, on yıllardır Alman ve Türk istihbarat teşkilatları arasında çok yakın bir işbirliği söz konusu. Bu temelde cihatçı terör de özellikle son 20 yılda daha önemli hale geldi. Alman makamları, terör örgütü olarak gördüğü Suriye ve Libya’daki El Kaide ve DAİŞ’e yakın milislerin MİT tarafından desteklendiğinin de farkında. Bu da MİT’i daha güçlü bir pozisyona sokuyor. Böylece kontrol altına alabileceği yakınında olan bu örgütlerle, Alman partnerini de tehdit edebiliyor.

Bu nedenle Alman makamlarının, Almanya yasalarına aykırı olan Türk ajan faaliyetlerine karşı harekete geçme gayretleri de düşük. Daha çok ajanlık faaliyetlerine karşı sembolik uyarılarda bulunuyorlar.

Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (iç istihbarat) son raporunda, “Ajanlık ve diğer istihbarat faaliyetleri” bölümünde bu kez MİT’in faaliyetlerine de yer verildi. Oysa genelde Çin, Rus veya İran’ın istihbaratına yer veriliyor.

Türkiye’de “aşırılıkçı ya da terörist” olarak sınıflandırılan parti ve örgütler, Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Marksist-Leninist Komünist Partisi (MLKP), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) ve Fethullah Gülen’in hareketi MİT’in odağında.

Almanya’ya kaçan ve resmi makamların koruması altına alınan Gülen Hareketi’nin üyeleri dışında söz konusu örgütler, Federal Hükümet tarafından da aşırı solcu ve ‘terörist’ olarak görülüyor. Bu da; geleneksel, jeostratejik ve ekonomik çıkarların yanı sıra Alman hükümetinin MİT’in Almanya’daki devasa casus ağının sürgünde yaşayan muhalifleri izleme ve sindirmesine göz yummasının bir sebebi olmalı.

KOMPLO TEORİLERİ : Ruslar Erdoğan’ın başbakan olacağını biliyordu !!! Hiram Abas’ın sarışın kadınlara zaafı vardı !!!


Ruslar Erdoğan’ın başbakan olacağını biliyordu !!! Hiram Abas’ın sarışın kadınlara zaafı vardı !!!

8 Mart 2018

Komplo teorilerine yatkınlığım malûm. Zaman zaman yazdıklarımı komplo teorisi kapsamında değerlendiren ve bu nedenle akademik içerikten yoksun olduğunu iddia eden bazı dostlarım var. Hatta onlara göre Biyografik İstihbarat kapsamında yazılarıma konu ettiğim bazı şahsiyetlerle ilgili bilgi aktarımı da önemsiz. Magazinden öte bir şey değil. Oysa İstihbarat akıl oyunudur. Bir hedefe ulaşmak için yapılan stratejik planlama biraz da siyasi entrikadır. Matematik ve metafiziktir. ‘Komplo teorileri’ aslında senaryo yazmaktır. Bu nedenle polisiye roman türü yazarlarının bir kısmı istihbarat örgütlerine çalışır. Türkiye’de de bu böyledir. Hemen her istihbarat örgütünde öngörüye dayalı stratejik planlama ve olası gelişmelerin önceden tahmin edilerek hazırlıksız yakalanmamak için ‘komplo teorisi’ üretilen, A-B-C ve hatta D planlarının yapıldığı birimler mevcuttur. Bu çerçevede Fütüroloji de biraz komplo teorisini andırır. Fütüroloji, gelecek bilimi, gelecekbilim veya gelecek çalışmaları; gelecekte gerçekleşebilecek veya geleceğe dair bilimsel, teknolojik ve sosyolojik gelişmeleri, olağan durumun şartları ve eğilimlerini temel alarak, inceleyen ve tahminler yürüten bilim dalıdır.
Dünyadaki hemen tüm istihbarat örgütleri ya ‘komplo’ kurar ya da ‘komplo teorisi’ yazarlar. Çünkü komplo teorileri gelecekle ilgidir. Tanımlamak gerekirse ‘komplo teorisi; ‘ iç politika, uluslararası ilişkiler, ekonomi, sosyal sorun ya da olayları gerçekte olduğundan farklı/uydurma parametrelerle değil, açık ya da özel kaynakların yayınlarında ortaya konan argümanları kullanarak bir mantık çerçevesinde değerlendirmektedir. ‘Komplo teorileri’ işte bu nedenle tam da bu anlamda senaryo yazmaktır. II.Abdulhamid’in tartışmalı siyasi başarısının nedenini polisiye romanlarına duyduğu ilgiye bağlayanlar var. Polisiye romanlara düşkünlüğü biliniyor. Kendisinin Sherlock Holmes hastası -gelin biz buna tiryakisi veya hayranı olduğu diyelim- olduğundan ve Holmes’ın yeni çıkan kitaplarını İngilizceden anında çevirtip okuduğundan söz edilir.(1)
Laf komplo teorilerinden açılmışken, kendisi de bir pilot olan aktör John Travolta, Kod Adı: Kılıçbalığı (Code Name: Swordfish) filminde ne diyordu? “Onlar bir kiliseyi bombalarsa biz 10 tanesini uçuracağız, bir uçağı kaçırırlarsa biz tüm havaalanını yok edeceğiz, gerekirse kendi binalarımızı bombalayacağız, gerekirse bir şehri nükleer bomba ile sileceğiz ve terörün acımasız yüzünü insanlara göstereceğiz. Böylece terörist devletlere saldırmak için arkamızda kamuoyu desteği olacak.” Bu film, New York’taki ikiz kulelere saldırıdan tam 3 ay önce 8 Haziran 2001’de gösterime girmişti. 11 Eylül saldırılarıyla şaşırtıcı benzerlikler taşıyan filmin senaryosu, 11 Eylül’ün bir Amerikan komplosu olduğu tezini destekler nitelikteydi. Zaten John Travolta’nın oynadığı derin Amerikan devletinin adamı olan karakter, o dönemde George W. Bush’un yardımcısı olan ve Neo Con ekibinin en eli kanlı gözü dönmüş unsuru Dick Cheney ile benzeşiyordu. Dick Cheney de aynı mantığı güdüyordu. “Zor, oyunu bozacaktı”… (Bu arada enteresan birşey, Hollywood bazen bir kahin gibi olacakları görüyor. Mesela Ağustos 1997’de gösterime giren “Komplo Teorisi” -Conspiracy Theory – filminde de Türkiye’deki deprem tam olarak da 7,4 büyüklüğünde geçiyordu) Şimdi merak ediyorum beni komplocu olmakla itham edenler buna ne diyecek?(2)

