ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Ekrem Hayri PEKER : Ermeni tehciri üzerine


Ekrem Hayri PEKER : Ermeni tehciri üzerine

E-POSTA : ekrempeker

07 Nisan 2018

Tarih okumaya 7 -8 yaşında başladım. Yerli ve yabancı tarihçiler tarafından yazılmış ülkeler, milletler tarihi kitapları alıp, okumayı severdim. Sonraki yıllarda Antik Çağ’da Anadolu, Ortadoğu, Mısır ve Türk tarihiyle; 1800’lü yıllardan sonra Balkan – Osmanlı Tarihi ve Kurtuluş Savaşı yılları üzerinde yoğunlaştım.

Özel bir ilgi alanımda Kafkasya’dan Çerkesler’in sürülmesiydi. Bu konularda sayısız kaynak kitabı, makaleyi okudum, notlar aldım.

Sürgün, Tehcir, Soykırım… Adı ne derseniz deyin ailem yaşadı. Bir tarafımız Kafkasya’dan sürüldü. Eşimin annesi Rodoplardan, babası Batı Trakya’dan sürülenlerdendi.

Bazen bir cümle her şeyi anlatır. Oğlumla 2000 yılında Gökçeada’ya kamp yapmaya gittiğimizde terk edilmiş Rum köylerini gezdik. Terk edilmiş köylerin halini gören oğlum şunları söylemişti; “Baba, buradaki Atatürk büstleri İnönü’ye çok benziyor”, sonra şöyle devam etti; “Bu insanları geri çağırmalıyız”.

Evet, 1923’den sonra kendi istekleriyle göç eden veya askerlik yapmadıkları için vatandaşlıktan çıkardıklarımızı geri çağırıp, vatandaşlık haklarını iade etmeliyiz.

Gelelim Ermeni tehciri konusuna; Ermeni diasporası önce 1915–1918 tarihini öne sürdüler, Sonra bu tarihi 1915–1923 yıllarıyla değiştirdiler. Sebebini konusunda okuduğum bazı kitaplar ışık tuttu.

Tehcir edilen hiçbir halk geri dönmedi, sürülen Osmanlı vatandaşı Ermenilerin %90’ı geri döndü. Hastalık, yol şartları ve bazı Kürt aşiretlerinin saldırısıyla 10–50 bin arasında (Tarihciler genellikle ~30 bin rakamında uzlaşıyorlar) Ermeni vatandaşımız hayatını yitirdi.

Bugünkü Moldovya’dan Osmanlı topraklarına göç eden ve İsviçre merkezli Yahudi kuruluşunun verdiği krediyle Bandırma’da bir çiftlik alıp işleten bir ailenin oğlu I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Şavaşı yıllarını yayınladığı kitapta anlatıyor. Çetecilerin çiftliklerini basmalarını, uğradıkları haksızlıkları, Yunan işgalini ve yenilgiden sonra Averof Zırhlısının Bandırma’yı bombalamasını, şehrin yanmasını anlatıyor; “ Rumlar ve Ermeniler kaçtılar, biz kaldık. Çünkü Türklere bir kötülük yapmamıştık”. (Bir Yahudinin Anıları, Albert Kant, Kastaş Yayınevi, İstanbul Temmuz 2003)

Ermenilerin Batı Anadolu’yu (İstanbul hariç) terketmesi Kurtuluş Savaşı’nda yaşananların neticesidir. Liberallerimiz, batılı tarihçi ve politikacılar ne derlerse desinler, ülkemize suçlasınlar o dönemin teröristleri kadar dürüst olamazlar. Hınçak, Taşnak ve benzeri örgütler amaçlarının ne olduğunu ve bu amaçlarını nasıl gerçekleştireceklerini açık açık yazdılar. Sadece yazmadılar, uyguladılar.

Aile Tarihimizi yazdım, “Çerkes Sürgünü” üzerine bir kitap taslağım var. Bu çalışmayı yaparken doğal olarak Osmanlı – Rus Savaşlarını, Doğu Anadolu’ya kısmi Çerkes göçünü ve I. Dünya Savaşı yıllarında yaşananları geniş olarak araştırdım. Bölgede korkunç katliamlar yaşanmış ve tehcir kararı alınmış. Yaklaşık 300 bin Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusya’sına geçmiş.

Daha sonra ilan edilen Ermeni Cumhuriyeti, önce Azeri ve Gürcülerle savaştı (Gürcülerin Kara kitabına değinmeyeceğim). Daha sonra Doğu Anadolu ve Trabzon’u ele geçirmek için Ankara Hükümeti’yle savaştı. Yetmedi Bolşevik ve Menşevik diye birbirleriyle savaştılar. Savaşlar ve yol açtığı ekonomik yıkımın getirdiği açlık Ermeni nüfusunun yarısını yok etti.

Bu konuda Kastaş Yayınevinin (İstanbul, 1990) yayınladığı ve Dr. Sipahi Çataltepe’nin çevirdiği, Leonard Ramsdan Hertill tarafından yazılmış bir kitaptan bahsedeceğim. “Bir Ermeninin anılarında Azerbeycan olayları 1918 – 1922”. Kitap 1928 yılında ABD’nin İndianapolis kentinde The Bobbs – Marvill Company yayınevi tarafından yayınlanmış. Orjinal adı “ Men Are Like That”, Book Review Digest adlı yıllık kitap kataloğuna kayıtlı.

Son Ermeni Cumhurbaşkanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılı Nisan ayında Taşnaksutyun Parti’sinin Romanya’nın başkenti Bükreş’te yaptığı yurtdışı konferansına sunduğu rapordan birkaç satırını okuyalım;Kaçaznuni, “Bolşevik işgaline direnmeyeceklerini, bu işgalin iç barışı sağlamasının yanı sıra halkın açlıktan ölmesinin önüne geçtiğini” söylemiştir.”1920 Sonbaharında biz hem hükümet hem de parti olarak gücümüzü kaybetmiş, çıkmaza girmiştik. Ve Bolşevikler geç kalsaydı, ,biz kendimiz onları davet etmek zorunda kalacaktık. … Biz bitmez tükenmez savaşlarda ülkeyi sürekli olarak silah altında tuttuk, üreten elleri savaş meydanlarında meşgul ettik… Bolşevikler, halkı bu korkunç durumdan kurtardılar.

Bizim dönemimizde halk savaş meydanlarında ya da açlıktan ölmekteydi, Şerur ve Vedi gibi buğday zengini bölgeleri, Akbaba gibi hayvancılık üssünü çökerttik… Bugün Ermeni halkının tok olduğunu, buğday ihtiyacının hemen hemen bulunmadığını duymaktayız.” (Ovanes Kaçaznuni,Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok-1923 Parti Konferansı Raporu-,Çeviren: arif Acaloğlu,s:84-85Kaynak Yayınları İstanbul, Ocak 2012)

Not: Ermenice basılan bu kitap 4 yıl sonra Rusça’ya çevrilerek Gürcistan’ın başkenti Tiflis’de basılmıştır. Moskova’daki Lenin Kütüphanesinde mevcuttur.

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Sözde Ermeni Soykırımı İddialarına karşı Hollanda’dan Tarihi Belge


Sözde Ermeni Soykırımı İddialarına karşı Hollanda’dan Tarihi Belge

16 Tem 2020

İlhan KARAÇAY

“Ermeni Soykırımı Yoktur” demeyi suça dönüştürecek kadar içlerine sızmış lobilerin esiri haline gelenlere ve kendi tarihlerinden kesit sunmak isteyenlere; 1920 yılında Hollanda gazetesinde çıkan haberin küpürünü ve bu küpürün Hollanda ve Türkçe metnini sunuyoruz. Rus-Ermeni sınırında görev yapan bir gazetecinin 1920 yılında Hollanda’nın Algeemen Handelsblad gazetesinde yayınlanan haberi; sözde Ermeni soykırımı iddialarının, zamanın savaş şartları içinde Türkleri nasıl tek taraflı resmetmeye çalışanların eseri olduğunu bir “Batılının” dilinden ortaya koyuyor.

Önce ismi açıklanmayan Hollandalı gazetecinin kim olduğunu da yıllar sonra buldum. Bu gazeteci 1885-1977 yılları arasında yaşamış olan George Nypels idi.
Nypels’in, sözde Ermeni soykırımı hakkındaki yazısını Türkçe ve Hollandaca olarak aşağıda bulacaksınız.
Daha sonra da Nijpels hakkında bulduklarımı göreceksiniz.

İşte o belge niteliğindeki yazılar:
********************

Algemeen Handelsblad
Amsterdam
25.05.1920-Salı

Türk-Ermeni Sorunu

Balkanlarda görev yapan bir gazeteci arkadaşımızdan aşağıdaki ilginç mektubu aldık. Bu mektubun içeriği, Ermeni sorununa Batı Avrupa’daki alışılageldik görüşten farklı bir bakış getiriyor. Bu gazeteci arkadaşımızın tarafsızlığına büyük güvenimiz var. Onun olayları değerlendirmesi daima kanıtlara dayandığı için, yazılarını yorumsuz olarak ve hiç bir değişiklik yapmadan olduğu gibi yayınlıyoruz.

Aynen Sultan Abdülhamit devrinde olduğu gibi, bugünlerde Kilikya’dan yeniden çok sayıda Ermeninin katledildiğine dair çirkin haberler geliyor. (Fransız işgali altındaki Adana, Gaziantep, Maraş ve Urfa’daki Ermeni zulmune ve katliamlarına karşı Kuvvayı Milliye Hareketleri) Konuyu çoktan unutmuş olan dünya kamuoyu, bu haberlerle yeniden şok oldu. Aslında din uğruna yapılan bu iğrenç katliamları savunmaya ve koruma altına almaya hiç niyetim yok. Fakat her gerçeğin iki yönü vardır. Olaylar sırasında Türkiye’yi parçalayıp yıkmak isteyen itilaf devletleri ve basını, propaganda yaparak Kilikya’daki Ermeni kıyımını Türklere karşı bilinçli olarak kullandılar ve bütün yıkımın Türkiye tarafından yapıldığını iddia ettiler. Önemli olan gerçeğin ne olduğunu bulmaktır. Bu bilinçle, sözü edilen bu kitlesel katliamdan gerçekte yalnızca Türklerin sorumlu olamayacağını gözler önüne sermek istiyorum.

Bu konuda fikrimi söyleme hakkını kendimde buluyorum. Çünkü Birinci dünya savaşı süresince Türkler ve Ermenilerin birbirleriyle nasıl bir nefret ile boğuştuklarını çok açık bir şekilde gözlerimle gördüm.

İşte, giysilerinden Türk oldukları anlaşılan bir grup insan, Ermeniler tarafından katledilen yakınlarının iskeletleri ile görülüyor.

1918 baharında Rusların yenilgisinin sonucunda Türkiye yeniden saldırıya geçtiginde ve peygamberin mukaddes bayrağı Osmanlı ülkesinin dışında da dalgalandığında, ki Küçük Kaynarca anlaşmasından beri hiç böyle olmamıştı; ben kendimi Ermeni-Rus sınır bölgesinde buldum ve Türklerin Kafkasya’da ki ilerlemelerine şahit oldum.

Savaşı yaşayan bir kişi, bir ülke ve ulusunu tanımak için savaş halinden daha iyi başka bir fırsat olmadığını kabul edecektir. Bu durumda bütün insani canavarlıklar büyük bir şiddetiyle ortaya çıkar. Savaşımın gerektirdiği kaba güç kullanma ile, kültür ve uygar davranışlar kaybolur. O sıralar Avrupalı olarak bir tek ben, bu kritik ortamda bulunuyordum. Bu durumda söylenebir ki Türklerin Rus- Ermenistan’ına ilerleyişi sırasındaki olayların tek Avrupalı şahiti bendim.

Seyahatime başlamadan önce Ermeni yanlısıydım. 1916-1917’de İstanbul’daki kalışım sırasında, Ermenilere yapılan toplu katliam hakkında, az çok bilgisi olan Avrupalılardan ve Türkiye Ermenilerinden yeteri kadar tiksindirici, çirkin ayrıntılar duymuştum. Bu kişiler Türkleri suçlu ve Ermenileri de, barbar Türklerin masum kurbanları olarak görüyorlardı.

Türklerle aram yeterince iyi olduğu için, bu hassas konuda, hiç bir Avrupalının konuşmaya cesaret edemeyecegi şeyleri sorabiliyordum. Türklerin bana karşı olan davranışları, benim Ermenilerin suçsuz, Türklerin de suçlu olduğuna dair inancımı kuvvetlendiriyordu. Çünkü ben Ermeni olayları ile ilgili bilgi almak için, soru sorduğumda Tüklerden şöyle yanıt alıyordum: “Bizim hakkımızda anlatılanların hepsi doğru. Biz 1 milyon Ermeniyi kestik. Bu korkunç bir katliamdı. Fakat biz bu konuda haklıydık ve bu suçtan ötürü ancak kendimize karşı sorumluyuz.” Bütün çabalarıma rağmen bu konuda ayrıntılı ve olayların gerçek nedenleri hakkında bilgi elde edemiyordum. Ben de bu durumda şöyle bir yargıya varabiliyordum: Orada Hristiyanlara karşı fanatik bir din savaşı güdülüyordu. Bu olaylar Ermenistan’ın dünyayla tüm ilişkisinin kesildiği Yukarı Ermenistan’da meydana geliyordu. Orada Ermeniler Türklerin insafına terk edilmişti.

1918 ilkbaharında Trabzon’a geldim. Bilindiği gibi kıyıdan Ermenistan’in dağlık bölgelerine giden tek yol buradandır. Trabzon 1915’de Ermeni katliamını yaşamıştı. 3 yıl sonra bu kentte yaşayan Rumlar ve Avrupalı Levantenler bana Trabzon surları içinde olan inanılmaz vahşeti; Trabzon sokaklarında nasıl Ermeni kanı aktığını, Ermeni mahallelerinin nasıl alev alev yandığını, bu olaylardan günler haftalar sonra bile çocuk cesetlerinin Platana limanındaki Bizans duvarına vurduğunu anlatıyorlardı. Ben yanmış yıkılmış mahalleleri gördüm. Bana bunların bir zamanlar Ermeni mahalleleri olduklarını anlattılar. Bana Hristiyan kiliselerini gösterdiler. Bunlar Ermeni kiliseleriymiş. İnsanlar gübre yığınlarını eşelerken hala kemikler ve ceset artıkları buluyorlarmış. Bana bunların Ermenilere ait olduklarını anlattılar.

Bütün bunlar, insanın hiç unutamayacağı korkunç izlenimlerdi ve herkes bir tek şey diliyordu: “Tanrı bizi ve herkesi bu barbarlıktan ve Müslümanların düşmanlığından korusun.”
Bütün bu olanlardan dolayı ben lanetlerimi yağdırırken şüphesiz ki Hristiyanların tarafını tutması lazım gelen sıradan yaşlı bir Fransiskaner papazı başını salladı ve “Yanılıyorsunuz”, dedi. “Sadece Türkler suçlu değildir. . Avrupa’dan gelen ve Avrupa kültür anlayışıyla Asyayı değerlendiren biri olarak, doğal olarak bu halkın yok edilmesi suçuna karşı lanetlerini yağdıracaksın. Fakat senin gördüklerin ve sana anlatılanlar, gerçeğin tamamı değildir. Bütün bunları anlayabilmen için olayları bir Asyalı gibi görmen ve yorumlaman gerek. Şunu unutma ki burada yüzyıllardır birbirlerinden nefret eden ve birbirine kin güden iki halk var. Burada iki farklı zihniyet var: Ermeni ve Türk zihniyeti. Bu iki düşman görüşteki insanlar birbirlerinin yok edilmesi gerektiğine inanırlar. Evet 1915’de Ermeniler yok edilmişlerdi, her şey onlara karşydı ve yenilgiyi kabullenmek zorundaydılar. Fakat insan şuna inanıyor ki, eğer aynı konuma Ermeniler sahip olsalardı onlar da Türklere aynısını yapacaklardı. Benim raporlarımdan ve benim Beyazıt, Van, Erzurum ve Erzincan’daki görevlilerden aldığım raporlardan biliyorum ki 1915’de Ruslarla savaş başladığında Ermeniler, Türk ordusunun arkasından isyana kışkırtıldılar ve Türk köy ve kasabalarını yıkıp, yerle bir ettiler. Daha sonra Türkiye’de olan olaylar işte Ermenilerin bu ilk düşmanca tutumu nedeniyle başlamıştır. Kabul ederim ki çok korkunç şeyler oldu; Şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde çok kan aktı. Fakat Ermeniler bu kan gölünün oluşmasında suçsuz değillerdi. Türkler gereğinden fazla ileri gittiler, fakat suç yine sadece Türklerde değildi. Suç Avrupalılarda görülmeyen çok derin nefretlerin oluştuğu, Asyalı düşünce tarzındaydı ve bu düşünceyle yapılan savaşta vahşice davranışlar ortaya çıkıyordu. ”

” Örneğin Trabzon’a bak. Yanmış, yıkılmış Ermeni semtlerini gördün, fakat yerle bir edilmiş Türk mahallelerini de gördün mü? Henüz daha taze Türk mezarlarına da dikkat ettin mi? Hayır mı! Haydi git ve gör. Ermeniler de aynı pozisyonda oldukları zaman Rus ordusunun korumasında zafer kazandıklarında, 1915′ de yaşananlar tekrarlandı. Fakat bu sefer Türkler, Ermenilerce katledildi. Ermeniler, nerede bir Türk bulsalar onu acımasızca kesip doğradılar, nerede bir cami görseler onu yağmalayıp yaktılar. Türk mahalleleri yakıldı, duman ve alev içinde kaldı. Tıpkı bir zamanlar Ermeni semtlerinde olduğu gibi. Şimdi Anadolunun içlerine gidip savaşın bütün bu izlerini takip edebilirsin: Bayburt’da, Erzincan’da,, Erzurum ve Kars’da. Oralarda daha dumanı tüten yığınlar göreceksin; daha çok kan ve ceset koklayacaksın. Ancak bunlar Türklerin ölüleri olacaktır.”

Fransiskaner rahip bana gerçekleri söylemişti. Aylarca Ermenistan ve Kürdistan(Doğu Anadolu ve Kafkasya) içlerinde yolculuk yaptım ve gerçekten de rahibin bana anlattıklarının doğru oldugunu gördüm. Rus ordusunun geri çekilmesinden ve bunu takip eden barış anlaşmasından sonra, sözün ona Ermeni ordusu( Ermeni çeteleri) çeşitli operasyonlar yaptı. Bu çeteler Rusların çekildikleri bu Türk bölgelerini işgal ettiler. Ruslar işgal sırasında Türklerin canlarını ve mallarını koruyorlardı. Rusların geri çekilmesinden hemen sonra olanlar ise, yürek parçalayıcıdır. Küçük Türk yerleşim birimlerindeki insanlar, General Antranik ve Murat’ın çeteleri tarafından tek bir canlı kalmayıncaya kadar katledildi. Camiler son taşına kadar tahrip edildi.

