TSK DOSYASI : Bir devre arkadaşı yazmış… Teğmen Harun Kılınç


Bir devre arkadaşı yazmış…

DAĞ II’yi ithaf ettiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri. Ancak açılışta üç örnek askerden bahsediyoruz onlara da ithaf ediyoruz. Bunlardan biri Teğmen Harun Kılınç.

1992 yılı kışıydı. Şubat veya Mart gibi yine güneydoğuya gitmişlerdi Kayseri’den. Harun Teğmen 1nci taburla Kösreli bölgesine yerleşti. Cudi dağı orta güneyi Tuşimiya deresi çıkışı tarafı en iyi dostuyla beraber tugay karargahı ile beraber Görümlü’deydi. Diğer 2 tabur da Cudi kuzeyinde konuşlanmıştı. Kıştan çıkılıyor görüntü ve operasyonlar artıyordu. O dönemler ‘alan hakimiyeti’ denen bir kavram ile kritik tepeler sürekli tutularak operasyonlar yapılırdı. 1nci tabur bu kapsamda Cudi’ye ve Tuşimiya deresine daha yakın hakim olan Dijivar ve Tengesif tepelerini tutmaya başlamıştı. Bu görev rotasyon ile yapılıyordu.

2nci veya 3 üncü rotasyon başlangıcında sabaha karşı nasıl olsa değişim olacak diye toparlanıp üst bölgesine hazırlanan askerler gözetlemeyi bir anlığına ihmal edince o günkü yoğun sisten faydalanan teroristler saldırdılar. Bir kaç mevziye girdiler. Sis ve tertipsiz yakalan birlik kontrolü kaybetti tepede. Değiştirmeye gelen birlik Dijivar tepe yerine boyun noktası ile oraya bağlanan ortasında bir ağaç olan boyun noktasının diğer tarafındaki Tengesif tepeye konuşlandı birlik komutanın emri ile. Harun Teğmen durumdan rahatsız olup insiyatifi eline alıp ideal bir subay gibi olaya müdahale etmek üzere boyun noktasından teroristlerin olduğu tepeye doğru ilerledi. Yanında habercisi ile birlikte Dijivar’dan gelen "sıyrılan geri çekilen" askerleri derlemeye ve durumu anlamaya çalışırken yaralandı.

Ağacı mevzi yaptı ve teması devam ettirdi. Çatışma devam ederken tereddütsüz ve bilinçli olarak kendini görevi için hiçe saydı.

En iyi dostu helikopter pisti başında oraya takviye olarak atılmak üzere bekledi. O da teğmendi. Dostu tepedeki sisi olduğu yerden görebiliyordu. Ama helikopterler kalkamadı. Hava şartlarının aksiliğinden Kobra destek veremedi. Dostlarına hava şartları engel oldu.

Harun Teğmen aldırmadı buna. Şehit olana dek çatıştı. Timini korumak adına onu yalnız bırakmayan habercisi ile beraber mevzilerine girilmiş sisli Dijivar tepeye doğru yalnız gitti ve dönmedi.

Kösreli’deki taburdan ve yakındaki timden giden destek ile şehidimiz bizde kaldı. Ve Elbistan Afşin’e defnedildi. Onun sayesinde kendi kadar genç olan ama daha tecrübesiz askerler kurtuldu genç bir subay olarak liderin en önde olacağını kanıtladı.

DAĞ II’yi çekerken ailesi bize destek oldu. Sağolsunlar her türlü ilgi ve samimiyeti verdiler. Emekli polis olan kızkardeşi ricam üzerine bir sahnemizde bile oynadı. Hanımefendinin Harun Teğmen’e tıpatıp benzeyen bir oğlu var.

Harun Teğmeni mülakat yaptığım o yakın dostu DAĞ II’nin birikim kaynaklarından biri emekli Bordo Bereli Albayımız bana sorduğumda şöyle anlatmıştı:

"Bizim devre 89 mezunu ve 90 yılında kıtaya çıktık. Hava İndirme Tugayı Kayseri. Halk arasında paraşütçü komando. O dönemler mart gibi güneydoğuya gidilir aralık gibi dönülürdü. Ve tayinin Kayseri gözükürdü. Harun kıtaya çıkar çıkmaz gitmişti güney doğuya. Onun katıldığı tabur o sene kışı bölgede geçirmişti. Çok güçlüydü 3 kişi bileğini bükemezdik. Esmer güçlü yeşil gözlü sağlam karakterli bir adamdı. Çok okuyan ve her zaman haklının ve ezilenin yanındaydı. "

Özel Kuvvetlerde senelerce görev yapan bu yakın dostu o günleri ve Harun Teğmen’in bir asker olarak üstünlüğünü daha dün gibi hatırlıyor.

Ruhun şad olsun şehit Teğmen Harun Kılınç. Unutmadık. Unutturmayacağız.

TSK DOSYASI : ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…


ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…

Sosyal medyadan, ülkemizdeki ileri demokrasi nedeniyle anonim kalmasını istediğim bir emekli subaya aittir.

Yazım özneleri askerler olunca bazı arkadaşlara sıkıcı gelebilir ancak ana fikri kurumlar arası koordinasyonun liyakatin mesleki ve insani birçok değerin hiçe sayılarak ülkenin nasıl yönetildiğinin daha doğrusu yönetilemediğinin bir özeti aslında.

Medya ve basında son yüksek askeri şura kararları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığından altı yüz Albay rütbesindeki personelin kadrosuzluk nedeniyle emekli edildiği bilgisi yer aldı. Emekli bir subay olarak yaptığım bire bir görüşmelerden de kadrosuzluk nedeniyle basında yer alan rakamlara yakın sayıda Albayın emekli edildiği bilgisine ulaştım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fetö terör örgütü ile irtibatlı yaklaşık dört bin subayın ihraç edildiği Kara Kuvvetleri Komutanlığında personel eksikliği yaşanırken emekliliklerin kadrosuzluğa dayandırılması bana biraz manidar geldi.

Emeklilikleri atamalar ile birlikte değerlendirdiğimde ilginç olduğu kadar düşündürücü bir tablo ortaya çıkıyor. Kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilen bir kısım personelin bir buçuk ay önce yapılan atamalarla yeni görev yerlerine katıldığını da biliyoruz.

Kara Kuvvetleri Komutanlığında en önemli görev yerlerinden birisi olan Alay Komutanlığına atanan ve bir gün önce sancak devir teslim töreni ile Alay Sancağını teslim alan bir Alay Komutanının emekli edilme gerekçesi ne olabilir?

Kritik bir görev yerinden seçilerek başka bir kritik görev yeri olan Bölge Başkanlığına atanan albayın emekliye sevk edilmesinin mantığı var mıdır?

Atamalarda Kıbrıs’a atanarak görev yerlerine katılan ve son şura kararları ile emekliye sevk edilen Albaylar nedeniyle oluşan kamu zararı için ne söylenebilir?

Sicil sıralamasında kendilerinden sonrakiler göreve devam ettirilirken devrelerinin ilk sıralarında yer alan Albayların emekli edilmesinde hangi kriterler dikkate alınmıştır?

Kişisel olarak incelendiğinde buna benzer kişileri rencide edici birçok örneği vermek mümkün. Bunun yanı sıra atama gören personelden eşlerinin atamasını yaptıran evini kiralayan eşyalarını taşıtan ücretlerini ödeyerek özel okula çocuklarının kayıtlarını yaptıranların mağduriyetleri vicdanları ne kadar yaralamıştır merak ediyorum.

İşin daha enteresan tarafı ise emekliye sevk edilen kişilerin yaklaşık yarısı normal şartlarda çalışma süreleri nedeniyle değerlendirmeye alınmaması gereken yani normal şartlar altında emekli edilmemesi gerekenlerden oluşuyor. Diğer bir ifadeyle yirmi sekiz çalışma yılını doldurmayan dolayısıyla süre uzatma değerlendirmesine girmemesi gereken yaklaşık üç yüz Albay kadrosuzluk nedeniyle emekli edilmiş. Söz konusu personelin kaldıkları bu muamele karşısında neler hissedebileceği ailesine ve çevresindekilere bunu nasıl izah edeceği hiç akıllara gelmiş midir acaba. Ne hissediyorlar bilemiyorum ama bu zamanda ve bu şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) kadrosuzluk gerekçesiyle emekliye sevk edilmek bu arkadaşlarımız için bir ONUR ve GURUR vesilesidir diye düşünüyorum.

Taşları yerinden oynatılmış bir orduda personel arasındaki ilişkilerin nasıl olacağını tahmin edebiliyor musunuz. Emekli edilenlerin göreve devam edenler hakkında (Hangi cemaate üyeler acaba) veya göreve devam edenlerin emekliler hakkında (Fetöcümüy dü acaba) neler düşündüğünü veya hissettiğini söylemeye gerek var mı. Kader birliği yapan insanların oluşturduğu bir orduda personelin birbirlerine şüphe ile bakması kabul edilebilir mi. Çalışanlar arasında önümüzdeki yıl yarbay binbaşı ve astsubaylar da kadrosuzluk nedeniyle emekli edilecekmiş söylentisi almış başını gidiyor. Çalıştığı kurumda geleceği hakkında endişeleri olan insanlardan görevleri gereği gerektiğinde ölmelerini beklemek ve istemek gibi bir hakkınız olabilir mi?

TSK subay kadrolarının sınıf ve rütbelere göre belirlenerek buna göre personel temini ve yetiştirilmesi teknik bir konudur. Daha önceki yıllarda günün görev ihtiyaçları dikkate alınarak planlamaların aksine uygulamalar yapılmışsa da personelin sistem içinde kullanılması sağlanarak mağduriyetlerin asgari seviyede olması hep ön planda tutulmuştur. Bu uygulamada ise akla zarar mağduriyetlerin yanı sıra ödenen harcırahlar nedeniyle kamu zararı da söz konusudur. Bu konuların haksız yere emekliye sevk edilerek mağduriyet yaşayan personel tarafından yargıya taşınması gerektiğine inanıyorum.

Şahit olunan uygulamalar bize Kara Kuvvetleri Komutanlığının görev ihtiyaçları ile hareket ederken Milli Savunma Bakanlığının ise bilmediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz siyasi ve ideolojik düşüncelerle hareket ettiğini gösteriyor. Yanılıyor olabilirim ama birimler arasındaki dikkat çekici farklı hatta birbirine tamamen zıt uygulamalar TSK personelinin MSB’lığı içindeki bir birim vasıtasıyla değerlendirilerek eski personelin zaman içinde tasfiye edildiği izlenimini veriyor bana. Bir şekilde zamanında az veya çok Fetö terör örgütü bu ile iltisaklı ve irtibatlı olduğu tespit edilen ancak haklarında yasal işlem yapılamayan personelin tasfiye edilmesi makul görülebilir ki bu durumdaki personel kadrosuzluk nedeniyle emekli edilenler içinde öğrenebildiğim kadarıyla dikkate alınmayacak sayıdadır. Bu da kadrosuzluktan emekliliklerin terör örgütü şüphesi ile değil ağırlıklı olarak başka gerekçelerle yapıldığının en açık bir göstergesidir.

Başta Akit gazetesi olmak üzere yandaş basın ve medyada son günlerde tabur ve daha üst birlik ve karargahlarda imam/din işleri subayı görevlendirilmesi konusu gündeme getirilmeye başlandı. Yine sosyal medyada bu teşkilatlanma ile ilgili kanuna dair bir metin dolaşıyor. (Yazım hataları nedeniyle bu belgenin doğru olduğunu düşünmemekle birlikte yakın zamanda çıkarılacağına da inanıyorum. ) Halen geçerli midir bilmiyorum ama TSK’da ihtiyaca binaen yeni bir kadro açılacağı zaman kadro tavanını aşmamak gerekçesiyle başka sınıflara ait kadrolardan tasarruf edilir. Halen bu uygulama geçerli ise tasfiye şeklindeki emekliliklerin bu konuyla ilgili olabileceğini imam ve din işleri subayları için kadro oluşturma hazırlığı olabileceğini düşünüyorum. (Görevde olduğum yıllarda belli seviyenin üstündeki karargahlarda seferde atama yapılacak şekilde Din İşleri Subayı kadrosunun olduğunu da belirtmek isterim. )

Askeri öğrencilik dâhil otuz yedi yıl hizmet ettiğim TSK’de dine saygısızlık yapıldığını dini vecibelerini yerine getiren dindar personele farklı davranıldığına şahit olmadım. Büyüklüğüne bağlı olarak hemen hemen her birliğinde cami veya mescit bulunan ramazan aylarında sahur ve iftar yemeklerinin özellikle düzenli bir şekilde yenmesi için çaba gösterilen her yemekte Tanrı’nın adı zikredilerek yemek duası okunan eğitim yılı açılışlarında kazasız ve belasız bir eğitim yılı olması nedeniyle birçok birliğinde kurban kesilen dini bayramlaşmaların aksatılmadan yapılması için her türlü tedbiri alan bir TSK’den bahsediyorum. Komutanlık Bölge Başkanlığı görevlerim dâhil çalıştığım yıllarda böyle bir kadro ve personeline hiç ihtiyaç duymadım. Bugün de ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Ama iktidarın yapmak istedikleri ve TSK’ni getirmek istedikleri noktayı düşünerek gerçekten üzülüyorum.