Bir ülkede askerî, siyasî, kültürel, ekonomik elite yönelik yapılan bilgi toplama faaliyetine Biyografik İstihbarat deniliyor. Bu nedenle, akrabalık ilişkileri, araştırmaya konu aktörün yetiştiği siyasi ve ekonomik çevrenin bağlantıları, kişisel özellikleri, ilgi alanları, zaafları üzerinde durulur. Biyografik istihbarat, bir ülkenin politik, ekonomik, kültürel, askerî, toplumun yaşamında aktüel veya potansiyel önem taşıyan kişilerle olduğu kadar şüpheli ve gizli ilişkiler içinde olan bireylerle ilgili olarak toplanan özel ve kamusal nitelik taşıyan bilgileri içerir. Bazı istihbarat sorunları ancak biyografik istihbarat ile çözülebilir. Şüpheli ve gizli ilişkileri tespit edilen kişiler ile ilgili biyografik istihbaratta bu kişilerin içinde olduğu ilişki ağı konusunda bilgi vermesi açısından önemlidir. Özellikle mafya ve terör örgütlerinin liderleri hakkında yapılan biyografik istihbarat çok faydalı bir bilgi temeli oluşturmaktadır.

Ancak, biyografik istihbarat sadece taktik ve operasyonel istihbarat için değerli kanıtlar üreten bir istihbarat alanı değil, onun çok ötesinde stratejik istihbarat içinde veri temin edebilen bir istihbarat türüdür. Örneğin, Troçki’nin I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında faaliyetlerini izleyen mektuplarını okuyan İngiliz İstihbarat Servisi MI 5 Troçki’nin Rusya’da Leninistlerle birleşmesi durumunda ülkeyi devrime götürebileceğini öngörmüştür. ABD dış politikasında yabancı politik liderler eksenli bir politik ilişki anlayışı kurumsala tercih edildiğinden CIA tarafından yapılan istihbaratta biyografik istihbarata büyük bir önem verilmektedir.24 Karar alıcılara yönelik olarak yapılan biyografik istihbarat ile amaçlanan karar alıcının ruhsal yapısını, fikirsel çerçevesini, karakterinin güçlü ve zayıf yanlarını analiz etmektir.(3) Siyasî liderlerin zayıflıkları, güçlü yanları, bağlantıları, okudukları kitaplar, günlük bilgi kaynakları, kişisel sorunları istihbaratçıların onların eylemlerini öngörmeleri için temel oluşturmaktadır.

Tekrar olsa da yine yazalım çünkü “et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen” sözünde anlatıldığı gibi “Yüz seksen kere de olsa tekrar etmek güzeldir.” İstihbarat örgütlerinin, kendi ülkelerinin stratejik planlamaları için en fazla önem verdiği bilgilerden biri, diğer devletlerin lider ve lider potansiyelleri ile ilgili kişisel bilgilere ulaşabilmektir. Bu amaçla belirgin ve gizli kişilik özellikleri, zaafları, güçlü yanları, korkuları, geçmişiyle ilgili önemli ya da önemsiz her türlü bilgi gizli servisin kurumsal hafızasında depolanır. Bu veriler ışığında bir kişilik analizi yapılır. Hatta eğer önemli bir makamda ise bu kişiliğin çeşitli durum senaryoları karşısındaki olası tepkilerini belirlemek için simülasyonlar bile hazırlanır. Bu konuda ‘İngiliz Casusunun İtirafları’ adlı hatırat mutlaka okumalı. 1700’lü yıllarda İstanbul’a gelen ve orada çeşitli İslami ilimleri ve lisanları öğrenen İngiliz casusu Hempher’in, İslâm dünyasını ve Müslümanları parçalamak için yaptığı casusluk faaliyetleri ve Vehhâbîliği nasıl kurduğu anlatılır. Kitapta en ilginç bölüm Hempher’in Londra’ya geldiğinde ziyaret ettiği İstihbarat merkezinde gördüğü Sünni ve Şii din adamlarıdır. Her biri İngiliz’dir ama hangi din adamını taklit ediyorsa onun gibi yaşamakta, onun gibi giyinmekte, onun gibi konuşmaktadır. (4)

İsterseniz birkaç örnek vereyim. Birçok uluslararası görevde bulunan, 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak”ın Süleymaniye kentinde Amerikan güçlerince Türk Özel Kuvvetleri”ne mensup askerlerin başlarına çuval geçirilerek esir alınmalarından sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından Bağdat”taki Amerikan kuvvetleri karargâhına gönderilen ilk askerî temsilci emekli Kurmay Albay İsmail Hakkı Soygeniş’in , “Rus strateji uzmanı 1996 yılında Tayyip Erdoğan’ın başbakan olacağını biliyordu.” iddiası üzerinde durulmalı.(5) Erdoğan’la ilgili Rusların takip ettikleri bir başka konu da sağlığı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 09.10.2017’de, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile ortak gerçekleştirdiği basın toplantısı sırasında uyuklamasını değerlendiren Rus psikoterapist Leonid Tretyak, Erdoğan’ın çok yoğun programı nedeniyle fiziksel bitkinlik yaşamış olabileceğini, diyabet gibi metabolizma bozuklukları olması durumunda da aşırı uyku halinin görüldüğünü, Erdoğan’ın bir sağlık sorununun olduğunu düşünmediğini söylemişti.(6)