Bu bulunmaz fırsatı yakalayan Ermeniler, beklentilerini, hayallerini bayağı genişlettiler ve neredeyse bütün Anadolu sanki onların olacakmış gibi davranmaya başladılar. Anadolu’da yaşayan Türklerle, yaşayan son erkeğe, son kadına ve son çocuğa varıncaya kadar hesaplaşabileceklerini ve onları yok edeceklerini umuyorlardı. Ben Erzincan’da yıkıntılar arasında yatan yüzlerce boğazlanmış Türkün cesedini gördüm. Kuyuların içine ışık tuttuğumda cesetlerle dolu olduğunu gördüm. Açılan toplu mezarlarda yüzlerce kadın ve erkek cesetlerinin üstüste yığılmış olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bunları kim yapmıştı? Zafer kazanan Ermeniler tabiki. Böyle manzaralar sürekli olarak Yukarı Ermenistan yollarında, Kürdistan ve Rusya-Ermenistan’nda bana eşlik etti. Türkler’inde şimdi tekrar bir zafer kazandıklarında öç almaları ve öfkeyle misilleme yapmaları şaşırtıcı mıydı dersiniz? Şunu da itiraf etmeliyim ki, Rusya Ermenistan’ına yürüyüşleri sırasında Türkler tarafından yapılan öldürmeler de sürdü. Sarıkamış sınırının karşı tarafında birbirine yakın Ermeni yerleşim yerleri ateş ve demirle yerle bir edildi. Asya’nın bu vahşi ülkesinde şimdi zafer kazananlar, önceki zafer kazananlara karşı korkunç vahşi bir öfke duyuyorlardı. Halkların halklara karşı bu acımasız davranışlara nasıl kışkırtıldıklarını, bu acımasız nefreti, bizim Avrupalı beyinlerimiz anlamaz. Fakat biz Yukarı Ermenistan denilen bu bölgenin uygarlığı ile, Avrupa halklarının eski kültürünün karşılaştırılabileceğini düşünmemeliyiz. Çünkü buralarda yaşayan halkların milliyetleri yoktur, fakat çeteleri vardır. Bunu şöyle açıklamak mümkün. Buralarda iki çete karşılaştığında, bu taraflardan birinin imha edilmesi demek oluyordu. Bu nedenle bugüne kadar Büyük Ağrı Dağları’nda birlikte yaşamak için uzlaşmak, ortayolu bulmak diye birşey düşünülemez. Bunun yerine yanlızca imha etmek geçerlidir. Yukarı Ermenistan’ın çıplak dağlarında bir anlaşma yoktur, sadace ölüm kalım mücadelesi vardır. Kazanan yaşar, kaybeden ölür….

Benim Aleksandropol’de(Gümrü) kalışım sırasında orada yaşayan insanların düşünce yapısına ışık tutan şöyle bir olay oldu. Bir gün Alagöz dağları yönünden bir top atışı duyuldu. Türk sınırı arkasında korku içinde yaşayan Ermeni halkı bunu şöyle açıklamışlar; İngilizler Türklere karşı ilerliyorlar ve Türkler birkaç saat içinde yenilmiş olacaklar. Birden Türk sınırının gerisinde bir ayaklanma oluştu ve Ermeni köylerindeki zayıf Türk nöbetçileri şeytanca işkencelerle öldürüldü. Fakat ortada Ermenilerin geldiklerini sandıkları İngilizler yoktu. Olayın aslı şu idi: Kafkas Ermenilerinden bir birlik önce Türk cephesini yarmayı denemişler. Top atışı sesleri bu yüzdendi. Bu çatışma birkaç saat sonra bitti. Fakat sıra intikam almaya gelmişti. Türk askerlerinin sinsice katledildiği Ermeni köyleri yakılmaya başlandı. Bu durumda Ermenilerin hiç suçu olmadığı söylenebilir mi?

Tamamen Türklerin eline geçen Aleksandropol(Gümrü) kenti bir Ermeni kentiydi ve ben burada Türk işgaline rağmen günlük işlerini güçlerini yapan, şehrin ileri gelen Ermenileri ile tanıştım. Bu kişiler Ermeni çetelerinin düşüncesiz davranışları nedeniyle Türklerin bir gün öç alacakları düşüncesiyle sürekli korku içinde yaşıyorlar ve bir gün sırf bu yüzden yok olacaklarına inanıyorlardı. Ermeni halkının bir kısmı, ki buna ileri gelenleri diyebilirim, Türklerle barışcı bir anlaşma yapılmasının taraftarıydılar. Çünkü şimdi beraber yaşamak zorundaydılar ve karşılıklı bir antlaşma, bu cinayetlere bir son verebilirdi. Fakat halkın büyük bölümü ve çeteler yani sözde Ermeni askerleri, barışın adını bile etmiyorlardı. Onların sloganı: ” Ya biz, ya da onlar; birimizden biri yok olmalı” idi.

Düşününüz, Antlaşma ve barış isteyenler, Ermeni halkının büyük çoğunluğu tarafından lanetleniyordu. İçinde bulunduğum Ermeni çevrelerinden bazı insanlar bana açıkça şöyle diyorlardı: ” Şimdi Türkler başa geçti, ancak biz pek yakında tekrar başa geçtiğimizde elimize geçirdiğimiz hiç bir Türk’ü sağ bırakmayacağız. Onlarla bizim aramızda bir anlaşma olması mümkün değil. Asırlardır görülecek bir hesabımız var onlarla. Sürtüşmemiz, halkımızın tarihi kadar eskidir. Bu savaşım, Türklerin ülkemize gelmesiyle başladı. Bu savaş ya biz, ya da onlar yok olana kadar sürecektir. Biz barış istemiyoruz. Lanet olsun Türklerle dostluk kuranlara!”

İste o zamanlar Ermenilerin düşünceleri böyleydi. Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanma ümitleri pek yoktu. Zaferi kazanan Ay-Yıldız’ın(Türklerin) ise bütün Rus- Ermenistan’ını ele geçirecegi görülüyordu.

İşte bunları duyduktan sonra, şimdi Türklerin geri çekilip de, Türk yerleşim yerleri tekrar Ermenilerin eline geçtikten sonra olanları tahmin etmek, herhalde zor olmasa gerektir.

Uzlaşmalar ancak uygar halklar arasında olabilir. Vahşi Asya’nın halkları arasında sadece nefret ve yok etme duyguları vardır. Evet, Türkler suçludur, katlettiler, ancak ellerine fırsat geçince aynı katliamları yapan Ermeniler acaba daha az mı suçlular? İnsan Asya’yı sadece Asyalı bakış açısıyla değerlendirebilir.

**************

Yazının Orijinal Hollandacası

Algemeen Handelsblad
Amsterdam
25.05.1920 van Dinsdag

ARMENIE

De Armenisch-Turksche kwestie

Van een onzer medewerkers in den Balkan ontvingen wij den volgenden interessanten brief, waarvan de inhoud een anderen kijk geeft op de Armenische quaestie dan de in West Europa gebruijkelijke. Wij stellen in de objectiviteit van dezen medewerker het grootste vertrouwen. – Zijn betoogtrant bevat het bewijs dat hij dit verdient – en drukken daarom zijn correspondentie ongewijzigd en zonder commentaar af.

Evenals onder de regering van Sultan Abdulhamit komen uit Cilicie weer weerzinwekkende berichten over massaslachtingen van Armeniers, waardoor de zenuwen van de tamelijk afgestempte wereld weer opniew worden geschokt. Het valt mij in de verste verte niet in om slachtingen, door wie de ook worden gehouden, te rechtvaardigen en den weerzinwekkendsten van alle moorden, de gooddienstmoord, in bescherming te nemen. Maar elke waarheid heeft twee kanten, en wanneer de Armeensche perspropaganda het Armeensche bloodbad in Cilicie teger de Turken weet uit te buiten, in dezen zin, dat zij daardoor de volledige vernietiging van Turkije door de Entente bewerkt, dan meen ik dat het in het belang der waarheid is, om te onderzoeken of werkelijk alleen de beestachtigheid van de Turken aan deze massamorden schuldig is.

Ik geloof, dat ik eenig recht heb om dit uit te maken, want ik had gelegenheid om Turkije gedurende den oorlog bij wijze van spreken, in neglige te zien en wel juist daar, waar de Armeensche en Turksche stammen in den meest verbitterden haat elkaar te lijf gaaan.

In de lente van het gedenkwaardige jaar 1918, toen ten gevolge van de Russische nederlaag, Turkije het offensief weer begon, en de vlag van den profeet zegevierend in vreemde landen woei, wat sinds den vrede van Küçük Kaynarca niet meer gebeurd was, bevond ik mij in het Armeeinsch-Russische grensgebied, en maakte een deel van den Turkschen opmarsch in het voornamelijk door Armenieers bewoonde gebied mee.

Een ieder die weet wat oorlogvoeren betekent, zal moeten toegeven, dat er geen betere gelegenheid is, om een land en volk te leren kennen, als juist in den oorlog, waar alle menselijke hartstochten met geweld tot uiting komen, en waar het laagje cultuur en veinzerij voor de ruwe, hoogere noodzakelijkheid van de oorlogsvoering verdwijnen. Als eenige Eoropeaan bevond ik mij toen ter tijd in de kritieke omgeving en ben misschien de eenige Europeesche getuige ervan geweest op welke wijze de gebeurtenissen gedurende den Turkschen opmarsch in Russisch-Armenie zich hebben toegedragen, en hoe deze beide volkeren tot elkander stonden.
Voordat ik mijn reis begon, was ik reeds Armenisch gezind. Ik had gedurende mijn oponthoud te Konstantinopel, in de jaren 1916/17, genoeg weerzienwekkende details over de Armeensche massamorden in Turksch-Armenie gehord en de Europeanen, die meer of minder goed over de gebeurtenissen in Armenie ingelicht waren, gaven dan Turken alleen de schuld en beschouwden de Armeniers als de onschuldige offers van den Turkschen goddiensthaat en van de dierlijke hartstochten van een barbaarsch volk.

Mijn verhouding tot de Turken was goed genoeg om hen ook over dit netelige punt, wat een Europeaan bijna niet te berde durft te brengen, te spreken. De houding der Turken moest mij in mijn overtuiging sterken, dat de Armeniers onschuldig waren en de Turken alle shuld hadden. Want met een eigenaardige bruuske afwijzing werd mij steeds door iedereen Turk, wien ik ver het pro en contra van de Armeensche quaestie om inlichtingen vroeg, geantwoord: “Ja alles is waar wat men over ons verteld. Wij hebben een millionen Armeniers afgemaakt; het was afschuwelijk bloodbad, maar wij waren in ons recht en wij zijn daarvoor alleen tegenover ons zelf verantwoording schuldig.” Het gelukte mij niet nog verdere details, of de gronden van deze verschrikkelijke daden te, weten te komen. En ik kon alleen tot den slotsom komen ….. In de loogelaten hartstochten van den oorlog het goddienstfanatiesme tegenover de Cristenen zich liet gaan, waar het maar gelegenheid daartoe zag. En dat gebeurde in het hoogland van Armenie, waar de van de gehele wereld afgesneden. Armenieers aan den Turken overgeleverd waren.

In het voorjaar van 1918 kwam ik in Trabzon van waaruit -gelijk bekend is -de einige beganbare weg naar binnenland van Hoog-Armenie loopt.

Trabzon zelf was in 1915 getuige van een Armeensch bloedbad en drie jaar later wisten Grieken en Levantijnsche Europeanen mij nog in kleuren en geuren te vertellen van de onbeschrijfelijke gruwelscenes, die zich binnen de oer-oude muren van de Trabzon in 1915 afgespeeld hebben. Hoe op de straten van Trabzon het bloed der Armeniers vloeide! Hoe de Armeensche wijken in rook en vlammen opgingen en nog dagen en weken na het bloedbad de lijken van kinderen tegen den oer-ouden Konstantijnschen dijk en in de haven van Platana aanspoelden. Ik zag geruineerde streken en men vertelde mij, dat dit eens Armeensche wijken waren geweest. Men toonde mij Cristelijke kerken. Dit waren de kerken der Armeniers. Men rakelde de mesthoopen op en beenderen en vergane lijken kwamen te voorschijn. Dat zijn lijken van Armeniers, zeide
men mij.

Dit zijn zulke ontzettende gewaarwordingen, die men nooit vergeet en die bij iedereen maar een wensch doen opkomen: God behoede onsen een ieder voor deze barbaarscheid en voor den godsdiensthaat der Mohammeden!
Maar een prior der Franciskaner monniken, een envoudige oude prister, die ongetwijfeld aan de zijde van de Cristenen stond, schudde zijn hoofd, toen ik in verwenschingen tegen de Turken uitbrak. “Gij vergist u” zeide hij, “de Turken hebben niet alleen schuld. Ja voor iemand die uit Europa komt en die met Europesche begrijpen over Azie will oordeelen, die zal de misdaad van het uitroeien van dit volk verwenschen. Maar het is niet de geheele waarheid, die gij gezien en gehoord hebt. Gij moet deze dingen door een Aziatische bril bekijken en begrijpen, dat hier twee volken elkaar met eeuwenouden haat en verbittering te lijf gaan. Men heeft hier twee mentaliteiten, de Turksche en de Armeeensche en beide mentaliteiten zeggen, dat een van hen te gronde gaan. Ja, in 1915 waren het Armeniers, die te gronde zijn gegaan.Alles werd tegen hen in werking gesteld, en zij moesten de nederlaag lijden. Maar zijt gij er wel van overtuigd, dat de Armeniers in dezelfde omstandigheden niet hetzelfde zouden hebben gedaan of deden? Ik heb mijn rapporten van missies, uitgezonden door mijn orde in Beyazıt, Van, Erzurum, Erzincan; uit de rapporten weet ik, dat in 1915 toen de oorlog met Rusland begon, het de Armeniers waren, die achter het Turkse leger de revolutie aanwakkarden en de Turksche dorpen en nederzettingen ontvolkten en met den grond gelijk maakten. De verdere gebeurtenissen, die daarna in Turkije voorvielen, waren alleen de gevolgen van deze eerste vijandelijke houding der Armeniers. Ik geef toe, dat er verschrikkelijke dingen gebeurd zijn; er is zooveel bloed gevloid als nog nooit te voeren. Maar onschuldig waren de Armeniers aan het ontstaan van het bloedbad niet. En wanneer de Turken dan verder gegaan zijn dan nodig was, dan ligt daarvan de schuld niet alleen bij de Turken, maar bij de mentaliteit van Azie, waar de volkenhaat dieper gaat dan bij de Europesche volken en waar de oorlog beesachtige vormen aanneemt.”

“Zie b.v. naar Trabzon. Gij hebt de platgebrande Armeensche wijken gezien, maar hebt hij ook de platgebrande Turksche wijken aanschouwd? Hebt gij op de nog frissche graven van de Turksche bevolking gelet? Neen! Ziet toen de Armeniers zich in de zelfde positie bevonden als de Turken, toen zij zegevierend voortrukten onder de bescherming van het Russische leger, toen herhaalde zich het schouwspel van het jaar 1915, maar toen moesten de Turken het ongelden. Waar de Armeniers een Turk vonden, daar werd hij onbarmhartig neergehouwen, waar zij een Turksche moskee zagen werd deze geplunderd en in brand gestoken. Turksche wijken gingen even goed in rook en vlammen op als Armeensche wijken. Gij gaat thans het land in en gij zult de sporen van den oorlog kunnen volgen: Bayburt, Erzincan, Erzurum en Kars. Gij zult nog rookende puinhoopen zien; gij zult nog bloed en lijken ruiken, maar dat waren echter Turkse lijken.”

De Franciscaner pater heeft slechts de waarheid gezegd. Maandenlang ging ik dwaars door Armenie en Kurdistan en ik vond bevestigd, wat hij mij verteld had. Na den terugtocht van het Russische leger, die op de Russische vreede volgde, namen de troepen van het z.g. Armeensche leger, de militaire operaties in de bezette Turkse gebieden over. Gedurende de Russische bezetting beschermden de Russen het leven en eigendommvan de Turken. Wat na dan terugtocht van de Russen gebeurd is, is hartverscheurend. De kleine Turksche nederzettingen werden door de benden van generaals Adronits en Murat tot den laatsten man afgemaakt, kerken tot den laatsten steen vernield.

Toen waren de Armeensche verwactingen nog hoog gespannen. Hun plannen reikten ver, omspanden het geheele Turksche rijk. En zij hoopten dat zij met den erfvijand zouden kunnen afrekenen tot den laatsten man, de laatste vrouw, het laatste kind. Ik heb in Erzincan ruines gezien, waar honderden lijken van gewurgde Turken lagen tusschen de puinhoopen. Ik heb licht laten schijnen in putten, die vol lijken waren. Ik heb met eigen ogen gezien, dat graven open gemakt werden, waarin mannen-en vrouwenlijken overelkaar lagen, bij honderden. Wie hadden dit gedaan? Die overwinnende Armeniers.

Deze tooneelen vergezelden mij op den verren, langen weg door Opper-Armenie, Kurdistan tot in Russisch-Armenie. En is het een wonder, dat de Turken, toen zij weer overwinnaars waren, wraak namen, kwaad met kwaad vergolden? Ik moet erkennen dat tijdens den Turkschen opmarsch naar Russisch- Armenie het moorden voortgezet werd door de Turken. Aan den anderen kant van de grens van de Sarıkamış werden de Armeensche vestigingen, die daar tamelijk gezaaid zijn, ontvolkt met vuur en ijzer. De meest verbitterde volkshaat woedde tegen de vroegere overwinnaars, thans overwonnenen , in den beestachtigen vorm, een wild land van Azie eigen. Onze Europeesche hersens begrijpen deze onverbiddelijke haat niet, die volkeren tegen volkeren opzweept tot de ergste gruweldaden. Maar wij mogen niet vergeten, dat Opper-Armenie een land is, waarvan de beschaving vergeleken kan worden met de oer-cultuur der Europeesche volkeren. De volkeren daar zijn geen naties, doch horden. En zoals in den oertoestand der volkeren een ontmoeting van twee hordende vernitiging beteekende van een dezer twee, zoo is men in de bergen om den Grooten Ararat heden ten dage nog niet bedacht op samenleven, doch op vernietiging. In de kale bergen van Opper-Armenie bestaat er geen compromis, alleen strijd op leven en dood. De overwinnaar leeft, de overwonnene kan alleen sterven.

Tijdens mijn verblijf in Alexandropol(Gümrü) gebeurde het volgende, dat een goed licht werpt op de mentaliteit van de menschen aldaar. Uit de richting van de bergengroep Alagöz hoorde men op een dag kanongedonder. De Armenische bevolking, die achter het Turksche front in angst en beven leefde, legden dit kanongedonder zoo uit, dat de Engelschen oprukten tegen de Turken. En zij leefden in de overtuiging, dat de Turken binnen enkele uren verslagen zouden zijn. Onmiddelijk ontstond achter het Turksche front een opstand, en de zwakke Turksche posten in de Armenische dorpen werden op de geraffineerde manier dood gemarteld. Maar de Engelsen kwamen niet. Een detachement van Kafkas- Armeniers had getracht door het dunne Turksche front te breken. Vandaar het kanongedonder. En toen het gevecht een paar uur later voorbij was, kwaam de wraak. De dorpen, waarin Turksche soldaten vermoord waren werden vernietigd. Kan men zeggen, dat de Armeniers geen schuld hadden?

In Alexandropol zelf, in een zuiver Armeensche stad, waar, niettegenstaande de Turksche bezetting, de Armeniers rustig hun werk deden , kwam ik veel in aanraking met toonaangevende Armeniers. Zij leefden voortdurend onder een verschrikkelijke angst, dat op een dag door een onbedachtzame handeling van Armeensche benden de Turken wraak zouden nemen en dat zij dan het eerst er aan zouden moeten gelooven. Een gedellte van Armeensche volk, het beste deel- was voor een vreedzame overenstemmming met de Turken. Men was nu eenmaal gedwongen samen te leven. En dan zou toch alleen verdraagzaamheid een eind kunnen maken aan het moorden. Mat het grootste gedeelte en de benden, de zoogenaamde militairen wilden van vreede niets weten. Hun leuze was : “Zij of wij, een moet te gronde gaan.”