Geçen günlerde liglerden küme düşmenin kaldırılması ile ilgili yaptığım bir paylaşımımı memleketin çivileri çıkmış sonumuz hayırlı olur inşallah şeklinde sonlandırmıştım. Gerçekten içinde bulunduğumuz durum bu. Hatta ortada yerinden çıkacak çivi bile kalmamış dense yeridir. Çivileri çıkmış bir yapının altında kalmamız umarım an meselesi değildir.

TSK DOSYASI /// AHMET AKYOL : NEDEN ASKERÎ OKULLAR ???


AHMET AKYOL : NEDEN ASKERÎ OKULLAR ???

24 Haziran 2020

31 Temmuz 2016 tarihli Resmî Gazete’ de yayımlanan KHK/ 669 ile askerî okulların kapatılması üzerine medyada çeşitli haber ve yorumlar arka arkaya çıkmaya başlamıştı. Konuyu incelemeye başlamadan önce bunlardan bazılarını hatırlamakta yarar var:

Askerî liseler kapatılıyor.

Kısacası son darbe teşebbüsü bu açıdan beklenmeyen olumlu sonuçlar doğurmuştur. ”

( Sabah 1.8.2016)

Kapatıldılar.

Doğru karar.

Subay olmak isteyen üniversite sınavına girer.

Yeterli puan alan Millî Savunma Üniversitesi’ ne giderek subay olur.

Yüksek lisans yaparak kurmay olur. ”

( Milliyet 1.8.2016);

Askerî liseler kapatılıyor.

Harp okulları ise YÖK’ e bağlı bir eğitim sistemi ile şekillendirilecek.

Askerî konularla bir ilgisi olmayan (liderlik gibi) dersler kalkıyor. ”

( Hürriyet 9.8.2016)

Askerî öğrenciliğin ne olduğunu subaylığın bir ruh ve yaşam biçimi olduğunu bilmeyenlerin konu hakkında fikir ve öneri ileri sürmeleri kadar yanlış bir durum olamaz!

Hele kurmaylığın ne olduğunu bilmeyenlerin ’ bir tez vererek kurmay olunabilir’ düşüncesi kadar da saçma ve mantıksız bir anlayış olamaz!

Konuyu birkaç alt bölümle incelemeye çalışalım.

Kamuoyunda ve basında ileri sürülenin aksine çağdaş ülkelerin hemen hepsinde askerî okullar vardır ve bu okullarda üzerinde durulan en önemli konuların başında liderlik gelir.

Örneğin ABD askerî okullarında temelde ortak değerlendirmeler şöyle özetlenebilir:

Okullardaki öğrenci sayısı ortalama 250- 300 arasındadır. Her öğretmene 10- 15 öğrenci düşer. Eğitim programlarında öz disiplin karakter ve liderlik üzerine odaklanılır. Akademik mükemmeliyet kişisel motivasyon karakter geliştirme fiziksel gelişim ve liderlik; öğrenciler arasında kaynaşma kendine ve arkadaşlarına güven ve saygı esastır. Yalan söyleme ya da sınavlarda kopya çekme söz konusu değildir. Çoğu okulda sınavlar gözetmen olmadan yapılır. Öğretmen soruyu sorar ve sınavdan çıkar. Sınavda kopya çeken de bunu görüp haber vermeyen de – durum anlaşıldığında- okuldan atılır. Öğrenciye güven tamdır öğrenci de bunun bilincindedir. Sistemde ahlâklı olmak esastır; ahlâksızlığı bilerek saklamak ahlâksızlığa ortak olmaktır!

Bazı askerî okullarda JUNİOR ROTC programı uygulanır. Bu program her öğrenciye özeldir; herhangi bir ders programı uygulanmaz.

*

Bu yazıda sadece kapatılan askerî liseleri esas almaya çalıştım. Bizde kapatılan askerî liseler çağdaş ülkelerin askerî okullarının yaptığı gibi kendilerine özel bir eğitim programını değil; kuruluş mevzuatında belirtilmiş Millî Eğitim Bakanlığı’ndan onaylı yabancı dil ağırlıklı fen programı uyguluyorlardı. Kısacası müfredat Millî Eğitim Bakanlığı müfredatıydı. Sivil dengi okullardan farklı olarak yabancı dil dersi ve beden eğitimi saatleri biraz daha fazlaydı. Haftada bir gün de askerî kıyafetli yanaşık düzen eğitimi yapılıyordu. Burada da amaç disiplini özümseme ve askerlik mesleğinin benimsenmesiydi.

*

Burada tarihe küçük bir not düşelim:

Türk kültür hayatına unutulmaz hizmetlerde bulunmuş kuruluşundan bu yana içlerinden Cumhurbaşkanı Genelkurmay Başkanı Kuvvet Komutanları çıkan çok değerli subay ve general yetiştirmiş; bunun yanında da nice şair ressam bilim adamını da Türk Milleti’ ne armağan etmiş (benim de mezunu olmakla gurur duyduğum) Kuleli Askerî Lisesi’ nde Eğitim ve Öğretimde Amaç şöyle tanımlanıyordu:

Çağdaş eğitim ve öğretim bilimi kapsamında; öğrenciyi merkeze alan eğitim felsefesine uygun olarak;

Silâhlı Kuvvetlerin mevcut ve gelecekteki ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte;

Kara Harp Okulu’ndaki eğitim ve öğretimi takip edebilecek bilimsel altyapı ile donanmış;

Temel askerî bilgi ve davranışları kazanmış askerlik mesleğinin temel değerlerine karşı duyarlı ve bu değerleri benimsemiş üstün bedeni yeterliliğe sahip;

İletişim becerisi gelişmiş; İnsanlığa saygı vatan millet sevgisi şeref ve bağımsızlık kavramlarını kendisine ilke edinmesinin yanı sıra Atatürkçü Düşünce Sistemini özümsemiş ve bunu bir yaşam tarzı olarak benimseyerek kendine rehber edinmiş askerî öğrenciler yetiştirmekti.

Hedef: Değişen ülke ve dünya gerçeğini görebilen algılayabilen;

Çağdaş yönde gelişmeyi sağlayan ve istenen yönde değişimi gerçekleştirebilecek liderlik özelliklerinde;

Bilgiye nasıl ulaşılabileceğini bilen ve bilgiyi inisiyatifle kullanabilen;

Sorumluluk duygusu gelişmiş ve öz denetim yapabilen;

Çağın gerektirdiği teknolojik gelişimi takip edebilecek bilgi beceri ile sağlam bir beden ve ruh yapısına sahip;

Atatürkçü Düşünce Sistemi” ni benimseyerek kalbine yerleştirmiş ve davranışlarına yansıtmış üstün nitelikli askerî öğrenciler yetiştirecek eğitim öğretim sistemleri ile buna hayat veren çağdaş teknolojik donanımlı eğitim ve sağlıklı yaşam ortamını oluşturmak ve sürekli geliştirmekti.

Kuleli Askerî Lisesinde öğrenciler Türk Silâhlı Kuvvetleri’ nin geleceğini oluşturacak liderler olarak değerlendiriliyor ve ileride bu şerefli vazifede en büyük sorumlulukları başarıyla yerine getirmelerini sağlayacak becerileri edinmeleri için modern öğretim teknikleri ve teknolojilerinin kullanıldığı bir öğretim sürecinden geçiyorlardı.

Eğitim ve öğretim ile ilgili gerçekleştirilen her türlü faaliyette; kısa ömürlü ve geçici sonuçlar yerine uzun vadeli ve kalıcı sonuçlar alabilecek tarzda süreci esas alan bir program uygulanmaktaydı.

Kuleli Askerî Lisesi’ nin en büyük özelliklerinden biri de verdiği yaşam biçimiyle kişinin özgüvenini artırması ve sorunlara çözüm üretebilme yeteneğinin geliştirilmesiydi…

Askerî liseler kapatıldıktan sonra kamuoyunda iddia edildiği gibi askerî liselerde “indoktrine” (fikri beyin yıkama) eğitimi verilmiyordu. Askerî lise öğrencisinin “bir gün bu ülkenin sana ihtiyacı olduğunda yönetime el koyacaksın” anlayışıyla yetiştirilmesi söz konusu bile değildi. Bu iddia sahiplerinin askerî lise eğitimi hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadan hayalî ve büyük bir olasılıkla art niyetli fikir oluşturduğu kanaatindeyim.

Ne yazık ki “artık günümüz şartlarında askerî liselere ihtiyaç kalmadığı” gerekçesiyle bir kültüre kilit vuruldu. Kültürü korumanın sadece binaları korumak olmadığı duvarları şehit adlarıyla dolu o binalardaki hayatın maddî ve manevî varlığı unutuldu!

1845 yılında kurulan ve kapatıldığında 171 yıllık bir mazisi olan Kuleli Askerî Lisesi tarih demekti. Tarihî devamlılık gelenekler ve aidiyet duyguları silinip atıldı. Savaş zamanlarında hatta İstanbul İngilizler tarafından işgal edildiğinde bile kapatılmayan okul lağvedildi. Çok büyük YANLIŞ yapılmıştır!

Geleceğe hükmetmenin ön şartı geçmişi iyi bilmektir. İnanıyorum ileriki yıllarda bu ÇOK BÜYÜK YANLIŞTAN mutlaka dönülecektir. Umarım (mevcut değerler kaybedilmeden) çok fazla geç kalınmaz!

*

Çağdaş ülkelerin tüm askerî okullarında esas olan kurallara uymak yani disiplindir. Başarının temelini disiplin oluşturur. Birlik ve beraberliğin sağlanması ve sağlamlaştırılması disiplinin temini için çok önemlidir. Disiplin aynı zamanda kültürün en önemli öğesi olan saygıyı içerir.

Askerî okullar disiplini esas alarak küçük yaşlardan itibaren askerî öğrencilere askerlik mesleğinin yüksek vasıflarını çok yüksek bir eğitim düzeyi sonrasında verir; onların yüksek vasıflı komutan ve lider olmalarının alt yapılarını oluşturur.

Askerî okullar kişiliklerinin gelişip şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadıkları için askerî öğrencilerin hayatlarında derin izler bırakır/ bırakmıştır.

Askerî okullarda askerliğin bir meslek değil çok özel bir yaşam biçimi olduğu; her subayın kendi mesleğine- vatanına/ milletine/ bayrağına- adamış bir asker olmanın heyecanını duymasının önemi bilinçle işlenir. Bu bilinç küçük yaşlardan itibaren askerî okullarda öğrenilir ve benimsenir.

Bu dayanışma ruhu ile psikoloji ilminin bireysel ve toplumsal olarak benimsenmesi olarak da tanımlanabilen askerî terbiye askerî okullarda sağlanır.

Türk Silâhlı Kuvvetleri’ nin tarihinde boşlukları asla doldurulamayacak olan bu okullar derin kökleri olan eğitim kurumlarıdır.

Askerî okullar özellikle maddî olanakları kısıtlı ailelerin zeki ve çalışkan çocuklarını hayata kazandırmada vatana ve millete faydalı bir fert olmalarında yararları asla tartışılamayacak konumdadırlar.

Küçük yaşlarda başlayan yatılı eğitim meslek idealizminin kavranıp benimsenmesi açısından apayrı bir özelliğe sahiptir. Buralarda küçük yaşlardan itibaren vatan ve millet sevgisi mesleğe saygı amirlere itaat zihinlere kökleşerek yerleşir ve yaşam biçimine dönüşür.

Aidiyet duygusu askerlikte/ sosyo- kültürel yaşamda çok önemlidir. Askerî okullar bireylere aidiyet duygusu kazandırır; bireysel ve toplumsal sorumluluğu artırır. Askerî okullardaki günlük yaşam kişiye önce kendine sonra topluma saygılı olmasını öğretir.

*

Yabancı ülkelerdeki tarihî askerî okullar özenle korunurken ne yazık ki Türkiye’ de askerî okulların varlığı yazboz tahtasına dönmüştür.

Önce Harbiye açılmış daha sonra sayıları arttırılmış kısa bir süre sonra bunlar kapatılarak İstanbul Harbiye’sinde birleştirilmiş; o da bir süre sonra Ankara’ ya taşınmıştır. Kara Hava ve Deniz Harp Okulları Kuvvet Komutanlıklarına bağlı iken (son yıllarda kimin direktifiyle başladığını bilemediğim TSK’ da oluşturulan çalışma gruplarında alınan kararla) günümüzde Millî Savunma Üniversitesi’ ne bağlanmıştır.

Askeri İdadiler (liseler) açılmış bunların sayıları hızla artmış bir süre sonra sayıları 2’ye 3’e düşecek kadar azaltılmış; darbe girişimi gerekçe gösterilerek onlar da kapatılmıştır.

Askerî rüştiyeler/ortaokullar ülkenin her yanında açılmış sonunda teke indirilmiş ve Selimiye Askerî Ortaokulu açılmış en nihayet o da kapatılmıştır.

Çok kişi duymamıştır bile ama bir dönem askerî ilkokullar bile vardı! Örneğin 1920- 1921 öğretim yılında Kuleli Askerî İptidaisi (Kuleli Askerî İlkokulu) 118 mevcutlu ana sınıfını takip eden dört sınıftan ibaretti. Birinci sınıf: 266 İkinci sınıf: 150 Üçüncü sınıf: 126 Dördüncü sınıf: 47 olmak üzere toplam 707 kişiden ibaretti.

*

Kişisel değerlendirmeme göre:

Uzun yıllardan bu yana kökleşerek gelişen tarihî uzun bir geçmişe dayanan askerî okulları çeşitli nedenlerle bir gecede kapatmak kolaydır. Ancak esas olan zor olanı yapmak bu yapıyı hastalığından kurtararak yeniden sağlıklı bir hale getirerek topluma kazandırmaktır.

