MK ULTRA PROJESİ : ARAŞTIRMACI YAZAR Ali Selman Demirbağ ZİHİN KONTROLÜ PROJESİNİ ANLATIYOR !!


ARAŞTIRMACI YAZAR Ali Selman Demirbağ ZİHİN KONTROLÜ PROJESİNİ ANLATIYOR !!

Ali Selman Demirbağ kimdir, nerelidir, kaç yaşındadır, ne iş yapıyor, uzmanlık alanı nedir? İşte Ali Selman Demirbağ biyografisi:

Google Haberlere Abone ol

14 Mayıs 2020 00:48 Son Güncelleme: 14 Mayıs 2020 00:56

Ali Selman Demirbağ kimdir, nerelidir, kaç yaşındadır, uzmanlık alanı nedir, ne mezunudur? Son dönemlerde televizyon ekranlarında ve bazı dergilerde röportajları yayınlanan Ali Selman Demirbağ, merak edilen isimler arasında yer alıyor. İşte Ali Selman Demirbağ biyografisi:

39 yaşında olan Ali Selman Demirbağ, Kütahya’da dünyaya geldi. Biyomedikal uzmanıdır.

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde biyomedikal cihazlar üzerine eğitim gördü ve yine İzmir’de uzun yıllar biyomedikal cihaz teknikeri olarak çalıştı.

2012 yılı içerisinde (Hakan Yılmaz Çebi ile birlikte) Anatolia Yayınları arasından ilk eseri “BEYNİMDEKİ YABANCI –Kuantum Evreninde Elektromanyetik Beyin Kontrol-”, Profil Yayınları arasından ise bir grub yazarla birlikte hazırladığı “ZİHİN KONTROL OPERASYONLARI” adlı ikinci eseri çıktı.

Ali Selman Demirbağ’ın 15 Kasım 2012 tarihinde Baran Dergisi’ne verdiği bir röportajını sizler için paylaşıyoruz:

– İlk olarak, uzuvların beyin tarafından kontrol edilmesini sağlamakta aracı vazifesi gören sinir sisteminin çalışmasından bahsedelim ki, bundan sonra söyleyeceklerimiz havada kalmasın.

– Bizim vücud sistemimiz elektrikle çalışır. Kalbimizdeki kas hareketleri elektrikî uyarımlarla çalışır, kol kaslarımız elektirikî uyarımlarla çalışır… Beynimiz bu elektrik sinyallerini üretir ve sinir sistemi vasıtasıyla iletir. Bizim hücrelerimiz tıpkı pillerde olduğu gibi kimyevî enerjiyi elektrik enerjisine çevirir. Zihnin çalışması, kan deveranı, uzuvların hareketleri, kasların kontrolü hep bu elektrik sinyalleriyle gerçekleşir. Elektrikle çalışmamız ve elektriğin olduğu her yerde elektromanyetik bir alan olması hasebiyle aynı zamanda da elektromanyetik canlılarızdır. Bu sebeble elektrikle etkileşimimiz söz konusudur, meselâ elektriğe tutulduğumuzda kaslarımızın tamamı kasılır ve kendimizi kurtaramayız. Elektromanyetik alana gelecek olursak, bu da bizim auramızdır, bizim bedenimizin dışına kadar sarkan elektromanyetik alanımız, ezoterik tabirle auramızdır.

– Kirlian fotoğrafçılığında görülen o hâle, değil mi?

Aynen öyle, o hâle bizim elektromanyetik alanımızı ifade eder. Bütün canlı varlıklarda bu şekildedir; kiminde daha az, kiminde daha yüksek. Meselâ bitkilerde yapraklarının etrafında çok dar bir seviyededir, hemen sathında-yüzeyindedir. Çünkü bitkilerde hareket çok azdır… Zihnî ve fiilî hareket arttıkça bu hâle yâni manyetik alan genişlemekte, hareket azaldıkça daralmaktadır. Bu enerji türü, kötü düşünce sahiblerinde negatif, iyi düşünce sahiblerindeyse pozitif ve daha güçlü durumdadır.

– Peki, bu frekanslar ölçülerek insan beynine müdahale edilebilir mi? Edilebilirse hangi teknik kullanılarak nasıl müdahale edilir?

– Bizim her algımızın bir frekansı var, gözümüzün gördüğü ışığı algıladığı bir frekans aralığı var, kulağımızın işittiği bir frekans aralığı var.

– Bu idrak kuvvetlerinin, müşahede ettiklerini beyne iletmelerinin de ayrıca frekansları var değil mi?

– Tabiî, göz, burun, kulak, dil ve derimiz aslında aynı zamanda birer transmitter yâni dönüştürücüdür. Müşahede ettiği imaj, ses, koku, tat ve dokunma duyularını beynin idrak edeceği cinsten elektrik sinyallerine dönüştürür. Ayrıca bizim beş duyu haricinde hissettiğimiz bazı şeyler vardır. Meselâ ardımızdan biri geçse, bir kedi geçse, duymasak da onun oradan geçtiğini hissederiz. Yani idrak kuvvetlerimizle direkt olarak müşahede edemesek de, tıpkı elektromanyetik bir yayınımız olduğu gibi, diğer canlıların elektromanyetik alanlarını da hissederiz. Beşerî sevgi ve aşk gibi hususlar da buna tâbidir. Bunu vücudumuz hormonlar vasıtasıyla kendisi üretir. Daha evvel de bahsettiğimiz üzere, kimyevî enerjilerden üretilen elektrik enerjisinin diğer insanlarla olan etkileşimi uyum ve uyumsuzluk gibi durumların temel kaynağı durumundadır. Aynı zamanda duygu, düşünce yâni ruh hâlimizi belirleyen temel faktör de bu enerjilerdir.

– Yâni bizim beş idrak kuvvetimizin idrak edemediklerini de müşahede ediyor ve buna göre davranıyoruz.

– Aynen bu şekilde ve bu bizlerin metafizik canlılar olduğumuzun da delilidir.

– Göz örneğinden gidecek olursak; göze gelen bir imaj, göz bu imajı beynin idrak edeceği bir sinyale çevirerek beyne iletiyor. Peki bu irtibata müdahale etmek, bu irtibatı manipüle etmek mümkün müdür?

– Müdahale edilebilir. Hattâ en basitinden başlayalım, meselâ gözün aldanması… Perspektif farkları sebebiyle aynı buudtaki cisimlerin buudlarının farklı gibi idrak edilmesi… Bundan başka gözün çevirerek beyne ilettiği sinyalin frekansını yakalayıp, o sinyalde frekans gönderdiğinizde beyin bunu direkt olarak bir görüntü olarak algılar ve bu frekansı beynin arka kısmında bulanan karanlık odada imaja çevirerek, kendisi için hakikat hâline getirir. Bu bahsettiğimiz manipülasyon aynı şekilde kulak, burun, dil ve deri için de geçerlidir. Görüntü, ses, tad, koku ve dokunma hissi oluşturup bu yöntemle beyne iletebilirsiniz. Beyne ilettiğiniz gibi aynı zamanda beyinden uzuvlara giden sinyallerin frekanslarını taklid ederek uzuvları da manipüle edebilirsiniz; dilediğiniz hareketleri yaptırtabilir, solunum, dolaşım ve boşaltımı düzenleyebilir, hormonları kontrol edebilirsiniz. Beynin sinyallerini taklid edebilir ve bunu hedefe iletebilirseniz, tüm bunları pekâlâ yapabilirsiniz.

– Telegram ile alâkalı olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde anlattıklarına bakacak olursak, karşılıklı diyalog, müdahale ve manipülasyonlar son derece ânlık olarak cereyan ediyor. Telegramcıların bir monitör ve klavye başında bu işi yapmadıkları aşikâr. Peki ne kullanıyorlar? Meselâ oyunlar için beyin aktivitelerini okuyan, problarla bezeli, tıpkı Roma İmparatorlarının başlarına taktıkları zeytin dallarının şeklini andıran cihazlar var, Telegram’da bunlar mı kullanılmaktadır? Yâni acaba cihaz, iki zihin arasında köprü vazifesinde midir?

– Şimdi Telegram gibi bir sürecin öncelikle başlangıcına bakmak lâzım. Başlangıcında hipnoz ve bu hipnozla beraber şartlandırma yapılması gerekmektedir. Bunun için de o kişiyi ya kaçırmak, yahud esaret altında tutmak gerekir.

– Kıstırılmış olması gerekiyor yani.

Evet, kıstırılmış olması gerekiyor. Telegram zaten bilindiği üzere ferdî bir zihin kontrol tekniğidir. Telegram’ın başlangıcında kontrol edilecek olan beynin hazırlanması süreci vardır. Sürekli bir video izlettirilerek, fasılalar hâlinde göz önünde flaş çakılarak, ısrarlı telkinlerle bu hazırlık yapılabilir.

– Yahud şok veyahut şiddetli bir travma üzerine de yapılabilir mi?

– Zaten bu yöntemlerle yapılmak istenen de bir nev’i travma… Travma şuuraltını savunmasız bir şekilde ortaya çıkartır. Bu esnada yapılacak telkinlerle beyin hazırlanır. Ferdî planda hadise böyle iken umumî planda da meselâ subliminal yâni şuuraltı mesajlar vasıtasıyla birçok şey insanlara kanıksatılıyor. Telegram’daysa bu uygulama ferdî olarak ve çok daha şiddetli bir şekilde yapılır ve bu sayede beyin Telegram’a açılmış hâle gelir.

– Her insanının tıpkı parmak izi gibi kendisine has bir beyin frekansı olduğunu söyleyebilir miyiz?

– Aslında bu frekanslar çok dar bir aralıkta çalışıyor olmalarına rağmen her insanda farklılık arz etmektedir. Bu frekansları belirleyen temel faktörleri sayacak olursak; DNA yapısı, çevre faktörleri ve kültür olarak ifade edebiliriz. Kültür, binlerce yıllık birikimin DNA’ya işlenmesidir aynı zamanda.

– Az önce söylemiş olduğunuz bir husus vardı, iki kişinin frekanslarının birbirini tutması, aynı kültürden insanların birbirlerine daha yakın hissetmeleri de bu sebeble midir?