De mannen, die verdraagzaamheid en verzoeninig predikten, werden verwenscht door het gros van het Armeensche volk. Men zei mij openlijk in Armeensche kringen: “Nu zijn de Turken baas. Maar spoedig zullen wij weer heer en meester zijn en dan zullen we geen enkelen Turk, die in onze handen komt in leven laten. Tusschen ons is geen overeenstemming mogelijk. Wij hebben een rekening eeuwen oud te vereffenen. Onze strijd is zoo oud als ons volk. Deze strijd begon op den dag, waarop de Turken in ons land kwamen en zal tot den dag duren, waarop wij op zij te gronde gaan. Een verzoening willen wij niet. Vervloekt zijn zij , die vriendschap sluiten met de Turken. ”

Zoo was de stemming in een tijd, waarin de Armenen geen hoop hadden ooit van de Turken bevrijd te worden. Het zag er naar uit, alsof de overwinnende halve maan geheel Russisch- Armenie tot zich zou trekken.
Hiernaar kan men beoordelen, wat er gebeurd is, toen de Turken moesten terugtrekken en de Turksche vestiginggen weer in handen van de Armeniers vielen.

Een vergelijk is alleen mogelijk tusschen beschaafde volkeren. Bij de volkeren van het wildste Azie bestaat alleen haat en vernietiging. “De Turken zijn schuldig. Zij hebben gemoord.” Zijn echter de Armeniers minder schuldig, die ook hebben gemoord, zoodra daartoe de macht bezeten?
Azie kan men alleen beoordeelen met Aziatische ogen.

***************

Sözde Ermeni sokırımı gerçeğini 1920’de Hollanda gazetesine yazan gezgin muhabirin kimliğini bulduk: George Nypels

Ermeniler’in soykırım iddialarını 1920’de Algemeen Handelsblad gazetesinde çürüten Hollandalı muhabirin kimliğini buldum.
Dünyanın dört bir tarafını gezen ve ünlü liderlerle görüşmeler yapan Hollandalı gezgin muhabir George Nypels hakkındaki araştırmayı sizler için yukarıda sundum.
Altta da Nypels için yazılanlardan bir demet sunuyorum.
Verslaggever George Nypels (1885-1977)
schreef history in the making.
Hij maakte barre reizen en sprak met de soms griezelige kopstukken van Europa. En toch is George Nypels bijna vergeten. Ten onrechte.
Ik geloof dat de tijd dat men ons, westerlingen, in Turkije voor superieure, nobele wezens hield, voorbij is en dat dit militaire schrikbewind der Engelsen de reputatie van ons allen in dit Oosten een lelijke knauw gegeven heeft…Over de Aziatische vernietigingsoorlog met de Armeniërs en Grieken mogen wij niet eenzijdig oordelen en veroordelen. Daar gebeuren aan beide zijden gruwelen, die wij niet rechtvaardigen, alleen maar verklaren kunnen.
Journalistieke observatie uit Constantinopel,
twee jaar na het einde van de Eerste Wereldoorlog.
De stad wordt (straf voor het pact dat de Turkse sultan in 1914 had gesloten met Duitsland en Oostenrijk) nog altijd bezet door geallieerde troepen. In Anatolië vecht intussen het rebellenleger van Mustafa Kemal voor de totstandkoming van een moderne, seculiere Turkse republiek. En de reiscorrespondent van het Amsterdamse Algemeen Handelsblad wil door de frontlinies heen van Constantinopel naar Angora zien te komen, en raakt onderweg steeds meer gesteld op al die aardige, vredelievende en tolerante Turken die hij tegenkomt, en die hij door de westerse bezetters – de haatdragende Grieken voorop – permanent vernederd en gemaltraiteerd ziet worden. In een lange serie reportages over het veelbelovende nieuwe Turkije van Kemal (Atatürk in de geschiedschrijving) vraagt hij aandacht voor een land in wording aan de rand van Europa. Het is 86 jaar na dato nog altijd gedenkwaardige lectuur.
Wie was die reiscorrespondent? En hoe is het mogelijk dat een Nederlandse verslaggever met een groot journalistiek talent, die tussen 1918 en 1938 bijna alle Europese revoluties afreisde – dat die totaal kan zijn vergeten?
Nypels was er bij.
In vaste dienst van de krant, of voornamelijk op eigen risico? Omdat er weinig bekend is over zijn leven, en omdat kranten toen (en nu nog, vrees ik) nogal slordig omsprongen met hun archief, kunnen we niet meer nagaan hoe zijn relatie met het Algemeen Handelsblad precies was geregeld.
Zijn productie was indrukwekkend. Ook relatief korte reizen leverden altijd op zn minst een serie op – vier, vijf, soms negen afleveringen. Al zn stukken barstten van de wetenswaardigheden. Hoeveel mensen in het veilige, neutraal gebleven Nederland wisten wat ze zich bij revolutie, burgeroorlog en straatgevechten moesten voorstellen? Nypels schreef het gedetailleerd op. Wie had trouwens wel eens in Silezië, voorbij Minsk, in Thracië en door weer en wind in de onherbergzame binnenlanden van Turkije gereisd? Nypels wel.
Zeker vanuit Nederland gezien was alles onzeker en angstig nieuw in die dagen en jaren. Nypels beschreef de romantische of angstaanjagende figuren die bezig leken een oude vertrouwde wereld op haar kop te zetten: Trotski, Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Kemal, Gabriele dAnnunzio, Benito Mussolini, Adolf Hitler. Met de meesten van hen had hij gesprekken gevoerd, waarin ze hun soms duizelingwekkende plannen ontvouwden. Nypels schreef als het ware history in the making. En het stond allemaal in het keurige Algemeen Handelsblad.

Waarom?

Het moet te maken hebben met een taai ongerief in de Nederlandse journalistiek, waar reflectie, beschouwing, analyse en opinievorming altijd voor deftiger en gewichtiger is aangezien dan het eenvoudige overdrachtsverhikel van de verslaggeverij. Voor great reporting moet je in Engeland en Amerika zijn. Daar zou een man als George Nypels, die in 1920 meteen in de gaten had dat aan gene zijde van de Bosporus iets bijzonders aan de hand was, in elk journalistiek handboek als een voorbeeld gememoreerd blijven.

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Türk Üniversitelerinin Katkılarıyla Alma nya’da Düzenlenen Sözde Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaş ımları Çalıştay, ABD, Büyük Destek


Türk Üniversitelerinin Katkılarıyla Almanya’da Düzenlenen Sözde Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaşımları Çalıştay’ına ABD’den Büyük Destek Var

PROF. DR. RIDVAN KARLUK

LİNK : https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/09/21/turk-universitelerinin-katkilariyla-almanyada-duzenlenen-sozde-ermeni-soykirimi-icin-avrupa-yaklasimlari-calistayina-abdden-buyuk-destek-var/

Avrupa Akademisi ve Lepsiushaus Potsdam Üniversitesi geçen hafta Berlin’de Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaşımları (Past in the Present European Approaches to the Armenian Genocide) konulu bir Çalıştay düzenlemiştir. Türkiye için sözde Ermeni soykırımı önemli bir sorun olmasına rağmen Türk basınında bu konu yer almamıştır. İlk ilanda Çalıştay’ın ev sahiplerinden birisi Sabancı Üniversitesi idi. Türkiye’den diğer katılımcılar ise Koç, Bilgi, Kemerburgaz (Altınbaş), Ankara Sosyal Bilimler Üniversiteleridir.

Çalıştay’a Sabancı Üniversitesi’nin katkıda bulunacağı ve ev sahipliği yapacağı anlaşılınca Üniversite, geniş bir kesimden tepki almıştır. Koç Üniversitesi Çalıştay’a katılacak olan akademisyenin işine 6 ay önce son verdiklerini açıklamıştır. Sabancı Üniversitesi ise “Biz ev sahibi değiliz” diyerek işin içinden çıkmış, Çalıştay’ın bilimsel bir çalışma olduğunu, akademisyenlerinin çalışmalarının kısıtlanamayacağını, istedikleri Çalıştay’a katılabileceklerini açıklamıştır.

Çalıştay’ın hangi amaçla yapılacağını önceden tahmin ettiğim için Kemerburgaz Üniversitesi’nden katılması öngörülen öğretim üyesi hakkında Rektör, meslektaşım Prof. Dr. Çağrı Erhan’a bir bilgilendirme notu gönderdim. Sayın rektörden gelen cevap aşağıdadır:

“Sayın Hocam merhaba,

Nazan Hanım ücretsiz izinle yurt dışında bulunmaktadır. Toplantı programının en son halinde şu an araştırma yapmak için bulunduğu kurumun adını kullanmaktadır. Tebliğci değil tartışmacıdır. Söz konusu konferansla uzaktan yakından ALTINBAŞ ÜNİVERSİTESİ’nin ilgisi yoktur. Şahıs olarak da bu konuda hangi çizgide bulunduğum izahtan varestedir. Konferansla ilgili daha önce bana yollanmış hiçbir maile, konu kurumumuzu ilgilendirmediği için, cevap vermedim. Sizin dostluğunuza istinaden cevaplıyorum. Bu vesileyle saygılarımı sunuyorum.

Prof. Dr. Çağrı Erhan”

Çalıştay’dan haberdar olunca, Türkiye’den katılacak olanlara biri İngilizce olan iki çalışmamı göndererek görüşlerimi açıkladım, bu konuda objektif olmalarını sağlamak istedim. Bunlardan sadece Ankara’dan katılacak olan öğretim üyesinden cevap gelmiştir. Çalıştay’a sadece “soykırım var” diyenler çağırılmış, karşı görüşü savunanların başvuruları ise kabul edilmemiştir. Çalıştay’ın konuşmacıları arasında bulunan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Hülya Adak ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi Zeynep Türkyılmaz Ermeni Diasporası’na çok yakın isimlerdir.

Hülya Adak, Ermeni Soykırımı’na Eleştirel Yaklaşımlar: Tarih, Siyaset, Estetik başlığı ile 1-4 Ekim 2015 tarihlerinde Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da yapılan toplantının organizatörleri arasındaydı. Zeynep Türkyılmaz ise Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California at Los Angeles-UCLA) eğitim almış, 2009’da doktorasını vermiştir. UCLA, Atatürk’ü, ayaklarının altında bir kız çocuğu cesediyle poz vermiş olarak gösteren ve üzerine İnkarın Yüzü (Face of Denial) yazan dokümanı montajlayarak yayınlayan üniversitedir.

Hülya Adak ve Zeynep Türkyılmaz hakkında; Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama (TCK md. 301), Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma (TCK md. 302) ve Temel Milli Yararlara Karşı Faaliyette Bulunmak İçin Yarar Sağlama (TCK md. 305) maddeleri kapsamında suç duyurusunda bulunulmuştur.

Bu akademisyenlerin akademik özgürlük adı altında Türk milletini karalamaya hakları yoktur. Mahkeme Kararı olmadan yapılmayan bir sözde soykırım için Türk milleti suçlanamaz.

Katılımcı öğretim üyelerinin ve destek veren üniversitelerdeki diğer öğretim üyelerinin bir kitabı okumalarını öneririm: Ohannes Kaçaznuni, Taşnak Partisi’nin Yapacağı Birşey Yok, Kaynak Yayınları, 2005. Kitap, 1915 yılında Ermeni isyanlarını örgütleyen Taşnak Partisi’nin Başkanı ve 1918 yılında Erivan’da kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanın 1923 yılında partisinin Bükreş’te toplanan kongresine sunduğu rapora dayanmaktadır. Ermenilerin insanlık dışı katliam yaptıkları kitapta yer aldığı için Ermenistan’da yasaklanmış, İngilizce baskıları da Batı kütüphanelerinden toplatılmıştır. Türkiye aleyhine olan bir Çalıştay’da Sabancı gibi dünya sıralamasına giren seçkin bir Türk Üniversitesi’nin adının program afişinde geçmesi hoş olmamıştır.

Michigan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ronald Grigor Suny, Prof. Dr. Fatma Müge Göçek ve Prof. Dr. Gerard Libaridian’ın katkılarıyla Ermeni-Türk Çalışmaları Atölyesi (Workshop on Armenian-Turkish Scholarship: WATS) ilk defa 2000 yılında düzenlemiştir. Daha sonra 2000-2013 döneminde Şikago (2000), Michigan (2002), Minnessota (2003), Salzburg (2004), New York (2005), Cenova (2008), Kaliforniya (2010) ve Amsterdam’da (2013) yapılmıştır. Bu etkinliklere karşıt görüştekiler alınmamıştır. 9’su, Türkiye’de Ermeni Soykırımı’na Eleştirel Yaklaşımlar: Tarih, Siyaset, Estetik başlığı ile 1-4 Ekim 2015 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Hülya Adak; Berlin Hür Üniversitesi (Haziran 2016-), Potsdam Üniversitesi (Haziran 2016), Carleton Üniversitesi, Ottawa (Haziran 2016-Haziran 2017), Edebiyat, Sanat ve Kültür (ICSLAC) Karşılaştırmalı Araştırmalar Enstitüsü, Freie University of Berlin, (2012- 2013), Şikago Üniversitesi’nde (1993-2001) çalıştığı dönemlerde sözde Ermeni Soykırımı tezini savunmuştur. Adak, Prof. Fatma Göçek ve Prof. Ronald Suny ile birlikte Ekim 2015’de İstanbul Richmond Otel’deki WATS 2015 etkinliğinde de görev almıştır.

WATS toplantıların en önemli özelliği, Ermeni Soykırımı yoktur diyen karşıt görüştekilerin toplantılara alınmamasıdır. Toplantıyı haber alınca katılım başvurusunda bulundum ama hayal kırıklığına uğradım. Çünkü başvurum reddeldildi. Gerekçe ise çok komikti: Yer darlığı. Bana gönderilen cevap aşağıdadır:

“[WATS 2017- Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide] Registration Roy Knocke [knocke@lepsiushaus-potsdam.de] 05 Eylül 2017 Salı 10:2 Dear Sir or Madam, Unfortunately, due to some space problems and therefore limited number of participants, the WATS-organizing committee cannot enable your registration. We apologize for the inconvenience and refer to the video captured presentations of the panels. Kind regards, Roy Knocke, Wissenschaftlicher Mitarbeiter Lepsiushaus Potsdam,Große Weinmeisterstraße 45 14469 Potsdam, Telefon: 0331 – 58164511 und 0176 – 76527624Fax: 0331 – 58164519, Email: knocke

Web: http://www.lepsiushaus-potsdam.de/index.php?page=roy-knocke.”

Çalıştay’a alınmayan sadece ben değilim. Dr. Ali Söylemezoglu da benim gibi toplantıya alınmayanlardandır. Söylemezoğlu’nun şahsıma gönderdiği mail şöyledir:

“Berlin’deki Çalıştay meselesi şöyle oldu. Çalıştay’ın yapılacağını işittiğimden 4 Eylül günü hem faks ve hem de mektupla Lepsius Haus’a başvurup katılacağımı bildirip kaydedilmemi ve neticeyi bana eposta ile bildirmelerini rica etmiştim. Aradan iki hafta geçip de ses seda çıkmayınca telefon ettim, bu defa ‘ben burada yeni işe başladım, bilgim yok’ diyen bir genç cevap verdi ve ‘kayıtlar kapandı’ dedi. Bunun üzerine Hosfeld’in kişisel eposta adresine yazıp Çalıştay’a katılacağımı ve olumlu cevabını beklediğimi bildirdim. Buna da cevap vermediler.

Başka işlerim olduğundan Cuma akşamı değil de Cumartesi günü saat 9:15 gibi Çalıştay’ın yapılacağı Europäische Akademie’ye gittim, resepsiyondaki hanıma selam verip içeri girdim. Kimsin, nesin diye sormadı. Ben de paltomu gardıroba asıp salona girdim. Tahminen 25-30 kişi vardı ve salonun yarısından çoğu boştu. İsviçreli Prof. Kieser Talat Paşa hakkındaki tebliğini İngilizce olarak okuyordu. Gayet harc-ı alem şeyler anlattığından not almaya değer bulmadım. Daha sonra Kieser’e ‘sana ayrılan vakit bitti’ dediler, o da tebliğini tamamlamadan yerine oturdu.

Ardından orta yaşlı gözüken bir hatun kişi kürsüye gelerek konuşmaya başladı. Daha hangi konuyu işlemek istediğini anlayamadan genç bir hanım yanıma gelerek İngilizce ‘biraz gelir misiniz?’ dedi. Peşine düşüp kahvaltı ettikleri salona gittim, orada Lepsius Haus’ta istihdam edildiğini bildiğim Lepsius Haus websitesindeki fotoğrafından Roy Knocke isimli şahıs (bana mail gönderen kişi) olduğunu tahmin ettiğim zat-ı muhterem ‘siz kayıtlı değilsiniz, bu toplantıya katılamazsınız’ dedi.

Kaydımı yaptırttığımı söyleyince ‘Hosfeld size eposta ile katılamayacağınızı bildirdiydi’ dedi, ben ise böyle bir eposta almadığıma işaret ederek dedim ki ‘burası ne biçim akademi, akademi demek farklı fikirlerin tartışıldığı yer demektir, siz ise bırakın tartışmayı, farklı fikirden bir kişinin dinleyici olarak katılmasına bile tahammül edemiyorsunuz’. Karşımdaki ise ‘bu Çalıştay’ı tertip eden Europäische Akademie değil, onlar yalnızca mekanı tahsis ettiler’ dedi.

Ben de Almanca olarak ‘bu usülle başarılı olmanız mümkün değildir’ mealinde ‘so kommen Sie auf keinenen grünen Zweig’ diyerek ayrıldım. Hadise bundan ibaret. Kanaatimce karşı tarafın bizim sessizce dinlememizden bile bu kadar çekiniyor olması iddialarının ne kadar çürük temellere dayandığını gayet iyi bildiklerine işaret etmektedir. Fikir düzeyinde yenik düştüler, fakat propaganda düzeyinde henüz bizden üstünler. Dr. Ali Söylemezoglu, Peterstal 18 47051 Duisburg.”

Çalıştay’a Türkiye’den katılan öğretim üyelerine 19 Mart 2012 tarihinde Marmara Grubu Vakfı toplantısında sunduğum bildirimi göndererek onları aydınlatmak istedim ama başarılı olamadım. Bildirimden aldığım aşağıdaki değerlendirmeleri, belki şimdi okuyabilirler diyerek sizlerle paylaşıyorum. Katılımcılar, Türk diplomatlarını şehit eden Ermeni canilerinin Hocalı’da nasıl soykırım yaptıklarını kendi ağızlarından okusunlar da utansınlar.

“Sözde Ermeni soykırımını gündeme getirenler, Hocalı’da Ermenilerin yaptıklarını neden görmezden gelmektedirler? Katliamda babası ve 22 aile üyesini kaybeden 20 yaşındaki Zarife Guliyeva, Hocalı katliamının 20’nci yıldönümü sebebiyle Nicolas Sarkozy ve Serj Sarkisyan’a birer mektup göndermiştir. Sarkozy’ye yazdığı mektupta, ‘Siz söyleyin, eğer bu soykırım değilse, sormak lazım soykırım nedir?’ sorusunu yönelten Guliyeva, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddinin suç sayılmasının öngören yasanın tasarısın Fransa Senatosu tarafından kabul edilmesinden sonra Azerbaycan halkının Sarkozy’nin taraflı olduğunu düşündüğünü açıklamıştır.