Askerî okulların sayısı artırılmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ nin her coğrafi bölgesi için bir askerî lise açılabilir. Örneğin: Doğu Anadolu Bölgesi için Erzurum’ da; Güneydoğu Anadolu Bölgesi için Gaziantep’ te; Akdeniz Bölgesi için Isparta’ da: Ege Bölgesi için Afyon’ da; İç Anadolu Bölgesi için Konya’ da; Karadeniz Bölgesi için Amasya’ da Trakya bölgesi için Edirne veya Kırklareli’ nde bir askerî lise açılabilir. Marmara Bölgesi için ise mevcut Kuleli Askeri Lisesi varlığını devam ettirmelidir.

Ayrıca Kuleli Askerî Lisesi mevcut durumuna ek olarak diğer askerî liselerden mezun olup da Harp Okulu’ na gidecekler için bir senelik bir Hazırlık Okulu olarak da plânlanabilir.

Yine askerî liselerin olduğu her bölgede özel kıyafetleri olan özel statülere tabi askerî ortaokullar da düşünülebilir. Buralara da öğrenciler seçilerek alınmalı öğrenci sayıları 150- 200’ü asla geçmemelidir.

Pek çok çağdaş ülkede olduğu gibi ortaokul ve lise seviyesindeki askerî okullardan mezun olanların mutlaka Harp Okullarına gitmek gibi bir zorunlulukları olmamalı bu durum özel kanunlarıyla düzenlenmelidir.

*

Tabi burada çok önemli olan bir konuyu da özellikle belirtmek isterim. Askerî okullara öğrenci seçimi sınavların ÖSYM tarafından yapılması uygulamasına AKP hükûmeti döneminde geçildi. Örneğin Kuleli Askerî Lisesi’ ne öğrenciler bu lisenin yaptığı sınavla değil; normal liselere yapılan sınavla alınıyordu. Sınavı yapan kadroların soru- cevapları belirli odaklara bu aşamada verdiği basında yeterli derecede yer aldı. Bu satırları okuyanlar o yazıları da okumuş olmalıdır! Örneğin askerî liselere alınacak öğrencilere sorulara belirli odaklar tarafından nasıl verildiği 27 Mart 2014 tarihli Star Gazetesi’ nde ayrıntılı olarak yer aldı. Cemaatlerin askerî okullara nasıl sızdığı konusunu daha ayrıntılı öğrenmek isteyenlere özellikle Kuleli mezunu Harbiyeli Gazeteci- Yazar Yavuz Selim Demirağ’ ın yazdığı “İmamların Öcü” kitabı okumasını öneririm.

Kanaatimce yeniden çıkartılacak özel kanunlarla askerî okullara öğrenci alma sınavları okul personeli tarafından oluşturulan bir kurul tarafından yapılmalıdır. Bu komisyonlarda Atatürk ilke ve devrimlerini samimî olarak benimsemiş askerî personel görevlendirilmelidir.

Askerî okullar yeniden açılacak olur da sınavları yapacak olanlar herhangi bir siyasî parti yandaşları olursa; bu durumda o siyasî parti ya da siyasî hareketi benimseyenler seçilir. Kısacası günlük siyaset odaklı düşünülürse korkarım gelecekte çok büyük sorunlar yaşanabilir!

Ne yazık ki askerî liseler kapanmadan önce uygulamalardaki yanlışlıklar örneğin okullara belirli odakların belirlediği kişilerin sokulması sınav sorularının belirli yerlerin eline geçmesi buna göz yumulması hatta bazı yerlerde teşvik edilmesi okul içinde bazı odakların ayrıcalıklı bir konuma girmesi ve korunması yaranın büyümesine neden olmuş sorunlar içinden çıkılamaz hale gelmiştir. Atatürkçü kesimin dışlanması buna en büyük örnektir. Bazı emekli subaylar anılarında 2016 yılı öncesi askerî okullarda yaşananları çok ayrıntılı anlatmaktadırlar. Ben okurken utandım bizim zamanımızda böyle değildi! Bu gibi büyük yanlışlıkların kesinlikle tekrar etmemesi gerekir! Askerî okullar herhangi bir siyasi partinin arka bahçesi konumuna düşerse eski yanlışlar aynen hatta daha büyük ve onarılmaz yaralar açarak tekrarlanır. Bunun için okulların açılma zamanları ve açılma şekilleri çok iyi düşünülmelidir.

*

Prusya hükümeti daha 1808 yılında subaylarda olması gereken nitelikleri bir kararnameyle şöyle belirlemişti:

Bir subayın mevkiini belirleyici tek unsur barış zamanlarında öğrenim ve bilgi; savaş zamanında ise üstün cesaret ve kavrayıştır. ”

Askerî okullarda SİYASET ÜSTÜ bir anlayışla karakter gelişimi liderlik kendi kendine yeterlilik özgüven esas olmalı; Disiplin kendi kendini kontrol etmeye eylemleri ve tepkileri yönetme yeteneğine odaklanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki bir kurallar sistemi olan disiplin ne sert ne de olağandışı cezalandırıcıdır. Disiplin sınırları yaratır ve zamanla sorumluluk alarak kendi kendini kontrol etmeyi benimseterek üst düzey güven ve karakter oluşturur.

*

Askerî okullardan ve öneminden söz ederken mutlaka askerî öğrenci ailelerinden de söz etmek gerekir!

Şüphesiz Türk Milleti asker bir millet. Herkes vatanını ve milletini seviyor ve önemsiyor. Ülkesini koruyacak olan askerine de saygı duyuyor. Ancak vatan- millet sevgisi yanında ailelerin çocuklarını onların sağlıklı beslenmesi iyi ve disiplinli bir okulda okuyarak hayata atılması iş bulma sorununun ortadan kalkması gelecek garantisi sağlaması gibi nedenlerle askerî okullara vermek istediklerini düşünüyorum.

Askerî okullarda genellikle Anadolu’ da çocuklarını okutma olanağı bulamayan ailelerin çocukları parasız yatılı okuyordu. Aileler de çocuklarını devlet okuttuğu için maddî anlamda bir rahatlık yaşıyorlardı. Bu çocukların büyük bir kısmı geldikleri şehirde dengi okullarda ( maddî anlamda) okuma şansına sahip değillerdi.

Bazı aileler ekonomik sorunların yanında sivil hayattaki ideolojik mücadelelerden korumak terörden uzak tutmak başıbozukluktan kurtarmak için çocuklarını askerî okullara yönlendirmiş olabilirler.

Askerî okulların kalitesi ve özellikle küçük yerlerde bu okullardan mezun olanların ailelere saygınlık kazandırması da bir tercih sebebi olabilir.

Neresinden ve hangi açıdan bakarsanız bakın askerî okullar önemlidir!

*

Askerî okullara uzun yıllardan bu yana art niyetli bir sızma olduğu gerçeği ortadadır. Ancak bu art niyetli yapılanma ile mücadele okullar kapatılarak değil bu okullara sızmalar engellenerek yapılır.

Daha önce sözünü ettiğim gibi sınav sorularının kimlere nasıl verildiği Atatürk ve Cumhuriyet ile sorunları olanların askerî okullara nasıl alındığı konusunda kaleme alınmış pek çok haber ve kitap var. Bunların iyi incelenmesi gerekir!

Bir dönem yapılan büyük bir YANLIŞ onur ve şeref dolu bir tarihî geçmişi silmenin gerekçesi olmamalıdır! Özellikle askerî okullara sızma düşüncesi bile bu okulların önemini gösterir. Askerî okullar silâhlı kuvvetler için çok önemli eğitim kurumları olduğundan buralara sızma plânlanmış ve gerçekleşmiştir.

Bu okulların kapatılmasının pratikte buraya sızmak isteyen oluşumun amacına hizmet edeceği / ettiği kanaatini taşıyorum. Günümüzde askerî okulların kapatılmasının kime ve neye hizmet ettiği veya edeceği çok iyi değerlendirilmelidir!

Bundan sonra yani askerî liseler kapatıldıktan sonra belirli amaçlara hizmet için özel yetiştirilmiş ve eğitilmiş öğrencilerin sivil liselerden Harp Okullarına girmesi kolaylaşmış olmayacak mıdır?

Askerî okulların kapatılması TSK bünyesinde çok derin yaralar açmıştır! Askerî okulları kapatmak burada okuyup TSK saflarına katılan ve çeşitli rütbe ve makamlara yükselenlerin veya okuldan sonra sivil hayatta başarılı olanların tarihe ve kültüre sahip çıkma bilinçlerinin temelini/ kökünü aidiyet duygularını tarihten silmektir.

Teröre kaynaklık ediyor diye askerî okulların örneğin Kuleli Askerî Lisesi’ nin kapatılması aynı zamanda bu okullardan mezun olmuş nice değerli insanın tamamının bir şekilde suçlanıp aşağılanması değil midir?

Sebebi ne olursa olsun tarihî ve kültürel değerlerin göz ardı edilebileceği ya da ikinci plâna itilebileceği düşüncesini çok YANLIŞ buluyorum!

Önemle tekrarlıyorum: hangi ülkede hangi ideolojide olursa olsun askerlikte her şeyden önce yaşam ve meslek disiplini ile millî şuur çok önemlidir. Bu disiplin ve şuur da ancak genç yaşlarda askerî okullarda verilip işlenebilir. Ağaç yaşken eğilir!

Unutmayın askerlik bir meslek değil bir ruh ve yaşam biçimidir!

Okuma sabrınızı zorladığımın bilinciyle bu küçük incelememizi Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün sözleriyle sonlandıralım:

“ ASKERLİK RÜTBE VE ELBİSE DEĞİL RUHTUR!”

TSK DOSYASI : Türk Silahlı Kuvvetlerine Kurulan İstihbarat Tuzakları


Türk Silahlı Kuvvetlerine Kurulan İstihbarat Tuzakları

YÜKSEL AKKALE

1. Uludere Tuzağı(1)

2011 Yılında 35 kişinin öldüğü Uludere’de yaşanan facianın arkasında MİT’in yanlış/kasıtlı istihbaratı ortaya çıkmıştı.(2) Söz konusu faciayı kısaca hatırlayalım;

Şırnak’ın Uludere ilçesinde, içlerinde üst düzey yöneticilerden birinin de bulunduğu terör örgütüne mensup bir grubun sınırdan giriş yapacağı istihbaratı üzerine Hava Kuvvetlerinin F-16 savaş uçaklarıyla 28 Aralık 2011’de yaptığı bombalama sonucunda 35 kişi yaşamını yitirdi. Söz konusu operasyonda hayatını kaybedenlerin, Irak’tan Türkiye’ye mazot ve sigara getirmek için terör örgütünün kullandığı yol üzerinden geçen bir kaçakçı kafilesi olduğu anlaşıldı.

Soruşturmayı yürüten savcılık ayrıca katliamdan bir hafta önce, yani 21 Aralık 2011 tarihinde, MİT’in Genelkurmay’a OBİPAS üzerinden gönderdiği yazıya ulaştı. Yazıda “terör örgütü sözde Zağros eyaleti sorumlusu Dr. Erdal Bahoz kod adlı Fehman Hüseyin’in Şırnak Uludere Ortasu bölgesinde yer alan Düğün Dağı karşısında Türkiye sınırına yaklaşık 10 km uzaklıkta telsiz çevrimine çıktığı, söz konusu keşif çalışması ve Fehman Hüseyin’in sınır bölgesine yakın bir mıntıkada bulunması, mezkûr alanda bir eylem arayışı olabileceği cihetiyle önemli görülmektedir” denildi.

Yazışmalar ve belgeler, MİT’in, olaydan hemen önce Genelkurmay’a PKK’lı Bahoz kod adlı Fehman Hüseyin’in bir eylem arayışında olduğu ve bölgede, katliamın yaşandığı 28 Aralık 2011 tarihini de kapsayacak şekilde, 21 Aralık-30 Aralık tarihleri arasında eylem yapacağına ilişkin bilgi gönderdiğini ortaya koydu. MİT’in söz konusu raporunda istihbaratın doğruluk derecesi “Doğruluğu kuvvetle muhtemel” olarak belirtilirken yapılacak eylemin “üs bölgelerine silahlı saldırı” olacağı belirtildi.

Genelkurmay Başkanlığı, o dönem soruşturmayı yürüten ve daha sonra dosyayı Askeri Savcılığa gönderen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği yazıda MİT’in Uludere’deki rolünü ortaya koydu. Genelkurmay, MİT’in Uludere ile ilgili olmadığını savunduğu istihbarat notunun, “Olay günü karar vermede önemli rol oynadığını” belirtti.(3) Bu istihbarata güvenerek yapılan operasyonda sivillerin hayatını kaybetmesi ile Hava Kuvvetlerinin kullanıldığı terör operasyonları askıya alındı.

2. Fiat Doblo Tuzağı(4)

Hava Kuvvetlerinin operasyonlarda kullanılamamasını fırsat bilen terör örgütü artık intikallerini elini kolunu sallayarak yapıyor, Heronlarla görülmelerine rağmen, eğer bir konvoyda katır varsa, kaçakçı olma ihtimali yüzünden kesinlikle müdahale edilmiyordu. Artık katırlar teröristler için bir nevi sigorta görevi üstlenmişti.