Bir başka örnekte TSK ile ilgili. İsrailli yetkililer, Yaşar Büyükanıt’ın müstakbel Genelkurmay Başkanı olacağını öngörmüşler ve Org. Yaşar Büyükanıt’ın 1. Dünya Savaşı sırasında o topraklarda şehit düşen zabit dedesi annesinin babası Mehmet Yaşar Efendi’nin Kudüs’te bulunan 1400 yıllık Yusufiye Mezarlığı’ndaki kabrini bulup onararak jest yapmışlardı. Hatta sonraki yıllarda adı geçen mezarlık duvarının restorasyonunu TİKA gerçekleştirmişti. Büyükanıt, İsrail gezisinde, aralarında dedesinin de yer aldığı Osmanlı Askerleri Anıtı’nın temel atma törenine katılmıştı. Belli ki bu da biyografik istihbarat çalışmasının bir sonucuydu.(7)

Türkiye’de istihbaratçı denilince akla gelen beş kişiden biri olan ve Özal döneminde önemli görevlerde bulunan efsane MİT görevlisi, Milli İstihbarat Teşkilatı Kontr-Espiyonaj yani Casusluga Karşı Koyma Dairesi Başkanlığı da yapan, Hiram Abas’ın ölümü de bir nevi “Bal Tuzağı”nın başka bir şekliydi. Hiram Abas’ın özellikle sarışın kadınlara olan zaafı bilinmekteydi. Öldürülmeden önce arabasıyla giderken bir tümsekte hafif yavaşlamak zorunda kalmıştır. O ara genç ve uzun boylu biri yaklaşarak arabanın içindeki Abas’ı kurşunlayarak öldürmüştür. İlginç olan ise silah kullanmada bu kadar usta olan birinin silahına bile davranamadan ölmesiydi. Bunun cevabını da görgü tanıklarının ifadesinde görmek mümkündür. Görgü tanıkları araba yavaşladığı esnada, gayet güzel alımlı ve sarışın bir kadının da oradan geçtiğini ifade etmişti. Bu kişi, sarışın kadınlara karşı zaafı bilinen Hiram Abas’ın dikkatini dağıtmak için mi kullanılmıştı.(8) Daha fazla yazmayacağım arife tarif gerekmez!

Bakınız:
1- http://www.radikal.com.tr/turkiye/abdulhamid-sherlock-holmes-hastasidir-1078446/
2- https://odatv.com/11-eylul-bin-yil-surer-mi-1109121200.html
3- Prof. Dr. Ümit Özdağ/ Stratejik İstihbarat/ http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/109-149%20umit.pdf
4- Memoirs of Hempher, The British Spy to the Middle East/ https://defence.pk/pdf/threads/memoirs-of-mr-hempher-the-british-spy-to-the-middle-east.303983/
5- 16 Ağustos 2006, Çarşamba/ https://www.sabah.com.tr/yazarlar/akoz/2006/08/16/biyografik_istihbarat
6- https://tr.sputniknews.com/turkiye/201710101030523482-erdogan-uyuyakalma-videosu-sebebi/
7- http://www.hurriyet.com.tr/evet-dedesinin-mezari-israil-de-4880448https://www.yenisafak.com/dunya/buyukanitin-dedesi-israilde-oldu-74547
8- Koray Kamacı/Kadın ajanların en etkili silahı: Bal Tuzağı/ http://www.yeniakit.com.tr/haber/kadin-ajanlarin-en-etkili-silahi-bal-tuzagi-143836.htmlhttp://www.haber7.com/medya/haber/702197-bir-istihbarat-devine-suikastin-dosyasi

Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39

AK PARTİ DOSYASI /// Bülent ERANDAÇ : Erdoğan’dan Yeni Dünya Stratejik Hamleleri


Bülent ERANDAÇ : Erdoğan‘dan Yeni Dünya Stratejik Hamleleri

13 Nisan 2020

Türkiye’de ilk koronavirüsten ölüm 11 Mart’ta meydana geldi. Dünyada olduğu gibi Türkiye topraklarında da, bir hayalet dolaşmaya başlamıştı. Olağanüstü tedbirler ardı ardına alınmaya başladı. Aradan bir hafta geçtikten sonra, korona sonrası dünyanın eskisi gibi olmayacağı yüksek sesle konuşuluyordu.

TARİH:26 MART 2020

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ulusa seslendi. Çok önemli, geleceği çok yakından ilgilendiren mesajlar verdi:

‘’DÜNYADA YENİ BİR SİSTEM KURULACAK. Dünya bu salgın hastalığın ardından hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yepyeni bir küresel, siyasi, ekonomik, sosyal sistemin inşa edileceği bir döneme doğru gitmektedir. Türkiye olarak bu yeni döneme çok büyük avantajlarla ve güçlü bir altyapıyla giriyoruz. Önümüzdeki 2023 hedeflerimize umduğumuzdan daha kısa sürede ulaşabileceğimiz bir fırsat duruyor. Aydınlık yarınlar bizi bekliyor. Tedbir bizden, mücadele bizden, ferasetli davranmak bizden, takdir Allah’tandır. Her meselemizde olduğu gibi Rabbimizin yardımının bu sıkıntımızda da yanımızda olacağından şüphe duymuyoruz’’

O günden başlayarak Türkiye’nin düşünen beyinleri, yarınların dünyasına yönelik öngörülerini daha sık açıklamaya başladılar.

Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, korona sonrası yanı dünya oluşumlarında Türkiye’nin önünü açacak hamlelerini başlattığı gözlendi.