Guliyeva, Serj Sarkisyan’a gönderdiği mektupta ise Azerbaycan’ın işgal altında bulunan Hocalı kasabasında Ermeni askerler tarafından yapılan soykırım sebebiyle Sarkisyan’ın yapacağı itiraf durumunda, Azerbaycan-Ermenistan ilişkisi ve Yukarı Karabağ sorunun çözümünde yeni bir sayfanın açılabileceğini belirtmiştir.

Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’ta bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azeri Türkünü öldürülmüş, 487 kişi bu saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi kaybolmuştur.

Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür. Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonian, Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır.

Melkonian’ın ölümünden sonra Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I. B. Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır: Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi. Büyük Ermenistan idealistlerinden ve İnterpol tarafından (1994 Bakü metro bombalaması suçu) tüm dünyada aranan Zori Balayan 1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell, Los Angeles 1997, Yerevan 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını şöyle itiraf etmiştir:

Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım.

Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı.

Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”

Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915 tarihinde devlete isyan eden Ermenileri tehcire (göçe) tabi tutarken, bölgenin dışında yaşayan Ermeniler yerlerinde kalmış, 30 Aralık 1918’de tehcire tabi tutulanlar geri dönmüşlerdir. Lozan Anlaşması ile 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve sorun Lozan Anlaşması’nın imzalanmasıyla çözümlenmiştir.

Tarihte kalan tehciri soykırıma dönüştürme çabalarının altında Sevr (Sevres) Anlaşması’ndaki büyük Ermenistan hayali yatar. Tıpkı 25 Eylül’de Barzani’nin referandum yaparak kurmak istediği büyük Kürdistan gibi.

Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu ifade Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Bu, uluslararası intihaldir.

Sevr Anlaşması, günümüzde en az Lozan Anlaşması kadar önemlidir. Çünkü Anlaşma’da Kürdistan’ın ve de Batı Ermenistan’ın kurulmasına ilişkin hükümler vardır. Sevr Anlaşması’nın 62-63’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir. Kürdistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.

Sevr Anlaşması’nın 88-93’ncü maddeleri Ermenistan ile ilgilidir. Anlaşma’da Kars, Erzurum dahil ülkenin Doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere verilmiştir. Paris Barış Konferansı sürecinde Ermenistan’ın sınırları konusu ABD Başkanı Woodrow Wilson’un hakemliğine bırakılmıştır. Wilson, General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye’ye göndermiştir. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’de incelemeler yapan Harbord, vardığı sonuçları bir raporla ABD Kongresi’ne sunmuştur.

Rapor’da; Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Ermenilerin Türkiye’de hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların yanlış olduğu tespit edilmiştir. ABD Kongresi rapor üzerine 1920 Nisan ayında Ermenistan’a mandater olunmasını reddetmiştir. Fakat Başkan Wilson 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir.

Batı Ermenistan da, tıpkı Kürdistan gibi Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.

Ermenistan Milli Marşı’nda ”Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır. Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır. Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Serj Sarkisyan’ın, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” dediğini unutmayalım.

Sevr Anlaşması, Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması ile Kürdistan ve Büyük Ermenistan hayali bitmiştir. Lozan Anlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Tapu delme hareketine Ermeni diasporasına çok yakın olan bazı Türk akademisyenlerin katkıda bulunması üzücüdür. Mesut Barzani de Kırım’ı örnek alarak 25 Eylül’de aynı amaçla referandum yapmaya kararlı görünmektedir.

Tüm bu çabalara rağmen Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşması ile garanti altına alınan tapuyu deldirmeyecek güçtedir ama Türkiye’ye yönelik sistematik saldırılara mutlaka organize bir şekilde cevap verilmelidir.

Aşağıda, Başbakan Binali Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a 15 Eylül’de yazılan, Çalıştay’a katılanları aklayan ve Türkiye’yi eleştiri yağmuruna tutan şikayet dolu mektup, ABD’den gönderilmiştir. Acaba Türkiye’deki muhataplar bu mektuba ne cevap verecekler, merak etmekteyim.

September 15, 2017

Prime Minister Binali Yıldırım Office of the Prime Minister Başbakanlık 06573 Ankara Turkey

H.E. Recep Tayyip Erdoğan President of the Republic of Turkey T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 06689 Çankaya, Ankara Turkey

Dear Prime Minister Yıldırım and President Erdoğan: We write on behalf of the Middle East Studies Association (MESA) of North America and its Committee on Academic Freedom to express our deep concern about the Council of Higher Education’s (YÖK) steps to prevent scholars based in Turkey from participating in a conference in Berlin entitled “Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide.” We consider this action to be an assault on the academic freedom of scholars in Turkey and a disturbing new instance of a broader trend of stifling scholarship on topics deemed taboo by your government. MESA was founded in 1966 to promote scholarship and teaching on the Middle East and North Africa. The preeminent organization in the field, the Association publishes the International Journal of Middle East Studies and has nearly 3000 members worldwide. MESA is committed to ensuring academic freedom and freedom of expression, both within the region and in connection with the study of the region in North America and elsewhere. The Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) is an academic workshop series that was founded by the University of Michigan in 2000 as the “first forum where Turkish, Armenian and other historians could conduct an informed debate” relating to the controversy surrounding the relocation of Ottoman Armenians during World War One. The latest workshop in this series is scheduled to take place on 15-18 September at the European Academy Berlin and is being co-organized by the University of Michigan, USC Dornsife Institute of Armenian Studies and Lepsiushaus Potsdam, under the auspices of Dr. Martina Münch, Minister for Science, Research and Culture of the State of Brandenburg. The topic of the conference has come under sustained attack by ultra-nationalist political leaders in Turkey. Doğu Perinçek, the head of the ultra-nationalist “Vatan Partisi,” and a long-time denier of the Armenian Genocide in the international arena, declared that the conference will “serve imperialism and the interests of Kurdistan,” the latter of which he has termed “the second Israel.” Following Perinçek’s denunciation of the workshop, the event was targeted in a broad campaign by right wing, nationalist and pro-government media in Turkey. Perinçek has threatened to go to Berlin on 14 September, to join the workshop, provide his own “presentation”

Re: Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) Page 2 September 15, 2017 (despite not being an invited participant) on what he deems to be the “truth” of the events of 1915. As part of his broader campaign against the conference, Perinçek brought the topic and list of participants to the attention of YOK, which subsequently rescinded permission for Turkey-based academics to travel to the conference. In line with this policy, Dr. Murat Cankara, who is on the faculty at the Ankara Social Sciences University, was subjected to a travel ban preventing him from participating in the conference. In addition, ultra-nationalist Turkish diaspora organizations, in apparent coordination with Perinçek’s party, have mobilized against the conference and are threatening a show of force at the Lepsuishaus, the main organizer of the event in Germany. No doubt, anyone who attends the conference is at risk of being filmed/photographed, blacklisted, and hounded by social media trolls in Turkey. The smear campaign led by the daily Aydınlık, associated with Perinçek and his party, targets the private Koç and Sabancı Universities and accuses especially the latter of treason. The atmosphere of intimidation and threats has grown so alarming that the cancellation of the conference is being considered. We strongly condemn the private and public harassment of academics for their planned participation in this conference and call on YÖK to immediately reverse its policy of preventing academics from traveling from Turkey to attend the conference.

The conduct of independent research and the presentation of research findings at academic meetings are, of course, fundamental to academic freedom. Targeting academics on the grounds that their research findings are not in line with the official government position on a matter of historical significance and banning academics from presenting their findings at conferences are clear violations of academic freedom.

Such violations of academic freedom by Turkish authorities are all the more disturbing when considered in light of Turkey’s reputation, until recently, of aspiring to maintain a standard of protection of civil and political rights in keeping with the European Convention of Human Rights.

The events surrounding the WATS conference in Berlin represent another depressing instance of your government’s failure to respect basic human rights’ protections under Turkish law despite Turkey’s clear international obligations. As a member state of the Council of Europe and a signatory of the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms,

Turkey is required to protect freedom of thought, expression and assembly. Turkey is also a signatory to the Universal Declaration of Human Rights, the International Covenant on Civil and Political Rights, and the Final Act of the Conference on Security and Cooperation in Europe (OSCE), all of which protect the rights to freedom of expression and association, which are at the heart of academic freedom.

Moreover, the rights being trampled in these actions are enshrined in articles 25-27 of the Turkish Constitution. We urge your government to take all necessary steps to reverse the decision taken by YÖK and restore the right of Turkish academics to travel to the Berlin conference and other international scholarly meetings to present their findings.

In the aftermath of the 16 April referendum, your government has an opportunity to restore confidence in its commitment to democratic rights and freedoms by taking steps to protect academic freedom, right to education, freedom of expression and freedom of association.

Re: Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) Page 3 September 15, 2017

Thank you for your attention to this matter. We look forward to your positive response.

Yours sincerely, Beth Baron

MESA President Professor, City University of New York

Amy W. Newhall

MESA Executive Director

cc:

İsmail Kahraman, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı (President of the Turkish National Assembly) Abdülhamit Gül, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı (Justice Minister of the Republic of Turkey) Yekta Saraç, Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı (President of the Turkish Higher Education Council) Elena Valenciano, Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights, Barbara Lochbihler, Vice-Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights, Monika Kacinskiene, Member of the Cabinet of Federica Mogherini, High Representative of the European Union for Foreign Affairs and Security Policy Johannes Hahn, Commissioner for European Neighborhood Policy and Enlargement Negotiations Nils Muižnieks, Council of Europe Commissioner for Human Rights Kati Piri, Member, Committee on Foreign Affairs, European Parliament Zeid Ra’ad Al Hussein, United Nations High Commissioner for Human Rights David Kaye, United Nations Special Rapporteur on the promotion and protection of the right to freedom of opinion and expression Kishore Singh, United Nations Special Rapporteur on the right to education Serdar Kılıç, Turkish Ambassador to the United States John R. Bass, United States Ambassador to Turkey”

LİNK : https://mesana.org/pdf/Turkey20170915.pdf, https://www.gazete.taz.de/article/?article=!5449040, https://mirrorspectator.com/2017/09/18/turkish-government-harasses-international-scholars-berlin/

Yazar Prof. Dr. Sadık Rıdvan Karluk

1948 yılında Eskişehir’de doğdum .1970’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdim. Kısa bir süre Maliye Bakanlığı ve Sayıştay’da çalıştıktan sonra 1972 yılında Eskişehir İTİA İktisat Bölümü’nde akademik kariyere başladım. 1975’te doktor, 1979’da doçent oldum. 1975 – 1976’da İngiltere Sussex Üniversitesi’nde doktora üstü çalışmalar yaptım.

1982 yılında Devlet Planlama Teşkilatı Başbakan Turgut Özal’ın direktifleri doğrultusunda kurulan AET Genel Müdürlüğü’nün (şimdiki AB Bakanlığı) başkanlığını yaptım. 1984 – 1985 döneminde İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundum, 1982 – 1985 yılları arasında İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı’na (Nuh Kuşçulu) danışmanlık yaptım. Bu dönemde Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları konusunda iki kitabım (biri İngilizce) ile İhracatta Vergi İadesi kitabım İTO tarafından yayınlandı.

1985 yılında Paris’te OECD nezdinde Türkiye Büyükelçiliği’ne Planlama Müşaviri sıfatıyla tayin edildim. Görev yaptığım dönemde Türkiye’yi 4 Komite’de temsil ederek, Türkiye’de kalkınmakta olan bölgeler konusunda OECD’nin önemli bir araştırmasının (Regional Problems and Policies in Turkey) basılmasına katkıda bulundum. 1990 yılında yurda dönüşümde DPT Müsteşar Müşavirliği’ne getirildim. Daha sonra Başbakanlık Başmüşavirliğinde Türkiye ile Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik ilişkilerinin gelişmesinde bir model olan “Türk Ödemeler Birliği” kurulması için bir proje geliştirdim.

1991 yılında profesörlüğe atanarak Anadolu Üniversitesi’ne geçtim. Anadolu Üniversitesi’nde Türkiye Ekonomisi, Uluslararası İktisat, Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri , Dış Ticaret Teorisi ve Politikası, Uluslararası Entegrasyonlar derslerini kendi eserlerimi esas alarak yürüttüm. Akademik kariyerimde 23 yüksek lisans, 16 doktora tezi yönettim. Bu öğrencilerim arasında çeşitli üniversitelerde görev yapan çok sayıda profesör, doçent ve yardımcı doçent bulunmaktadır. Üniversite Senato ve Yönetim Kurulu üyeliği yaptım, İktisat Fakültesi Dekanlığım döneminde AÖF kapsamında bulunan tüm iktisat kitaplarının yeni formata göre yazılmasına yazar ve editör olarak katkıda bulundum.

İkinci (1981), Üçüncü (1992) ve Dördüncü (2004) Türkiye İktisat Kongrelerine bildiri sunarak katılan tek öğretim üyesiyim. Dördüncü Türkiye İktisat Kongresi Bilim Komisyonu üyeliği yaparak Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) Bilim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundum. 1996 yılında TOBB Milletlerarası Ticaret Odası (International Chamber of Commerce: ICC) Uluslararası Ticaret ve Yatırım Politikaları Komisyonu’nda (Commission on Trade and Invesment Policy) ICC Türkiye Temsilciliğine getirildim. Son 10 yıldır TOBB ICC IFO World Economic Survey kapsamında her üç ayda Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ile ilgili olarak gönderilen sualnameleri cevaplandıran 12 uzmandan biriyim.

“Uluslararası Ekonomi: Teori ve Politika”, “Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyetin İlanından Günümüze Yapısal Değişim”, “Avrupa Birliği”, “Türkiye Avrupa İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak” ve “Uluslararası Kuruluşlar” başlıklı temel ders kitaplarım dahil yayınlanmış 24 kitabım, 300’den fazla makalem, 12 ortak ve 3 çeviri eserim vardır. Beş ders kitabım (642-908 sayfa aralığında) 42 baskı yapmıştır. Tüm üniversitelerde ders kitabı ve yardımcı kitap olarak okutulmaktadır.

Ortak yazarlı bir ders kitabım TÜBA üniversite ders kitapları 2012 yılı telif ve çeviri eser ödülü olmak üzere 6 “bilimsel araştırma ödülüne” sahibim. Diğer araştırma ödüllerim şunlardır: 1984: Enka Vakfı, “Türk Ekonomisinin Dünya Ekonomisine Entegrasyonu,” Bilimsel Araştırma Yarışması Üçüncülük Ödülü, 1982: Türkiye Milli Kültür Vakfı: Teşvik Armağanı, Dal: İktisat, 1981: İktisadi Kalkınma Vakfı, “AET ile İlişkilerimizin Atatürkçü Ekonomik Politika Açısından Değerlendirilmesi,” Behçet Osmanağaoğlu İnceleme Yarışması Birincilik Ödülü, 1979: Pamukbank, “Dışsatımın Özendirilmesinde Ticari Bankalarımızın Yeri” Bilimsel Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü.

ABD ABI Enstitüsü’nün Yılın Eğitimcisi (Man of the Year 2011) ödülü sahibiyim. Özgeçmişim WHO’s WHO Dünya, Asya ve Türkiye baskılarında yer almıştır. (Who’s Who in Asia 2012, Asya’da Kim Kimdir 2’nci baskı, 01/11/2011, Who’s Who in the World 2011, Dünyada Kim Kimdir, 28’nci baskısı, 03/12/2010, Günümüz Türkiyesi’nde Kim Kimdir, 01/05/2005). Özgeçmişim Turkischer Biographiscer Index/Turkish Biographical Index’te (2004, s.563) yer almıştır. Google Akademik’te 1.070 (05.02.2018) atıfım vardır.

Eskişehir Sanayi Odası, Eskişehir Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası, Ankara Sanayi Odası, Kayseri Sanayi Odası, İşveren Dergisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi gibi oda dergilerinde yazılarım yer almıştır. Türkiye’de yayınlanan çok sayıda bilimsel derginin hakem heyetinde yer almaktayım. Ders kitaplarım: 42 baskı yapmış olup 3.884 sayfadır. Ana sayfa » Yazarlar » Prof. Dr. Rıdvan Karluk » Türk Üniversitelerinin Katkılarıyla Almanya’da Düzenlenen Sözde Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaşımları Çalıştay’ına ABD’den Büyük Destek Var

ERMENİ SORUNU DOSYASI : SÖZDE SOYKIRIM İLE İLGİLİ MİLLİ TEZLERİMİZ – 12 ADET KLASÖR – DOSYA HACMİ : 51 MB


  1. Asılsız Ermeni İddiaları
  2. Ermeni Göçleri
  3. Ermeni Kiliselerinin Uygulamaları, Kiliselerde Siyasi Ve Sair Sebeplerden Dolayı Meydana Gelen Olaylar
  4. Ermenilerin Askerlik Meseleleri
  5. İsyan, Ihtilal Ve Sair Eşkıyalık Hareketleri Ve Tabii Afetlerden Dolayı Zarar Gören Ermeni Ailelerine Tazminat Verilmesi Ve Para Yardımında Bulunulması
  6. Müslümanlar Ile Ermeniler Arasında Meydana Gelen Adi Olaylar (Hırsızlık, Yaralama, Yol Kesme Vs.)
  7. Sevkiyat İçin Para Tahsisi
  8. Tehcir Kanununun Uygulandığı Bölgeler
  9. Tehcire Tabi Ermenilerin Alacak Verecek Meseleleri
  10. Tehcirin Başlama Sebepleri
  11. Tehcirin Başlatılması
  12. Türklerle Ermeniler Ve Ermenilerle Ermeniler Arasındaki Arazi Meseleleri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

DOKUMANLARIN HACMİ : 51 MB

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Özdem Sanberk : TÜRKİYENİN ERMENİ SORUNU NEDEN GÖRMEMELİDİR ?


Özdem Sanberk : TÜRKİYENİN ERMENİ SORUNU NEDEN GÖRMEMELİDİR ?

YORUM NO: 2015/86

2015/06/29

Hürriyet Daily News – 24/04/2015

Bir Türk Ermeni meselesini Türk açısından yazdığında, muhtemelen dünyanın geri kalanı tarafından duyulmayacağının bilincindedir.

Almanya gibi ülkeler artık hikayenin Türkiye’nin tarafını reddetmeye ve “soykırım” tezini desteklemeye karar verdiler, yani Doğu Türkiye’deki

Ermeni yerleşiminin sona erdiğini gören korkunç olayların (ve hiç kimsenin korkunç olmadığını tartıştığı) iddiası önceden planlanan cinayetlerdi.

Ermenilerin dünyaya ve Türkiye’ye tarihsel, kültürel ve sanatsal katkılarına hayran olduğumu ve buna minnettar olduğumu açıkça belirtmek istiyorum. Türk hükümetinin I.Dünya Savaşı’nda ve hatta daha önce acı çeken tüm masum kurbanlar için başsağlığı dileklerini ifade etme kararını memnuniyetle karşılarım. Keşke daha erken gelmiş olsaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması korkunç bir olaydı, acı veren yankılanmaları bugün hala hissediyoruz ve tüm tarafların acı çekmesine neden oldu.

Bununla birlikte, Türkiye’ye ve son günlerde ne olduğu hakkında “Haçlı Seferi” (başka ne?) Desteğinden ciddi şekilde endişe duyuyorum. Türk halkına saygısızlık ve cehalet demek. Batı hükümetlerinin bunu yapma kararı, bazı Türklerin söyledikleri veya yaptıkları için hafif veya nahoş bir tatsızlıktan alınmamalıdır. Türkiye’yi Batı dünyasından uzaklaştıracak ve belki de Batı’ya karşı sevgisi olmayanlara daha da yakınlaştıracak kadersel bir adım.