– Aynı kültürden gelen insanların elektromanyetik alanları benzerlik gösterir. Hattâ kültür beynin kürelerinden hangisinin daha fazla çalışacağında bile belirleyici sebebtir. Mesele biz Türklerde beynin sağ yarım küresi daha fazla çalışır; daha hislidir, merhametlidir. Sol yarım küreyse daha akılcıdır. Bu daha çok Batılılarda görülür.

– Telegram yönteminde kullanılan tekniği biraz daha açacak olursak, bu cihazın menzili nedir, ne kullanılır, hangi cihazlar vasıtasıyla bu iş yapılır?

– Bu cihazın ilk olarak beyni taraması için aynı bina içinde veyahud hemen yakınında olması şartı vardır. Başlangıçta kıstırılmış hedefin beyni inanılmaz bir sinyal bombardımanına tutulur, beyin sun’i sinyalleri bu sâyede kanıksar. Bu şekilde düzenlenen beyin artık ne zaman frekanslar vasıtasıyla tetiklense, erişime açık hâle gelir.

– Bu bir görüntü, ses, koku, tad olabilir, aynı şekilde karşı taraftan da alınabilir…

– Her şey olabilir; duygu, düşünce ve fikir de olabilir, birden deride yanma hissi de olabilir, bunu sinyallerle iletilen telkinleri vasıtasıyla beyin oluşturur. Ama o sinyali yakalamanız ve beyni hazırlamanız buradaki en önemli kriterlerdir.

– Salih Mirzabeyoğlu’na uygulanan Telegram, cezaevinde başlıyor, mahkemede, hastahânede, yolda devam ediyor. Diğer kişilerdeki benzer Telegram uygulamalarına bakacak olursak uluslararası seyahatlerde bile devam ettiğini görüyoruz. Bu işin menzili ne kadardır?

– İlk olarak beynin hazırlanması hususunda yakında olmak şart, bu hazırlıktan sonra nerede olunursa olunsun, menzil diye bir durum yok.

Bugün meselâ diğer bir çalışmadan bahsedelim. Bu tekniği ferdî olmaktan çıkarıp umumî hâle getirmeleriyle alâkalı yaptıkları çalışmalara da bakalım. Bugün Amerika bütün dünyaya tek bir kültür empoze etmeye çalışıyor. Bir ortak kültür meydana getirebilirse, gerek subliminal yâni şuuraltı mesajlar, gerekse telkinle daha tesirli olmayı amaçlıyor. Mesela “oh my god” ifadesi; Hollywood sineması vasıtasıyla bütün bir dünyaya empoze edilmeye çalışılıyor. Bu ifadenin bir Çinli, Hindli, İngiliz ve Amerikalı tarafından aynı hâdiseye karşı telaffuz edilmesi hâlinde, bütün bu beyinlerde aynı bölgedeki aynı nöron, aynı şekilde ateşleniyor.

Bunu yalnız sinema vasıtasıyla da değil, gıdalarla da yapıyorlar. Organlarımızın frekansları arasındaki farklılıkları en aza indirmeyi plânlıyorlar ki, yapılacak telkinlere açık hâle global olarak gelinebilsin.

– Başta saymış olduğunuz DNA ve kültür gibi faktörleri de globalleştiriyorlar.

– Benzeştirme hâdisesi, artık zaten birbirimize benzemiş vaziyetteyiz. Dış görüntüden ziyâde tepkilerimiz de benzeşmeye başladı. Beyinlerimizin çalışmalarının benzeşmesi isteniyor ki frekans aralığı daralsın. Frekans aralığı daralırsa yollayacağınız frekansın aralığı daralır. Hatta bazı frekansları teke indirebilirlerse umumî mânâda işleri daha da kolaylaşacak.

– O zaman subliminalden ve telkinden tasarruf etmiş olacaklar.

– Telegram’a dönecek olursak, bahsettiğimiz gibi düzenlenmiş bir beyne yakın mesafeden gönderilen tetikleyici sinyalle beyin sizin ileteceğiniz sinyalleri hakikat gibi kabullenmeye hazır hâle geliyor. Şimdi sizin benim sesimi işitmemeniz mümkün mü? Ancak sağır olmanız gerekir. Bu cihaz marifeti de böyle, tetiklenmesi ânından itibaren beynin gelen sinyalleri tanımaması mümkün değil…

– Telegram’da hattâ sağır olsa bile ses işitebilir değil mi?

– Aynen öyle, çünkü Telegram sinyalleri işitme organlarını değil, beynin ilgili alıcı mahâllini hedef alarak yayın yapar. Hatta bugün tıbbî bakımdan çalışmalar da var. Kulağı hiç duymayanlar için yapılmış bir cihaz vasıtasıyla algılanan sesler beyne iletiliyor. Bu kulağı az işitenlerin kullandıkları cihazlarla karıştırılmasın, hiç işitmeyen biri için, bant genişliğinde yapıştırılan bir cihaz bu… Aynı zamanda körler için de çeşitli cihazlar yapıldı, kamera görüntüsü yine bu teknikle beyne aktarılıyor ve görme organı olan göze sahib olmayan kimselerde bile görme kuvvesi çalıştırılabiliyor.

– Telegram işkencesinin birisine yapıldığı ve bu yayının nereden yaptığı isbat ve tesbit edilebilir mi?

– Telegram’ın isbat edilmesi için öncelikle bu çalışmayı yapan kişilerin bu teknikten haberdar olması gerekir. Bizim psikologlar veyahut psikiyatrlar inceleyecek olurlarsa Telegram’ın hedeflendiği kişiye “deli”, “şizofren” teşhisi koyacaklardır. Çünkü Telegram’ın hedefinde olan kişi diğerlerinin farkında olmadığı birisiyle konuşuyor, işitilmeyen sesler işitiyor, birileriyle tartışıyor vesaire. Bu teknolojiyi bilen birisi içinse, bir frekans ölçme cihazı gerekiyor ama insan beyninin çalışma frekanslarında ölçüm yapacak şekilde tasarlanmış bir ölçüm cihazı. Etrafımızda şu ânda bir çok frekans var; televizyon, radyo, wireless, gps sinyalleri vesaire. Bunun haricinde bir de otomobillerin çalışmasından kaynaklanan titreşimler, elektronik cihazların yaydığı sinyaller… Televizyon yayınını alıcı bir anten ve alıcı yaptığınızda bu kargaşa içerisinden yalnız televizyon yayınlarını alırsınız. Telegram’ın yayınını ölçebilecek kapasitedeki frekans ölçer yaptığınızda da bu yayını tesbit edersiniz.

– Peki Telegram yayınının hedefe ulaşmasına nasıl mâni olunabilir?

– Buna mâni olmak günümüz teknolojisiyle mümkün. Biz bunu zaten yapabiliyoruz. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, özel kamu kuruluşları ve Genelkurmay binası etrafına yerleştirilmiş olan jammer cihazları vardır. Jammer cihazları sinyal kesici cihazlar.

– Umumî olarak bilinen cep telefonu sinyalleri haricinde de sinyal kesici olarak kullanılabilir, değil mi?

– Aynen öyle, bütün sinyaller için geçerli olabilir, çalışma aralığı farklılaştırılarak radyo sinyalleri de, cep telefonu sinyalleri de, ELF dediğimiz beyin sinyalleri aralığında çalıştırılarak Telegram sinyalleri de kesilebilir. Ayrıca Telegram’a benzer sinyaller için illâ ayrıca bir verici kullanılmasına da gerek yoktur. Genel olarak radyo dalgaları olarak ifade ettiğimiz tüm sinyallere bu kodlanabilir. Ayrıca meselâ radyo dalgalarıyla beraber yayınlanacak ELF frekans bandındaki Telegram sinyali içinden radyo cihazı yalnız radyo dalgalarını algılar, kişi Telegram dalgalarını algılar. Bu şekilde de kullanılabilir…

Sinyalin kaynağı yapılacak ölçümlerle rahatlıkla tesbit edilebilir. Bugün bu teknoloji mevcud…

– Rusya’da yapılmış bir deneyden bahsetmek istiyorum menzil ve mesafeyle alâkalı olarak, telepati yapabilen iki kişinin 2500 km’den ânlık olarak irtibat kurduklarına dair kayıtlar var.

– İnsan beyninin çalışmasındaki ELF dalgalarının boyları çok uzundur. Düşük güçte yapılacak bir yayın bile 3500-4000 km yarı çapında etkili olacaktır. İnsan beyninin 40 watt ile çalıştığını ve kayıtlarda 2500 km mesafede telepati yapıldığını düşünecek olursak 500 wattlık bir cihaz vasıtasıyla menzilin ne kadar olabileceğini düşününüz… Bizim beyin sinyallerimiz sadece dünyada değil, uzayda da yayılıyor aynı zamanda. Bugün bir proje var, bu projeye göre bu sinyalleri yakalayabilir ve okursak, geçmişte yaşanmış hâdiselerin hepsi açıklığa kavuşturulabilir. Konuşmalarla alâkalı bir çalışma vardı zaten, ses sinyalleri gök kubbeden dışarı çıkamıyor ama beyin dalgaları ELF dalgaları olması sebebiyle çıkabiliyor. Bu beyin dalgalarının uzayda hareketinin göktaşlarının periyodik olarak dünya etrafından geçişleri gibi dünya etrafından geçtiği düşünülüyor ve bunların yakalanması ve okunmasına çalışılıyor.

– Son olarak şunu sormak istiyoruz, birçok akademisyen Telegram teknolojisinden haberdarken, niçin bu konuda tek kelime etmiyorlar?

– Bunun iki sebebi var; birincisi, akademik kariyerlerinin muhafazası, “bizi hiçbir üniversite kabul etmez” diyorlar. İkincisi de dalga geçilmekten korkuyorlar. Kısaca, el âlem ne der korkusu. Ancak kapalı kapılar ardında bu konuyla alâkalı son derece bilgililer. Bir televizyon programından önce konuşuyoruz meselâ, onlar kendileri anlatıyorlar, iş ekrana gelince… Dünyevî kaygılar insanı bu hâle getiriyor.