Başkan Erdoğan (10 Nisan 2020) yaptığı 2 stratejik hamleyle Asya’dan İngiltere’ye uzanan bir hatta yanı denklem kurmaya yöneldi.

Stratejik 2 hamlanın sonuçlarını korona sonrası daha net olarak göreceğiz. Erdoğan’ın derinlikli, özellikli hamlelerinin ruhu şöyle:

1)Türk devletlerine seslendi. Geleceği işaret ederek, ’’SALGIN SONRASI İÇİN HAZIRLANMALIYIZ’’

2)İngiltere Başbakanı Boris Jonhson’a çok anlamlı ve derinliği olan, KÜRESEL YENİ OLUŞUMLARA işaret eden bir mektup gönderdi.

ASYA HATTI TAHKİMATI

Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Keneşi-Türk Konseyi) koronavirüs gündemiyle olağanüstü toplandı. Toplantıya telekonfreransla katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bu savaşı elbette kazanacağız. Salgın sonrası için de hazırlık yapmalıyız. Bu şekilde bir hareket tarzı benimsenmesi konseyimizin uluslararası görünürlüğünü belirginleştirecek ve küresel gücünü arttıracaktır." ifadelerini kullandı.

Zirveye Cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan, Azerbeycan- İlham Aliyev, Kazakistan- Kassym-Jomart Tokayev, Kırgızistan -Sooronbay Ceenbekov, Özbekistan -Şevket Mirziyoyev, Türkmenistan – Kurbankulu Berdimuhammedov, Macaristan Başbakanı Viktor Orban katıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın derinlikli konuşması:

TÜRK DÜNYASI OLARAK DAHA GÜÇLÜ ÇIKACAĞIZ

‘’Allah’ın izni ile bu savaşı elbette kazanacağız. Ardından da yeni bir dünya gerçeği ile karşı karşıya kalacağız.

Bu nedenle mücadelemizi sürdürürken diğer taraftan salgın sonrası dönem için hazırlık yapmalıyız.

Sağlıktan ticarete, ekonomiden toplumsa psikolojiye, gelişmelere bütüncül şekilde yaklaşmalı, işbirliği alanların tespit ederek gerekli adımları atmalıyız.

Bu minvalde salgın ile ilgi sorunlara çözüm üretmek, bilgi tecrübe paylaşımında bulunmak, ayrıca salgın sonrası döneme ait stratejiler üretmek amacıyla ulusal kriz merkezlerimiz arasında bir eş güdüm işbirliği mekanizmasının kurulmasını öneriyorum.

Bu şekilde bir hareket tarzı benimsenmesi konseyimizin uluslararası görünürlüğünü pekiştirecek, küresel çapta ağırlığını arttıracaktır."

Türk Devletleri Zırvası’nın önemli bir köşe başı da, Macaristan Türk Konseyi’nin daimi uyası olmasıydı. MACARISTAN BAŞBABAKNI ORBAN’IN TÜRKLÜĞÜ TESCIL EDILDİ.

Bundan sonra BUDAPEŞTE’DEN ÇİN SEDDINE KADAR BIRLEŞİK TÜRK DEVLETLERI KONSEYI’NIN AĞIRLIĞI OLACAK.

İNGİLİZ BAŞBAKANI JOHNSON’A ERDOĞAN MEKTUBU

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a gönderdiği mektup, çok iyi düşünülmüş, derinliği olan, korona sonrası yenidünyada Türkiye-İngiltere ilişkilerini çok özellikli bir hatta yerleştirmeye yönelik bir mektup

Erdoğan’ın özellikli cümleleri..(Büyük harflerle yazdığımız ifadelere özellikle dikkat)

“Sayın Başbakan, Değerli Dostum,

Öncelikle, tedavi sürecinizin bir an evvel sonuçlanarak sağlığınıza kavuşmanız için en samimi dileklerimi yinelemek istiyorum.

Ülkemiz için önemli bir STRATEJIK ORTAK, GÜÇLÜ BİR MÜTTEFİK VE DEĞERLİ BİR DOST OLAN BİRLEŞİK KRALLIK’IN, tüm dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 salgınından maalesef en fazla etkilenen Avrupa ülkelerinden biri olduğunu biliyorum.

DOST BIRLEŞİK KRALLIK HALKI’NIN bu trajediden asgarî seviyede kayıpla çıkmasını temenni ediyorum.

HEMEN HEMEN HER ALANDA MÜKEMMEL DÜZEYDE SEYREDEN ilişkilere sahip olduğumuz ve TÜRKİYE İÇİN VAZGEÇİLMEZ ORTAKLARDAN BİRİ OLAN BİRLEŞİK KRALLIK ülkemizle dayanışmasını çeşitli vesilelerle birçok kez göstermiştir.

Küresel olarak yaşamakta olduğumuz BU ZORLU DÖNEMİ GERİDE BIRAKTIKTAN SONRA göreve geldiğiniz günden bu yana sürdürmekte olduğumuz SAMİMİ VE YOĞUN İLETİŞİMİ TAÇLANDIRMAK VE İKİLİ İŞBİRLİĞİMİZİ BREXIT sonrası dönemde DAHA DA İLERI TAŞIYACAK ADIMLARI KARARLAŞTIRMAK AMACIYLA, ATA TOPRAĞINIZ OLAN ÜLKEMIZDE sizi ağırlamak istiyoruz’’

NEDEN İNGİLTERE?

TÜRKİYE’NİN COMMONWELT-İNGILTERE HATTINDA KURMAYA ÇALIŞTIĞI YENİ DENKLEM

İngiltere, 23 Haziran’da tercihini Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmak yönünde yaptı. Dünya ekonomik odaklarının derinliğinin temsilcisi Financial Times’ta, geçen yıl dikkati çeken bir analiz yayınlandı. Dikkatle okuyalım:

“AB’den ayrılma kararı,1960’larda imparatorluk formunu terk ettiğinden bu yana İngiltere’nin dış politikasındaki en temel değişim” olarak tarif ettiği duruma karşılık gelmektedir Referandumdan çıkan bu sonucu, birçok çevre olumsuz, ayrıştırıcı ve eksik bilgilerle yürütülen bir durum olarak gördü. Bunu başka bir tartışma takip etti: İngiltere’nin gelecekteki politikalarını şekillendirecek muhtemel konu başlıkları ne olacak?