Ancak bu, kendi anıları ve deneyimleri olan 76 milyonluk bir ulusa tarihin bir partizan versiyonunu dayatmaya çalışmak için alınan siyasi kararları kınamak için yeterli olmayacaktır.

İlk soru, Batı dünyasının neden kısmi veya hatta sahte delillere dayanarak bu kadar hevesli olması ve sahtekarlıkların sahte olduğunu söyleyen insanların İsviçre, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde kovuşturmaya ve cezaya maruz kalabileceği anlamına gelebilecek yasaları kabul etmeleri gerektiğidir. ? Ya da bu olmazsa, en azından “Holokost-inkârcı” hakaret etiketine maruz kalır.

Bunun nedeni, Türkiye’nin eleştirmenleri arasındaki tek fikir birliğinin, Ermenilerin Türk muhaliflerinin söylediği her şeyin – ve herkes gibi Ermenilerin de kendi fikirleri, fikirleri ve tutumları var – Ermenilerin doğru olması gerektiği gibi görünüyor. Türklerin bununla çatışan herhangi bir ifadesi yanlış olmalıdır.

Ermeni soykırımının reddini suçlayan yasaları geçen ülkelerde, bu garip iddiaları kınayan veya çürütmeye çalışan herkes yargılanabilir.

Bu neden oluyor? Bunun bir nedeni, Türkiye içinde ve dışında birçok insanın Osmanlı tarihini bilmemeleri ve bu nedenle, neyi ihmal ettiğine bakılmaksızın tüm gerçekmiş gibi kurgusal, seçici bir Türk karşıtı milliyetçi versiyonu kabul etmesidir. yok sayar.

Geç Osmanlı Türkiye’sinin ve onun iç streslerinin ve çatışmalarının mükemmel akademik çalışmaları Heath Lowry, Justin McCarthy (pratikte Osmanlı nüfus çalışmaları hakkındaki tek güvenilir bilgin), Jeremy Salt ve diğerleri tarafından yapılmıştır. Bu adamlar polis değil, bilginlerdir – ancak bazı yerlerde garip akademik ambargolara maruz kalırlar ve bazen kötülüğün kurbanı olurlar.

Dahası, Türkiye’ye yönelik bu saldırı, bu bilginlerin çalışmalarını tamamen görmezden geliyor. Bu bahar, dünyanın en ünlü akademik yayın evlerinden biri olan Oxford Üniversitesi Yayınları (OUP), bir Türk Amerikalı akademisyenin yazdığı Ermeni aleyhindeki iddiaları destekleyen geniş bir kitap yayınladı. Muhtemelen OUP kitabın akademik hakemler tarafından okunmasını sağlamıştır. Öyleyse bu kitap neden bu ünlü âlimlerin çalışmalarını (Heath Lowry’den farklı bir konuda bahsetmek dışında) tamamen görmezden geliyor? Kaynakçada bile bahsedilmiyor.

OUP’un bu tür seçiciliğe izin vereceği başka bir akademik alan var mı?

Büyük Batı dergilerinde Türkiye’ye yönelik saldırıların zayıf noktalarını tartışmak da imkansız. Editörleri, önyargılı (ancak uzman olmayan) fikirlerine uymayan her şeyi küçümseme veya küçümseme ile yok eder; dolayısıyla, İngiltere veya Amerika’da bu tür noktalara değinen akademisyenler aslında baskı altındadır.

Bazı insanlar tüm bu tartışmanın ne kadar önemli olduğunu sorabilir. Politiklaştırılmış olmasına rağmen, Ermeni sorunu gerçekten uluslararası

siyasi gündemde sadece küçük bir sorundur, bu yüzden bazı politikacılar etnik lobilerin kendilerinden ne istediğini kabul etmeye isteklidirler.

Ama durum böyle değil. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunda ortaya çıkan aşırı milliyetçi, Türk karşıtı hareketler hala dünyada çalışıyor ve hala uluslararası düzene ciddi zarar veriyor. Ermeni anlaşmazlığı her zaman bugün göründüğü gibi değildi. 1970′ lere kadar, dünyanın geri kalanındaki Türk ve çoğu Ermeni cemaati arasında yakın bir dostluk ve geniş bir örtüşme vardı. Bu ortak topluluk ve dostluk duygusu, Türkiye’ye karşı yürütülen kampanyada, 1974’ten sonra 40’tan fazla Türk diplomatın ve aile üyesinin hayatına mal olan kanlı bir kampanya olan kayıplardan biri oldu.

Türkiye ile ilgili, Türklerin Türk halkı üzerindeki bilişsel ve ahlaki üstünlük iddialarına ve onları kınama hakkına dayanan bu son saldırılar, ülkemiz ve Batı arasında, daha fazla ayakta durmamız gerektiğinde daha da derin yarıklar açmakla tehdit ediyor birlikte.

* Özdem Sanberk USAK Başkanı (Ret.) Büyükelçisidir.

© 2009-2019 Avrasya Araştırmaları Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

LİNK : https://avim.org.tr/en/Yorum/WHY-TURKEY-S-VIEW-OF-THE-ARMENIAN-ISSUE-SHOULD-NOT-BE-SUPPRESSED

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Büyük Ermenistan Ve Aldatılmış Kürtler


Büyük Ermenistan Ve Aldatılmış Kürtler

ÖZEL BÜRO NOTU : DEĞERLİ YURTSEVERLER SİZLERE SIK SIK SÖZDE SOYKIRIM İLE MİLLİ TEZLERİMİZİ İLETİYOR, BİLGİLENMENİZİ SAĞLIYORUZ. BAZEN DE KARŞI TARAFIN YANİ DİASPORANIN BU KONUDAKİ YAZILARINI, VİDEOLARINI VE FAALİYETLERİNİ İLETİYOR BU KONUDA DA BİLGİ EDİNMENİZİ SAĞLIYORUZ. KARŞI TARAFIN TEZLERİNİ İLETİYORUZ DİYE BİZİ SOYKIRIMI KABUL EDENLERDEN SANMAYIN DİYE BİR KEZ DAHA BELİRTELİM.


1914-1921 yılları, savaş ve siyasi tarih söz konusu olduğunda dünya tarihinde bugün önemli bir dönem oluşturur. Bu dönemin fotoğrafları ile birkaç politikacı ve devlet adamı tarafından yapılan açıklamaların yanı sıra sivillerin ve askeri güçlerin açıklamaları ve kıyafetleri de inceleniyor. Bu tarihsel materyaller daha sonra hep birlikte raflanır, çünkü görsel ve entelektüel hafızamızı tatmin etmek için yeterlidirler.
Ancak, bu bölgenin tarihi ile ilgili birçok belge / fotoğraf olmasına rağmen, aynı zamanda Küçük Asya tarihi için aynı şeyi yapamazsınız. Bu, İngiliz ve Fransız ya da ABD ve Rusların arşiv belgeleri ile neredeyse hiç bulamayacağınız az sayıdaki Ermeni arşivi arasındaki tutarsızlıkların doğrudan bir sonucudur. Osmanlı arşivlerine gelince, burada 1918’den beri İngiliz hegemonyası nedeniyle kesilen bu arşivler nedeniyle başka bir zorlukla karşılaşıyorsunuz. Arşivlere yapılan kesimleri vurgularım çünkü propaganda ofislerinin Mavi Kitap yazmasına neden olan İngiliz Hükümeti ve aynı zamanda Birlik Komitesinin lider kadrosundan 145 kişiyi alan İngiliz yönetimidir. 1919’da, Sevr Antlaşması ile yasallaştırılan “savaş suçlarının cezalandırılmasına” dayanan ilerleme tutuklandı. Ancak bu insanların 1921’de “kanıt yetersizliği” nedeniyle serbest bırakılması gerekiyordu.

İngiliz Büyükelçisi Washington Craigie’nin Lord Curzon’a gönderdiği mektup: 13 Temmuz 1921
” Malta’da yargılanan Türklere karşı delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey bulunmadığını söylediğim için üzgünüm ”
Dışişleri Bakanlığı Arşivleri FO 371 / 6504 / e. 8519

Malta’daki İngiliz Avukatlık Genel Müdürlüğü’nün İngiliz Dışişleri Ofisine gönderdiği yazı: 29 Temmuz 1921
“ Türk kovuşturmasına karşı delil bulunmadı ”.
Dış Ofis Arşivleri FO 371/6504 / E. 8745


Bütün bu saçmalık, kimsenin ‘tarihsel’ ve ‘yasal’ gerçeklerle ilgili olarak umursamadığı bir “siyasi çöplük” endeksi olarak ‘Ermeni Soykırımı’ iddiasına işaret ediyor. Bu yazıyı yazmamın nedeni, ‘Avrupa Aydınlanması’ ile tam bir benzerliğin olmadığı bu ironiyi işaret etmemek.

Hayır. Burada odaklandığım nokta, ‘soykırım propagandasının’ siyasi bir eylem ve ifade olarak yaratmaya çalıştığı ‘Kürt Milliyetçiliği’ şablonu ve ‘1915’te kandırılan Kürtler’ şablonu.

Bu şablonun hedefi belli ki Batı kamuoyu veya Türk kamuoyu değil. Hedef kişisel olarak Türkiye’deki Kürt kamuoyudur. Bu nedenle, bu şablon konuyu incelemeye başlayan herkes için oldukça trajik görünüyor.

Musa Bey’in deneme döneminde özellikle Barbar Kürtlerin vizyonunun, bunu Batı medyasına taşıyan yabancı büyükelçiler tarafından gözlemlediği, 120 yıl sonra aksi kanıtlanmış birkaç belgenin bulunduğu “Aldatılmış Kürtler” e dönüştüğü bir merak. Ayrıca, Muş’tan bir Ermeni papazın kızının (Gülizar) tecavüzüne ilişkin olarak Kürt Musa Bey aleyhindeki suçlamalar düştü, ancak yine de sürgüne gönderildi.


Ermenilerin “Kürt Barbarlığı” ile ilgili suçlamalarının sayısı, sonraki yıllarda artan şekilde artmıştır. Bu yıllar boyunca, Fransızlar ve İngiliz medyası “Kürtlere ve Türklere karşı isyan eden Masum ve Savunmasız Ermeniler” konusundaki propagandayı üstlenirken, siyasi olarak hala nesnel bir yönetim olan ABD medyasının olaylarla ilgili tam tersi bilgilere sahip olan hikayeleri anlatıyordu. Doğu.


"Türklere veya Kürtlere Saldırmak ve Öldürmek İçin Oluşturulan Ermeni Grupları" NY Times 18 Jan 1894

"Sassoun Katliamı: Ermeni Devrimcilerin Buna Sebep Olduğu İddiası" NewYorkTimes 23 Ağustos 1895 Ermeni İsyancı Grupları Erzeroum civarında Kürtlere Saldırdı, 23 Ağustos
1899


Tüm bunlar arasında en anlamlı örtü , 1895’te Diyarbakır’daki NY Ermeni’de yayınlanan Ermeni İsyancı’yla ilgiliydi . Kapağın başlığı ‘Washington’a sunulan Ermeni Raporları Asılsızdı’ idi. Büyükelçiliğe soruşturma yapan elçilik makamları, Diyarbakır’da ‘Ermenilere karşı vahşilik’ iddialarının temelsiz olduğuna ve bazı işbirlikçi Kürtlerle birlikte bazı fahri Ermenilerin kışkırtıldığına ve kötüye kullanıldığına dikkat çekti.

Bugünün Avrupa – Amerikan medyasında ya da herhangi bir bilimsel araştırmada yayınlanan gibi herhangi bir yazı gördünüz mü?

Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından, kentin Ruslar ve Ermeniler tarafından işgal edilmeden hemen önce 1. Dünya Savaşı sırasında Van şehir merkezinde Ermeniler tarafından binlerce Kürt katledildiği bildirildi.


” Van kentinde Ermeniler isyan etmeye başladı ve Müslüman köylere ve kaleye saldırmaya başladı. Kale içindeki Türk karargahı 300 askerini kaybetti ve günlerce süren sokak çatışmaları sonucu isyancılar şehri ele geçirdi. Rusya, 17 Mayıs 1915’te şehri işgal etti. Ermeniler daha sonra Rusya’ya yöneldi ve Müslümanları katletmeye başladı. Bitlis çevresinde yaklaşık 80.000 Müslüman kaçmaya başladı. ” [Wangenheim, Deutschisches und Armenien 1914-1918, Postdam 1919 s.65]


Müslümanların Ermenileri tarafından yapılan etnik temizlik, 1915 tarihli Genel Bolhovitinov raporunda, Çarlık Rusyası döneminde resmi olarak belgelenmiştir.


” Bir etnik nefretin motive rmenian Gönüllü Alayı vicously Osmanlı Müslümanların katletti ” 1915 – Czarish Rus Tuğgeneral Leonid Bolhovitinov’dan Raporu

Rus Askeri Tarih Arşivleri
RGVIA düşkün 2100, list1, folder557, sayfa 303-307


Benzer tespitler 1920’lerde ve 30’larda Komünist Ermeniler tarafından da yapıldı.

" Dashnaks’ın takip ettiği siyaset; batı yardımı ile komşu ulusları işgal etmek ve bu toprakları havadan saf Ermeni milleti oluşturmak için Türkler ve Kürtlerden temizlemek "


Bagrat Artemovitch Boryan


Ermenistan – Uluslararası Diplomasi ve Sovyetler Birliği
Devlet Yayınevi
Moskva – Leningrad 1928


Öte yandan, Ermeniler, İtilaf Devletlerinin desteği ve vaadi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da (Diyarbakır, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Sivas) 6 şehri Osmanlı Devleti’nden ayırırken neden Türkleri ve Kürtleri öldürmek için uğraşacaklar? Bu romantik sorunun cevabını nüfus istatistiklerinde buluyoruz. 19. yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin nüfusu, İngiliz tarihçi HFB Lynch ve Fransız tarihçi Cuinet’e göre toplam Türk ve Kürt nüfusunun neredeyse 1 / 3’ünden azdı. Ne yazık ki, Büyük Ermeni Devleti’nin bu nüfus yapısıyla birlikte ümit ettiklerini bulmak mümkün değildi.


Doğu Anadolu’daki Müslüman nüfusun 1915’te kaçtıkları, bugün Transkafkasya’da bulunan Azeri nüfusunun araştırılmasıyla daha iyi anlaşılıyor (1828’deki Türkmençay Antlaşması’nın ardından). Lynch’in sağladığı nüfus istatistiklerine göre, 20. yüzyılın başlarında Ermenistan nüfusunun yarısı Azeriler tarafından oluşturuldu ve sonrasında bugün bilinmeyen bir şey.


Tam burada, ‘Aldatılmış Kürtler’ ifadesinin politik olarak ne anlama geldiğini ve makalenin başında bahsettiğim Avrupa Aydınlanma trajik durumunun ne anlama geldiğini anlıyoruz.

Kürtler Hakkında Kirli Propaganda


Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki misyonerlerin hiçbiri değil, her şeyden önce Van’dakiler, Türkler ve Kürtler’deki katliamlardan bahsetti. Bunlardan bahseden biri olsa bile, yüzeye çıkmasına asla izin verilmedi. Tabii ki Avrupa ve Amerikan Hristiyan Misyonerlerini, Avrupa Aydınlanma Felsefesine göre inandıkları ve inanmadıkları “en kutsal” varoluş felsefesine göre değerlendirmeliyiz.
Emperyalist gündem için ‘Hristiyan Fanatizmini’ meşrulaştıran, bunu değerlendirmek için varsa bunu vicdanlarına bırakıyorum (sanırım hayalperest biriyim çünkü aslında bir özdeyiş kazancı bekliyorum).

Türk:

1914-1921 tarihinde dünya tarihi bugün bugün artık savaş ve politika tarihinin sayfalarında yer alan bir olgudur. Fotoğraflarına bakılır, politikacı ve devlet adamlarının açıklamaları okunur, o anda yaşayan sivil ve askerlerin ifade ve kıyafetleri izlenir. Sonra tekrar bütün bu tarihi materyalleri rafınıza geri koyarsınız. Zihinsel ve görsel hafızanız doğrulandı.


Bir rafa kaldıramazsınız. Çünkü İngiliz Belgeleri Fransızların ki ile, Amerikalıların ki Ruslarla uyuşmaz. Ermeni tanımı ise hiç kimseninkiyle uyuşmaz. Osmanlı’nın ise 1918 den sonra İngiliz Hegemonyası’nda ciddi bir kesiye uğradığı için bu belgede bir yere koyamazsınız. 1919 da İttihat Ve Terakki partisinin lider kadrosundan 145 kişilik, Sevr Antlaşması’nda da ‘1968’ in savaş suçlarının cezalandırılması ” maddesine istinaden tutukladı ve daha sonra da 1921 ” delileciliği ‘ ‘salıvermiştir.
Bütün bu saçmalıklar ” Ermeni Soykırımı ” iddiasını ” Tarihsel ” ve ” Hukuksal ” olarak kimsenin umursamadığı ” politik zırvalar ” dizini olarak bize sırıtıyor. Hayır. Avrupa Aydınlanması ile taban tabana zıt olan bu ” sırıttır ” ironisi değil.
Hayır. Çünkü odaklandığım nokta ” soykırım propagandası”nın politik bir söylem ve eylem haline getirildi. ” Kürt Milliyetçiliği ” ve ” 1915’te kandırılmış Kürtler ” şablonu.


Bu şablonun hedefi tabi ki Batı kamuoyu ya da Türk Kamuoyu değil. Bizzat Türkiye’de ki Kürt kamuoyuna yönelik. Zaten bu şablonu biraz kitap karıştıran herkes için trajıkomik hale getiren de bu.
Çünkü yabancı elçilik görevlilerin gözetiminde yuvarlaklaştır Musa Bey’in yargılamasıyla batı limanında taşıyacak ” Barbar Kürtler ” vizyonu bunca belge Musa Bey’in kaldı ki Kürt, Muş’lu Ermeni Papazın kızı Gülizar’a tecavüz etmekle suçlanıyor davadan beraat etmekte ve ardından sürgüne gönderilmekten de kurtulamamıştır.
Ermenilerin ” Kürt barbarlığı ” hakkında daha ileri sürdükleri iddialar devam ediyor, kat kat sanat vardı.Devam Edenlerde ” Kürt ve Türklere karşı isyan eden Masum ve Savunmasız Ermeniler ” propagandası daki olaylar ile ilgili tam tersi bilgiler yer almakta idi
Bu gazete haberlerinin için en anlamlısı NY Times ‘da 1895’te Diyarbakır’da ki’ ‘Ermeni İsyanı’ ‘ile ilgili olanıdır. Haberin başlığı ” Washington’a Deklare Edilen Ermeni Raporları Asılsız ” olarak başlayıp, Amerikan sefaret üyelerinin incelemesi … … Diyarbakır’da açıklanan ” Ermenilere ” yönündeki mezalimin asılsız orada, devrimci ve provakeğiyle bildiriliyor.