MK ULTRA PROJESİ /// YAKUP KÖSE : Mirzabeyoğlu’nu hep 30 yıl geriden mi takip edeceğiz ?


YAKUP KÖSE : Mirzabeyoğlu’nu hep 30 yıl geriden mi takip edeceğiz ?

18 Mayıs 2020

Çin virüsü COVID-19’un dünyayı rehin almasıyla birlikte konuşulan mevzulardan biri de insan vücudunda yerleştirilecek çipler. İsveç’te deri altına yerleştirilen ve kişinin tüm bilgilerinin yer aldığı çiplerin bir ileri aşaması beyne çip yerleştirilmesi.

Dün Hürriyet Gazetesi’nde Umut Fırat Eroğlu “Kim beyninde ‘çip’ ister?” başlıklı yazısında sormuş: “Bilim dünyasının uzun zamandır gündeminde olan beyin implantları gerçek olmak üzere. Elon Musk, geçen hafta katıldığı bir yayında, kurucusu olduğu Neuralink şirketinin bir yıla kalmadan ilk beyin implantını gerçekleştireceğini duyurdu.

Beyin implantları, bilimkurgu dizilerinden bildiğimiz bir teknoloji. Tıp endüstrisi, mühendislik, bilgi işlem, teknoloji şirketleri, hatta savunma ve istihbarat teşkilatlarının ilgi alanına giriyor. Sahiden kim kafatasını deldirip beyninin içine elektronik bir devre taktırmak ister?”

Tabiî ki kimse durup dururken beynine çip taktırmak istemez ama bizler beynimize çip taktırmaya yönlendirileceğiz. Yani biz istemeyeceğiz bize istettirilecek. Ölümü gösterip sıtmaya razı olmamız sağlanacak.

Sanki dünyada ilk defa salgın oluyormuş gibi insanlığın sonu gelmiş psikolojisini yaymanın en mühim sebebi bu çiplere bizleri razı etmek olmasın?

Birkaç kez yazılarımda 2018 yılındaki Davos toplantısında duyduklarını heyecanla canlı yayında anlatan, Ak Parti kurucularından Cüneyt Zapsu’nun toplantı notlarından bahsetmiştim. Zapsu Davos’ta 15-20 yıl sonra insanların bambaşka bir cins haline getirileceğinin konuşulduğunu söylüyordu: “Dünya Ekonomik Forum siyasi bir sirk değil sadece. 90’ların başında ilk geldiğimde kök hücre konuşuluyordu, 15 sene sonra dünya konuşulmaya başlandı… Bu sene dikkatimi çeken, beni de rahatsız eden bir konu… Prof. Harari’nin oturumuna girdim, bazı notlar aldım… Çok değil, 15-20 yıl sonra insanların bambaşka bir cins haline gelme durumu var. Şu an son insan jenerasyonu… Bizden sonraki jenerasyon bağımsız olarak yaşayamayacaklar… Küçük bir elit grup idare edecek insanlığı, sadece memleketleri değil… Bağımsız düşüncelerini kaybetmiş bir insanlıktan bahsediyoruz… Beynimiz hacklenmeye başlandı bile. Beyin dalgaları bir takım biyometrik sensörlerle ölçülmeye başlandı. Bunlar elektrik akımına çevrilerek analiz edilmeye başlandı. Sizin ne düşüneceğinizi, birini gördüğünüz an nasıl reaksiyon vereceğinizi anlamaya başladılar… Kurtulmanın imkânı yok. Siz akıllı telefon kullanmasanız bile yanınızdaki kullanıyor. Veriler ışık hızıyla depolanıyor… Bundan sonra, bu biyoteknolojinin sahipleri bizi yönlendirecekler. Ne yiyeceksin, ne içeceksin… Prof. Harari Kudüs’te Hebrew Üniversitesi’nde. Buna rağmen enteresan bir şey söyledi. Şu anda İsrail hükümeti, her canlıyı, sadece insanlar değil, 24 saat 365 gün kontrol altında tutuyor. Bunu İsrail dışında, bu işin ne kadar önemli olduğunu anlayıp bir kontrol hâline getiren bir de Çin var… Batı’da bunu belki devletler yapmıyor ama şirketlere hiç bakan yok…”

Zapsu’nun şu sözlerine dikkatinizi çekmek isterim: “Şu an son insan jenerasyonu… Bizden sonraki jenerasyon bağımsız olarak yaşayamayacaklar… Küçük bir elit grup idare edecek insanlığı, sadece memleketleri değil… Bağımsız düşüncelerini kaybetmiş bir insanlıktan bahsediyoruz…”

Son insan jenerasyonunun asil temsilcisi Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun perde arkasına geçişinin 2. sene-i devriyesi. Mirzabeyoğlu geçirdiği beyin kanaması neticesi vefat etmişti. Peki Salih Mirzabeyoğlu’nun beyin kanaması geçirmesine sebep olan neydi? 2000 yılında cezaevinde başlayıp tahliyesi sonrası da devam eden zihin kontrolü işkencesi. O’nun isimlendirmesiyle Telegram!

Mirzabeyoğlu, sadece kendinin değil insanlığın başına örülmek isteneni görmüş ve 18 yıl boyunca da ikâzını yapmıştı. Sesine ses bulabildi mi, hayır; hatta kendisiyle “Beyne çip takılacakmış” diye dalga geçildi. Tıpkı FETÖ hakkında 30 yıl önce uyardığında mâruz kaldığı tavır gibi.

FETÖ’de olduğu gibi Mirzabeyoğlu’nu 30 yıl geriden takip etmeyelim (Bu mevzuda da 20 yıl gerisindeyiz!) ve insanlığın sonunu getirecek beyne çip projesine karşı tedbirimizi alalım. İşe de, Mirzabeyoğlu’na 18 yıl boyunca Telegram işkencesi yapan şebekeyi bulmakla başlayalım!

MK ULTRA PROJESİ /// UMUT FIRAR EROĞLU : Kim beyninde ‘çip’ iste r ???


UMUT FIRAR EROĞLU : Kim beyninde ‘çip’ ister ???

17 Mayıs 2020

Bilim dünyasının uzun zamandır gündeminde olan beyin implantları gerçek olmak üzere. Elon Musk, geçen hafta katıldığı bir yayında, kurucusu olduğu Neuralink şirketinin bir yıla kalmadan ilk beyin implantını gerçekleştireceğini duyurdu.

Beyin implantları, bilimkurgu dizilerinden bildiğimiz bir teknoloji. Tıp endüstrisi, mühendislik, bilgi işlem, teknoloji şirketleri, hatta savunma ve istihbarat teşkilatlarının ilgi alanına giriyor. Sahiden kim kafatasını deldirip beyninin içine elektronik bir devre taktırmak ister?

Bu sorunun tıp dünyasında makul yanıtları var. Beyin hücreleri olan nöronlar arasında veriler, ‘ateşleme’ tabir edilen yolla iletilir.

Fütüristik planlar�

Hasar gören nöronlar yanlış ateşlemeler yapıp ortalığı karıştırabiliyorlar. Kaza sonucu oluşan beyin hasarlarının, alzheimer, parkinson gibi hastalıkların ve depresyon, travma, felç türevi sendromların implantlarla tedavileri araştırılıyor. İmplantlar çok ince tel şeklinde mikro elektrotlar ve devrelerden oluşuyor. Nöronların etrafına yerleştirilen elektrotların, ateşlemeleri yeniden düzenleyerek beyni doğal işleyişine kavuşturması amaçlanıyor. Buraya kadar her şey normal… Ama Musk, sadece beyin hastalıkları için cebinden 100 milyon dolar yatırıp bir şirket kurar mıydı? Elbette hayır. Teknoloji şirketlerinin beyin-bilgisayar arayüzüyle ilgili farklı bir ajandası var. Nihai amaç, insan beynini üstün özelliklere kavuşturmak. Hafızayı geliştirmek, hesaplama gücünü arttırmak, beyin gücüyle bilgisayarları, ağları ve cihazları yönetebilmek gibi fütüristik planlar yapılıyor.

Elon Musk, şirketi Neuralink’in uzun vadede ‘yapay zekâyla simbiyoz’ hedeflediğini söylüyor. Bu, beyinle yapay zekâyı ortak yaşam formu haline dönüştürmek demek. Üstelik böylece yapay zekânın insanlığı yok etme tehdidine karşı güvende olacağımızı ima ediyor.

Süper insan olma düşüncesi ilk bakışta cazip. Ancak beynin kimyası nedeniyle incecik elektrotların daima sağlam kalabileceğinin garantisi yok. Enfeksiyon kapma ve bünyenin reddetme ihtimali var.

Bağlanmak ya da bağlanamamak…

İşin etik boyutu da ayrı bir tartışma konusu. Teknoloji filozoflarına göre hepimiz çoktan ‘cyborg’ olduk bile! Cep telefonsuz yaşamayı hayal dahi edemiyoruz. Bluetooth, akıllı saatler… Tek fark bedenimize monte olmaması. Mesela internete bağlanamamak, insanda kısmi felç hissi yaratıyor!

Beyni ve bilinci en yüksek potansiyeline ulaştırma yöntemlerini araştıran ünlü yazar Gregg Braden’a göre beyne çip takmak bir insanlık trajedisine yol açabilir. Çiplerin beyni tembelleştirerek insanın bilişsel kapasitesini zayıflatabileceğine işaret eden Braden, gençlerin artık basit matematik işlemlerini bile hesap makinesiz yapamadığını hatırlatıyor. Düşünün, geçmişte ne kadar çok telefon numarasını aklımızda tutardık.

Olayın bir başka boyutuysa bilinç muamması. Bilincin beyinde yer aldığına dair bilimsel bir kanıt yok. Ayrıca kalp, beyindeki gibi nöron hücreleri taşıyor. Deneyimleri sadece beyin değil, kalp de kaydediyor. Hakikati gören akıl değil kalp gözü denir hani… Beyin kararsız kalabilir ancak kalp bilir. Öyleyse yüksek bilince erişmek isteyenler için beyne değil kalbe yönelmek çok daha kısa bir yol olabilir.