2’nci Ordu Komutanlığına Orgeneral Galip Mendi atandıktan sonra bu soruna çözüm bulma arayışları hız kazanmıştı. Daha net görüntü sağlayan Predetor’lerden istihbarat desteği alınmaya başlanmış ve artık kaliteli görüntü üzerinden konvoyların kaçakçı mı terör grubu mu olduğu ayırt edilebiliyordu. Eylül 2012’den itibaren teröristlere ait lojistik katır konvoyları, yapılan talep üzerine uçaklarla tekrar etkisiz hale getirilmeye başlamıştı.

Bu gelişmeler üzerine Ekim 2012 ayında MİT tarafından Terörle mücadele eden 2’nci Ordu Komutanlığına, bölücü terör örgütünün üst düzey bir yöneticisi ile ilgili zamana duyarlı bir istihbarat iletilir. Buna göre bir MİT ajanı, terör örgütü yöneticisiyle buluşacak ve yeri bilinmeyen bir kampta yapılacak örgüt toplantısına Fiat Doblo marka bir araçla götürecektir.

Bunun üzerine söz konusu MİT ajanı ile koordineli olarak terör örgütünün bahsi geçen üst düzey yöneticisine bir operasyon planı yapılır. Plana göre ilk buluşma yerinden itibaren araç yeri henüz bilinmeyen kamp alanına kadar Heron’la takip edilecek, MİT ajanı kamptan emniyetli mesafeye ayrıldıktan sonra da havada bekleyen uçaklar tarafından terör kampı bombalanacaktır.

Her şey planlandığı gibi ilerler, ilk buluşma yerine buluşma saatinden önce bir Heron gönderilir. Hakikaten de aşağıda Fiat Doblo’ya benzer bir araçla buluşma gerçekleşir ve araç dağlık bölgede bilinmeyen bir yere doğru hareket eder.

Heron buluşmayı an be an kaydeder, aynı zamanda araç yaklaşık 1 saat boyunca kamp yerine ulaşana kadar operasyon merkezlerinden de canlı olarak izlenir. Bir yandan da aracın ulaştığı yerin terör kampı olup olmadığı, hayvancılıkla uğraşan göçerlerin bulunup bulunmadığı bilgisinin diğer kaynaklardan teyit edilme gayreti baş döndürücü hızla devam etmektedir. Araçtakileri indirdikten sonra MİT ajanı planlandığı gibi kamp yerinden uzaklaşır ve havada bekleyen uçaklar üst düzey yöneticiyi vurmak üzere olay yerine yönlendirilir. Bu arada bir kaynaktan daha bölgede sivillerin yaşamadığı bilgisi gelmiş, ikinci kaynağın teyidi beklenmektedir.

F-16 Uçakları hedefe yaklaşmaya devam ederken, Heron’un aktardığı görüntüyü izleyen havacı yetkilinin gözüne önemli bir ayrıntı takılır. MİT ajanı bir tepenin başına çıkıp olanı biteni bir kameraya çekmeye başlamıştır. Bu arada aşağıdaki gruba daha yakından bakınca grubun yanına gelen çocuklar ve kadınların olduğu fark edilir. Aynı zamanda ikinci kaynak, bölgede hayvancılık yapan bir göçer ailesi olduğu bilgisini harekât merkezine iletmiştir.

Hedefe yönlendirilmiş uçakların görevi derhal iptal edilir ve bombalama son anda engellenir. Böylece Operasyon merkezindeki havacıların titizliği ve gayretiyle Ekim 2012’de başka bir Uludere faciası kıl payı önlenmiştir.

Daha sonra yapılan araştırma ile Uludere benzeri bir tuzağın planlandığı, özellikle son üç haftadır başlatılan ve etkili sonuç vermeye başlayan Hava Harekâtı sürecinin tıpkı Uludere’de olduğu gibi sekteye uğratılması için hazırlanan tuzak planın devreye sokulduğu anlaşılmıştır.

3. Sonuç

Uludere faciasının sorumlusu Hava Kuvvetleri değildir. Hedefin terör hedefi olduğuna karar verme sorumluluğu seviyesine göre arazide operasyonu planlayan birliğin istihbaratına aittir. Facianın asıl sorumlusu olan kurum benzer bir komploya daha imza atmıştır. Aracın nihai olarak gideceği yerin bilgisini özellikle vermeyerek zamanı daraltmış diğer kaynaklardan söz konusu bölge ile ilgili bilgi alınmasını kasıtlı olarak engellemeye çalışmıştır.

MİT elemanı eğer aracın gideceği yeri gerçekten bilmiyorsa bile hayvancılıkla uğraşan göçer ailesini ve çocukları gördüğünde operasyonu iptal ettirmesi gerekirken, bir tepeye geçip olacakları kaydetmeyi tercih etmesi hazırlanan tuzağı net olarak ortaya koymaktadır. Facianın sorumlusu olan kurumun daha sonraki komploları havacıların gayretiyle engellenmiştir.

O tarihte 2’nci Ordu Komutanı olan Org. Galip Mendi dahil bu kumpası deşifre eden tüm havacılar 15 Temmuz sonrası tasfiye edilerek tüm hakları gasp edilmiştir. Hava Kuvvetlerine kurulan istihbarat tuzaklarının en sonuncusu ise “15 Temmuz Kumpası”dır ve Hava Kuvvetlerini yok etme üzerine tezgahlanmıştır.

  1. https://15julyfacts.com/2017/07/28/gercegin-pesinde/
  2. https://tr.sputniknews.com/turkiye/201509211017879949-uludere-roboski-genelkurmay-mit/
  3. http://www.radikal.com.tr/turkiye/genelkurmay-roboskide-miti-sucladi-1438374/
  4. Fiat Doblo Komplosu, o tarihlerde basında çıkan haberlerin operasyonda görev yapanlar tarafından teyid edilmesi üzerine kaleme alınmıştır.

TSK DOSYASI : Karadayı FETÖ’cüleri neden kabul etti ??? Bari Hulusi Akar’a sorsaydınız !!!


Karadayı FETÖ’cüleri neden kabul etti ??? Bari Hulusi Akar’a sorsaydınız !!!

Önce A Haber’in hazırladığı ve yayınladığı, AKP’li siyasetçilerin de sosyal medyada yoğun şekilde paylaştığı bu kısa videoyu izleyin.

Yazımıza öyle başlayalım.

VİDEOYU BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

Evet şimdi başlayabiliriz.

Yukarıdaki videoda gördüğünüz kişi eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı.

Geçen hafta hayatını kaybetti.

O hiç bitmeyen mağduriyet olan 28 Şubat yeniden gündeme geldi.

E tabii bu konunun baş aktörlerinden biri İsmail Hakkı Karadayı ve gündem de “darbe iddiaları” olunca, vur vurabildiğin kadar.

İslamcı-AKP medyası ve televizyona çıkarılan konuklar Karadayı’ya ağır laf etme konusunda adeta yarıştı.

Gerekçe basitti. Onlara göre, Karadayı birçok inançlı askeri TSK’dan atmıştı.

O kadar ağır sözler vardı ki Karadayı hakkında, bu kadar ağırını FETÖ’cülere söylediler mi hatırlayamadım.

Her kanal ve sözde iktidara yakın kişi harekete geçti.

AKP’nin propaganda kanalı A Haber de öyle…

Yukarıda izlediğiniz haberi yaptı.

4 yıl önce ilk kez ortaya çıkmıştı video.

Yine A Haber yayınlamıştı.

Video 1995 yılına aitti.

Karadayı açıkça başında Nurettin Veren’in bulunduğu bir FETÖ okulunun öğrencileriyle konuşuyordu.

Veren, Fetullah Gülen’den ve okullarından bahsederken, Karadayı da “başarılı” olan öğrencileri kutluyor ve öğrencilere bir küçük ödül veriyordu.

Bu haber, Karadayı’nın FETÖ’cüleri Karargâhta ağırlayarak aslında onlara yol verdiğini ima ediyor.

Haberde, FETÖ’nün o yıllarda bile Genelkurmay Karargahına rahatlıkla girebildiği, en üst düzeyde kabul gördüğü vurgulanıyor.

Sonuç hasıl oluyor ve bunu izleyen birçok kişi de sosyal medyada, “İşte Karadayı’nın gerçek yüzü”, “FETÖ’yü Karargâha sokan komutan” gibi tepki göstermeye başlıyor.

Millet kısaca İsmail Hakkı Karadayı’nın FETÖ ile irtibatına ikna oluyor.

Fakat TSK’da görev yapmış herkes bilir ki, Karadayı’nın FETÖ ile hiçbir işi yok. Hatta kendisinin irticaya karşı büyük mücadeleler verdiği biliniyor.

Karadayı’nın TSK’dan FETÖ’cüleri atan son komutan olduğu da biliniyor.

Zaten İslamcı cenah da bu nedenle Karadayı’dan nefret etmiyor mu?

Ama A Haber öyle bir ima yapıyor ki, görseniz sanki Karadayı FETÖ’cü.

Görevini yapıyor tabii.

Kendisine ve tüm grubuna 17-25 Aralık 2013’ü milat sayan, bu tarih öncesinde işlenmiş her türlü FETÖ günahını affeden ama bu tarihten sonra verilen desteği kabul etmeyen bir AKP var karşımızda.

Kim kendini kurtarmak istiyorsa, “Ben bunları 17-25 Aralık öncesinde, bunları hizmet hareketi olarak zannettiğim zaman söyledim” diyordu. Aklanıp paklanıyordu.

Hala da öyle…

Kendilerine bu sonsuz anlayışı gösteren AKP ve A Haber, Karadayı’nın 1995 yılındaki bir videosundan algı yaratmaya çalışıyor. Yani Karadayı’yı FETÖ’ye destek vermekle suçluyor.

Peki gerçek ne?

Bir Genelkurmay Başkanının FETÖ okul yöneticileriyle ve öğrencileriyle ne işi var?

Bu soruyu A Haber’in akıl edemediği(!), o gün Karadayı’nın ziyaretine giden bir numaralı tanığa, Nurettin Veren’e sordum.

Veren ziyareti şöyle anlattı:

Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik. Ani bir kararla gitmiştik, planlanmış bir şey değildi. Bu cemaat okullarında yetişmiş öğrenciler, dünya olimpiyat yarışmalarında her türlü fen dallarında dünya birincilikleri almışlardı. Onları devlet yetkilileriyle tanıştırmak istiyordum.

O zaman yaygın okullar zinciri yoktu. ‘Neden devlet bir cemaat okulundan olimpiyat şampiyonları çıkmasıyla ilgilenmiyor’ diye düşündüm. İlk önce öğrencileri Başbakan Tansu Çiller’e götürdüm. Fotoğraflarını yayınladık onların. Çok memnun oldu, hediyeler verdi.

Aklıma o an geldi, ‘Diğer devlet yetkilileri de görse de basında gündem olsa’, diye.

Tansu Hanım ‘gidin ziyaret edin’ dedi. Nusret Demiral’dan başladık (Dönemin DGM Savcısı), Sayıştay ve Yargıtay başkanlarına gittik.

Sonra da Yekta Güngör Özden’i (Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı) ziyaret ettik. ‘Bu işi takip edin, bu çocukların bir cemaat okulundan çıktığını görün, destek verin bunlara’ dedim. Çok memnun oldu. O da hediyeler verdi.

Özden, ‘Bu çocuklar nasıl olimpiyat şampiyonu oldu?’ diye sordu. Ben de ‘Bakın bunlar Fetullah Gülen’in kurup organize ettiği okullarda yetişen çocuklar’ dedim. Çok memnun oldu. O an aklıma geldi, ‘Paşalar da bu çocukları görse, sevinirler, çok mutlu olurlar’ dedim. Hemen telefonu kaldırdı, İsmail Hakkı Karadayı Paşa’yı aradı: ‘Burada çocuklar var, bunlar fen alanında dünya birincisi olmuş çocuklar, ben şaşırdım, siz de bir görseniz bu çocukları’ dedi. Karadayı Paşa da, ‘Hemen gelsinler o zaman buraya’ dedi.

Gittik, kapıda karşıladılar bizi. Okulun müdürü ve öğretmenleri de geldi. Karadayı Paşa dedi ki, ‘Bakın oğlum buraya benim devre arkadaşlarım bile gelmek için randevu alırlar, 10-15 gün 1 ay bekleyenler var ama ben sizi anında kabul ettim, çok memnun oldum, bu başarılarınızı tebrik ediyorum’ dedi. Hemen oradan hediye edilecek şeyleri hazırlatmış, çocuklara bu hediyeleri verdi.

Şimdi bu iş spontane olduğu için Karadayı’nın işin gerçeğini ve konuyu anlamadığını hissettim. O ara konuştu Karadayı Paşa, normal talebelere konuşur gibi. İşte ‘ülkemiz düşmanlarla çevrili, Türkiye bir tehlike içinde, Atatürk ilkelerine bağlı gençler olarak sizi kutluyorum, bu hedefinizde yürüyün’ gibi öğrencileri normal talebe statüsünde görüp konuştu.

Cemaat okulu öğrencisi olduğunu anlamadığını görünce dedim ki, ‘Paşam bu çocuklar daha çok Fetullah Gülen’in İzmir, Ankara, İstanbul okullarında yetişmiş talebeler.’ Ben bunu deyince Karadayı Paşa’nın rengi kaçtı. Gülen hakkında demek ki olumsuz bir bilgisi vardı. ‘Çocuklar’ dedi, ‘Bakın Atatürk ilke ve devrimlerine bağımlı ve bağlı olun, ilkelerinizi buna göre ayarlayın, sakın böyle sapkın fikirlere düşmeyin’. Karadayı Paşa bir anda konuşma stilini değiştirdi.