Bugünün Avrupa-Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda bilimsel araştırmalarda bu tip haberlerin yayınlandığını görüyor musunuz?
Bütün bu olaylar 1. Dünya Savaşı’nın devam etmekte olan vanasındaki Ruslar Ruslar ve Ermeniler’in hemen yanındaki Van’daki Ermenilerin şehir merkezindeki şehirdeki Kürtçe katlettiği Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından bildirilir.
Çarlık Rusyası’nda Genel Bolhovitinov’un 1915 tarihi raporunda ise Ermenilerin Müslamanlara karşı etnik temizlik hareketi resmi olarak belgelenmiştir.
Aynı saptamaları 1920 ve 30’lu yıllarda Komunist Ermenilerde yapmışlardır.
Halbuki Ermenilerin doğusu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun 6 vilayetinde (Diyarbakır, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Sivas) illerinde
Osmanlı Devleti’nden ayrıcalıklar ve teminatlar almalarına rağmen neden Kürtleri ve Türkleri öldüreceklerdi ki? Bu romantik kültür cevabını nüfus istatistiklerinde görüyoruz. 19yy. HFB Lynch ve Fransız Cuinet’e göre Osmanlıların içinde ki Ermenilerin sayısı Kürt ve Türklere oranla 1/3 daha azdı. Peki uzun yıllardan beri kurmak istedikleriniz Büyük Ermenistan Devleti bu nüfus yapısıyla nasıl kurulacaktı? 1828 deki Türkmençay Antlaşmasından sonra Transcaucasia’da ki Azeri nüfusun bugünki sırada bakıldığında 1915 te Doğu Anadolu’da ki Müslüman halkın nasıl bir yıkımdan kurtulmuş çok daha iyi anlaşılır. Ermenistan’ın nüfusunun yarısı Azeri’ydi. Ve akibetleri mümkün insanlık dışı bir süreçtir.
İşte tam da burada ” Kandırılmış Kürtler ” söyleminin politikasını ne alacağınızı bilmiyorsunuz.Ama yazımın sonunda Avrupa aydınlanmasının trajik durumu işte burada sırıtır. En doğusu Van şehri olmakta olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki binlerce misyonerden hiçbiri Türk ve Kürtlere yapılan katliamlardan bahsetmez. Eğer bahseden biri varsa bile saf bu asla günyüzüne çıkmadı. Tabidir ki Avrupa ve Amerikan Hristiyan Misyonerlerini Avrupa Aydınlanma Felsefesi ile değilde ” İnandıkları En Kutsal ” tasarımı felsefesi ile değerlendirmek gerekir.


Bunu değerlendirmeyi de varsa yine de emperyalist çıkarlar için ” Hıristiyan Fanatizmini ” mübah görünümlü vicdanlarına bırakıyorum. (sanırım ben bir hayalperestim ki ontolojik bir hesaplaşma bekliyorum)


LİNK : https://angelsof1915.blogspot.com/2011/05/greater-armenia-and-deceived-kurds.html

İNGİLİZCE ORJİNALİ AŞAĞIDA !!

Greater Armenia And Deceived Kurds

Gönderen : TruckTurkey

Years 1914 to 1921 form an important period today in world history as far as war and political history are concerned. Photos of this period as well as declarations by several politicians and statesman are scrutinized while also statements and clothings of civilians and military forces are investigated. These historical materials are then shelved all together because they are enough to satisfy our visual as well as intellectual memory.
However you can not do the same for the Asia Minor history for the same period although there are many documents / photographs in relation to the history of this region. This is a direct result of inconsistencies between the archival documents of the British & French or US & Russians and the very few Armenian archives that you can hardly find do not match any archives at all. When it comes to the Ottoman archives, you face another challenge here since these archives have cuts starting from 1918 because of the British hegemony. I emphasize the cuts to the archives because it is the British Goverment that got the propaganda offices write Blue Book and it is the same British goverment that got 145 people from the leader staff of Committee of Union & Progress arrested in 1919 based on ‘punishment of war crimes’ legalized by the Treaty of Sevres. However these people had to be released in 1921 because of ‘lack of evidence’.

The Letter send by Craigie,The British Ambassador Washington to Lord Curzon: July 13th,1921
” I’m sorry to say that nothing to be used against the Turks prosecuted in Malta as proof could be found ”


Foreign Office Archives F.O. 371/6504/E. 8519

The Letter send by The British Attorney Generalship in Malta to British Foreign Office: July 29th,1921
” No proof against Turks prosecuted has been found ”
Foreign Office Archives F.O. 371/6504/E. 8745


All this nonsense point out the ‘Armenian Genocide’ claim as an index of ‘political rubbish’ that noone cares about as far as ‘historical’ and ‘legal’ facts are concerned. The reason why I am writing this article is not to point out this irony where there is complete dissimilarity with the ‘European Enlightenment’ though.
No. The point that I focus on here is the ‘Kurdish Nationalism’ template that the ‘genocide propaganda’ is trying to create as a political act and an expression and the ‘Kurdish people that had been deceived in 1915’.
The target of this template is not obviously the West public opinion or Turkish public opinion. The target is personally the Kurdish public opinion in Turkey. That is why this template starts to look quite tragicomical to anyone who starts to dig into the matter.

It is a wonder how the vision of ‘Barbarian Kurds’ formed during the trial period of Musa Bey especially observed by foreign embassadors carrying this into the West media turned into ‘Deceived Kurds’ after 120 years when there are several documents proving otherwise. Moreover the charges against Kurdish Musa Bey in relation to the raping of the daughter (Gülizar) of an Armenian priest from Muş were dropped but he was exiled nonetheless.
The number of accusations by Armenians about the ‘Kurdish Barbarism’ increased incrementally in the following years. During these years the French and the British media were highly covering propaganda about the ‘Innocent & Defenseless Armenians rebelling against Kurds & Turks’ whereas the US media which was still under politically an objective goverment was covering stories having just the opposite information about the incidents of East.


"Armenian Bands Formed To Attack & Kill Turks or Kurds" NY Times 18 Jan 1894

"Sassoun Massacre:Proof Of Assertion that Armenian Revolutionists Caused It" NewYorkTimes Aug 23, 1895

Armenian Insurgent Bands Attack Kurds Near Erzeroum, Daily Gazette, 17 Nov 1899


The most meaningful cover among all these was the one related to the ‘Armenian Rebel’ in Diyarbakır in 1895 that was published in NY Times. The headline of the cover was ‘The Armenian Reports Presented to Washington are Unfounded’. The embassy authorities investigation to the matter pointed out the fact that the claims about ‘atrocities against Armenians’ in Diyarbakır were groundless and some revolationary Armenians together with some collaborator Kurds were provoked and abused in the process.

Have you ever seen any articles like this one being published in today’s European – American media or in any scientific investigations?

It was reported by German Embassador Wangenheim that thousands of Kurds were massacred by Armenians around the city center of Van during WW1 right before the city was invaded by Russians and Armenians.


” Armenians in the city of Van started rioting and started to attack Muslim villages and the castle. The Turkish headquarters in the castle had lost 300 soldiers and as a result of the street combats for days, the rebels took over the city. Russia occupied the city on 17th May, 1915. Armenians sided with Russia afterwards and started to massacre Muslims. Approximately 80.000 Muslims around Bitlis started to flee. ” [Wangenheim,Deutschisches und Armenien 1914-1918,Postdam 1919 p.65]

The ethnical cleansing by Armenians of Muslims was officially documented in 1915 report of General Bolhovitinov in the period of the Czardom Russia


” Armenian Volunteer regiment motivated by ethnic hatred vicously massacred Ottoman Muslims ” Report of Czarish Russian Brigadier General Leonid Bolhovitinov – 1915

Russian Military History Archives

RGVIA fond 2100,list1,folder557,page 303-307

Similar detections were made by Communist Armenians in 1920s and 30s.

" Politics followed by Dashnaks is; occupying neighbor nations lands with the help of west and cleansing these lands from Turks and Kurds to create a aerial pure Armenian nation "


Bagrat Artemovitch Boryan


Armenia – International Diplomacy and the Soviet Union
State Publishing House
Moskva – Leningrad 1928


However why would Armenians bother to kill Turks and Kurds when with the support and promise of the Entente States they would seperate 6 cities in East and Southeast Anatolia (Diyarbakır, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Sivas) from the Ottoman Empire? We find the answer to this romantic question in population statistics. At the beginning of 19th century the population of Armenians in the Ottoman Empire was almost 1/3 less than the total population of Turks and Kurds according to the British historian H.F.B. Lynch and the French historian Cuinet. Unfortunately it was not possible to found the Great Armenian State that they long hoped for with this population structure.


The destruction that the Muslim population in East Anatolia escaped in 1915 is better understood when the Azeri population in Transcaucasia today is investigated (following the Türkmençay Treaty in 1828). According to the population statistics provided by Lynch, half of the Armenia population at the beginning of 20th century was formed by Azeris and the aftermath of them is an unknown today.


Right here we understand what the statement of ‘Deceived Kurds’ politically mean and the tragic situation of the European Enlightenment that I mentioned at the beginning of may article come out.

Dirty Propaganda about Kurds


Not any of the missionaries in East and Southeast Anatolia, first and foremost the ones in Van cared to mention about the massacres carried out on Turks and Kurds. Even if there was anyone who had mentioned about these, that was never allowed to surface. Ofcoure we need to assess the European and American Christian Missionaries according to the ‘most sacred’ existence philosophy that they believed in and not according to the European Enlightenment Philosophy.
I leave it to their conscience if there is any, which legitimizes ‘Christian Fanaticism’ for imperialist agenda, to assess this ( I think I am a daydreamer because I am actually expecting an onthological payoff).

Turkish:

1914-1921 yılları dünya tarihi açısından bugün artık savaş ve politika tarihinin sayfalarında yer alan bir olgudur. Fotoğraflarına bakılır, politikacı ve devlet adamlarının açıklamaları okunur, o yıllarda yaşayan sivil ve askerlerin ifade ve kıyafetleri izlenir. Sonra tekrar bütün bu tarihi materyalleri aldığınız rafa geri koyarsınız. Zihinsel ve görsel hafızanız tatmin olmuştur.
Aynı tarih dilimleri arasındaki Ön Asya Tarihi için ise ortada yüksek sayıda belge-fotoğraf olmasına rağmen bütün bu belgeleri aynı düzenle bir rafa kaldıramazsınız. Çünkü İngiliz Belgeleri Fransızların ki ile, Amerikalıların ki Ruslarla uyuşmaz. Zorlukla bulabildiğiniz birkaç Ermeni belgesi ise hiç kimseninkiyle uyuşmaz. Osmanlı belgeleri ise 1918 den sonra İngiliz Hegemonyası’nda ciddi bir kesintiye uğradığı için bu belgeleride bir yere koyamazsınız. Kesintiye uğramıştır diyorum çünkü propaganda ofislerine Mavi Kitap’ı yazdıran İngiliz Hükümeti 1919 da İttihat Ve Terakki partisinin lider kadrosundan 145 kişi, Sevr Antlaşması’nda da yasallaştırılan ‘’savaş suçlarının cezalandırılması’’ maddesine istinaden tutuklamış daha sonra da 1921 yılında ‘’Delil Yetersizliği’’ salıvermiştir.
Bütün bu saçmalıklar ‘’Ermeni Soykırımı’’ iddiasını ‘’Tarihsel’’ ve ‘’Hukuksal’’ olarak kimsenin umursamadığı ‘’politik zırvalar ‘’ dizini olarak bize sırıtıyor. Hayır. Bu yazıyı yazma nedenim Avrupa Aydınlanması ile taban tabana zıt olan bu ‘’sırıtışın’’ ironisi değil.
Hayır. Çünkü odaklandığım nokta ‘’soykırım propagandası’’nın politik bir söylem ve eylem haline getirmeye çalıştığı ‘’Kürt Milliyetçiliği ‘’ ve ‘’1915’te kandırılmış Kürtler’’ şablonu.
Bu şablonun hedefi tabi ki Batı kamuoyu ya da Türk Kamuoyu değil. Bizzat Türkiye’de ki Kürt kamuoyuna yönelik. Zaten bu şablonu biraz kitap karıştıran herkes için trajıkomik hale getiren de bu.
Çünkü yabancı elçilik görevlilerin gözetiminde gerçekleştirilen Musa Bey’in yargılamasıyla batı basınına taşınan ‘’Barbar Kürtler’’ vizyonu bunca belge varken nasıl olmuşta aradan 120 yıl geçtikten sonra ‘’Kandırılmış Kürtler’’ hikayesine dönüşüvermiştir? Kaldı ki Kürt Musa Bey , Muş’lu Ermeni Papazın kızı Gülizar’a tecavüz etmekle suçlandığı davadan beraat etmesine karşılık sürgüne gönderilmekten de kurtulamamıştır.
Ermenilerin ‘’Kürt barbarlığı’’ hakkında ileri sürdükleri iddialar devam eden yıllarda kat kat artmıştır.Devam eden yıllarda ‘’Kürt ve Türklere karşı isyan eden Masum ve Savunmasız Ermeniler ‘’ propagandası İngiliz ve Fransız kamuoyunu meşgul ederken henüz tarafsız hükümet politikalarına sahip ABD basınında doğu daki olaylar ile ilgili tam tersi bilgiler yer almakta idi
Bu gazete haberlerinin için de en anlamlısı NY Times’ da 1895’te Diyarbakır’da ki ‘’Ermeni İsyanı’’ ile ilgili olanıdır. Haberin başlığı ‘’Washington’a Deklare Edilen Ermeni Raporları Asılsız’’ olarak başlayıp , Amerikan sefaret yetkililerin incelemesi sonucu Diyarbakır’da iddia edilen ‘’Ermenilere’’ yönelik mezalimin asılsız olduğu, devrimci Ermeniler ve birkaç işbirlikçi Kürtle birlikte hem Ermenilerin hem de Kürtlerin taciz ve provake edildiği bildiriliyor.
Bugünün Avrupa-Amerika basınında ya da bilimsel araştırmalarında bu tip haberlerin yayınlandığını görüyor musunuz?
Bütün bu olaylar 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Van şehrinin Ruslar ve Ermeniler tarafından işgalinin hemen öncesinde van şehrindeki Ermenilerin şehir merkezinde çevresinde binlerce Kürt’ü katlettiği Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından bildirilir.
Çarlık Rusyası’nda General Bolhovitinov’un 1915 tarihli raporunda ise Ermenilerin Müslamanlara karşı etnik temizlik hareketi resmi olarak belgelenmiştir.
Aynı saptamaları 1920 ve 30’lu yıllarda Komunist Ermenilerde yapmışlardır.
Halbuki Ermenilerin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun 6 vilayetinde (Diyarbakır,Erzurum,Van,Elazığ,Bitlis,Sivas) illerinde İhtilaf Devletleri’nin de desteğiyle
Osmanlı Devleti’nden ayrıcalıklar ve teminatlar almalarına rağmen neden Kürtleri ve Türkleri öldüreceklerdi ki? Bu romantik sorunun cevabını nüfus istatistiklerinde görüyoruz. 19yy. başında İngiliz araştırmacı H.F.B. Lynch ve Fransız Cuinet’e göre Osmanlı sınırları içinde ki Ermenilerin sayısı Kürt ve Türklere oranla neredeyse 1/3 daha azdı. Peki uzun yıllardan beri kurmak istedikleri Büyük Ermenistan Devleti bu nüfus yapısıyla nasıl kurulacaktı? 1828 deki Türkmençay Antlaşmasından sonra Transcaucasia’da ki Azeri nüfusun bugünki durumuna bakıldığında 1915 te Doğu Anadolu’da ki Müslüman halkın nasıl bir yıkımdan kurtulduğu çok daha iyi anlaşılır. Lynch’in verdiği nüfus istatistiğini göre 20.yy başında bugünki Ermenistan’ın nüfusunun yarısı Azeri’ydi. Ve akibetleri tamamen insanlık dışı bir süreçtir.
İşte tam da burada ‘’Kandırılmış Kürtler’’ söyleminin politik anlamda ne amaçladığının farkındayız.Ama yazımın başında Avrupa aydınlanmasının trajik durumu işte burada sırıtır. En başta Van şehri olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki binlerce misyonerden hiçbiri Türk ve Kürtlere yapılan katliamlardan bahsetmez. Eğer bahseden biri varsa bile bu asla günyüzüne çıkmamıştır. Tabidir ki Avrupa ve Amerikalı Hıristiyan Misyonerlerini Avrupa Aydınlanma Felsefesi ile değilde ‘’İnandıkları En Kutsal’’ varlık felsefesi ile değerlendirmek gerekir.
Bunu değerlendirmeyi de varsa yine emperyalist çıkarlar için ‘’Hıristiyan Fanatizmini’’ mübah gören vicdanlarına bırakıyorum. ( sanırım ben bir hayalperestim ki ontolojik bir hesaplaşma bekliyorum)

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Doç. Dr. Aydın SÜER : 1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI’NIN ROLÜ


Doç. Dr. Aydın SÜER : 1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI’NIN ROLÜ

Ermeni sorunu, günümüzde ülkemizin uluslararası düzeyde yüzyüze bulunduğu sorunların en önemlilerinden birisi olmayı sürdürmektedir ve daha uzun süre gündemde kalacağı da anlaşılmaktadır.
Ermeni sorunu üzerine yurt içinde ve yurt dışında pek çok yayın yapılmıştır ve yapılmaktadır. Yurt dışında yapılan araştırmalar, genellikle aleyhimize bir hava taşımakta, yapılan sistemli bir propaganda ile de bu durum her geçen gün daha fazla güçlenmekte ve yandaş bulmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, sözde Ermeni soykırımına dayanak yapılmaya . çalışılan 1915 olaylarında çarlık Rusya’sının oynadığı rolü ve ayaklanmanın gerçek nedenlerini, başta Ermeni asıllı Sovyet tarihçi B.A. Boryan’ın 1928 ydında Sovyetler Birliği’nde yayımlanan "Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB" eserine dayanarak ortaya koymaya çalışmaktır.

Böylelikle o günkü gerçeklerle, bugünkü yaklaşımlar arasındaki çelişkilerin de ortaya çıkacağı inancındayız.

Türklerle Rum ve Ermeni azınlık arasındaki sürtüşmelerin 1. Dünya Savaşı başlarında iyice belirginleşmesi ve kanlı olaylara dönüşmesinin nedenlerinden birisinin ekonomik olduğunu ileri süren Sovyet tarihçi Aliev, 1976 da yayımlanan "Jöntürk Yönetimi Döneminde Türkiye" adlı eserinde şu görüşe yer vermektedir:

"Ermeni ve Rum burjuvazisi, imparatorluğun dış ticaretinde önemli rol oynamakta, İngiliz ve Fransız kapitalini desteklemekteydi. Türkiye’ nin Almanya saflarında savaşa girmesi, onları eski ekonomik bağlantdarmdan yoksun kılmış, azınlıkların bağımsızlık savaşlarını büyük ölçüde etkilemelerine yol açmıştır"1.

Ermeni hareketini başlatan ikinci neden ise siyasidir ve bunda dış güçlerin oynadığı role Boryan şöyle açıklık getirmektedir:

" I . Dünya Savaşı başlarında Ermeni diplomatlar, Ermeni sorununu yeniden toplumlarının gündemine getirdiler. Kuşkusuz Ermeni toplumu kendi kişiliğini bu diplomatların psikoloji ve etkinliklerinde görmekteydi, fakat bu kişilerin davranışlarının yönü, yönetimi ve örgütlenmesi Ermenilerin değil, uluslararası diplomasinin elindeydi. Özellikle de Rus diplomasisi bu konuda çözümleyici rolü oynamaktaydı."2. Gerçekten de Rus Çarı, savaşın çıkacağı sırada, daha önce karşısına aldığı Rusya’daki Ermenileri kendi saflarına çekebilmek için girişimler de bulunmaktaydı.

1914 de yayınlanan manifestoda, Çar İL Nikolay, Rusya’nın bütünlüğünü, şerefini ve onurunu korumak için savaşacağını, bu yüzden de iç çekişmelerin unutulacağını bildiriyor ve hemen ardından sürgünde bulunan Ermeni Daşnaksütyun partisinin senato üyelerinin Kafkasya’ ya dönmelerini sağlıyordu.