Öncelikle, Orta Doğu’da daha çok hareket özgürlüğüne sahip olabilme şansı yakalanmış olacaktır.

Dünyanın geri kalanı, doğal olarak Brexit’in İngiltere’nin dünyadaki yeri ve gelecekteki dış politikası için ne anlama geldiğini merak ediyor. İngiltere; BM Güvenlik Konseyi’nin, G7’nin ve G20’nin devamlı üyesi olmasının yanı sıra NATO’ya öncülük eden ve Commonwealth’in bir parçası olan dünyanın en büyük ekonomilerinden biri.

İngiltere’nin 100 yıldan fazla bir süredir kilit bir rol oynadığı Orta Doğu’ya yaklaşımına nasıl bir etkisi olacağı üzerine detaylı çalışmalar sürüyor.

İngiltere geçmişte Atlantik’in iki kıyı hattı boyunca, yani AB ve ABD arasında köprü işlevi görmüş ve sıklıkla stratejik bir güzergâh olarak rol oynamaya çalışmıştı. Bu duruş, 2003 yılında İngiltere’nin AB çoğunluğunun aksine ABD’nin Irak’ı işgaline itiraz etmesinden sonra çarpıcı bir şekilde sona erdi. Uzun yıllar değişmeyecek bir diğer kilit faktör ise İngiltere’nin Körfez’deki enerji kaynaklarına olan bağımlılığıdır.

Hâliyle İngiltere’nin bilhassa Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile olan ilişkileri, Orta Doğu’ya ilişkin yaklaşımları açısından belirleyici olacaktır. Problem şu ki geçmiş belki de gelecek için doğru bir rehber olmayabilir. Zira İngiltere, değişim içerisinde iken aynı zamanda kendi rotasını bulma çabası içerisinde bulunacaktır.

İngiltere’nin Orta Doğu’da kendisini konumlandırdığı haliyle nereye evirileceğini öngörmek için her zaman olduğu gibi, bunun Avrupa ve ABD için ne anlama geleceği ile yerel durumu birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Brexit sonrası, İngiliz Hükümeti için en önemli başlık ticarettir ve ticari ilişkiler her zamankinden daha önemli bir başlık olacaktır. Körfez gibi esaslı piyasalar ise bu süre zarfında daha fazla talep alanı geliştirmeden önce İngiltere için öncelikli piyasalar olacak.

Öte yandan İngiltere, ABD dâhil olmak üzere en büyük ticari ortaklarıyla ticaret antlaşmaları konusunda müzakere dönemine girecektir.

Bunun yanı sıra farklı uluslararası ve ikili ticaret antlaşmalarının müzakere edilip hazırlanmasına ihtiyaç olacak. Bu, İngiltere’nin şu an AB üyesi olarak bir parçası olduğu antlaşmaların yerini alacak 50 yeni ticaret antlaşmasını da içerecektir.

Önümüzdeki dönemde büyük uluslararası meseleler, tekil ilişkilerden ziyade bazı devlet blokları ve ittifakları tarafından karara bağlanacak ve bu yüzden İngiltere, kayda değer bir nüfuz kaybına uğrayacaktır. Bu durumda İngiltere’nin ABD ile yakın bir temas içerisinde olup Beyaz Saray’a daha bağlı hareket edeceğinin neredeyse kesin olduğu söylenebilir.

Geniş anlamda Orta Doğu içinse bu durum, AB’nin ve İngiltere’nin kendi iç gündemlerine bağlı kalacakları, İsrail-Filistin sorunu gibi bölgedeki çatışmaları çözmek hususunda yapıcı inisiyatiflere muhtemelen dâhil olacakları geliyor.

İngiltere için Suriye meselesi ise yalnızca IŞİD ile mücadele ve mülteci akınını asgari düzeye indirme merceğinden izleniyor olabilir. Bir yandan Türkiye, AB’ye girmesine taraftar olan önemli bir ismi kaybetti. Fakat Suriye meselesinde bölgeye yakınlığına ve krizin etkisine rağmen Avrupa Birliği pek az bir etkiye sahip. Uluslararası bağlamda iki büyük oyuncu olarak Rusya ve ABD ile kilit bölgesel aktörler olarak Türkiye, Suudi Arabistan ve İran etkili bu meselede. İngiltere bu anlamda gün geçtikçe daha büyük bir hareket kabiliyetine sahip olabilir.

İngiltere’nin AB harici dış politikasının en öncelikli gündemi oluşuyor. Bu yanıyla İngiltere, AB’de olmasa bile Avrupalı kaldığını göstermesi açısından kendisine yeterli hareket alanı sağlayacaktır. Zira İngiltere, diğer ülkelerin teröre karşı mücadelede hâlâ faydalanmak istediği en iyi seviyede istihbarat imkânlarına ve ajanlarına sahip bir ülke konumunda. İngiltere, kendisini geri çekmek yerine muhtemelen kendi rolünü yeniden bölge hâkimiyeti üzerinden kurgulayacaktır.

İngiltere, AB’den ayrıldıktan sonra İran ile olan ilişkilerini bir anda rafa kaldırılamayacağını göz önüne alırsak bu ilişkilerde İngiltere’nin rolü ne olacak? Esasında İran, Brexit ile birlikte daha zayıf bir AB ve İngiltere göreceğini varsaydığı için söz konusu ayrılma kararını mutlulukla karşıladı.

Fakat İngiltere’nin en azından AB’den bağımsız bir dış politikası olacağı pekâlâ çok açık.