Ardından Karadayı Paşa, ‘Buraya fotoğraf makinesi ve kamera hiçbir şekilde girmez, ben size müsaade ettim ama sakın bu görüntüleri bir yerde yayınlamayın, bu okulunuzda dursun’ dedi. 1 saate yakın çocuklara nasihat etti. Çocuklara hayatlarına Atatürk ilkelerinde yetişmiş bireyler olarak devam edin gibi nasihatlerde bulundu ve bu konuşma bittikten sonra oradan çıktık biz.”

Bu açıklamalar başka söze gerek duyulmadığını gösteriyor.

Hayatını kaybetmiş bir askere bu alçak iftirayı atan bir medya…

Kendisi 4 sene önceye kadar FETÖ övgüsü yaparken, 25 yıl önce çekilmiş ve sadece FETÖ’cülerin elinde olan bir videoyu buluyor ve Karadayı’ya itibar suikastı yapıyor.

Hadi Nurettin Veren’i aramıyorsun! Peki ya videonuzun 8’inci saniyesinde görünen Karadayı’nın arkasındaki askere neden sormadın?

Evet, o asker Hulusi Akar.

İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığı yaptığı süreçte Özel Kalem Müdürü Hulusi Akar’dı ve o zamanlar Kurmay Albaydı.

Bari Hulusi Akar’a sorsaydınız, FETÖ’cüler oraya niye gelmiş diye?

Bu ülkeye ve millete kötülük yapıyorsunuz, sizin gazeteciliğiniz bu kadar!

TSK DOSYASI /// FATMA SİBEL YÜKSEK : Cihat Yaycı’yı nereye koyacağını bilemeyenler için yol haritası


FATMA SİBEL YÜKSEK : Cihat Yaycı’yı nereye koyacağını bilemeyenler için yol haritası

Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazıda derinlerden gelen bilgiler, sisler bulvarının ardındaki haber kaynakları vs. yok. Kaynak sadece kendi hafızam. Açık kaynaklara saçılmış binlerce taşı toplayarak akıl, mantık ve doğru öngörüye dayalı "makul" bir kule inşa etmeye çalışacağım.
Büyük sarsıcı olaylar yaşamış bir toplumun bireyleri olarak, kamuoyuna mal olmuş hiç kimsenin bütün hayatına kefil olunamayacağını öğrenmiş olmalıydık ancak kamplaşmanın kolaycılılığına alıştık. Sırtımızı dayayacak bir duvar bulmadan hiç bir adım atamayacak kadar karakter zaafına uğramış durumdayız.
Egemen bir devletin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisi, milli ordusunun gruplar, siyasi görüşler, ideolojiler, cemaatler, tarikatlar vesaireye bölünmesidir ki sanırım bunu başarmış bulunmaktayız. Devletin ve ordunun binlerce yıllık teamülleri yerle bir olmasa, bir cumhurbaşkanı ile (üstelik parti genel başkanı) belki de ömründe bir kez bile karşılaşmayacak olan bir tümamiral, istifasının ardından "Kendisine ölene kadar sadık kalacağım" şeklinde bağlılık yemini edebilir miydi?
Aynı şekilde, bu yerle bir oluşu içselleştirmemiş bir muhalefet, "Milli bir askeri harcadılar", "Yunanlılar sevindi, Mavi Vatan öksüz kaldı" , "Fetö ile mücadele bitti" gibi akla ziyan açıklamalar yapabilir miydi? Devletin dış politikası bir subayın patentinde miydi ki Mavi Vatan öksüz kalıyordu? Veya Fetö ile mücadelede asli görev yargı, polis ve istihbaratta değil de bir deniz subayı mıydı ki Fetö ile mücadele sona eriyordu?
Epeydir medyada ve orduda kendisine hayli karizma yapmış olan Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümgeneral Cihat Yaycı’nın önce tenzil-i rütbe olarak değerlendirilecek bir biçimde görevden alınıp sonrasında istifa etmesiyle, bütün kavramların hepimizin kafasında ne kadar çorbaya döndüğü bir kez daha ortaya çıktı.
Cihat Yaycı’nın ismine ilk kez Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında, operasyonun medya ayağında görev yapan Taraf gazetesinde rastladım. Gazetenin 5 Ekim 2010 tarihli haberine göre, 2005 yılında kıdemli astsubay Suat Çakır, seyir halindeki Turgut Reis Fırkateyn’inde aniden kaybolmuş , ölüsü veya dirisi bir daha bulunamamıştı. Ailesinin başvurusu üzerine askeri savcılık soruşturma başlatmış, fırkateynin komutanı Yarbay Cihat Yaycı ise mürettebata Astsubay’ın intihar ettiği yönünde ifade vermeleri için baskı yapmıştı. Gazetenin iddiasına göre ellerinde Cihat Yaycı’nın müretebatı tehdit ettiğine dair ses kayıtları da vardı. Olayın akabinde, askeri savcılık soruşturmayı "astsubayın intihar ettiğine" karar vererek kapatmış, Oğullarının öldürülüp denize atıldığını iddia eden aile de susturulmuştu.
Haberi yazan, görevi Zekeriya Öz’ün siparişleri üzerine, hedefe konulan kişilerin tutuklanmasına yönelik zemin hazırlamak olan Taraf paçavrası olduğu için olayın doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Taraf’ın arşivinde böyle bir ses kaydı var mı, onu da bilmiyoruz çünkü gazete kapatıldı ve arşivi yok edildi. Bilmediğimiz bir başka şey de o dönem yarbay rütbesinde olan Cihat Yaycı’nın kendisini "cinayet" gibi ağır bir suçla itham eden gazete hakkında dava açıp açmadığı.
Ama şunu biliyoruz:
Taraf gazetesinin bu yayını etkili olmadı ve Yarbay Yaycı, geçen on yıllık süre içerisinde hiç bir engele takılmadan tümamiralliğe kadar yükselip, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gözdeleri arasına girdi.
Yaycı’nın görevden alınmasına twitter hesabında isyan eden, Balyoz davası sanıklarından Emekli Tümamiral Semih Çetin’e, Cihat Yaycı’nın Ergenekon-Balyoz sürecinde nasıl bir tutum takındığını, tutuklamalara karşı çıkıp çıkmadığını, kendilerini cezaevinde ziyaret edip etmediğini sordum ve cevap alamadım ama Yaycı’nın kariyer basamaklarına geriye dönüp baktığımızda, Ergenekon-Balyoz sürecinde basbayağı araziye uyduğunu ve tutuklanan arkadaşlarından boşalan rütbeleri birer birer omuzuna taktığını görüyoruz.
Karizmatik Tümamiral’in gündemi dikkatli takip edenlerin nazarında nevzuhur ettiği ikinci durak, menfur 15 Temmuz darbe girişimi. Yaycı’nın ismi bu kez, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın darbe gecesi Marmaris’te kaldığı otelin çalışanlarının verdiği ifadelerde yer alıyor. Bir otel çalışanı ifadesinde, Yaycı’nın darbeden bir gün önce eşi ve oğlu ile birlikte otelde olduğunu ancak Erdoğan’ın otelden ayrılmasından yaklaşık 24 saat önce "apar topar" oteli terk ettiğini söylüyor. Dava dosyasına giren bu ifadenin akıbetini de bilmiyoruz. Bu ifade üzerinden Cihat Yaycı’ya yönelik bir soruşturma yapılıp yapılmadığını araştırmaya kalkışan bazı gazeteciler de "apar topar" tutuklanmıştı.
Liste savaşlarına gelince. Biliyorsunuz, hukukun olmadığı ülkelerde tutuklamalar, kapalı kapılar ardında hazırlanan listeler üzerinden yapılır. Listelerin gücünü bilen herkes de husumet duyduklarını tutuklatmak için kendi listesini hazırlar. O an için devlet hangisine itibar etmeyi lüzumlu görürse, o listedekiler tutuklanır. Sonra işler döner dolaşır, bu kez o listeleri hazırlayanlar tutuklanır. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde böyle olmuştu. Anlaşılan o ki 15 Temmuz sonrası süreçlerde de böyle olacak/oluyor.
Cihat Paşa’nın listeler bazındaki durumu pek karışık. Hem "Fetöcüler" listelerinde, hem de "Fetö’nün hedefindeki askerler" listelerinde bolca yer almış. Örneğin, hayatı fişleme listeleri ile geçen Aydınlık gazetesinin 17 Mart 2014 tarihli sayısında Yaycı’nın adı "Donanmadaki 60 kişilik Cemaat Kadrosu" listesinde geçiyor. Aynı Aydınlık, 2017’den itibaren nedense birden bire Yaycı’yı "Fetö ile mücadele eden amiral" payesi ile el üstünde tutmaya başladı. İstifasıyla birlikte de "Olur böyle şeyler, donanmamız dimdik ayakta" mealindeki bir manşetle de Paşa’yı terk ediverdi. Dahası Doğu Perinçek, televizyona çıkıp kendisini "Savaş sırasında cepheyi terk etmekle" suçladı.
Amiral’in medya ile ilişkileri de bir askerde görmeye pek alışık olduğumuz türden değil. Gerçi bunu pek çok kişi yazdı ama biz tekrar hatırlatalım. Amiralimiz, medya ile çok cüretkâr biçimde iç içe. Sosyal medyada adeta bir trol ordusu, yazılı medyada kalemşörleri, görsel medyada yorumcuları var. Ne zaman Cihat Paşa’nın başı sıkışsa "Paşa’yı yedirmeyiz" nidaları ile harekete geçtiler. Görevden alınması pek ani ve pek gece yarısı olduğu için ön almakta maalesef gecikip bu kez "Paşa’yı yedirmeyiz" korosunu arkadan koşturdular ama artık iş işten geçmişti.
Peki bir asker, hem de üst düzey bir asker, alışılmış kalıpları ve yazılı kuralları kırarak neden bir medya ordusu yedeklemeye gerek duyar?
Bu konuda bilgim yok, yorum yapacağım:
Belli ki çetin bir kariyer savaşının içindeydi. Hedefleri ve o hedeflere ulaşmasını engelleyen rakipleri vardı. Bu çetrefilli savaşta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında olduğundan pek emindi. Rahat hareket etme kabiliyetini bu güvenden aldığını anlıyoruz. Bir askerin medyadan zinhar uzak durması gerektiği prensibi de kendisine pek akıllıca görünmüyordu çünkü "çağımızda" medya desteği olmadan girişilecek bir savaş kaybedilmeye mahkûmdu. Oysa tam tersi oldu ve medya ile kurduğu pervasız ilişki, Paşa’nın sonunu hazırlayan sebeplerden biri olarak siciline yazıldı.
"Medya ve Cihat Yaycı" başlığını açmışken, Amiral’in medya ekibini de not düşelim:
Odatv. Aydınlık-Ulusal Kanal (görevden alınana kadar), Veryansın Tv, Sözcü, Nedim Şener, Müyesser Yıldız, Aytunç Erkin, Mustafa Önsel, Ali Türkşen, Ahmet Zeki Üçok. Bilhassa Üçok her zaman Yaycı’nın basın müşaviri gibi hareket etti.
Çoğunluğu Balyoz ve Ergenekon süreçlerinde zarar görmüş, bir kısmı AKP muhalifi, bir kısmı 15 Temmuz’dan sonra AKP’yi "şartlı" desteklemeye başlayan, çoğunlukla CHP’li, Atatürkçü bu zevat, Cihat Yaycı’nın "Tayyip Erdoğan’a ölene kadar bağlı kalacağım" şeklindeki açıklamasıyla nasıl ters köşeye düştüklerinin bilmem farkındalar mı? Bilhassa son zamanlarda kendisini konuşmanın şehvetine fazla kaptırdığı için sık sık çuvallayan CHP sözcülerinden Özgür Özel, bu açıklamadan sonra neler hissediyor, doğrusu merak ediyorum.
Burada CHP’den İyi Parti’sine, Odatv’den Sözcü’süne Cihat Yaycı’cı kesimin aslında sosyal medyada dolaşıp duran kalıplardan etkilenerek tavır oluşturduğu, "Fetö ile mücadele eden komutan", "Mavi Vatan’ın mimarı" gibi ezberlerden hareket ettiği tespitini yapalım. Kimsenin derinlemesine bir bilgi ve analize sahip olmadığı, "Bir twit atmazsam olmaz" kaygısıyla var olan ezberlere sarıldığı anlaşılıyor. Bu son söylediğim daha çok muhalif parti sözcüleriyle ilgili. Yaycı’nın medyadaki adamları daha "militan" ve daha operasyoncu.
Nedim Şener için bir bir parantez açmam gerekirse, bu arkadaş hayatı boyunca kliklerden birine dayanarak gazetecilik yaptı. Ergenekon’dan tutuklanma sebebi, sırtını dayadığı Emniyet ekibinin o konjonktürdeki ekipler savaşını kaybetmesidir. Cezaevinden çıktıktan sonra, bilhassa 15 Temmuz’la birlikte kendisine yeni klikler buldu. Cihat Yaycı’ya cansiperane yaslanmasının başta gelen nedeni de Tayyip Erdoğan’ın sonsuza kadar Yaycı’nın arkasında duracağını zannetmesi.
Bu tabloyu ortaya koyduktan sonra, Cihat Yaycı hakkındaki görüşüm şudur:
Her dönemin şartlarına uyan kariyerist bir bürokratla karşı karşıyayız. Gözünü daha yükseklere dikmişti. Hedef yüksekte olunca, insanın kanına siyaset girer. Paşa, rakipleriyle medya desteğini alarak mücadele etmeye karar vermişti. Siyasetin ve medyanın ne kadar kaypak alanlar olduğunu neticede bir asker olduğu için anlayamadı. Tayyip Erdoğan’ın sonuna kadar arkasında duracağına kendini inandırdı, donanma içinde adeta bağımsız hareket etmeye başladı. Oysa, Erdoğan’ın "harcanmış gözdeler" listesine bir baksa, kendisi gibi sivili-askeri ne çok insanın -hem de kendilerini en güçlü hissettikleri anda-hurdaya çıkarıldıklarını görecekti.
Şimdi "Saraya danışman yapılacağı" konuşuluyor. Kendisine tavsiyemiz, böyle bir şeyi kabul etmeden önce, Saray’da birer oda verilmiş ve bomboş oturan kaç danışman olduğunu bir sayması. Böyle bir görevi kabul ederse kendisini tamamen bitirir. Hiç değilse bir kaç kişinin hafızasında "onurlu davranıp istifa etmiş asker" olarak kalmak istiyorsa, hiç değilse bundan sonra Zekai Aksakallı ve Metin Temel gibi yapıp kulağının üstüne yatmalı ve kendini unutturmalıdır.
Hisse:
Elde ettiğiniz gücün ne kadarının kendinize ait olduğunu doğru tartamazsanız, kaybetmeniz kaçınılmazdır.