Çar, ayrıca, 14 Kasım 1914 de Petrograd kentinde Fransız elçisinin sorusunu şöyle yanıtlıyor ve Ermenileri umutlandırıyordu: "Küçük Asya’da doğal olarak Ermenilerle ilgileneceğim; kuşkusuz onları Türk boyunduruğu altında bırakamayız. Ermenileri Rusya ile birleştirecek miyim ? Onları yalnızca kendileri istedikleri takdirde Rusya ile birleştirebilirim. Bu olmadığı takdirde onlar için bağımsız bir devlet kuracağım."3

Boryan, Ermeni liderlerin, çarın kendi diplomatik kombinasyonları ve manevraları için vermiş olduğu bu diplomatça karşılığa inanmalarını ve çarın içtenliğinden kuşkuya düşmemelerini şöyle açıklamaktadır: "Çünkü Ermeni diplomatlar siyasal açıdan acemi, uluslararası alandaki siyasal-hukuksal ve sosyo-ekonomik sorunlar konusunda da cahildiler"4.

Ermeni liderlerden Civelegov’un çara inandığını ve onu desteklediğini belirten Boryan, Civelegov’un düşüncelerini şöyle dile getirmektedir:

"Civelegov, Rusya’nın çıkarlarının ve uluslararası durumun bağımsız büyük Ermenistan’ın gerçekleşmesi için reel bir garanti oluşturduğunu öne sürmekte, Balkanlar’daki tarihsel olayların, Romanya, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Makedonya ve Arnavutluk tarihlerinin de bunu onayladığını belirtmekteydi"5.

ERMENİ AYAKLANMALARI

Civelegov ve yandaşları Ermenistan’ın coğrafi durumunun önemini, büyük devletlerin Ermeni sorunundaki çıkarlarının neyi gerektirdiğini anlayamıyorlar, somut durumun bir analizini yapmayı gerekli görmüyorlardı."6

Boryan Rus çarının gerçek niyetine şöyle açıklık getirmektedir: "Gerçekte Rus hükümeti, çıkarları gereği, Ermenilerin otonom bir devlet kurmalarını istemiyor, onu ele geçirmeyi, koloniye dönüştürmeyi ve onlardan sınır boyunda yararlanmayı amaçlıyordu. Ermeni liderler ve ihtilalciler ise bunu anlamıyor ya da anlamak istemiyorlardı"7 .

Boryan’ın haklı olduğu, Rusların Ermenileri nasıl kullandığı, 1916 yılı başlarında, Erzurum’un Rus ordusu tarafından alınmasından sonra açıkça anlaşılmıştır. Rus ordusu Eızurum’u aldıktan sonra yönetimin aldığı i l k karar, "Ermenilerin Erzurum’da yerleşmeye hakları olmadığı" yolundaydı.

Ruslarla Ermeniler arasındaki ilişki Daşnaksütyun Partisi liderlerince yürütülmekteydi. Daşnaksütyun Partisi, bilindiği gibi, özellikle Rusya’dakiler
olmak üzere, çeşitli Ermeni fraksiyonların bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir partidir. 1890’da kurulmuş, 1892’de programını açıklamıştır.

Daşnakların programından partinin bir terör örgütü olarak faaliyet göstereceği anlaşılmaktaydı. Daşnaklar i lk programlarında bağımsızlıktan da söz etmiyorlar, böylelikle" de Hınçak Partisi’nden kesin bir biçimde ayrılıyorlardı 8.

Parti, savaşın ilânından bir kaç gün önce Erzurum’da genel bir toplantı çağrısı yaptı. Bu toplantıya Jöntürk komitesinden de özel bir temsilci katılarak, partiye savaşta Osmanlı-Alman koalisyonu saflarında yer almayı önerdi. Buna karşılık, Rusya Ermenistanı sınırları dahilinde otonom bir Ermenistan vaadediliyordu. Daşnak Partisi bu öneriyi reddederek, partinin tarafsızlığını koruyacağını belirtti ise de bu karar yalnızca kağıt üzerinde kaldı.

Partinin İstanbul Komitesi ve Doğu Bürosu çarı destekleme kararı aldı. Parti, bu kararına dayanak olarak, I. Dünya Savaşının temel ilkesinin, ezilen ulusların kurtuluşu olduğu düşüncesini gösteriyordu.

Ve sonuçta Daşnak Partisi’nin Doğu Bürosu ve istanbul Komitesi, Türkiye’deki diğer Ermeni parti örgütlerinin arzuları ve iradeleri dışında, Türklere karşı harekete geçmeye ve Rus diplomasisinin isteklerine uymaya karar vererek, Doğu Anadolu’da isyan çıkarmak ve örgütlenmek amacıyla Ruslardan parasal yardım almaya başladı.

1915 Şubatında Tiflis’de toplanan Ulusal Kongre’de yapılan yardım ve ayaklanma planı, Daşnak Partisi’nin "askeri daire" temsilcisinin finans seksiyonu raporunda şöyle anlatılmaktadır:

"Bilindiği gibi, Rus hükümeti, savaşın başında Türkiye’deki Ermenileri silahlandırmak ve savaş sırasında ayaklandırmak için, ön harcamalara
242900 ruble vermiştir; gönüllü birliklerimiz Türk ordusunu yaracak, ayaklananlarla birleşecek, cephe gerisinde anarşi yaratacak, böylelikle Rus ordusunun hareketini ve Doğu Anadolu’yu işgalini sağlayacaktır."

Alman bu kararlar ve gelişmeler Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerle, İstanbul ve Rusya’da yaşayan Ermeniler arasında büyük bir görüş ayrılığının doğmasına neden olmuştur. Boryan, Daşnak Partisi’nin aldığı kararı şöyle tanımlıyor:

"Kuşkusuz bu karar, ne Ermeni halkının psikolojik durumundan, ne de objektif koşullardan kaynaklanıyordu. Bu, Türkiye’deki Ermenilerin tamamen iradeleri ve istekleri dışında alınmış bir karardı."10

Boryan’ın Türkiye’deki Ermenilere olan yaklaşımı da oldukça ilginçtir :

"Türkiye’deki Ermeniler gelişmiş, reel bir ulusal-siyasal bütünlük kazanmış durumdayddar. Tarihsel olaylar onları olumlu yönde etkilemiş, olayları, büyük devletlerin egemen sınıflarının reel ekonomik çıkarları ve siyasal hesapları açısından görmeyi öğretmişti"11

"Boryan, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Ruslara karşı genel tutumlarını da şöyle tanımlamaktadır:

Türkiye’deki Ermeniler* bir kaç kez, kendi deneyimleriyle, uluslararası diplomasinin, özellikle de Rus diplomasisinin Ermenistanla ve Ermenilerle yalnızca kendi diplomatik kombinasyonları, Osmanü devletinin iç ve dış işlerinde kendi etkinliklerinin yayılabilmesi ve karşılıklı hesapların yapılabilmesi ölçüsünde ilgilendiklerine kanaat getirmişlerdi".

" Türkiye’deki Ermeniler, Kafkasya Ermenilerince düzenlenecek bir gönüllü harekâtının kendilerine bağımsızlık değil, genel bir kırım getireceğinin
bilincindey diler "12.

Boryan Türkiye’deki Ermenilerin ayaklanmayı engellemek için yaptıkları girişimleri de anlatmaktadır:

"Van Parti Komitesinin görevlendirmesi üzerine, Daşnak Partisi liderlerinden Kaçaznuni, Van’dan gelerek, Türkiye’deki Van Parti Komitesi’nin ve diğer parti komitelerinin, Kafkasya’da başlatılacak bir gönüllü harekâtına karşı olduklarını resmen bildirdi. Türkiye’deki Ermeniler bu girişimi kendileri için çok tehlikeli görmekteydiler. Kaçaznuni, Daşnakların genel Erzurum toplantısında alınan tarafsızlık kararma dayanarak, Daşnak Van Parti Komitesinin Türkiye’deki Ermenilelerin yaşamlarını tehlikeye atmamak için, Türklere karşı yapılan her türlü harekâta bir son verilmesini talep ettiğini bildirmekteydi" 13.

1915’te Tiflis’te yapılan Ulusal Kongre’ye verilen raporda, Türkiye’ deki Ermenilerin karşı tutumu şöyle ortaya konmaktadır:

"Savaşın ilânından önce Rus hükümetini, Türkiye’deki Ermenilerin arzuları yönünde hareket ettiğimize inandırmaya çalıştık. Rus hükümeti de buna inandı, ama olay çok farklı gelişti.

Türkiye’deki Ermeniler etkinliklerimize, metodumuza ve hareket tarzımıza karşıdırlar ve bunları zararlı ve kendileıi için yok edici bir adım olarak görmektedirleı. Türkiye’deki Ermeniler, Türk vatandaşı gibi içtenlikle çalışıyorlar. Rus hükümetinin önerilerini gerçekleştirmek için giriştiğimiz tüm çabalar sonuçsuz kalmıştır."14

Rapor Şöyle devam ediyor:

"Daşnaksütyun Partisi’nin liderlerinden olan, Osmanlı İmparatorluğunun demokratikleşmesi ve bu imparatorluğun sınırlan dahilinde bulunan ulusların kendi kendilerini yönetmeleri taraftarı bir kişi olarak tanınan Şahrikyan Efendi de etkinliklerimize karşı. Parti liderlerinden Zoryan Efendi de, bize kendi işlerimizle uğraşmamızı, Türkiye’deki Ermenilerin işlerine karışmamamızı söyledi. Çünkü Kafkasya Ermenilerinin etkinlikleri , Ermenistan’a bağımsızlık getirmemekle kalmayacak, eğer biz Türkiye Ermenileri sizin politikanızı izler ve desteklersek, bu biz ifelâkete götürecektir.
Siz bizi özgürlüğe değil, ölüme, Otonom Ermenistan’a değil, onun yıkıntılarına götüreceksiniz" demektedir15 .
Rus hükümeti Ermeniler arasındaki bu anlaşmazlığı farketmiş ve Kafkasya’daki Ermenilere baskı yapmaya başlamıştır. Tiflis’teki rapor bu durumu da açıkça ortaya koymaktadır:

" Türkiye’deki Ermeniler her zaman bizim etkinliklerimiz e karşıydılar ve Rus hükümeti de şimdi bunu öğrenmiş bulunuyor… Kuşkusuz bu durum General Oganovskiy’in bana söylediklerine yol açacaktır. Oganovskiy şöyle diyor:

"Şimdi artık Ermeniler Rusların gözünde güvenilmez kişilerdir, çünkü Rusları aldattılar, yalan söylediler ve Türkiye’deki Ermenilerin durumunu saptırdılar… Ermeniler dar ulusal çıkarlarla değil, evrensel ve beşeri çıkarlarla yönetilmelidir ler… Rus hükümeti doğudaki tarihsel politikasını ve misyonunu unutmamıştır ve Ermenilerin otonom Ermenist a n istek ve hayallerine göre değil, Rus devletinin çıkarlarına göre davranacaktır.

Rus hükümeti Ermenilerin Türkiye’de azınlık oluşturmasını istemektedir. Ermeniler düşünce ve görüşlerini değiştirmek, otonom bir Ermenistan için değil,
Rus imparatorluğunun bir vatandaşı gibi savaştıklarını açıklamak ve kanıtlamak zorundadırlar. Aksi takdirde, Ermeniler şimdiki yönelimlerini pahalıya ödeyecek ve hükümetin nezdinde, İmparatorluğun tebaları arasında ilk sıralarda yer almayacaklardır"16.

Rus hükümeti, ayrıca, üzeılerine aldıkları sorumluluğu yerine getirmek, yanibelirtil en sürede Türkiye’de Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde
isyan çıkarmak kaydıyla, Ermeni diplomatlara sorunlarını özgürce tartışmak ve taleplerde bulunmak hakkını da veriyordu.

Bu baskılar sonucu Ruslar amaçlarına ulaştılar: Rus Askerî Bakanlığının emirleri ve planları gereğince Daşnaksütyun Partisi şuna karar verdi :

Ermeni birliklerin den birisinin komutanı olan Andranik Van’a yaklaştığında, orada bulunan Daşnak savaşçıları dağlara çekilecek ve ayaklanma çıkaracaklar dı. 1915 Nisanında ayaklanma planı gerçekleştirildi. Katolikos, 10.000 kadar savaşçının ayaklanmaya katıldığını belirtmektedir 17 .

Boryan olaya şöyle yaklaşmaktadır:

"Böylelikle Daşnaksütyun Partisi, çar, taht ve emperyalist Rusya’ ya karşı görevini yerine getirmiş… Doğu Anadolu’daki Ermenilerin güç duruma düşmeleri için formal bir neden yaratmış oluyordu" Boryan Daşnaksütyun Partisi’ni bu davranışından dolayı sert bir biçimde eleştirmektedir:

"Eğer, ulusal bir hareketin önderleri, objektif koşulları dikkate almadan, …kitlelerin isteklerini ve ruh halini değerlendirmeden, yalnızca emperyalist güçlerin çıkarlarına uygun bir ayaklanma çıkarıyorsa ve yalnızca ilgili devletlerin finans-kapital çıkarlarına destek oluşturmaktan başka bir şey yapmıyorsa, bu davranış, kendi ulusuna karşı işlenmiş bir suçtur."18

"… İstanbul ve Rusya Ermenileri Rus diplomasisinin itaatkâr bir silâhı olmuşlardı."19

"Tarihsel olaylar, onların uluslarına ihanet ettiklerini, çarlık yönetiminin ve emperyalist diplomasinin ajanları olduklarını göstermektedir" Boryan ayaklanmayı şöyle değerlendirmektedir:

"Askerî harekâtların sürdürüldüğü cephe gerisinde ayaklanma çıkarmak ne demektir? Kuşkusuz ayaklanan Ermenilerin başarısı söz konusu olamazdı ve bu girişimlerinde ölümcül bir tehlikenin kendilerini beklediği su götürmez bir gerçekti. Ermeniler, Daşnaksütyun partisinin komutası altında ve onların ısrarlarıyla kendilerini çarlık Rusya’sının emperyalist amaçları uğruna feda etmekteydiler. Yalnızca sağduyudan yoksun kişiler bu anlaşmanın Ermeniler için ölümcül sonuçlarını anlayamazdı"20 .

"Çarlık yönetimi de gerçekte, ayaklanmanın anlamını çok iyi biliyor ve bunun "Ermenisiz Ermenistan" isteklerinin yerine gelmesiyle sonuçlanacağını önceden kestiriyordu",

Boryan, ayaklanmaya karşı Osmanlı hükümetinin aldığı techir kararma ilişkin olarak, özetle şunları yazmaktadır:

"Askerî harekâtların yapıldığı bir cephe gerisinde 10.000 kişilik bir kitlenin isyan çıkarması, böylelikle o devletin varlığını tehlikeye düşürmesi durumunda, o devletin de şu ilkeyi uygulaması doğaldır: Amaç, aracı haklı kılar."21

"Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanmak için savaşmaları tarihsel ve reel bir haktır. Fakat o devlet de bu ayaklanmayı acımasızca bastırıyorsa, bu da tarihsel ve reel bir haktır."22

Boryan, diğer büyük devletlerin Ermenilerin bu ayaklanma sonucu uğradıkları felâketlere karşı olan tutumlarını şöyle açıklıyor:

"Uluslararası diplomatlar Ermenileri hiç düşünmüyorlardı ve yalnızca kendi "etki alanları" ve "toprak dengelemeleri" ile uğraşıyorlardı.

Ermeni halkının yok olması, onları, yalnızca savaş sırasında ölen diğer milyonlarca insan kadar ilgilendiriyordu. Savaştan sonra da onların kayıpları,
hükümetler bilançosunda, hukuksal bir özne olarak değil, savaşın normal sonucu olarak ortaya çıkmıştır."23

Boryan’ın dile getirdiği bu kayıtsızlığın günümüzde büyük bir ilgiye dönüşmesinin ne denli düşündürücü olduğu ortadadır. Yine aynı biçimde, burada Boryan tarafından dile getirilen gerçeklerin, yıllar sonra, Eliev’in kitabında tamamen reddedilmesi de düşündürücüdür. Aliev, ayaklanmayla ilgili bölümde, Osmanlı devletinin, çıkan ayaklanmalarda dış güçlerin rolü olduğuna inandığını, bunun ise hiç bir temele dayanmadığını söyleyebilmektedir. 24.

Boryan’ın kitabı, 1928 yılında, yeni kurulan Sovyet rejiminin Çarlık Rusya’sının
tüm mirasını yadsıdığı ve Türkiye ile ilişkilerin en sıcak olduğu dönemde yazılmıştır ve o günkü politik ortama uygun düşmektedir ve buna göre değerlendirilmelidir.

DİPNOTLAR;

1 G.Z. Aliev. Tuıtsiya v Period Pravleiiya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 275. 460 AYDIN SÜER
2 B.A. Boryan. Armeniya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 345.
3 a.g.e., s. 357
4 a.g.e., s. 357.
5 a.g.e., s. 347.
6 a.g.e., 347
7 a.g.e., 356
8 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası.
9 B.A. Bor’yan. Armenya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 360.
10 A.g.e. s. 3.
11 a.g.e. s. 360.
12 A.g.e., 360
13 A.g.e. s. 360.
14 A.g.e., s. 361.
15 a.g.e. s. 361.
16 a.g.e., s. 362.
17 a.g.e., s. 363.
18 a.g.e., s. 36.
19 a.g.e,, 371
20 A.g.e., s. 352.
21 A.g.e., s. 363.
22 A.g.e., 365.
23 A.g.e., 369.
24 G.2. Aliev. Turtsiya v Period Pravleniya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 276.

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Ahmet ERDOĞDU : EMPERYALİZMİN, ATATÜRK’Ü VE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ SOYKIRIMCI İLANINA BİR CEVAP – YENİ ADANA – 22.04.2020


Ahmet ERDOĞDU : EMPERYALİZMİN, ATATÜRK’Ü VE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ SOYKIRIMCI İLANINA BİR CEVAP – YENİ ADANA – 22.04.2020

Blog No : 2020 / 12

29.04.2020

Yeni Adana (22 Nisan 2020)

Ahmet ERDOĞDU

Türk Toplumu, Sözde Ermeni Soykırımı gündeme geldiğinde bunun 1915 olayları ile ilgili olduğu yanılgısına düşer. “Su uyur düşman Uyumaz” ata sözümüze uygun olarak ırkçı emperyalizmin hedefi ise Atatürk ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Atatürk, Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’in Ermenilerin zorunlu göçe tabi tutulmasının gerekçelerini sorması üzerine şöyle söylemiştir: “Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında geri çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde hüküm sürdürülüyordu…”

İşte bu nedenlerden dolayıdır ki bugün Doğu Anadolu’da birçok köyde yapılan kazılarda Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin toplu mezarları çıkmaktadır.

Lozan görüşmeleri öncesinde Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İsmet Paşa’nın Lozan’da hangi konularda taviz vermeden müzakereleri yönetmesi gerektiğini belirten 14 maddelik bir talimat hazırlamıştır. İki konuda Türk hükümeti savaşı göze alabilecek kadar kesin kararlıdır: Biri “Ermeni Yurdu”, diğeri Kapitülasyonlardır. Lozan’da Ermeni Yurdu istenirse yani Anadolu’dan toprak koparılmaya çalışılırsa görüşmeler derhal kesilecektir.