‘Black Mirror’ için yeni sezona gerek kalmadı

Distopik gelecek senaryolarıyla dikkat çeken ünlü ‘Black Mirror’ dizisinin yaratıcısı Charlie Brooker, 6’ncı sezonu yazmayı düşünmediğini açıkladı. Brooker, dünya zaten sıradışı bir süreçten geçtiği için kimseyi daha fazla bunaltmaya gerek olmadığını belirtti. Dizide beyin implantlarıyla insanların her yaptığının takip edildiği ve anıların kontrol edilebildiği karanlık senaryolar da yer alıyordu.

MK ULTRA PROJESİ : VÜCUDUNUZA MİKROÇİP YERLEŞTİRİLMESİNİ KABUL EDER MİSİNİZ ?? ??


VÜCUDUNUZA MİKROÇİP YERLEŞTİRİLMESİNİ KABUL EDER MİSİNİZ ????

22 Mart 2020

Yeni geniştirilen aşı sisteminde, vücuda yerleştirilebilinir dijital kimlik kartı sözkonusu;
Microsoft, ilaç şirketleri ve birtakım vakıfların destelediği grupların oluşturduğu birliğin sordukları soru şu. Vücudunuza mikroçip yerleştirilmesini kabul eder misiniz?
Microsoft şirketinin inisiyatif alarak liderlik yaptığı “ID2020” isimli programda hedef gezegendeki her bir insana dijital kimlik vermek. Bu kimlik programı ile tıpkı parmak izi gibi herkesin kendisine ulaşılabilen bir kimlik kaydı olacak.

ID2020 nedir?
ID2020 birliği emsalsiz olarak nitelendirdiği bir felsefe ve şeffaf yönetime sahip olduklarını iddia etmektedirler. Id2020 dijital kimliğin hedefi, çözümlerin ve teknolojilerin uygulanması, finansmanı ve dizaynı için yeni bir küresel model inşa etmektir. Diğer birçok ortaklık çabaları kullanıcı yöneticisi, özel korumalı ve portatif dijital kimlik konusuna odaklanmamıştır.

Birliğin ortakları fonları bir havuzda toplayarak farklı faydalar, hizmetler ve kişinin hayatı boyunca karşılaşacağı değişik problemler için bir platform olması düşünülen holistik dijital kimlik programına yatırım yapmaktadır.

Birlik ortakları olan şirketler dâhil olmak üzere toplam milyarlık kapsamları hedeflemekte ve dijital kimlik kararlarında ittifakın fonları nasıl idare edeceği hangi programı destekleyecekleri ve hangi teknik standartların destekleneceği ittifak ortakları tarafından şeffaf yönetim sürecinde herhangi bir kurumun veya sektörün baskın olmasını önleyerek etik yaklaşım taahhütlerini paylaşmışlardır.
ID2020 birliği, Bill Gates tarafından öncelik alarak liderlik ettiği bir “ dijital kimlik haklarını alma” projesidir. Resmi ID2020 sitesine göre şu anki resmi kimlik tanımlama metotlarının “antik” olarak tanımlanmakta ve herkes tarafından ulaşılamadığı iddia edilmektedir. Bu birliğin iddiasına göre mevcut dijital kimlik tanımlama metotlarıyla gerçek kimlik bilgilerine ulaşılmanın kolayca engellenmekte ve uygun çevrimiçi tasdik gerçekleşmemektedir.
ID2020 birliği sadece uygun resmi çevrimiçi ID (Kimlik) nasıl olabileceği konusunda yeni tanımları nitelendirmekte ve ID2020 “iyi” dijital kimliğin nasıl olacağının tarifinin geliştirilmesi için araştırmalar yapmaktadır. Gates ve ittifak kurulu “iyi” dijital Kimlik teknolojisine kıstaslarına ulaşan şirketlere ve teknolojilere verilen “ onay işareti ”ne sahiplerdir. ID2020 birliği holistik bir yaklaşımla, market piyasa tabanlı ve sorunlara tam kapsamlı ve tam ölçekli yaklaşım yapmaktır.
Hiçbir devlet, şirket veya ajans bu sorunları tek başına çözemez. Geleceğin dijital kimliğin gelecekteki yolu ve karşılaşabileceği riskler dayanıklı bir işbirliği ve küresel ortaklık gerektirmektedir.
Grubun başlıca ortakları Accenture, Gavi aşı birliği, the Rockefeller vakfı, Mikrosoft ve ideo.org kuruluşlarıdır.
AŞIYLA BAĞLANTISI NE?
Bu konuda ihtilaflı olan konu ise ID2020 grubunun arkasında ki fikir olan yaptıkları dijital kimlik tanımlanması için kişiye çip (yonga) formunda kimlik tanımlama cihazını implant etme teknolojisidir.
Bu kimlikle Evsiz insanlara veya gelişmekte olan ülkelerdeki insanlara holistik destekli Blok zincire (Blockchain) erişimine yardım etmektir.
Bu Teoride Bill Gates vakfı tarafından insanların ücretsiz aşılanma imkânına sahip olabilecekleri bir uygulamadır.
Böylece, bu implantlar şifreli, kimlik olmadan normalde alamayacağınız hizmetlere kolayca erişim imkânı sağlayan blok zincir destekli veriler taşıyacaktır.
Aynı zamanda hizmet görevlileri ve araştırmacılar kimlerin aşılarını güncelleneceğini bu kimlik tanımlama sistemi ile takip edebileceklerdir.
BU NİÇİN BAZILARINI TEDİRGİN EDİYOR?
Bu konuda bazıları dünyanın en zengini olan Bill Gates’in özel şirket ittifaklarıyla beraber yeni bir dijital kimlik standardı yaratmaya çalışmasından endişelenmektedir.
Gates finans kaynağı olarak kullandığı Microsoft ve politik olarak da kullandığı hayırsever örgütlerinin kanalıyla ve bunun yanında finansal olarak idare ettiği güçleri de kullanarak, insanlara mikroçip takmak fikri kamuoyu tarafından biraz sinir bozucu bulunmaktadır.
Fakat uygulama ilk başta gözüktüğü gibi ürkütücü değildir. Blok zincir kimlik uygulaması ile holistik olarak çok fakirleşmişlere ve evsizlere erişim yetkisi vermeye hedeflenmesi kulağa kötü bir şey olarak gelmiyor.
Diğerlerinin genel olarak söylediği ise takip edilme fikri. Bu sizin hiç kabul edebileceğiniz bir şey mi?
Mehmet Doruk

MK ULTRA PROJESİ /// YAVUZ SELİM DEMİRAĞ : SUBLİMİNAL MESAJ!. .


YAVUZ SELİM DEMİRAĞ : SUBLİMİNAL MESAJ!. .

E-POSTA : ysd592

22 Aralık 2019

Köroğlu "Tüfek icad oldu mertlik bozuldu" demiş . Günümüzdeki alavere-dalaverelere tanık olsa bilmem neler söylerdi.

Yazının başlığını gören duyarlı okurlarımız "Nereden çıktı bu yabancı deyim. Türkçesi yok mu?" haklı sorusunu yöneltecektir.

"Kişinin bilinç altına gönderilen gizli mesaj" anlamına geliyor ve çoğunlukla reklam sektöründe kullanılıyor. Bir de gizli servislerin metodu olarak biliniyor. İyi de "niye yabancı deyim?" de ısrar edenler için kısa hatırlatmalarda bulunacağım.

Ergenekon balyoz ve askeri casusluk kumpaslarında "deniz yerine okyanus" "telsiz yerine radyo" gibi Amerikan deyimleri iddianameye yansımış ard arda yapılan operasyonlara da "dalga" adı verilmişti. O "dalga" da Amerikan deyimi idi. Zira operasyonu yapan polisler bile kameranın açık olduğunu unutup: "Amerikalı hocaların gösterdiği gibi" bile diyerek "iplerin aslında kimlerin elinde olduğunu itiraf" etmişlerdi.

Nitekim FETÖ’nün emniyeti büyük ölçüde ele geçirmiş olan polisleri sahte dijital belgeler ile yine yargıya sızdırılan savcı ve hakimler ile 15 Temmuz hain kalkışmasının zeminini hazırlamışlardı.

Kumpas davalarının iddianamelerindeki "Subliminal mesaj" terimi 15 Temmuz sonrasındaki davalarda da geçiyor. ‘FETÖ’nün "Subliminal mesajları" diye. Görünen o ki polisi savcısı hakimi ve de devletin etkili-yetkili mercileri bu "Subliminal mesaj"ı pek sevmiş. Sadece reklam sektöründe değil emniyete yargıya siyasete kadar sırayet etmiş subliminal… Dikkatlice incelediğimizde bu "Subliminal mesaj"ın çoğunlukla muhaliflere karşı uygulandığını görüyoruz.

Ne de olsa canım memleketimde "muhalif olmak yürek istiyor!"

"Adalet istiyoruz!" diye Ankara’dan İstanbul’a yürüyen CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na 450 km’lik yol güzergahında defalarca "Subliminal mesaj" verildi. Mermi koydular mesela… İktidar partisinin belediyesi yola gübre döktü örneğin… Suikast timi son anda yakayı ele verdi gibi ard arda yüzlercesini sıralayabiliriz. Yetmedi Ankara-Çubuk’ta şehit cenazesinde Bakanların Genelkurmay Başkanı Emniyet müdürlerinin arasında "linç girişimi"nde bulunuldu… Bir nevi "İstersek seni halka linç ettiririz" mesajı verilmedi mi?

Muhalif gazeteci olmak da zor iş.

Evimin önünde öldüresiye döverler.

Sokakda gözlüğünü telefonunu kırıp yumruklarlar.

"Her an peşindeyiz!" mesajıdır.

Yazdıklarından dolayı zırt-pırt dava açıp "hukuk sopası" gösterirler. Usul ve esasa uymadan tazminat ve hapis cezası yağdırıp hapishane ile terbiye etmeye kalkışırlar.