Fatma Sibel Yüksek
19/05/2020

Yazıya gelen açıklamalar ve ek belgeler:

1-Emekli Deniz Albay Tayfun Duman’ın açıklaması:

"Sayın Yüksek,

2009-2015 yılları arasında FETÖ tarafından sahte delillerle yaratılan Poyrazköy ve Balyoz davalarından yargılanan, zamanın komutanlarına suikast yapma yaftası yapıştırılan, bu kumpas davalar kapsamında 1226 gün cezaevinde kalan, 2013 yılı Aralık ayında cezaevinde iken emekli olmak zorunda kalan emekli bir deniz subayıyım. İsmim Tayfun Duman, ismimi internete yazıp basit bir tarama yaptığınızda kolayca bu bilgilere ulaşabilirsiniz.

19 Mayıs 2020 tarihli “Cihat Yaycı’yı nereye koyacağını bilemeyenler için yol haritası” başlıklı yazınızı üzülerek okudum. Yazınızda belirttiğiniz gibi; Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında, operasyonun medya ayağında görev yapan Taraf gazetesi, suç üretme ve sahte delil yaratmaktan başka bir işlev görmedi. Bu sözde gazetenin o dönemde yaptığı yalan ve iftira dolu yayınlarla kamuoyunun algısını yönlendirerek birçok masum subayı yargısız infaz ettiği bugün herkesin malumudur.

Size bu yazıyı yazmamın sebebi; Taraf gazetesi gibi terör örgütünün medya ayağı olan gazetenin yazdığı yalan haberler ile bir yargıya varmanın ne kadar hatalı olduğunu göstermektir. Öncelikle yazınızda belirttiğiniz intihar olayının yaşandığı geminin ismi Turgut Reis değil Kemal Reis’tir. Ben yazınızda bahsettiğiniz intihar olayı yaşandığında Gölcük’te Kıdemli Fırkateyn komutanı olarak bu olay ile ilgili İdari Tahkikat Heyetinde görevlendirildim ve idari tahkikat esnasında bizzat tüm gemi personeli ile (Fırkateynde yaklaşık 200 kişi görev yapar ) tek tek görüştüm. Olayı Heyet olarak ayrıntıları ile inceledik ve raporumuzu ilgili birimlere sunduk. Gemi Komutanı Cihat Yaycı’nın personeli tehdit ettiğine dair maddi hiçbir delile rastlamadık ve tüm yaşananları ve delilleri değerlendirdiğimizde bu olayın “intihar olabileceği” konusundaki görüşümüzü ilgili makamlara bildirdik. Yazınızda düzeltilmesi gerek bir başka husus da; bu olayın Askeri Savcılığın kararı ile kapandığını ifade ettiğiniz kısımlardır. Oysa bu olay Askeri Savcılık tarafından mahkemeye taşınmış ve yapılan yargılama beraat kararı ile neticelenerek kesinleşmiştir. Başka bir ifade ile yazınıza konu ettiğiniz bu iddia tüm yönleri ile mahkemede araştırılmış, hüküm kurulmuş ve bu hüküm kesinleşmiştir.

Bu iddia hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmasına rağmen, kara bir propaganda makinesi olarak tarihin çöplüğünde yerini alan terör örgütü tetikçisi bir sözde gazetenin sözde haberine atıf yapılarak Cihat Yaycı’nın isminin karalanmasını ya da istemeyerek de olsa toplumda kötü bir algı yaratılmasını, olayların canlı şahidi ve tahkikatta bizzat görev almış bir subay olarak kabul etmem mümkün değildir. Kaldı ki bu sözde gazetenin haberinin daha sonra tekzip edildiğini de biliyorum.

Yazınızda Tümamiral Semih Çetin’e, Cihat Yaycı’nın Ergenekon-Balyoz sürecinde nasıl bir tutum takındığını, tutuklamalara karşı çıkıp çıkmadığını, kendilerini cezaevinde ziyaret edip etmediğini sorduğunuzu fakat bir cevap alamadığınızı belirtmişsiniz.
4 Haziran 2009’da FETÖ kumpaslarına ilk maruz kalanlardan birisi benim. O dönemde bir çok silah arkadaşım yanıma yaklaşmaya dahi korkar iken kendisi bana ilk geçmiş olsun dileklerini ileten nadir kişilerdendir. Cezaevi sürecinde de bir çok kez ziyaretlerde bulunduğuna şahidim. Hatta o dönemdeki iki yıllık yurt dışı görevi esnasında Türkiye’ye geldiği her izninde cezaevi ziyaretlerinde bulunmuştur.

Sonuç olarak 40 yıl vatanına milletine sadakat ile hizmet etmiş bir subayı terör örgütünün yayın organı olduğu tescilli olan bir sözde gazetenin iftiraları ile değerlendirmeniz en başta sizin yanlış anlaşılmanıza sebep olacak, toplumun da yanlış bilgilenmesine yol açacaktır.

Tüm bu sebeplerle yazınızın düzeltilmesini rica ediyorum."

2-Gazeteci Müyesser Yıldız’ın açıklaması:

"Sevgili Fatma Sibel; "Amiral’in medya ekibi" arasında adımı vermişsin. Asla böyle bir pozisyonda olmadım. Kendileriyle bir kez hiç de hoşuna gitmeyen bir yazımdan dolayı yine kendi isteğiyle görüştük. Görüşmenin çok da hoş geçmediğini, sonrasında hiçbir diyaloğumuz olmadığını belirteyim. Yaycı ile ilgili yazılarımda sadece olgu ve olayları aktarmakla yetindim. Şunu da ekleyeyim, Libya ile ilgili yazdığım yazılardan çok rahatsız olduğunu ve yaşadığı sürecin sebeplerinden birisinin bu olduğunu düşündüğünü de duydum. Bilgine."

Ek 1- Cihat Yaycı’yı cemaat mensubu olarak gösteren 2014 tarihli Aydınlık gazetesi listesi.

LİNK : https://www.aydinlikgazete.com/m/mansetler/iste-donanmadaki-60-kisilik-cemaat-kadrosu-h35858.html

Ek 2-Cihat Yaycı’nın bir astsubayın ölümünü ört bas ettiği iddia edilen 2010 tarihli Taraf gazetesi manşeti.

bilgiseli.txt

TSK DOSYASI : Amiral Cem Gürdeniz’den Cihat Yaycı’nın tasfiyesine ilişkin ilk değerlendirme


Amiral Cem Gürdeniz’den Cihat Yaycı’nın tasfiyesine ilişkin ilk değerlendirme

Doğu Akdeniz•

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın görevden alınmasıyla ilgili olarak Aydınlık’a değerlendirmelerde bulundu.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı, bugün Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararla Genelkurmay Başkanlığı emrine atandı. Yaycı’nın ‘kızağa çekilmesi’ni Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz Aydınlık’a değerlendirdi. "Yaycı’nın görevden alınması sonrası FETÖ kaçaklarının attığı zafer çığlıkları göz önüne alındığında, bu atama kararının yarattığı tesir ile Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’deki etkinliğine, personelinin moraline veya FETÖ ile devlet içindeki mücadeleye zarar vermemesini beklemek ve takip etmek, her vatandaşın görevi ve hakkıdır" diyen Gürdeniz, şunları söyledi:

"16 Mayıs sabahı Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın Genelkurmay Başkanlığı emrine atandırıldığı haberi ile uyandık. 2009-2010 yılları arasında Deniz Kurmay Albay olarak emrimde çalışan Amiral Yaycı, Türk deniz tarihinin kaydettiği en önemli akademisyen amirallerden birisi olarak, 27 Kasım 2019 Türkiye-Libya Deniz Sınırlandırması Anlaşması’nın mimarıdır. Muharip subaylığının yanı sıra hem mühendislik hem de sosyal bilimler disiplinlerinde doçentlik seviyesine varan akademik unvanlara sahiptir. Yaycı, aynı zamanda Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşları içinde FETÖ ile mücadelede önemli yere sahip FETÖMETRE’yi geliştirmiştir. Kısacası Deniz Hukuku cephesindeki fikirleri, eylemleri ve kitapları ile başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere Atlantik Cephe’yi; FETÖMETRE’nin geliştirilmesi ve Deniz Kuvvetleri’ndeki ciddi çalışmaları sayesinde FETÖ ve kripto FETÖ unsurlarını son derece tedirgin etmiş, devletin çıkarlarını korumuştur. Yunan medyası ve FETÖ’cü sosyal medya hesaplarında bu tedirginlik Amiral Yaycı’yı ölümle tehdit edecek boyutlara kadar gelmiştir. 2020 Yaz Şurası’na 2 ay kalan bir dönemde, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir konjonktürde Doğu Akdeniz’deki öncü ve en önemli dış politika unsuru olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın en üst seviye icra makamı Kurmay Başkanı’nın bir hafta sonu oldubittisi ile görevden alınması son derece yanlıştır. Kaldı ki bu gelişmenin kısa bir süre önce firari FETÖ elemanlarının sosyal medya hesaplarından ‘Önemli bir amiral görevden alınacak’ mesajı ile duyurulması daha da vahimdir. Bu karar, ayrıca onaylanmadan önce Deniz Kuvvetleri Komutanı’na danışılmadan alındı ise daha da ciddi bir yanlıştır. Yaycı’nın görevden alınması sonrası FETÖ kaçaklarının attığı zafer çığlıkları göz önüne alındığında bu atama kararının yarattığı tesir ile Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’deki etkinliğine, personelinin moraline veya FETÖ ile devlet içindeki mücadeleye zarar vermemesini beklemek ve takip etmek, her vatandaşın görevi ve hakkıdır. Umarım devlet, Amiral Yaycı’nın gelişmiş bilgi ve tecrübe birikimini en iyi şekilde değerlendirmeye devam eder. Unutmayalım, Türkiye’nin 21. yüzyılda en büyük jeopolitik cephesi olan Mavi Vatan Cephesi’nde değil bir gerileme, duraksamaya dahi tahammülü olamaz."

TSK DOSYASI /// Ahmet TAKAN : 23 Nisan’da Türk uçakları taciz edildi !!!.


Ahmet TAKAN : 23 Nisan’da Türk uçakları taciz edildi !!!…

28 Nisan 2020

Gördüler, Türkiye’de 23 Nisan Milli Egemenlik kutlamaları en tepeden profili düşürülüyor, içi de boşaltılmış… Elleri armut toplamayacak tabii ki!.. Ne yapsalar karşılarında lâl olmuş bir iktidar yapısı var. Her türlü küstahlığı yapıyorlar, hadlerini bildiren de yok… Alçaklık katsayılarına yeni bir kademe eklediler. 23 Nisan’da Aydın il sınırları içinde bulunan Bulamaç ve Eşek adalarının üzerinden (kendi hava sahamızda) uçan iki Türk F-16 savaş uçağına, Yunan savaş uçakları tarafından önleme/it dalaşı yapıldı.

İşin diğer bir acı yanı da bu son Yunan küstahlığını, biz, Yunan Genelkurmay Başkanlığı tarafından konu ile ilgili olarak Kalymnos news.gr. adlı internet haber sitesinde yapılan açıklamadan öğrenebildik!.. Haberde, iki Türk F-16 savaş uçağının, uçuş planını bildirmeden Atina FIR sahası içine girdiği, 10:58’de Bulamaç Adası’nın 19 bin 500 feet üzerinden, 7 dakika sonra da Eşek Adası’nın 5 bin 500 feet üzerinden uçan Türk uçaklarına Yunan savaş uçakları tarafından önleme yapıldığı belirtildi.

Hepsi bu kadar mı?..