Bu, gelecekteki bir hükümetin Filistin meselesine dair risk alacağı anlamına gelebilir mi? Filistin’in tanınacağı yahut belki de birçok diplomatın istediği gibi Hamas ve Hizbullah ile doğrudan temaslara başlanacağı anlamına gelebilir mi? İngiltere’nin hâlihazırdaki konumu, İsrail’in yerleşimleri ve Gazze gibi konularda daha zayıf hale geldiği bir noktada farklı bir yöne evrilebilir. Muhafazakârlardan oluşan bir hükümet muhtemelen rotasını değiştirmeyecektir ancak İşçi Partililerden oluşan bir hükümetin bu tarz bir yön değişikliğinden yana olacak olması muhtemeldir.

Açık ticaret yaklaşımı benimsenirse İran ile çok daha büyük bir iş ortaklığı imkânı doğabilir. Zira birçok şirket, sadece ABD yaptırımlarının sürmesinden ve İran ile yapılacak antlaşmaların iptal edilmesinden çekiniyor.

Türkiye de iyi bir pazar olabilir. Peki, bu, pratikte ne anlama geliyor? Kıbrıs, Doğu Akdeniz politikalarında Türkiye, önemli konumuyla dikkate değerdir.

İngiltere’nin dünyaya yönelik yeni bir yaklaşım ortaya koyabilmesi muhakkak gündeme girecektir. Mısır, Ürdün ve Lübnan eski Büyükelçisi James Watt, “kendisini AB üyeliği kozasından çıkaran bir İngiltere’nin bu aşamada öncelikli olarak ihtiyaç duyduğu şeyin, dış politikada ve Birleşik Krallığın kimliğine dair tartışmalarda tavizsiz ve vizyoner bir liderlik” olduğuna inanıyor.

Daha az patinaj, daha az gerçekçi bir yol izlemek ve tarihten daha fazla ders çıkarmak İngiltere’ye yardımcı olacaktır”

İngiltere’nin Orta Doğu politikalarındaki değişimini henüz tespit edemeyen bölgesel aktörlerin sabırlı olması gerekiyor. Belki de İngiltere tüm bu süreçten daha güçlü bir şekilde çıkacak ve daha önceki ağır aksak yürüyüşünün aksine dünyadaki rolünü yeniden gözden geçirmeye mecbur kalacaktır’’

SONUÇ

Brexsıt sonrası İngiltere, Ortadoğu’ya yeniden yönelirken, bu sefer karşısında veya yanında stratejik konumu, bölgesel oyuncu Türkiye gerçeğini, muhakkak değerlendireceğinden, TÜRKİYE-İNGİLTERE İLİŞKİLERİNİN İVME KAZANMASI, çok değerli bir sürece işaret etmektedir.

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, İngiltere hattını tahkim ederken, KIBRIS-LIBYA-DOĞU AKDENIZ STRATEJILERININ ALT YAPISINI GELİŞTİRMEYE KARARLIDIR.

KADERE BAKINIZ.100 YIL ONCE OSMANLI’YI PARÇALAYAN, SYKES-PICOT ANLAŞMALARI İLE ORTADOĞU HARITALARI ÇİZEN INGILTERE,100 YIL SONRA GELECEĞİNİ YENIDEN DİRİLEN, ORTADOĞU’NUN BÖLGESEL GÜCÜ KONUMUYLA OYUN KURAN TÜRKİYE GERÇEĞİNE GÖRE KADERINI BELİRLEME DURUMUNDA KALACAKTIR.

KORONA SONRASINA TÜRKİYE FIKREN,RUHEN,82 MILYONU HEDEFE KILITLEYEREK HAZIRLANIYOR.’’YENI DÜNYADA KÜRESEL OYUNCU TÜRKİYE’’ YOLUNDA YÜRÜYORUZ..BÜYÜK DÜŞÜNCE.BÜYÜK HAREKET TÜRKİYE’YE YAKIŞIYOR.

DIŞ POLİTİKA DOSYASI /// Furkan Hamit : Trump’ın Oyalamalarına Karşı Erdoğan’ın Tavrı


Furkan Hamit : Trump’ın Oyalamalarına Karşı Erdoğan’ın Tavrı

19 Ekim 2019

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Amerikan askeri birliklerinin Suriye’ye girmesinden hemen sonra dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama’ya sözde Kürtleri temsil eden bölücü terör örgütü PKK/YPG/SDG ile arasına mesafe koyması ve Suriye’de onlara herhangi bir rol vermemesi konusunda sürekli telkinlerde bulunmuştu. Fakat Obama stratejik ortağı olan Türkiye’yi dikkate almadan Suriye’de DAEŞ’e karşı mücadele için bütün bu teröristleri (Pakistan medyasının batı medyasının etkisinde kalmadan PKK ve YPG’yi asi olarak değil terör örgütleri olarak vermesi gerekir. Çünkü Pakistan hükümeti bu örgütleri terör örgütleri olarak görmektedir) eğitmekle birlikte finansal destek vermeyi sürdürdü.

Askerlerini Suriye’den çekme sözü vererek iktidara gelen ABD Başkanı Trump, bu durumu görüp kararsızlığa düştü. Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile diyaloğa girerek ABD ve NATO’nun ortağı olduğu için Türkiye’ye önem verdiklerine vurgu yaptı. Fakat Türkiye’ye verdiği sözleri asla tutmadı ve bahane üretmeyi sürdürdü.

Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde başlattığı askeri harekâtı durdurması için zaman zaman bakanlarını Türkiye’ye gönderdi. Fakat Erdoğan’ın sağlam iradesi karşısında bir şey yapamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’nin kuzeyinde artık hiçbir şekilde teröristleri görmeye tahammülü yoktu. Bunun için Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda ABD askerlerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi sürecinde terör örgütü PKK/YPG/SDG’nin de bölgeyi boşaltmasını istedi. Aksi takdirde askeri operasyon başlatarak bütün bu teröristleri bölgeden çıkartacağı uyarısında bulundu. Türkiye’nin bu uyarısı üzerine her ne kadar Trump başlangıçta Türk ekonomisini mahvetme tehdidinde bulunsa da durumun hassasiyetini anlayarak Suriye’nin kuzeyinden askerlerini çekmeye başladı. Bu şekilde de Türkiye için Suriye’de askeri operasyon başlatmanın yolu açılmış oldu.

Bundan önce Trump selefi Obama hakkında yaptığı açıklamada, DEAŞ’a karşı mücadelede terör örgütleriyle anlaşmasını büyük bir hata olarak nitelendirmişti. Bu açıklamasıyla Türkiye’yi destekleyen bir görüntü veriyordu. Fakat "Kuşlar kesildikten sonra pişmanlık fayda vermez" diye bir deyim vardır. Erdoğan, ABD askerlerinin bölgeden çekileceği açıklamasından hemen sonra Suriye’nin kuzeyine operasyon başlatma konusunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin rızasını almıştı. İşte bu süreçte Erdoğan, en büyük müttefiki ABD’yi ve Avrupa’nın önde gelen ülkelerin liderlerini de telefonla arayarak operasyon hakkında bilgilendirdi.

Erdoğan, 9 Ekim çarşamba günü sosyal medya hesabı Twitter’dan yaptığı paylaşımda Suriye’nin kuzeyine yönelik Barış Pınarı adıyla askeri operasyon başlattığını duyurdu. Erdoğan, harekâtın amacıyla ilgili yaptığı paylaşımda Suriyeli sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak ve böylece Türkiye’de bulunan 3,6 milyon sığınmacıyı bu bölgeye yerleştirmek olduğunu belirtti. Türkiye’nin bu askeri harekâtını başlatmasından sonra ABD kamuoyunun şiddetli baskısına maruz kalan ABD dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye’nin Suriye’de askeri harekât başlatmasına yönelik izin verildiği haberlerini reddetti.

Avrupa Birliği (AB) de Türkiye’nin bu harekâtını kınayarak konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) götürdü. Fakat Rusya’nın engel çıkartması nedeniyle ortak bir kınama kararı alma konusunda muvaffak olamadılar. Erdoğan AB’ye sert tepki göstererek, Güvenlik Konseyinde Türkiye’ye ders vermeye kalkan ülkelerin, Türkiye’ye karşı nasıl bir komplo kurulduğundan haberleri olmadığını vurguladı. Erdoğan, batı ülkelerinin silah satışını durdurmaları konusuna ilişkin Türk atasözüyle karşılık vererek “Kötü komşu ev sahibi yapar.” dedi. AB’nin yaptığı da işte budur. Onlar Türkiye’yi kendi silahını yapmaya sevk ettiler. Türkiye, kendi silah ihtiyacının yüzde 70’ini karşılamakta, tümünü kendi imkânlarıyla karşılayacağı dönem de uzak değildir. Erdoğan, AB’yi uyararak “Kendinize gelin, operasyonumuzu işgal hareketi olarak nitelerseniz işimiz kolay, kapıları açar 3,6 milyon mülteciyi sizlere göndeririz" demişti. Erdoğan, AB’nin bu mesajdan gereken dersi de çıkarttığına vurgu yapmıştı.

BMGK’nın yanında Arap Birliği de Türkiye’nin bu askeri harekâtından rahatsız olup Türkiye’ye karşı diplomatik, ekonomik, yatırım ve turizm konularında atılacak adımların gözden geçirilmesi kararı aldı. Erdoğan Arap Birliği’nin bu kararını sert dille kınayarak Arap ülkeleri bir araya gelse bile Türkiye’ye hiçbir zarar veremeyeceklerini, Suudi Arabistan’ın önce kendine bakmasını zira ellerinin masum Yemen halkının kanıyla boyandığını, Mısır’ın ise sesini bile çıkartmamasının kendisi için daha iyi olacağını çünkü bu ülkeyle ilgili olan bitenlerin herkesçe malum olduğunu vurguladı. Erdoğan, bölücü terör örgütü YPG/PKK’nın Arapları Suriye’nin kuzeyindeki yurtlarından çıkartıp bölgeyi işgal ettiğinde, o Arapları misafir olarak kabul eden ülkenin Türkiye olduğunu hatırlattı. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğüne inanmakta ve Suriyeli mültecileri Suriye topraklarında güvenli bir bölgeye nakletmeyi arzu etmektedir.

Pakistan, Suriye’nin kuzeyinde başlattığı Barış Pınarı harekâtı konusunda Türkiye’yi açıkça destekleyen tek ülkedir. Önce Pakistan Dışişleri Bakanlığı bu harekâtı desteklediklerini açıkladı. Hemen sonra da Pakistan Başbakanı İmran Han, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak Barış Pınarı Harekâtı’nı tamamen desteklediklerini bildirdi. Erdoğan da Başbakan İmran Han’a teşekkür ederek Suriye’nin kuzeyinde başlatılan Barış Pınarı Harekâtı hakkında bilgilendirdi. İmran Han, terör konusunda Türkiye’nin güvenlik endişelerini anladıklarını, Türkiye’yi her zaman olduğu gibi her yönden desteklemeyi sürdüreceklerini belirtti. İmran Han, bu harekâtın bir an önce başarıya ulaşmasını temenni ettiklerini ifade etti ve Pakistan halkının Erdoğan’ın ziyaretini beklediklerini vurguladı.