Yetmez! Yasaya göre "Adli Kontrol!" adına hafta da 2 gün imza attırıp 15 günde bir zorunlu seminere katılmaya zorlar. Halen "çiçek-böcek-magazin" yazmıyorsan gece yarısı zulmü başlar. Konferans seyahatleriniz takibe alınır. Uçağa binerken "duruşmaya katılmadın" diye gözaltına alınırsınız. Otelde gece yarısı kapınız çalınır "Yakalama kararınız var ifade vereceksiniz" diye götürülürsünüz. Evinizden sevdiklerinizin yanından lokantadan düğünden nişandan bile alınıp geceyi karakolun ünlü (!) nezarethanesinde geçirdikten sonra lütfen ifadeniz alınıp serbest bırakılırsınız!

Bu işte "subliminal mesaj" dır.

"Çok hoplayıp zıplama… Her an ensendeyiz. Güç bizde olduğu müddetçe boza pişirmeye devam ederiz. Evinin önünde dövmekle kalmayıp karının koynundan da alır yetmezse kafana sıkarız!" mesajıdır bu…

Öyle ise yanlış kapı çaldınız!

Vız gelir tırıs gider!. .

LİNK : https://www.yenicaggazetesi.com.tr/subliminal-mesaj-54313yy.htm

MK ULTRA PROJESİ : ZİHİN KONTROLÜ PROJESİ ABD’Lİ MAĞDURLARININ 2. GELENEKSEL MK ULTRA PROJESİ PROTESTOSU ETKİNLİĞİ (OREGON – ABD) /// İNGİLİZCE


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=9ASw6ZnBXH4&feature=youtu.be&fbclid=IwAR1uSM0Q9CXl1336Vm4UhlTvyLf2OL8S_ho4aCI7onBtEPa_rIQfHPK2B_o

MK ULTRA PROJESİ /// Kavel Alpaslan : İngiliz ordusunda LSD deneyi : Yoksa Sovyet icadı olmasın ???


Kavel Alpaslan : İngiliz ordusunda LSD deneyi : Yoksa Sovyet icadı olmasın ???

‘Asit’ olarak da bilinen LSD kullanımı, 1960’lı yıllarda artıyor. Psikolojik sorunları tetikleyebildiği de bilinen LSD kullanımındaki artışın, Soğuk Savaş dönemine denk gelmesi ise ABD müttefiki Batı ülkelerinin aklına tek bir soru getiriyor: Yoksa ‘kızıl icadı’ olmasın?

E-POSTA : kalpaslan

Ağır bir halüsinojen uyuşturucu olan LSD (Liserjik asit dietila/Liserjik asit dietilamid), özellike 1960’larda popülerlik kazandı. Kullananların saatler boyunca renkler ve şekillerle dolu halüsinasyonlar görmesi, bir devrin ‘psychedelic’ (psikedelik/saykodelik) kültürünü ciddi anlamda etkiledi. Elbette çoğu uyuşturucu gibi, ‘asit’ olarak da bilinen bu maddenin anksiyete gibi psikolojik sorunları tetikleyebildiği biliniyor. LSD’nin popülerleşmesi, toplumsal olarak anksiyete dolu bir dönem olan Soğuk Savaş ile kesişince ortaya oldukça garip sonuçlar çıkar. Mesela varını yoğunu Sovyetler Birliği’yle mücadeleye adamış ABD müttefiki Batı ülkeleri, LSD’nin ciddi ciddi bir ‘kızıl icadı’ olabileceğinden şüphelenerek kendi askerlerine bazı testler uygular…

Söze küçük bir parantezle başlayalım: Bugüne kadar ‘Dünyanın en korkunç deneyleri’, ‘Bilmem hangi istihbarat örgütünün gizli laboratuvarları’ gibi asılsız komplo haberlerine çokça maruz kaldığımızı varsayıyoruz. Bu nedenle havada kalan bilgileri elden geldiğince elemeye ve kaynaklarımızı mümkün mertebe belirtmeye çalıştığımızı belirttik. Umarız bu, kafalarda oluşan haklı tedirginliklere cevap olabilir.

Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte Sovyetler Birliği’ne dair komplolar, yalnızca kamuoyuna yansıtılan bir şeytanlaştırma politikasında kendine yer bulmaz. Sovyetler’in ‘neler karıştırdığı’ istihbaratın da gündemidir. LSD’nin, yaygınlaşmasıyla birlikte bu maddenin, sırları bilinçdışı bir şekilde açıklatan bir ‘gerçeklik silahı’ olup olmadığı da tartışılmaya başlar. İşin daha da garibi, bunun ‘Sovyetlerin bir silahı’ olup olmadığı ciddi ciddi Batı’daki istihbarat servislerinin gündemindedir. 2006 yılında BBC’de yer alan bir haberde şu ifadelere yer verilmiş: “Bu deneyler, Soğuk Savaş yıllarının en gerilimli günlerine rastlıyor. (…) Bir ara hem Washington hem de Londra, Sovyetlerin beyin yıkamayı sağlayan bir ilaç keşfettiğine inanıyor. İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6, buna en yakın maddenin LSD türevi bir şey olduğundan neredeyse emin. ”

Şimdi İngiliz ordusunun bir deneyine ait görüntülerle başlayalım. 1964 yılında 17 Kraliyet denizcisi ve üç subay gönüllü olarak bu deneye katılır. Üç gün boyunca tatbikat yapılacaktır. Fakat bu günlerden birinde, haber verilmeden askerlere LSD verilir. İkinci gün içtikleri suyun içinde bulunan maddenin farkına varmayan askerler için tatbikatın başı oldukça normaldir. Hatta tatbikat gereği askerler, temsili bazı ‘teröristleri’ bile yakalamıştır. Fakat uyuşturucu etkisini göstermeye başlar, askerler yavaşa yavaş saklanmaktan vazgeçer. Özellikle biri tüm gerçekle bağını yitirir ve silahını bırakarak olduğu yerde sallanmaya başlar. Asker daha sonra ambulans eşliğinde alandan çıkarılır.

Subaylar, deneyin bir parçası olarak LSD’yi vücutlarında hissetseler de göreve devam etmeye çabalar. Ancak tek sıra halinde mevzilerinden ayrılan askerlerin büyük bir çoğunluğu kahkahalarla ilerlemekte, arkadaşlarına etraflarını çevreleyen doğadaki değişimleri göstermektedir. İlerleyen ekip karargah yapılan bölgeyle iletişime geçerek ‘roket saldırısı’ talep eder. Roket ekibi bu sırada ellerindeki silahları bir oraya bir buraya sallamakta, gülmekten nişan almayı başaramamaktadır (Bu deneyde gerçek cephaneler kullanılmadığı belirtiliyor).

Saatler geçtikçe askerler yeniden silahlarını bırakmaya başlar, durmadan gülmesine karşın bir tek radyo görevlisi diğerlerinden daha sadık bir şekilde görevini yapmaktadır. Fakat bir süre sonra o da teslim olur, iki ekip arasındaki iletişim kaybolur. Çünkü radyocu telsizi ağacın etrafına dolamaya başlamıştır. Uyuşturucunun tam olarak etkisini gösterdiği zaman bütün askerler yerlere yatıp kahkaha atmaya ve ağaçlara sarılmaya başlar. Her asker doğaya karşı aynı şekilde yaklaşmaz tabi, bir tanesi sadece küreğini kullanarak bir ağacı neredeyse kökünden söker. Komutanlar da sonunda artık devam edemeyeceklerini fark eder. Çünkü bir asker ‘kuşlara yem vermek üzere’ ağaca tırmanmaya başlamıştır. Askerler hastaneye götürülecektir ancak çoğu ambulansta kapalı bir alana sıkışmak istemez, ormanda kalmayı tercih eder. Deneyi organize edenlerin zorlu çabaları sonucunda hastaneye gözlem için götürülürler. Kimileri uyur, kimileri gördüğü geometrik şekillerden bahseder, kimileriyse gülmeye devam eder.

Operation MONEYBAGS (Full) : VİDEO LİNK : https://www.youtube.com/watch?v=5WscQIp3Kac&feature=youtu.be

Resmi videoda söz konusu deneyin ‘Kıbrıs’daki EOKA görevi sırasında iç güvenlik sorununa yönelik’ yapıldığı belirtiliyor. Ancak gerçekten tek neden bu mu? İngiltere’de daha öncesinde de benzeri deneyler 1950’li yıllarda yapılmıştır. Yine aynı BBC kaynağına göre, ‘grip virüsüne karşı tedavi’ bahanesiyle kimyasal savaş laboratuvarında askerlere LSD verilir. İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI-6, yürüttüğü bu gizli deneyler sırasında üç eski askere izinlerini almadan LSD verdiği için on yıllar sonra tazminat ödemek zorunda kalacaktır. Bir asker kendisiyle birlikte bir başka ere ‘berrak bir sıvı içirme’ deneyinde hissettiklerini şöyle açıklıyor: ”İlk etki olarak kahkahalarımızı kontrol edemez duruma geldik. Aslında korkunç bir yanı vardı. Neye güldüğümüzü bilmiyorduk ve kendimizi durdurmamız imkansızdı. Bunun ardından arkadaşımın gözlerine bakınca sanki her ikisinin de kanlı birer pamuk parçası olduğunu sandım.”

The New Yorker’da yer alan habere göre, ABD’de de benzeri çalışmalar yapılıyordu. Kimi deneyler, bir Sovyet ajanının onlara gizlice belli bir dozda LSD verildiği takdirde askerlerin nasıl tepkiler vereceğini görmek üzere tasarlanır. Tahmin edilebileceği üzere ordunun ve istihbaratın açısından çok verimli sonuçlar veren deneyler değildir bunlar, ancak hem İngiltere hem de ABD’deki çalışmaların devamlılığını sağlayan tek neden ‘muhtemelen Sovyetler de böyle şeyler üzerine çalışıyor’ düşüncesidir.