Yunan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopoulos, Yunan MEGA TV Kanalı ile 21 Nisan 2020’de yaptığı söyleşide Türkiye’ye meydan okudu. Panagiotopoulos’un yaptığı söyleşi, MEGA TV ve Yunan Savunma Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yayımlanarak bütün dünyaya ilan edildi. Panagiotopoulos, koronavirüs sorunlarına rağmen, Türkiye’nin, hava sahası ihlalleri yaparak ve adaların üzerinden uçarak kışkırtıcı davranışlarına devam ettiğini, Yunan hava sahasına giren her Türk uçağına önleme yapıldığını ve uçakların geri çevrildiğini belirtti. Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin her olasılığa hazır olduğunu belirten Panagiotopoulos, “Kaygılıyız ancak korkmuyoruz” diyerek Türkiye’ye posta koydu!..

15 Nisan’da, Aydın il sınırları içinde bulunan Nergizçik, Bulamaç ve Eşek adalarının üzerinden uçan iki Türk F-16 savaş uçağına, Yunan savaş uçakları tarafından önleme/it dalaşı yapıldı. Yunan Genelkurmay Başkanlığı tarafından konu ile ilgili olarak yapılan açıklama Kalymnos news.gr. adlı internet haber sitesinde yayımlandı. Haberde, 12:56-12:59 saatleri arasında Nergizçik ve Bulamaç adalarının 27 bin feet üzerinden, 13:08-13:09 saatleri arasında Eşek Adası’nın 6 bin ve 18 bin feet üzerinden uçan Türk uçaklarına, Yunan savaş uçakları tarafından önleme yapıldığı belirtildi.

Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, “Türkiye’yi hava sahası ihlali yapmakla ve adaların üzerinden uçmakla suçlayan Panagiotopoulos’un iddiaları gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü, savaş uçaklarımız Türk adalarının üzerinde ve Türk hava sahasında uçuyor. Ancak adalarımız işgal altında olduğu için adaları ve üzerindeki hava sahasını Yunan egemenliğinde kabul eden Yunanistan, uçaklarımıza önleme yapıyor “dedi. Ümit Yalım sert tepkisini şöyle sürdürdü;

“Türk uçaklarının yaptığı sözde hava sahası ihlalleri, Yunan Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayımlanıyor. Yunanistan, Türkiye’yi ICA0 (International Civil Aviation Organization- Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), NATO ve Avrupa Birliği’ne şikayet ediyor. Erdoğan ve AKP Hükümetleri tarafından 18 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı Yunan askerine alenen teslim edildiği için Türk savaş uçakları, Türk adaları üzerinde ve Türk hava sahasında serbestçe uçamaz hale geldi. Uçaklarımıza sürekli olarak önleme yapılıyor. Yunan Savunma Bakanı, Türkiye’ye meydan okurken AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olanı biteni turist gibi seyrediyor. Yunanistan’a müzik notası bile verilmiyor.”

Savaş uçaklarımız kendi hava sahamızın üzerinde uçamıyor. Sonra da çıkıp millete, “büyük liderlik” martavalı sıkılıyor!..

TSK DOSYASI /// SAYGI ÖZTÜRK : Genelkurmay’ın imza karşılığı verdiği liste


SAYGI ÖZTÜRK : Genelkurmay’ın imza karşılığı verdiği liste

28 Nisan 2020

Özel Kuv-vetler Komu-tanlığı’nda görevli Yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır, “sauna çetesi”yle ilişkili olduğu, bazı siyasetçilerin ev adreslerini bulundurduğu gerekçesiyle tutuklandı. Yüzbaşı Bozkır, bir dönem PKK’nın ikinci adamı olan Şemdin Sakık’ı Kuzey Irak’ta yakalayıp Türkiye’ye getiren ekipte yer almıştı. 2005’te rütbe takan Bozkır’a, kısa sayılacak dönemde başarılarından dolayı 44 takdirname, 2 şerit rozet verilmişti. Ne kadar başarılı olursa olsun, yasadışı bağlantıları belgelenen kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) bir dakika bile bulundurulmaması gerekiyor. Nitekim, gereği yapıldı ve Bozkır TSK’dan atıldı.

Nuri Gökhan Bozkır’la ilgili adli soruşturma devam ederken, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı da idari yönden araştırma başlattı. Konunun önemi nedeniyle soruşturmayı bizzat Genelkurmay Askeri Başsavcısı Saim Öztürk yürütüyordu. İşte o soruşturma döneminde bugüne kadar hiç duymadığımız bilgilere ulaştım.

ÖZEL KUVVETLER’DE

Başsavcı Saim Öztürk, soruşturmayı yürütürken, Bozkır’la birlikte görev yapan bir astsubay ile posta erinin de ifadesini aldı. Orada ilginç bir bilgiye ulaştı. Bozkır’ın nöbetçi olduğu geceler Özel Kuvvetler Komutanlığı’na daha çok istihbaratçı emniyet mensupları geliyor, sohbetler ediliyor, yeniliyor, içiliyordu. Emniyet, Özel Kuvvetler’in içine giriyor, bilgi-belge topluyordu.

Başsavcı, çok özel bir bilgiye daha ulaştı. Emniyet İstihbarat Dairesi’nde telefon dinlemelerinin başındaki emniyet mensubunun da aynı işlerin yapıldığı Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi’nden bazı görevlilerin de Bozkır’ın yanına gelip-giden isimler arasında olduğu saptandı. Araştırma çok önemli noktalara doğru gidiyordu. Saim Öztürk, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a çıktı, “Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda paralel yapı oluşuyor. Fetullahçı olarak bilinen, telefon dinlemelerinde görevli emniyet mensupları Özel Kuvvetler Komutanlığı karargahında dolaşıyor. Bilgi topluyorlar. Paralel yapı ve örgütler içimize girmiş” dedi.

ELDEN TESLİM EDİLDİ

Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Askeri Başsavcısı Saim Öztürk, daha yanından ayrılmadan dönemin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner’e telefon etti, siyasi işlerden sorumlu bir genel müdür yardımcısının Genelkurmay’a gelip, Başsavcı ile görüşmesini rica etti.

Aynı gün, bir genel müdür yardımcısı Başsavcı’nın yanındaydı. Başsavcı, yaşanan süreci, Nuri Gökhan Bozkır’la Fetullahçı olarak bilinen emniyet mensupları arasındaki bağı anlattı, “Benim hafıza bilgisayarımdan bu konuyla ilgili bir kopya çıkarıp imza karşılığında size vereceğim” dedi. Az sonra, TSK içinde faaliyet gösteren Fetullahçı olarak bilinen emniyet mensuplarıyla ilgili bilgiler, belgeler imza karşılığı teslim edildi.

İlginçtir, Atabeyler Operasyonu döneminde de Fetullahçı emniyet mensupları devredeydi. Bu soruşturmayı yürüten Askeri Savcı Z.D.’ye kumpas kuruldu. Savcı Z.D kurulan kumpas sonucunda istifa etmek zorunda kaldı. İşte, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi soruşturmalar böyle kumpaslarla, TSK’nın içine sızılarak, içerdekilerle iş birliği yapılarak planlandı, hazırlandı ve uygulamaya konuldu.

HABLEMİTOĞLU SUİKASTI

Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002’de evinin önünde öldürüldü. Aradan yaklaşık 18 yıl geçmesine rağmen Hablemitoğlu’nun katilleri bulunamadı. Hablemitoğlu öldürüldüğünde, dönemin Başbakanı Abdullah Gül, Şengül Hablemitoğlu’na, “Eşinizin katillerini bulmak devletin namus borcudur” demişti. İşte, o borç hâlâ ödenmedi.

Fetullahçı Törer Örgütü (FETÖ) Çatı Davası’nın iddianamesinin ekinde gazeteci Zihni Çakır’ın ifadesinde, Necip Hablemitoğlu’nu asker olan T.M.’nin öldürdüğü, tabancasını da Ankara-Gölbaşı’nda bulunan Mogan Gölü’ne attığı belirtiliyordu. Ancak, tüm girişimlere rağmen T.M.’nin ifadesinin alınması mümkün olmadı. Zihni Çakır, yine ifadeye çağrıldı, “Bu bilgiyi kimden öğrendiği” soruldu. Bunu, Nuri Gökhan Bozkır’ın kendisine anlattığını, o kişinin de halen Ukrayna’da olduğunu belirtti. Savcılık, geçmişe dönük HTS kayıtlarını yani Bozkır’ın o gün nerede olduğunu baz istasyonu sinyallerinden öğrenmeye çalıştı. İlginçtir, Bozkır saat 18.12’de telefonunun sim kartını çıkarmıştı.

ÇÖZÜLÜR MÜ?

Bu ifadeden sonra 18 yıldır karanlıkta olan bu suikastın aydınlatılması için 11 Temmuz 2019’dan itibaren bir ışık yandı. Soruşturmayı sabırla yürüten Cumhuriyet Savcısı Zafer Ergün, her gelişmeden bilgisi olmasına rağmen gizliliğe uyan Şengül Hablemitoğlu, Avukat Ersan Barkın, Bozkır’ın iadesine kilitlenmişti.

Bozkır’ın iadesi için en üst düzeyde girişimlerde bulunuldu. Adi suçlular iade edilirken, Bozkır’ın iadesi bir türlü gerçekleşmedi. Bozkır’ın sığınma başvurusu, ev hapsi derken ev hapsi de kaldırıldı.

TSK DOSYASI : Dindar bir subayın şehadeti ve ASKERLİKTE DİNSEL MOTİFLER VE ÜNİFORMALARIN GLOBAL BOYUTTAKİ ZARARLARI


ÖZEL BÜRO NOTU : DEĞERLİ YURTSEVERLER BUGÜN ÇOKTANDIR ÜZERİNDE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ BİR KONUYU GÜNDEME GETİRMEK İSTİYORUZ. ASKERLİK MESLEĞİNDE DİN MEVHUMU VE DİNSEL MOTİFLERİN ÜNİFORMALARDA KULLANILMASI KONUSU. ANCAK HEMEN ÖNYARGILI KİŞİLER BİZİ HAŞLAMADAN BELİRTELİM ÇÜNKÜ YORUMUMUZUN SONUNDA BAZI ERKEN KALKAN ÇAKMA YURTSEVERLER HEMEN BİZİ ASKER VE TSK DÜŞMANLIĞI İLE YADA DİNSİZLİKLE İTHAM EDECEKLER. YORUMU DA KISA TUTACAĞIZ. ÇÜNKÜ LAFIN TAMAMI APTALA ANLATILIR. (SÖZÜMÜZ MECLİSTEN DIŞARI). BİZ SADECE BU KONUDAKİ DÜŞÜNCEMİZİ İLETECEĞİZ. BİR KERE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ YANİ TSK DİNİ EMİRLERLE YÖNETİLMEYEN BELİRLİ BİR HİYERARŞİSİ, DİSİPLİNİ, TÖRESİ, İÇ YAPISI, DİNAMİKLERİ VE KURALLARI OLAN 5,000 YILLIK BİR KURUM. TSK’NIN ATİLLA ZAMANINDAKİ HALİNDE BİLE ORDU İÇİNDE GEÇERLİ YEGANE ŞEY EMİR-KOMUTA ZİNCİRİ VE ASKERİ DİSİPLİNDİ. ANCAK AK PARTİ İKTİDARA GELDİĞİNDE KOYU DİNCİ BİR GELENEKTEN VE PARTİDEN GELDİĞİ İÇİN KEMALİST BİR ORDUYU DÜŞMAN OLARAK GÖRDÜ VE ORDUNUN DİNDARLAŞARAK KEMALİST ÇİZGİSİNDEN AYRILACAĞINA İNANDI VE BU YÖNDE ÖNCE ORDU ÜNİFORMALARINI DİNSEL TEMALARA AÇTI. SONRA KİNDAR AMA DİNDAR GENÇLERE ORDUNUN KAPILARINI AÇTI. ŞUNU NET BELİRTELİM. BİZ KEMALİSTLER OLARAK DİNSİZ ASKER İSTEMİYORUZ. YANLIŞ ANLAŞILMASIN. BURADA BİR ANLAŞALIM. BİZİM KARŞI OLDUĞUMUZ ŞEY İSTİSMARA AÇIK OLAN BU DİNDARLAŞMA TAVRININ İLERİDE ORDU İÇİNDE CEMMATLERİN, TARİKATLERİN YUVALANACAĞI BİR İKLİM YARATMASININ ORDUYA VERECEĞİ ZARARDIR. ÇÜNKÜ BİR AST ORDU İÇİNDE EMRİ KOMUTANINDAN ALIR. AMA DİNDARLAŞMIŞ ASKERLER EMİR-KOMUTA ZİNCİRİNE DEĞİL DİNSEL BAĞLILIK KURDUĞU ŞEYHİNE, HOCASINA BAĞLI OLDUĞUNDAN BURADA BİR ZAYIFLIK OLUŞUR. YOKSA BİZ DE ESKİDEN OLDUĞU GİBİ ASKERİN NAMAZ KILANLARININ FİŞLENDİĞİ BİR ORTAMI BENİMSEMİYOR VE KARŞI DURUYORUZ. AMA BURADAKİ KRİTİK EŞİK LAİKLİKTİR. BU ÜLKE LAİK OLDUĞU MÜDDETÇE GELİŞİR. BU KURAM ZAYIFLARSA ÜLKEYİ TARİKATLER VE CEMAATLER BİR ÖRÜMCEK AĞI GİBİ SARAR VE BUNUN SONU DA İÇ SAVAŞTIR. BU DA BÖLÜNMEYİ BERABERİNDE GETİRİR. BUNUN OLMASINI İSTEMİYORSAK DİNDAR ASKERE EVET TSK’DA DİNDARLAŞMAYA HAYIR DEMELİYİZ. HİÇ BİR KEMALİST, BİR ERİN, ASTSUBAYIN VE SUBAYIN NAMAZ KILMASINA, ORUÇ TUTMASINA VE DİNİN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRMESİNE KARŞI DEĞİLDİR. KARŞI OLDUĞUMUZ ŞUDUR. BİR ER, ASTSUBAY YADA SUBAY GÖREVİNİ YERİNE GETİRİRKEN SADECE GÖREV DİSİPLİNİ İÇİNDE YASAL AMİRİ TARAFINDAN VERİLEN EMRİ T.C. KANUNLARINA DAYANARAK İFA EDER VE BUNU DA HİÇ BİR DİNSEL NEDENDEN ETKİLENMEDEN YERİNE GETİRİR. ASKER KOMUTANI DIŞINDA HİÇ BİR ZÜMRE VEYA GRUPTAN EMİR ALMAZ. DİNİ NEDENLERİ VE KURALLARI ÖNE SÜREREK GÖREVİN GEREKLİLİĞİNİ, ŞEKLİNİ, ŞEMALİNİ, İÇERİĞİNİ DEĞİŞTİREMEZ. BUGÜN ŞERİ HÜKÜMLERLE YÖNETİLEN ORDULAR DIŞINDA HİÇ BİR BATI ORDUSUNDA ÜNİFORMASI DİNSEL TEMALARLA OLUŞMUŞ BAŞKA BİR GARABET ORDU YOKTUR. ÜNİFORMA LAİK TÜRKİYENİN BİR VURGUSU OLUP DİNSEL MOTİFLERİN KULLANILMASI BU KURALA AYKIRILIK TEŞKİL EDER. ASLINDA BU KONUDA DAHA SÖYLENECEK ÇOK ŞEY VAR AMA BURADA NOKTALIYORUZ. ESKİDEN 12 EYLÜL DÖNEMİNDE VE ÖNCESİNDE ORDU MENSUPLARI ORUÇ TUTMAYA, NAMAZ KILMAYA KORKARDI FİŞLENME ENDİŞESİ YÜZÜNDEN. BU DA DOĞRU BİR TAVIR DEĞİL. EĞER DİNİMİZ İSLAM İSE TABİKİ NAMAZ DA KILARIZ, ORUÇTA TUTARIZ. AMA BURADAKİ EN ÖNEMLİ KRİTER BU ÜLKENİN LAİK BİR ÜLKE OLDUĞUNU UNUTMADAN VE GÖREVİ AKSATMADAN DİNİ MECBURİYETLERİ YERİNE GETİRMEKTİR. DİNDAR ASKERE EVET DERKEN TARİKATÇİ, YOBAZ, İRTİCAİ VE CEMAATÇİ ASKERE HAYIR DİYORUZ. İLERİDE BU KONUDA DAHA AYRINTILI YAZACAĞIZ. BİZİ TAKİP EDİN. ŞİMDİ DİNDAR BİR KOMUTANIMIZIN BAŞINA NELER GELDİ HEP BERABER OKUYALIM.