Burada okuyucularımızla şu haberi de paylaşmak isterim ki batı ülkelerinin Türkiye’ye silah satışını durduracakları yönünde açıklamaları üzerine Pakistan’ın, teçhizat yanında Türkiye’ye askeri destek de vermeyi teklif ettiği yönünde haberler gelmektedir. Bu haberlerin ne kadar doğru olduğu konusunda bir şey söylememiz mümkün değildir. Fakat şu kadarını söyleyebiliriz ki Pakistan, Türkiye’ye PKK ile mücadelesinde ihtiyaç hissettiği anda silah yardımında bulunmuştur. Pakistan’ın, Kıbrıs barış harekâtı sırasında da savaş uçaklarını ve teçhizat göndermekle birlikte askerlerinin varlığı Türklerin ve Kıbrıslı Türklerin gönlünü kazanmıştır. Çünkü o dönemde de batılı ülkeler Türkiye’yi yalnız bırakmışlardı. Türkiye’ye tam olarak destek veren tek ülke yine Pakistan olmuştu. İşte bunun için Türkiye de daima Pakistan’a her konuda ve özellikle Keşmir konusunda açıkça destek vermektedir.

AK PARTİ DOSYASI /// MUSTAFA BALBAY : Erdoğan, salgını 15 Temmuz gibi kullanmak mı istiyor ???


MUSTAFA BALBAY : Erdoğan, salgını 15 Temmuz gibi kullanmak mı istiyor ???

08 Nisan 2020

Koronavirüs salgınına karşı AKP’nin izlediği yolu şöyle özetleyebiliriz:

Toplumun reflekslerini dikkate alıp tepkilere göre önlem almak.

Zira sahra hastanelerinden İstanbul için gerekli özel adımlara kadar alınması gereken pek çok önlem, kamuoyu baskısı yükselince alınıyor.

Bunu tarifi şudur:

AKP krizi çözmekten çok yönetmek istiyor.

AKP’nin pek çok konuya böyle baktığını biliyoruz, ama bu farklı. Türkiye’nin toplam gücünün kullanılması gereken bir salgın işgaliyle karşı karşıyayız.

AKP neden böyle bir yol izliyor?

***

Sorunun yanıtı Erdoğan’ın önceki akşamki sözlerinde. Erdoğan, “Rabb’imizin ‘Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır olabilir’ diyerek tarif ettiği bir süreçten geçtiğimize inanıyorum” dedi, devam etti:

“Yaşadığımız koronavirüs salgınının ardından dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıkça görülüyor. Diğer ülkelerin ve insanların sırtından kendilerine sahte bir refah düzeni kuranların devri artık kapanıyor. Ekonominin sadece paradan, borsadan, faizden, spekülatif araçlardan ibaret bulunmadığı, aslolanın yeterli üretim ve adil dağılım olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Devlet ve vatandaşları arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tanımlanacağı bir döneme giriyoruz… Eğitimden sağlığa, ulaşımdan sanayiye, tarımdan enerjiye kadar her alanda inşa edeceğimiz güçlü altyapının semeresini alacağımız bir devrin eşiğindeyiz… Asıl büyük mücadelemiz salgın sonrasında başlayacaktır. Üretimi mutlaka sürdürme vurgusu yapmamızın sebebi budur… Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşmasının önündeki engeller adeta kendiliğinden kalkıyor…”

İsim verilmeyip bu sözleri kimin söylediği sorulsa pek çok kişi şu yanıtı verecektir:

AKP’nin yıllardır izlediği yanlış politikaların bilincinde olan, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim politikalarına karşı çıkan, bu gidişe alternatif üretme gücündeki bir kişi!

Sanki, 17 yılda Türkiye’ye 1 trilyon dolar sokup, Türkiye’den 3 trilyon dolar çıkmasını sağlayan başka bir iktidar…

Sanki, bugüne kadar üretimi öteleyen, eğitim, sağlık, tarım altyapılarını ihmal eden başka bir iktidar…

Sanki, sağlıkta uluslararası tekellerin dümen suyuna girip üniversite hastanelerini çökerten, sağlık garantili değil, hasta garantili “şehir hastaneleri” adı altında sağlık işletmeleri yapan başka bir iktidar…

Sanki, aşı üreten kurumları, SSK’nin ilaç fabrikalarını satıp Türkiye’yi ilaçta çokuluslu şirketlere muhtaç eden başka bir iktidar…

Sanki, yerli tohum üretmeyi suç sayan başka bir iktidar…

Şimdi AKP geldi, bu kötü gidişe dur diyecek yepyeni bir gelecek vaat ediyor!

***

Gün gerçekten de Türkiye’nin bütün gücünü birleştirerek bu salgını yenme, devamında sosyal hukuk devletini ilkesine göre yenilenme günü…

Ancak yukarıda özetlediğimiz tablo, AKP’nin bu süreci de iktidarını güçlendirme, parti devleti kavramından öte partiyi tümüyle devlet yerine koyma hedefinde olduğunu gösteriyor.

Akla, “15 Temmuz’u Allah’ın bir lütfu olarak” görme anlayışını getiriyor.

Türkiye’nin parlamenter sistemden uzaklaştıkça krizlere, belirsizliklere yaklaştığını yaşayarak gördük.

Koronavirüs salgını sürecinde ve sonrasında da aynı anlayışın izlenmesi daha kötü sonuçlar verecektir.

Erdoğan’ın Tekâlif-i Milliye’ye bu kadar çok sarılması aslında devlet hazinesinin ne durumda olduğunu gösteriyor. Gerçeği ancak bu yolla anlatabileceğini düşünmüş olmalı!

Erdoğan’ın çok dara düşünce bile olsa Atatürk’ü anması güzel…

Ama anmak yetmez anlamak gerekir… Tekâlif-i Milliye’de Atatürk’ü ya yanlış anladı ya da kendi istediği gibi anlamak istiyor.

Atatürk, “zaferden sonra ödenecek” diye o adımı attı. Üç kelimede iki büyük mesaj var:

1- Zaferden emin…

2- Ödenecek…

İkisini de 2 yıl içinde gerçekleştirdi…

Sizin 18 yılda geldiğiniz nokta ise ortada…