The New York Times’ın 1977 yılındaki bir sayısında, eski bir asker olan James R. Thornwell’in, bilgisi olmadan LSD deneyine dahil edildiğine dair bir haber yer alıyor. Thornwell, deneye dair hatırladıklarını aktarıyor: Kendisine bir istihbarat yetkilisi tarafından ‘dosyaları ne yaptığı’ sorulur. O sırada Thornwell ‘kafasının uçtuğunu, yıldızların yükselmeye başladığını’ söyler. Soru sorulmasının kesilmesini ister ancak deney devam eder. Asker masaya yığılır ve ağzından salyalar akmaya başlar. Metinde 1955-1962 yılları arasında halüsinojen uyuşturucularla yapılan deneylere binin üzerinde askerin kendi rızasıyla katıldığı belirtiliyor. Yine bu haberde de deneylerin ‘Sovyetlerin bir şeyler keşfetmesi sonrası yapıldığı’ yer alıyor.

Soğuk Savaş yıllarının özellikle ilk dönemlerinde Sovyet karşıtı paranoya tüm topluma empoze edilmeye çalışılır. Bu anlamda Ekim Devrimi’nden sonraki on yıllarla kıyaslanamayacak bir karalama politikası yürütülür. Elbette ‘kızıl tehlikeye’ karşı kollarını sıvayan bu propagandistler ne yaptıklarının farkındadır. İşin daha ilginç yanı bu paranoya halinin ‘devletlere’ de nüfuz edebilmiş olmasıdır.

Günümüzde bunca istihbarat örgütü arasından Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DAC/ya da yaygın bilinen ismiyle ‘Doğu’ Almanya’nın) istihbaratı Stasi, düzenli olarak kurdukları sistemle yargılanır. Belki de kafalarda en ‘şeytani’ ve ‘paranoyak’ görünümlü istihbarat teşkilatı haline gelmiştir. Kendi orduları üzerinde böylesi deneyler yapan ülkeler ve istihbarat servisleri ise nedense bu denli ‘medyatik’ olamaz!

Elbette Stasi’nin her yaptığına alkış tutacak değiliz, fakat şunu da gözardı edemeyiz: Bu ülke sosyalist ülkeler için bir ‘sınır’ ülkesidir ve var olan tehditler dolayısıyla ister istemez bir paranoya oluşmuştur. Bunu başka ülkeler için de söyleyebiliriz. Ancak DAC’da oluşan tepkilerin ne sebepleri ne de düzeyi, elini dünyanın her köşesinde kana bulamış diğer yakadaki istihbarat teşkilatlarıyla kıyaslanamaz. Görünen o ki yalnız uyuşturucu kullanıcıları değil; devletler de anksiyete sorunları yaşayabiliyor…

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler

LİNK : https://www.independent.co.uk/news/uk/home-news/lsd-video-porton-down-chemical-weapons-experiments-trials-uk-military-army-marines-sixties-acid-a8366906.html
LİNK : http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2006/02/printable/060224_lsd.shtml
LİNK : https://www.nytimes.com/1977/10/07/archives/army-data-describe-lsd-test-on-soldier-declassified-docements-are.html

MK ULTRA PROJESİ : YENİ DÜNYA SAVAŞI – POLİTİK KONTROL İÇİN DEVRİMCİ METODLAR (İNGİLİZCE)


DOKUMANI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

ENGLISH

Basic Shielding Tips and Countermeasures to Wireless Torture: Saran Wrap [leather, plastic, or rubber insulation] on head, Mylar on windows, ceramic on floor, baffles on all sides, mirrors all around, and water bottles and pillows and other baffles around the head when trying to sleep

Basic Security: chair and baffles against door at all times while inside to guard against abductions+ongoing video recording and locked container for critical items at all times while away from residence+ensure that as many people as possible can account for your presence and movements+never be outside after dark (do not leave residence after 8:00pm or before 6:00am)+keep loud alarm/panic button with you at all times throughout the day to call for help during emergency+yell loudly, bang on walls, and make as much noise as possible to draw attention to self during home invasion, attempted abduction, or assault, and point your finger [remember Kitty Genovese: you must point your finger at a bystander or call a particular name and ask him/her to call the police directly before you can be certain of help; basic social psychology: most bystanders would do nothing even when watching the brutal stabbing of a female in front of them])

Basic Survival Information: controlled dreams in 2015 suggest perpetrators’ intent to turn self and younger males in extended family into gay prostitutes for older, White males in same way as abducted children in Colorado and throughout the Midwest are turned into MK-ULTRA mind control sex slaves or as poor and minority children especially are “legally kidnapped” by organized criminals within Child Protective Services, Denver Social Services, and the U.S. Foster Care system; 400,000 missing children in 1996 alone not investigated by F.B.I.; F.B.I.=secret police or America’s KGB, according to John Whitehead; link between organized stalking and child trafficking not only from F.B.I. coverup of child trafficking and F.B.I. operative involvement in organized stalking according to John Hall in June 2013 podcast but also from perspective of perpetrator; victims targeted based on “how easy” it would be to target them in same way as bully targets victims; victims usually without support structures but more importantly victims forced to lose support structures (bully’s secret: victim must be blamed for being targeted but innocent victim is forced by bully into position where he can be blamed for being targeted); parents psychologically beaten after years of racial bullying=parents “permitting” sexual abuse and prostitution of children by silence as seen in dream; parental submission more likely especially if to authority figure and especially if from racially bullied minority parent to White authority figure [lesson from Judi Chase tragedy: “legal kidnapping” of minority and poor children especially by Colorado politician, judge, and other high-level figures in the state in child trafficking ring for elites]); lesson from deceased F.B.I. Whistle-blower Ted Gunderson: contact in Germany suggesting global C.I.A. child trafficking program on military bases+children between ages 2 and 21 abducted and sold in auctions throughout Midwest for up to $50,000 per child; not only C.I.A. but also officials from the F.B.I., State Department, Army, Customs, local police departments, and others involved in child trafficking and coverup of child trafficking and satanic criminality (local police often do the groundwork of abductions and organized stalking); important lesson from GmB Bailey’s 2010 book Closing the Gap: all Intelligence Agency atrocities in the 20th century like MK-ULTRA, COINTELPRO, and Gladio not stopped but forced underground and even worse in 21st century; C.I.A. has a private army in every European country with Gladio; C.I.A./DoD operatives will not only hunt you down across the world but already there in foreign country, especially in the West; avoid Western states

Basic Reference Material: surveillanceissues.com, Michael Bell’s 2012 book The Invisible Crime: Illegal Microchip Implants and Microwave Technology and Their Use Against Humanity, Dr. John Hall’s 2009 book A New Breed: Satellite Terrorism in America, Dr. John Hall’s June 2013 podcast, Robert Duncan’s The Matrix Deciphered (2006 eBook) and Project: Soul-Catcher, Volume II: Secrets of Cyber and Cybernetic Warfare Revealed (2010), Mark Rich’s New World War: Revolutionary Methods for Political Control (2010 eBook published in print in 2011), Judi Chase’s Portals Memoirs, Charlene Fassa’s articles on the Judi Chase tragedy in Colorado, and episode 237 of the Pete Santilli show (details on child trafficking in Colorado and the Columbine shooters’ rape by policemen)

Important Note: Early 21st century=rising White nationalism to establish “an exclusively White Identity politics” (see Steven Gardner’s 2005 essay)+high-tech racial bullying to downgrade racial minorities and artificially select for politically weaker minorities in preparation for outnumbering of White population by 2042 and coming resource wars (see NLP Thesis)+Revolution in Military Affairs (R.M.A.) targeting individuals and groups for their ideas guided by the most advanced Artificial Intelligence (A.I.) systems in the world+high-levels of U.S. Military infected by Nazi ideology+Nazi-satanic take-over via endless trauma, bullying, and Far-Right N.S.A. Satanic proxies like the Tea Party and others in Western states (popular Tea Party leader Paul Vallely strongly tied to self-professed satanist and N.S.A. Chief Thomas Aquino, who allegedly invoked “demons” behind Nazi atrocities in his “Welwelsberg working”)=assymetric, non-lethal warfare being used by psycopaths in the U.S. Military to target individuals and groups for their ideas (some racial perspectives likely classified as “enemy ideas”; White nationalism in particular guided by advanced A.I. as seen in N.L.P.-Death-By-Laughter program described in NLP thesis; expect no mass resistance: racism now high-tech and guided by mind control technology capable of isolating those most likely to discover it); future of the West defined by blood and witch trials: run as far as you can.

Final Note: Remember at all times that these are not government scientists “testing” on you: these are criminals with technology that have “bought” your soul with an implant and are trafficking you across an underground without your awareness; other criminals can buy “air time” on your implant to do whatever they want with your mind and body. Do whatever you can to survive and remove or nullify your implant (proven nullification tips from personal experience: neodymium magnet on spine region at base of neck, vaseline on bone at base of left ear lobe, or neodymium magnets on either side of left earlobe, with proper pole closest to bone at base of left ear lobe; use a $10 Stanley Stud Finder or any other cheap metal detector to scan your body for implants)

MK ULTRA PROJESİ : CIA’nın zihin kontrol deneylerini gerçekleştirdiği üssü Fort Detrick’in gizli tarihi


CIA’nın zihin kontrol deneylerini gerçekleştirdiği üssü Fort Detrick’in gizli tarihi

ABD hükümetinin 1950’li ve 1960’lı yıllarda karanlık deneylerinin merkezi, günümüzde modern bir laboratuvar olarak kullanılıyor.

New York Times’ın 1996’da İstanbul’da açılan bürosunun ilk şefi olan ünlü gazeteci Stephen Kinzer, 10 Eylül’de yayımlanan yeni kitabının öne çıkan olaylarını Politico için kaleme aldı. Kinzer, CIA’in biyolojik ve kimyasal silahlar üzerinde uzmanlaşmak amacıyla kurduğu en önemli laboratuvarlardan birinin kısa tarihini değerlendirdi.

Kentucky’de bir hapishane doktoru 1954’te 7 siyahi mahkuma 77 gün boyunca “ikili, üçlü ve dörtlü” dozlarda LSD verdi ve kurbanlara ne olduğunu kimse öğrenemedi. Mahkumlar CIA’in zihin kontrol yöntemleri geliştirmek için kurduğu hayli gizli programın parçası olduklarını bilmeden ölmüş olabilir. Program karanlık ve az bilinen bir geçmişi olan ordu üssü Fort Detrick’te kurulmuştu.