Dindar bir subayın şehadeti..

Yıl 1990. Edirne’den Gaziantep İslahiye’ye tayinim çıkmıştı. Daha doğrusu ailece dindar olduğumuz için sürgün edilmiştik. Islah olmamız için ıslah edilmiş topraklarda kurulu İslahiye ilçesine…

İslahiye’ye geldiğim günün ikindi sularında kışlaya uğramıştım. İsmini gelmeden önce duyduğum Bedir Binbaşı nöbetçi amiriymiş. Tanışmak, birlik hakkında bilgi almak için ziyaretine gitmiştim.

Uzun bir sohbete dalmıştık. Gün kararmış, akşam namazını O’nun odasında, O’nun seccadesinde kılmıştım. Fırsat buldukça birlikte geçirdiğimiz iki yılımız olmuştu.

Serdengeçti edalı, sevecen, yürekli, duygusal, şakacı, dünyada kalıcı olmadığını bilerek yaşayan bir insandı. Milliyet hisleri güçlü bir Müslümandı. Türklüğü Müslümanlıktan ayrı düşünmezdi. Yaşadığı sıkıntılara rağmen ülkenin, ordunun yönetim biçimine aşırı hüs-ü zan beslerdi. Eleştirel yaklaşımlarıma mesafeli dururdu.

Askerlik kariyeri çok üst seviyede, Silahlı Kuvvetlerin en iyi komando subaylarından biriydi.

Neşeli tavırlarının yanında, söz, peygamber efendimize, sahabelerin rol model hayatlarından kesitlere geldiğinde gözyaşlarına boğulurdu.

Ramazan ayı geldiğinde kışlada orucu yasaklayan alay komutanına karşı verdiği mücadele, hafızamda hâlâ canlılığını koruyor…

Kendini kışla-orduevi-lojman üçgenine hapsetmez, halkla içten ilişkiler kurardı. İslahiye halkı ile tanışmam ve kaynaşmamda rol üstlenmişti. Aynı lojmanda kapı komşuluğu da yapmıştık…

1992 yılında Kars Sarıkamış’a tayini çıktı. Bir sene sonra benim de tayinim Sarıkamış’a çıkmıştı. Sarıkamış’a geldiğim gün yine nöbetçi amiriydi, yine kendimi O’nun yanında bulmuştum. Tıpkı İslahiye’de olduğu gibi. Yine odasında yine seccadesinde namaz kılmıştım. Sarıkamış’ı ve güzel ahalisini, orada kurduğu dostluklar üzerinden tanıdım. Fakir Sarıkamış halkının her zaman yardımına koştuğuna sık sık şahit oldum.

Dindar bir Müslüman olduğundan, hepimiz gibi o da çok sıkıntı çekti. Cengaver ruhlu, cesur, atılgan, gözünü budaktan esirgemeyen, şehit olmayı isteyen, birliği için gece gündüz çalışan bir subay olmasına rağmen “mürteci”, “güvenilmez (şüpheli)” kategorisine alınışına çok üzülürdü.

Çok problemli operasyon bölgelerine, problemli askerlerle gönderilmesine bile itiraz etmezdi.

Gittiği yerlerde halkın sevgisini kazanırdı. Arapça bilirdi. Operasyon bölgelerinde halkın evlerine gider, ekmeğini yer, sohbet ederdi. Arazide kurdurduğu mescid çadırında ezan ve Kur’an okuturdu. Köylüler rahatlıkla o çadırda namaz kılmaya gelirdi. Halkın kendisini hoca yerine koyarak bazı dini meseleleri sorduğunu gülerek anlatırdı.

İçten duygularla bağlı olduğu ordunun komutanlarının bir gün kendisini anlayacaklarını düşünürdü. Dindarlığın ülkemizin geleceği için elzem olduğunu, baskıların gelecekte büyük sorunlara yol açacağını, toplumsal dayanışmanın temel taşının ‘Din’ olduğunu, aziz İslâm dinini gayrimeşru ilân etmenin, ülkenin/devletin temellerini dinamitlemek olduğu, vatanseverliğin görevleri hakkıyla yapmaktan geçtiği kanaatindeydi.

Son günlerinde talep ettiği silâhın verilmemesi moralini çok bozmuştu. Tümen komutanının bir toplantıda sarf ettiği “Gericiler hamam böceği gibidir, ışığı görünce kaçacak delik ararlar” sözü hayal kırıklığının tuzu biberi olmuştu.

Dünyadaki son gününden bir gün evvel telefonla konuşmuştuk. Farklı bir ses farklı duygular içinde, bunca sene sonra ilk kez, komuta kademesinden ümidini kestiğini ilân etmiş, “Sen haklısın, bunların bize düşmanlığı bitmeyecek “ demişti.

4 Nisan 1994… Son operasyonda da en öndeymiş. Kahramanca ölmek arzusu yerine gelmiş, gözünden vurularak Hakkın rahmetine kavuşmuş. Haberi alıp askerî hastane morguna gittiğimde, yüzündeki gülümsemeye, şehadet parmağının kalkık haline şahit olmuştum… Morg görevlisi, (eksi 15) derece soğukta bile naaşın katılaşmadığından, canlı bir insanı soyar gibi kıyafetini çıkardığından bahsetmiş.

Birlikteki çantasından annesine ve eşine yazdığı ‘vasiyet mektuplar’ çıkmış. Söz konusu vasiyetler tümen komutanına okununca, Sarıkamış’ta cenaze namazının kılınmasına izin vermemiş. Askerî hastanenin bahçesinde, tümen komutanı, alay komutanları, subaylar astsubaylar, rahmetlinin Kıbrıs’ta görev yapan Albay ağabeyi ile dayısının oğlu Balıkesir milletvekili Cemal Öztaylan tabutun çıkarılmasını beklemiştik. Bir tarafa da Sarıkamış halkı yığılmıştı…

Askerler tabutu omuzlamış bahçeye çıktıklarında, vefakâr Sarıkamış halkı, “Bizim için şehit olan komutanımızın namazını kılacağız” diyerek cenazeyi askerlerin elinden aldı. Tümen komutanı alay komutanlarına bağırdı ama nafile. Cenaze, tekbirlerle Sarıkamış kaymakamlık binası ve tümen karargâhının olduğu kavşağa getirildi. Sokak ortasında cenaze namazını kıldık.

Rahmetli Bedir Binbaşının dayısının oğlu Cemal Öztaylan, orada sandalye üzerine çıktı : “Bedir Binbaşının ekmek torbasından Kur’an-ı Kerim çıktı. Torbadan Ajda Pekkan’ın fotoğrafı çıksaydı böyle bir muameleye tabi tutulmazdı. Allah şehitlerimizin cenaze namazını sokakta kılmaktan bizi kurtarsın…’ dedi. Yükselen amin seslerine yüzlerce insanın hıçkırık ve gözyaşları karışmıştı…

Balıkesir Bandırma Hava Şehitliğinde, astsubay babası, pilot üsteğmen abisi ile birlikte yatıyor.

Hakka yürüyüşünün 26. yılında rahmetle anıyorum. Mekânı Cennet olsun!

Rahmetlinin Eşine ve Annesine Yazdığı Vasiyet- Mektuplar Vasiyetimdir

**************************

Güzel Hanımcığım,

Şimdi ayrılık zamanıdır.

Sen genç, oğulcuklarım çok küçüksünüz. Sizi mesut ve bahtiyar etmek için çok çalıştım. Müslüman olduğum için munkarib oldum sizler de benle sıkıldınız. Ben zulüm gördüm sizler de üzüldünüz.

Elhasıl ben inanmanın diyetini ödedim. Sizler de benim rüzgârımda sürüklendiniz. İyi etdim.

İmanla dopdolu bir hayat yaşadım. Onlar beni boğmak istediler ben de onlarda ölümcül yaralar açtım. Çileli bir hayatdı bu, beraber yaşadık.

Beni anladın mı bilmiyorum! Göğsümün içindeki kafesine sığmıyordu. Çok da dua aldım. Bu sebepden uzun ömür ve hayır ümidim vardır. Fakat ben kefenimi hep üzerimde his etdim. Ecel gelirse safa gelsin onunla arkadaşım ben. Yeter ki son nefesde mümin olarak göçeyim. Hak vaki olursa inşallah şehid olurum.

Sana ağlama demiyorum. Seven sevdiği için elbet ağlar. Müsterih ol. Haram lokma yemediniz. Yedirmedim. Bilmeden işlediklerimizi Allah af etsin. Çocukları hoş tut, hep tatlı sözler söyle. Namaz kılmaya teşvik et. Onlar Allah’ın izniyle hayırlı insan olurlar. Talha hırçındır ama merhametlidir. Tahir hem akıllı hem iyi huyludur. İkisinde de siyasî zekâ vardır. Devlet adamı olabilirler o yöne yöneltmeye çalış. Benim dostlarım kimlerdiyse onlarla irtibatı kesmeyin.

Ben senden razıyım, Allah da razı olsun. Allah cennet nasib ederse seni de yanıma versin. İffet, namus ve hanımefendiliğinle her zaman bir yıldızdın. Güzel yüzünü Allah nasib ederse tekrar görürüm ama dünyada ama ahiret de.

Hakkınızı helâl edin.

Evin Babası Bedir

Vasiyetimdir

Canım Anneciğim,

Her şeyimi sana borçluyum. Hep sana hizmet etmeyi, yanımda kalmanı, sana hürmet etmeyi, güzel kokunu koklamayı arzuladım. Çok az kısmet oldu. Bu dünyada sana doyamadım.

Anneciğim dünyayı sevemedim tad da alamadım. Allah’ın emir ve rızasına aykırı her şey beni rahatsız etdi. Elhasıl dünya bana küstü ben de ona.

Bilmiyorum ama zan ediyorum senin dualarının bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var onu yanımda taşıyorum. Ölürsem Allah’ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın, sakın ağlama.

Bil ki göğsümde Kur’an var. Dudaklarım da son olarak Allah’ı zikretdi, gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi zikirlerimi hep bağışladım, elimde bir şey kalmadı. Rabbimin huzuruna bomboş gidiyorum. O’nun gufranının kuşatacağını umuyorum.

Sana başka ne yazayım, evvel gidene selâm olsun.

Oğlun Bedir

YAZIYI KALEME ALAN : Arkadaşı Mehmet Yavuz AY

****************

ÖZEL BÜRO GRUBU ekibi olarak Kahraman ve dindar Şehidimiz Bedir Binbaşı’yı şükran, özlem ve saygı ile anıyor, Allahtan rahmet diliyoruz.