Banliyönün genişlemesi Washington’ın Frederick ilçesinin Maryland kasabasına 80 kilometre uzaklıkta bulunan Fort Detrick’i içine çekse de 76 sene önce ordu, Detrick’i mikrop savaşını başlatmak için bir dizi gizli plan geliştireceği mekan olarak seçmişti. Günümüzde Detrick, ordunun hala biyolojik araştırmaları için kullandığı temel üs ve 13 bin dönüm içinde yaklaşık 600 yapıyı barındırıyor. Detrick uzun yıllar CIA’in gizli kimyasal ve zihin kontrol imparatorluğunun merkeziydi.

Independent’ın haberine göre, Detrick günümüzde zehir ve panzehirlerin araştırıldığı, ekin mantarından Ebolaya tüm salgın hastalıklara karşı savunmanın geliştirildiği dünyanın en modern laboratuvarınlardan biri. Onlarca yıl boyunca üste gerçekleştirilenlerin çoğu gizli tutulsa da Detrick’i ana üs olarak kullanan CIA’in zihin kontrol programı MK-ULTRA’nın direktörleri kayıtlarının çoğunu 1973’te imha etti. Programın sırlarının bir kısmı daha sonra gizliliği kaldırılmış belgelerle, görüşmelerle ve kongre soruşturmalarıyla ortaya çıkmış ve Detrick’in MK-ULTRA programındaki merkezi rolünü ve yabancı liderleri öldürme niyetiyle farklı zehirler ürettiğini ortaya koymuştu.

Japon güçlerinin 1942’de Çin’de mikrop savaşı başlattığına dair haberlerle ABD Ordusu biyolojik silahlar geliştirmek için gizli bir program oluşturmaya karar verdi. Ordu, Wisconsin Üniversitesi’nde biyokimyacı Ira Baldwin’i programın başına getirdi ve ondan yeni bir biyo-araştırma kompleksi kurmasını istedi. Baldwin, Catoctin Dağı’nın eteğinde bulunan terk edilmiş üssü seçti ve burası Ordu’nun biyolojik savaş laboratuvarlarının karargahı olarak düzenlendi.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Detrick’in önemi azaldı ve bunun nedeni basitti: ABD artık nükleer silahlara sahipti ve biyolojik silah geliştirmek eskisi kadar acil görünmüyordu. Fakat Soğuk Savaş’ın başlamasıyla dünyanın farklı uçlarındaki görünüşte birbiriyle ilgisiz iki gelişme yeni kurulan CIA’yi afallattı ve Detrick’e yeni bir görev yükledi.

Bu gelişmelerden ilki 1949’da Macaristan’daki Katolik Piskoposluk Kilisesi’nin Kardinali Joseph Mindszenty’nin ihanetle yargılandığı davaydı. Davada kardinal monoton bir biçimde konuşarak açıkça işlemediği suçları itiraf etmişti. Ardından Kore Savaşı sonlandı ve pek çok Amerikan mahkumunun ABD’yi eleştirdiği ve savaş suçları işlendiğini itiraf ettiği ortaya çıktı. CIA her iki duruma da aynı yanıtla karşılık verdi: beyin yıkama. CIA, komünistlerin insan beynini kontrol eden bir ilaç veya teknik geliştirmiş olduğu sonucuna vardı.

Ordu 1949’un yazında Detrick’te küçük ve çok gizli bir ekip kurarak, ekibe askeri kullanıma yönelik zehirli bakteri üretme görevi verdi. 1951’de zihin kontrolünün anahtarı olan sistematik bir araştırmayı tasarlaması ve denetlemesi için Sidney Gottlieb isimli bir kimyageri işe aldı. Gottlieb genellikle elektroşok ya da duygusal mahrumiyet gibi işkencelerle birlikte şaşırtıcı çeşitlilikteki ilaç kombinasyonlarını test etti. Gottlieb’in hastanelerdeki ve hapishanelerdeki kurbanları neye maruz kaldıklarının farkında değildi. Kurbanların bir kısmı Avrupa ve Doğu Asya’daki gizli gözaltı kamplarındaki mahkumlardı.

Laboratuvarın 1956’da yeniden adlandırılmasının ardından Gottlieb, Küba lideri Fidel Castro’yu ve Kongolu lider Patrice Lumumba’yı öldürme niyetiyle zehirler geliştirdi. 1959’un ortasına 1960’ların ortasına kadar Fort Detrick’e yönelik gerçekleştirilen protestolarda göstericiler, “Hiçbir ‘savunmanın’ rasyonelleştirmesi kitle imha ve hastalık kötülüğünü haklı gösteremez” diye açıklama yaptı. 1970’te Başkan Richard Nixon tüm hükümet kurumlarına biyolojik zehir arzlarını imha etmesini emretti. Gottlieb tereddüt etse de orduda çalışan bilim insanları bu emre riayet etti. Gottlieb yıllarca üzerinde çalıştığı kimyasalları yok etmek istemese de CIA Direktörü Richard Helms’le görüştükten sonra başka bir şansının olmadığına ikna oldu.

Sidney Gottlieb, 20. yüzyılın tanınmayan en güçlü Amerikalılarından biriydi. Gottlieb’in vazgeçilmez laboratuvarı Detrick hala anlatılmamış zalim hikayeler barındırıyor

MK ULTRA PROJESİ : CIA’in 10 yıl süren gizli programı ortaya çıktı


CIA’in 10 yıl süren gizli programı ortaya çıktı

Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) Soğuk Savaş döneminin ilk döneminde "zihin kontrolü" üzerine 10 yıl süren gizli bir program üzerinde çalıştığı ileri sürüldü.

Yeni çıkan "Poisoner in Chief – (Baş Zehirleyici)" adlı kitabı hakkında Ulusal Halk Radyosu’na (NPR) konuşan araştırmacı-yazar Stephen Kinzer, yıllar süren araştırmaları sonucu ortaya çıkan gizli program hakkında bilgi verdi.

Kinzer, MK-ULTRA adı verilen gizli zihin kontrolü programının 1950-1960 arasında CIA’in baş kimyageri Sidney Gottlieb tarafından yürütüldüğünü belirterek, “Zihin kontrolü teknikleri üzerine tarihteki en uzun süreli araştırma operasyonuydu.” dedi.

"İnsanların zihinlerinin kontrolünü ele geçirmek için metot arıyordu"

Gottlieb’in proje kapsamındaki deneylerinin bir kısmının üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde gizlice finanse edildiğini kaydeden Kinzer, diğerlerinin de Amerika’daki hapishanelerde ve yasal bağlayıcılığı olmaması için ABD’nin kontrolündeki Japonya, Almanya, Filipinler gibi ülkelerdeki gözaltı merkezlerinde yapıldığını anlattı.

Kinzer, şunları söyledi:

"Gottlieb, insanların zihinlerinin kontrolünü ele geçirmek için metot arıyordu ve bunun için iki aşamalı bir süreç olduğuna inanıyordu. İlk önce mevcut zihni şiddet kullanarak boşaltmak gerektiğini, sonra da ortaya çıkan boşluğa yeni bir zihin eklemek için bir yol bulmak gerektiğini düşünüyordu. İkincisinde çok mesafe alamadı ama ilk aşama üzerinde çok deneyler yaptı."

Kinzer, bu proje çerçevesinde CIA’in, 2. Dünya Savaşı öncesi Japonya ile Almanya’daki Nazi toplama kamplarında insanlar üzerinde benzeri deneyler yapmış bilim adamlarının da işe alınarak, ABD’nin biyolojik silah araştırmaları ile ünlü Maryland Fort Detrick’teki program merkezinde çalıştırıldığını savundu.

"Küresel dünya gücünün anahtarı olduğuna inanıyordu"

Gottlieb’in yıllar süren araştırmaları sırasında, “gözden çıkarılabilir” deneklerin bir çoğunun üzerinde elektroşok ve kullanıcıda halisünasyonlar oluşturan yüksek dozda LSD (Lysergic acid diethylamide) denilen uyuşturucu verilerek fiziki ve psikolojik işkencelere tabi tutulduğunu öne süren Kinzer, “Çok gizli yürütülen bu çalışmalarda Gottlieb’in deneylerinin ne kadar cana mal olduğunu tam olarak bilmek mümkün değil ancak bir kısmı öldü ve birçok yaşam kalıcı olarak yok edildi.” ifadesini kullandı.

Kinzer, Gottlieb’in neredeyse üstlerine hiçbir hesap vermeden bu çalışmaları yürüttüğünü öne sürerek, “Bu adamın öldürme ehliyeti vardı. Amerika ve tüm dünyadaki insan deneklerini ölümcül seviyede istediği şekilde istismara maruz bırakmaya yetkiliydi. Sanırım o zamanki zihniyet bu projenin çok önemli olduğunu, zihin kontrolüne hakim olmanın küresel dünya gücünün anahtarı olduğuna inanıyordu.” şeklinde konuştu.

MK-ULTRA programı delilleri yok edildi

Kinzer, uzun yıllar süren deneyler sonucunda Gottlieb’in zihin kontrolünün mümkün olmadığı sonucuna vardığını ve MK-ULTRA araştırmasına son verildiğini, Gottlieb’in ise casusların kullanması için zehirler ve ileri teknoloji araçlar oluşturan CIA içindeki bir programda liderlik yapmaya devam ettiğini kaydetti.

Gottlieb’in 1972’ye kadar CIA’de çalıştığını belirten Kinzer, görevi sona ermeden önce de o zamanki CIA Başkanı Richard Helms ile ajansın arşivindeki MK-ULTRA programı delillerini yok ettiklerini savundu.

Kinzer, “(Gottlieb’in) 70’lerin başında tüm bu belgeleri yok ederek izlerini silme çabası oldukça başarılıydı ancak yaptıklarının bir kısmını yeniden inşa etmeye yetecek kadar başka yerlerde bazı kayıtlar bulundu.” ifadesini kullandı.

MK ULTRA PROJESİ : “Çocuklar üzerinde anlatılması güç deneyler yapıyorlar”


"Çocuklar üzerinde anlatılması güç deneyler yapıyorlar"

David Icke’nin yeni çalışması “Size Hiç Söylenmemiş Ama Bilmeniz Gereken Her Şey” Destek Yayınları’ndan çıktı.

07.09.2019

Aylarca uluslararası “çok satanlar” listesinde kalan “İnsanoğlu Ayağa Kalk” adlı kitabın yazarı David Icke’nin yeni çalışması “Size Hiç Söylenmemiş Ama Bilmeniz Gereken Her Şey” Destek Yayınları’ndan çıktı.

Çevirisini Esin Akan’ın yaptığı kitapta, dünyanın nasıl bir yakın geleceğe hazırlandığı küresel sistemin nasıl değişeceği anlatıldı. “George Orwell’ın 1948 adlı romanındaki sarsıcı kurgu, yeni dünyada hayata geçmek üzere” diyen yazar Icke, mikroçip takılmış insan nüfusunun, tek bir güç tarafından anbean bir gestapoyla kontrol edilip yönetilmesi ideasının artık bir film senaryosu olmaktan çıkıp örtülü bir gerçek olduğunu anlattı.

Yazar, kitabın “Zihin Kontrolü ve Şekil Değiştiren ‘Kraliyet’ Üyeleri” başlıklı bölümünde, 1990’lı yıllarda tanıştığı “El-it” Satanizm ve Sürüngen bağlantılar hakkında bilgi veren Jennifer Greene’in anlattıklarına ve zihin kontrolü yapan şebekelere değindi.

Geçmişte de hükümetlerin finanse ettiği zihin kontrol programlarının olduğunu bunlardan birinin de CIA’in “MKUltra” olarak bilinen zihin kontrol programı olduğu belirtildi. Bu bölümde, MKUltra’nın, biyolojik ve kimyasal materyalin insan davranışını ne kadar değiştirdiğini anlamak için oluşturulduğu ve yapılan zihin kontrolü faaliyetleri anlatıldı.

İşte “Zihin Kontrolü ve Şekil Değiştiren ‘Kraliyet’ Üyeleri” başlıklı bölümde anlatılanlar:

“Yine karşımıza lanet ‘Örümcek Ağı’nın faaliyetleri çıkıyor. Trajedi inanılmaz derecede ağır bir boyutta, yetişkin bir mağdurun zihni o kadar silinmiş ki, kendisine yeniden ‘tuvalet’ eğitimi verilmek zorunda kalınmış! CIA Direktörü Stnasfield Turner, 1977’de MKUltra’nın, biyolojik ve kimyasal materyalin insan davranışını ne kadar değiştirdiğini anlamak için oluşturulmuş olduğunu söylemiş! Oysa bu, olanların sadece küçük bir bölümü. ‘MK/Mind Control/Zihin Kontrolü’ anlamına geliyor, ama bu adı, bu operasyonları asıl yürütmüş olan Nazilerin Almanca vermiş oldukları isme dayanarak vermişler. Bu oluşum, toplama kamplarında çocuklar üzerinde genetik ve zihin kontrolü programları uygulamış ve çalışmalarını izlemek üzere ikizleri ‘kontrol grupları’ olarak kullanmış olan ‘Ölüm Meleği’ lakaplı Dr. Josef Mengele’ye dayanıyor.”

“BUNLARIN ÇOĞU NAZİ PARTİSİ ÜYESİYDİ”

“Arizona Wilder, Mengele’nin de kendisini kontrol altında tutan zihin kontrolcülerden birisi olduğunu anlattı. Mengele de, insanlık suçlarını sürdürme ve teknolojik gelişme sağlamak üzere Amerikan istihbaratı ve Vatikan şebekesinin operasyonu olan ‘Paperclip/Ataç Projesi’ kapsamında 1600 tane Alman zihin kontrolcü, genetikçi, bilim adamı, mühendis ve teknisyen ile birlikte gizlice Amerika’ya getirilmişti. Bunların çoğu Nazi Partisi üyesiydi. Mengele ve savaşın sonunda ölmemiş olan Adolf Hitler, Güney Amerika’da Arjantin’e yerleştirildiler. ‘Gizli El’ mensupları hiçbir sınır tanımadıkları için Rockefeller ailesi, bir Alamn Üniversitesi’nde Hitler’in ‘arı ırk’ uzmanı Ernst Rudin’in öjenik programını uygulaması için büyük çapta finans sağlamıştı. Öjenik programının arkasındaki en büyük güç Rocefeller ailesiydi. (And The Truth Shall Set You Free/Ve Gerçek Sizi Özgür Kılacak adlı kitabıma bkz.)

Almanya’dan kaçmalarına yardım edilen ‘Paperclip Projesi’nin personeli, daha sonra NASA’yı kurdu. Bir Nazi Partisi üyesi olan roket bilimci Werner von Braun da onların arasındaydı. Savaş sırasında İngiltere’ye vurmak üzere kullanılan V-2 füzeleri onun beyninin ürünüydü. Paperclip Projesi ile Amerika’ya kaçırıldıktan sonra ise, Apollo Ay programı için Satürn V güçlendirici roketlerini tasarladı.”

“GİZLİ EL İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI YARATTI”

“Gizli El, Örümcek Ağı yoluyla, her tarafı kontrolü altında tutarak her iki Dünya Savaşı’nı yarattı ve dünya toplumunun pozisyonlarını değiştirdi. (Yine And The Truth Shall Set You Free/Ve Gerçek Sizi Özgür Kılacak adlı kitabıma bkz.)

Arizona Wilder, Güney Amerika’da Hitler ile birlikte olmadığı zamanlarda Amerika’dayken MKUltra sırasında Dr. Green adı altında çalışan Mengele ile ilgili deneyimlerini anlattı. (Children of the Matrix/Matris’in Çocukları adlı kitabıma bkz.)

Mengele’nin MKUltra lokasyonlarından birisi, daha önceki bölümlerde sözü etmiş olduğum Kaliforniya’daki China Lake Donanma Silahları Merkezi’ydi. Donanma İstihbaratı’nda çalışmış olan itirafçı William Tompkins, 2015’te Sürüngen’lerin, Almanya’da Nazilerle birlikte çalışmış olduklarını söylemiştir. 1990’larda ‘içeriden’ ifşaatçı kişilerin, China Lake’te Adolf Hitler’i ve Josef Mengele’yi görmüş olduklarını söylemeleri şimdi bana çok daha mantıklı geliyor. Diğerleri de aynı yeraltı üssünde Sürüngen’lerle yaşamış oldukları deneyimleri anlatmışlardı. Ayrıca, uzun zamandan beri bir de savaşın son aylarında Nazilerin kaçmış olduğu Antarktika’daki yeraltı üssünde de Sürüngen’lerin olduğuna dair iddialar çoğalmış durumda.”

“ÇOCUKLAR ÜZERİNDE ANLATILMASI GÜÇ DENEYLER YAPIYORLAR”

“MKUltra, travmaya dayalı zihin kontrolü denen kavram üzerine kurulmuş. En ideal olarak çocuklarda beyin yolları henüz gelime halindeyken, yani 6 yaşından önce başlıyor, ama daha sonra da başlanabiliyormuş. Bu çocuklar üzerinde anlatılması bile güç korkunç deneyler yapıyorlar, o kadar anlatılması güç ki, bu onların kendilerini ayrıştırmalarına veya deneyimledikleri şeyi zihinlerinden uzaklaştırıp tamamen bloke etmelerine sebep oluyor. Küçük çocuklara, diğer çocukların veya severek büyüttükleri hayvanların boğazının kesilmesini izlettirildiğini düşünün, hele bir de sıranın kendilerine geleceğini biliyorlarsa herhalde travmanın boyutu ölçülemez… Kurbanın etinden veya fetüsün yedirildiği veya örümcek ve yılanlardan korkarken saatlerce karanlıkta onlarla bırakılmış olduklarına dair deneyimleri dünyanın çeşitli yerlerinde dinledim.

Kafa keserken çocuklara izlettirme ve Batılılar tarafından kurulmuş olan IŞİD terör gruplarının kafa kesme işlemleri çocukları duygusuzlaştırma ve realite duygularını manipüle etme amaçlı. IŞİD, askeri Satanizm ve ordunun bir dalı durumunda. Savaşlar, bu hastalıklı ruhlar için tam birer kitlesel Satanik ritüeller. Beynin suskunluğu, travmatize olmuş zihnin arkasına gizlenmiş korkunç anılardan kaynaklanıyor ve zihin kontrolü endüstrisinde buna ‘değiştirilmiş zihin hali’ deniyor. Etkisi bilişsel kimlik bozukluğu veya çok kişiliklilik olarak görülüyor. Bu aynı, ciddi bir yol kazasında hafızanın kaybedilmesi gibi bir şey. Daha sonra bu sessiz halde kalan zihin, zihin manipülatörleri tarafından farklı amaçlar için programlanıyor; seks kölesi, suikastçı, terörist, hatta Örümce Ağı ajanları arasında bilgi taşıyan bilgisayar benzeri kurye olarak bile kullanılıyorlar. ‘Ön değişiklik’ dedikleri kişiler dünya ile etkileşimde oluyorlar, dolayısıyla herkes onları gerçekten kendileri gibi sanıyor, zaten kendileri de öyle zannediyorlar, oysa bilinçaltındaki ‘arka değişiklik’ belirli şifrelerle açılarak ‘ön değişiklik’in yerini alıyor. Zihin kontrolü jargonunda bu şifrelere ‘tetikleyici’ diyorlar. Bu bir kelime, cümle, ses veya şifrelemek için kullandıkları herhangi bir şey olabiliyor ve tetiklendiği zaman programlanmış olan davranış gerçekleşiyor. ‘Arka değişiklik’te iken son derece ünlü kişilerin cinsel tacizine ve şiddetli istismarına uğramış olan çocuklar ve genç kadınlar ‘ön değişiklik’e geçtikleri zaman hiçbir şey hatırlamıyorlar.”

Odatv.com