Lozan görüşmelerinde Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya hitaben Türkiye gibi geniş bir ülkede Ermenilere bir köşe bulunup bulunmayacağını sorması üzerine İnönü: “Bu konuya ilişkin olarak Türkiye’nin yüzölçümü ile kıyaslanmayacak kadar büyük toprakları olan devletlerin bulunduğunu hatırlatırım” diyerek Ermenileri bu kadar çok seviyorsanız onlara siz toprak verin demek istemişti.

Ermeniler, Lozan görüşmeleri öncesi ve sonrasında İngiltere, Fransa ve Rusya’ya I. Dünya Savaşı’nın başından sonuna kadar nasıl hizmet ettiklerini anlatan başvurular yapmışlardır. Bunlardan bazıları: Ermeni Heyeti Reisi Bogos Nubar’ın 30 Kasım 1918 tarihli yazısı: “Ermeniler savaşın başından beri tarafınızdan da bilindiği üzere ağır fedakârlıklar ve devamlı ıstıraplara uğrayarak bütün cephelerde İtilaf devletlerinin yanında savaşmışlardır…”

Bir başka başvuruyu da Birleşik Ermeni Heyeti Lozan Konferansında yapmış “Genel Savaş sırasında Ermeniler açıkça müttefiklere karşı görevlerini yapmışlar ve bunlar tarafından (iyi savaşçı) ve (Müttefik Millet) olarak tanınmışlardır…”

2 Şubat 1923 tarihli Ermeni Heyeti’nin bildirisi, “…Ermeniler genel savaş içinde itilaf devletlerine yapmış oldukları sayısız hizmetler sebebiyle yapmış oldukları vaatleri şüphesiz hatırlarlar. İtilaf devletlerinin çağrısı sebebiyledir ki Ermeni Gönüllüleri, alay alay bunları buyrukları altında toplanmışlardır…”

9 Şubat 1923’te Müttefik Devletler Temsilcilerine: “Lozan Konferansı’ndan sonra Sevr Antlaşması yerine yeni bir belge imzalanmıştır ki bunda Ermeni sorununa dair bir tek söz yoktur…” diyerek düştükleri durumu anlatmışlardır. Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni ise, “…Müttefik büyük devletler yaslı ve umutsuz jestler yaptılar: Zavallı Ermeniler için bütün vasıtalarımızı kullandık, her çareye başvurduk, mümkün olan ve olmayan her şeye teşebbüs ettik, artık bir şey yapmaya gücümüz yetmez dediler… Dağ fare mi doğurdu? diye sorup sonra da hatta fare bile doğurmadı…” diyor”.

Kısacası Ermeni sorunu Lozan’da bitirilmiştir. Buna rağmen emperyalistler 1915 tarihini 1923’e kadar genişleterek, senaryolarına Atatürk’ü de katarak Türkiye Cumhuriyetini yıkma amaçlarından vazgeçmemişlerdir.

Şimdi sizlere Cambridge Üniversitesince 2011 yılında onaylanan Stephan Ihrıg tarafından verilen doktora tezinin 20 Kasım 2014’te Amerika’da Harvard Üniversitesi yayını olarak piyasaya çıkartılması konusundaki gelişmeleri anlatalım:

Harvard Üniversitesi yayınevi Stephan Ihrıg’ın kitabını tanıtırken “Türk Hükümetlerinin Nazilerin doğrudan Alman Yahudileri ile karşılaştırdığı Ermeni ve Rum azınlıklarla nasıl acımasız bir şekilde uğraştığı, Hitler’in dikkatinden kaçmadı” diyerek Hitler için bir model olduğu ifade edilmektedir. Kitabın daha ABD’de yayınlanmasından 10 gün sonra kitabın kendisini görmeden 30 Kasım ve 1 Aralık 2014’te Türkiye gazetesinde Yıldıray Oğur, 1 Aralık 1914’te Yeni Şafak gazetesinde Hilal Kaplan “Hitler’in Atatürk’ü nasıl rol model aldığını” kitaba dayanarak büyük bir keyifle anlatırlar. Böylece Atatürk düşmanı iç ve dış çevreler el ele vererek yayınlarına gerek ülkemizde gerekse yurt dışında devam etmişlerdir. Oysaki Hitler 18 Ekim 1928’deki konuşmasında: “Kuzey Amerika bir zamanlar çok farklı bir insana Kızılderililere aitti. Beyazlar onlardan topraklarını aldı, onları sürdü ve onlara ateş suyu verdi. Beyazlar milyonlarca Kızılderili’yi birkaç yüz bine indirdikten sonra…” derken Nazi Almanya’sınca kimi örnek alındığını anlatıyordu.

Yukarıda sözünü ettiğimiz kitaba cevabı Cengiz Özakıncı “Tarih Üzerinden Psikolojik Savaş ve Atatürk Dersi” adlı belgesel kitabıyla verdi. Mehmet Haberal; “Bu kitap yurt dışında Cambridge ve Harvard Üniversitelerine, Başkent Üniversitesinin bir cevabıdır” der.

Özakıncı kitabında Nazi Partisi ileri gelenlerinden Göbbels’in günlükleri, Ernest Röhm’ün anıları ve Hitler’in konuşma ve yazılarından bazı bölümlerinin nasıl çarpıtıldıklarını, Nazi Partisi programı, Nazi Alfred Rosenberg’in günlüğü ve Atatürk Türkiye’sinin Yahudi bilim insanlarına nasıl kucak açtığı gibi birçok konuyu tüm detayları ve belgeleriyle ortaya koymaktadır.

Değerli okur; bu gibi yayınlarla mücadele etmek görevimizdir. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere Hitler gerek Amerika gerekse İngilizler tarafından belli çerçevelerce desteklenmiştir. Sovyetlerde 1917 devrimini yapan yöneticilerin bir kısmının Yahudi olması ve Komünizme karşı Hitler desteklenmiştir. İngiltere’nin Hitlerci Kara Gömleklileri ile I. Edward’ın Nazi selamını ailesine öğrettiği görüntüleri çeşitli İngiliz gazetelerinde yayınlanmıştır. 1933’te Hitler iktidara geldiğinde İngiltere’de büyük kalabalıklar halinde destek yürüyüşleri yapılmıştır. Amerika’da ırkçı Ku Klux Klan örgütünün 1865’li yıllardaki töreninde haç amblemi ile Nazi selamı verdiklerini, Amerikan okullarında bayrak törenlerinde 1940’lı yıllara kadar bu selamın verilmeye devam ettiğini ve 1936 Berlin Olimpiyatlarında Amerikalı sporcuların selamlarını da ekleyelim.

1943 yılında Henry Ford; sadece Ford, Opel, Standart Oil, İnternational Telefon değil 59 Amerikan firmasının Hitler’e hizmet verdiğini açıklamıştır. Bu arada 1917’den beri ABD’de Düşmanla Ticaret Yasağı Kanunu yürürlüktedir. Ama onlar nedense masum Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti soykırımcıdır. Öylemi? Hadi oradan.

Şimdi soruyoruz: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti soykırımcı ise;

1- Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne nasıl aday gösterdi?

2- Milletler Cemiyeti Atatürk Türkiye’sini üyeliğe davet edip, oy birliği ile üyeliğe niçin aldı?

3- UNESCO, Atatürk’ün ölümünün 25. Yılında ve Atatürk’ün doğumunun 100. Yılında uluslararası etkinliklerle anılması kararını ve uygulamasını yaparken soykırımcı olduğu için mi yapmıştı? İşte emperyalizm budur. Hala kafalarında Türk düşmanlığı, Sevr vardır. Elbette bizim de onlara tokat gibi cevaplarımız olacaktır.

LİNK : http://yeniadana.net/kose-yazilari/emperyalizmin_ataturku_ve_turkiye_cumhuriyetini_soykirimci_ilanina_bir_cevap-4325.html

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// VİDEO : Koronik – 12 – Kürtler ve Türkler Niçin Ermenileri Katletmedi ?


Koronik – 12 – Kürtler ve Türkler Niçin Ermenileri Katletmedi ???

Koronik – 12. Bölüm – 23 Nisan 2020

Bu bölümde 24 Nisan Ermeni Katliamı vesilesiyle Konunun ele alındığı kavramları ele alıyoruz.

Ezber bozmaya veya Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıyoruz.

İzlemek için aşağıdaki linki tklayınız.

VİDEO LİNK : https://youtu.be/ytnTfPZaKGg

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// VİDEO : GİZLİ ERMENİ BELGELERİ, Belgesel » TOPLAM 6 Bölüm


VİDEO LİNK :

1. BÖLÜM :https://www.youtube.com/watch?v=N9NIxxT0SKE&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=7

2. BÖLÜM :https://www.youtube.com/watch?v=1DBpv8H0Rj8&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=8

3. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=wTIFkgzLTSs&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=9

4. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=dzZttV_hkj8&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=10

5. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=ddro0eBN064&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=11

6. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=15TgW3zi-uw&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=12

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// VİDEO : GİZLİ ERMENİ BELGELERİ, Belgesel » TOPLAM 6 Bölüm


VİDEO LİNK :

1. BÖLÜM :https://www.youtube.com/watch?v=N9NIxxT0SKE&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=7

2. BÖLÜM :https://www.youtube.com/watch?v=1DBpv8H0Rj8&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=8

3. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=wTIFkgzLTSs&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=9

4. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=dzZttV_hkj8&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=10

5. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=ddro0eBN064&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=11

6. BÖLÜM : https://www.youtube.com/watch?v=15TgW3zi-uw&list=PLrcOWPi59ndK-NzqmNnuqZ_e_76hawIMg&index=12

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Hasan Servet ÖKTEM* : PATRİCK DEVEDJİAN’IN KORONAVİRÜS’TEN ÖLÜMÜNÜN AKLIMIZA GETİRDİKLERİ. – T24 – 04.04.2020


Hasan Servet ÖKTEM* : PATRİCK DEVEDJİAN’IN KORONAVİRÜS’TEN ÖLÜMÜNÜN AKLIMIZA GETİRDİKLERİ… – T24 – 04.04.2020

Blog No : 2020 / 6

08.04.2020

T24 (4 Nisan 2020)

Takvimler 28 Mart’ı gösterdiğinde Tahran’da maruz kaldığımız terör saldırısı aklımıza takılır. Emeklilik halet-i ruhiyesiyle artık bu tarihi atlamıyoruz. Faal diplomat olduğumuz dönemlerde, bu meşum günü, iş yoğunluğundan ötürü unuttuğumuz olmuştur. "Tahran’dan kederli hatıralar" başlıklı yazımızı (28 Mart 2018) okuyanlar bilirler. 28 Mart 1984, Ermeni teröristlerin, Tahran’ın iki farklı semtinde, bize ve T.C. Tahran Büyükelçiliği Askeri Ataşe Yardımcısı İsmail Pamukçu’ya, siyasi cinayet saikiyle, ayrı ayrı saldırdıkları gündür.

Tesadüf bu ya, 28 Mart gecesi Fransa’daki Ermeni diasporasının önde gelen ismi, tanınmış politikacı, ASALA ve diğer Ermeni terör gruplarının avukatlığını üslenmek suretiyle nam yapan siyasetçi Patrick Devedjian Koronavirüs’ten hayatını kaybetti. Ailesine taziyelerimizi sunarız.

İsmail Pamukçu ve bana saldıran teröristleri İslamcı İran yönetimi yakalamayı ve cezalandırmayı uygun görmediğinden, bu zevatın Patrick Devedjian gibi özünü Ermeni davasına adamış avukatlara hiç ihtiyaçları olmamıştır.

Şunu kabul edelim: Fransa’daki Ermeni lobisi, 1970’lerden itibaren sesini iyi duyuran, güçlü, iyi örgütlenmiş, siyasetin tam ortasında, tüm siyasi partilerin dikkate almak zorunda bulundukları bir teşkilatlanmadır. Patrick Devedjian’ın, 2001 yılında Fransa Parlamentosu’ndan geçen "Ermeni soykırımının tanınması yasası"nın kabulünde önemli bir rol üstlendiği bilinmektedir. 2011 yılında, sözde Ermeni soykırımın tanınmasını perçinlemek amacıyla, Yahudi soykırımını reddetmenin suç kabul edildiği örneğinden hareketle, Ermeni soykırımının reddinin Fransa’da suç kabul edilmesine ilişkin yasa tasarısının 2011 yılında Parlamento’da kabul edilmesinde yine Devedjian’ın çabaları ve katkıları söz konusudur. Neyse ki Fransa Anayasa Mahkemesi, 2012 yılında, fikir özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle anılan yasayı iptal etmiştir.

Patrick Devedjian, Ermeni davası yolundaki başarı öyküsüne, ünlü ABD’li profesör Bernard Lewis’i, Ermeni soykırımını reddettiği için Fransız Mahkemeleri önünde tazminat ödemeye mahkum ettiğini de dahil etmektedir. Ünlü tarihçinin, prestijli Fransız gazetesi Le Monde’da 1993 yılında yayınlanan mülakatında, Ermeni soykırımı iddialarının, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde meydana gelen olayların Ermeni versiyonunu yansıttığını vurgulamasının, bu ülkedeki Ermeni derneklerinin toplu tepkilerine yol açtığını hatırlıyoruz. Ermeni derneklerinin, Devedjian’ın aracılığıyla, bu mülakat nedeniyle Bernard Lewis aleyhine Fransız mahkemesi nezdinde açtığı davada, ünlü tarihçinin görüşleri aleyhinde herhangi bir hüküm verilmemiş, ancak mülakat nedeniyle Ermeni toplumunun gücenmiş olabileceği gerekçesiyle sembolik bir manevi tazminat kararı (1 Franc) alınmıştır. Alışılageldiği üzere, Ermeni lobisi, anılan mahkeme kararını Ermeni görüşlerinin zaferi şeklinde sunmuştur. Kararda 1915 olayları soykırım teşkil etmektedir manasına gelecek herhangi bir ifade veya hüküm bulunmamasına rağmen!

Devedjian’ın vefatıyla ilgili Fransız ve Ermeni basınında yayımlanan yazılarda dikkatimizi çeken nokta, müteveffanın, Türk diplomatlarını öldüren Ermeni teröristleri yüceltmesi, bu militanları haklı davaları uğruna mücadele eden direnişçiler olarak kabul etmesi, Ermeni toplumu içinde kahraman kabul edilmeleri bakımından zihni bir zemin hazırlama çabalarıdır. İşin ilginç yanı, Devedjian, sorulara cevaben, Ermeni davasının uluslararası toplum nezdinde Ermeni terörü vasıtasıyla tanındığını itiraf etmektedir. Bu ifadenin arkasında terör amaca ulaşmak üzere meşru bir yöntemdir savı yatmaktadır. O zaman "Taliban meşru görülmeli, saldırıları eleştirilmemeli" sonucuna varırız.

Devedjian, vefatıyla, asılsız ve taraflı anlatılara dayalı, gerçekliği tartışmalı belgelerle savunulan, 1915 olaylarının 20. yüzyılın ilk soykırımını teşkil ettiği gibi iddialı yalanlarla süslenmiş Ermeni yanlısı görüşlerini, sanki global kabul görmüş gerçekler imişcesine, Fransız basınında bir kez daha yayımlatarak son görevini de başarıyla yerine getirmiştir. Günahları affolunur mu? Bilemiyoruz.

Dışişleri Bakanlığı’nda peş peşe iyi tayinler yapan meslektaşlarımıza sataşmak üzere "şu bakanlığın kaymağını yedin yahu" deyip dururduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, Devedjian’ın arkasından söylenmesi gereken en anlamlı söz, adı geçenin Ermeni davasının kaymağını yiyerek dünyamızdan ayrıldığıdır. Öğrencilik yıllarında aşırı sağ örgütlere üye olan, faşist damgasını yemiş genç avukat, yıllar içinde Ermeni iddiaları üzerinden, terör savunuculuğu yaparak bakan seviyesine kadar yükselmiştir. Koronavirüs krizi şartları olmasaydı, defterinin, görkemli bir cenaze töreniyle kapatılmış olacağını tahmin etmek zor değildir.

1970’li yıllardan günümüze başımıza dert olan Ermeni meselesinde, Ermeni diasporasının önde gelen bir aktör olduğu dikkatlerden kaçmaktadır. Diaspora, Türkiye ve Ermenistan’ın uzlaşmaları yönünde değil, düşman kalmaları yönünde çabalarını sürdürmektedir. Ermenistan’ın her sene azalan nüfusu 3 milyona inmiştir. Ülke dışında yaşayan Ermenilerin sayısının 4 milyona yaklaştığı söylenmektedir (1,2 milyon Rusya’da, 1 milyon ABD ve Fransa’da). Özellikle ABD ve Fransa’da yaşayan Ermeniler maddi açıdan güçlü, iyi örgütlenmiş, etkili, iyi entegre olmuş ve seslerini duyurabilen toplumlardır. Her iki diasporanın, 1991 yılında SSCB boyunduruğundan kurtulan anavatanlarını, demokratik, yolsuzluklardan arındırılmış, çağdaş ve müreffeh bir ülkeye dönüştürmek üzere bir gayret içine girdikleri görülmemiştir. Bağımsızlıktan 20 yıl sonra Ermenistan yine Rusya’nın otlağı haline dönüşmüştür. Enerji alanında tamamen Rusya’ya bağımlı olan, siyasi ve askeri açılardan Moskova’nın sözünden çıkması mümkün gözükmeyen Ermenistan’ın, mevcut koşullarda, kısa ve orta vadede kalkınması, barış ve huzura kavuşması rüya niteliğindedir. Ermeni diasporası, Güney Kafkasya’da tecrit edilmiş durumda bulunan Erivan’ın, Türkiye ve Azerbaycan ile sorunlarını çözmedikçe, Ermeni halkının refaha ve huzura kavuşamayacağını gayet iyi bilmektedir. Tüm bu gerçeklere karşın, varlık nedeni olan Ermeni soykırımı iddialarını sektör haline dönüştüren diaspora, bu işin kaymağını yemeyi sürdürecek, yeni Devedjian’lar üretecektir.

Ermenistan’ın yolsuzluklara savaş açan yeni başbakanı Nikol Paşinyan’ın, son dönemde, sözde Ermeni soykırımı kararları alan parlamentoların, Ermeni iddialarına inandıklarından değil, izlediği politikalardan ötürü sinirlendikleri Ankara’yı cezalandırmak amacıyla bu kararlara yöneldiklerini kavradığını umuyoruz. Müreffeh, çağdaş ve huzurlu Ermenistan’ın yolu, Moskova’dan mı, yoksa Brüksel’den mi geçmektedir? Paşinyan’ın önündeki en büyük sual budur, gerisi teferruattır.

Yazımıza, 1994 yılında Atina’da teröre kurban verdiğimiz, Dışişleri’ne birlikte girdiğimiz, sevgili arkadaşımız Ömer Haluk Sipahioğlu ve diğer 40 Dışişleri şehidinin aziz hatıralarını saygıyla anarak son verirken, asırlarca yan yana yaşayan Türk ve Ermeni halklarının, 1915 olaylarının yol açtığı ortak acılara karşılıklı saygı göstermeleri temelinde barışmalarını temenni ediyoruz.

* E. Büyükelçi, T24 Konuk Yazar

** Fotoğraf: Hasan Servet Öktem

LİNK : https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-servet-oktem/patrick-devedjian-in-koronavirus-ten-olumunun-aklimiza-getirdikleri,26118

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Orhan UĞUROĞLU : Türkiye’ye milyarlarca dolar tazminat riski


Orhan UĞUROĞLU : Türkiye’ye milyarlarca dolar tazminat riski

E-POSTA : orhan

02 Kasım 2019

Türkiye ile Amerika arasındaki sorunlara yeni bir başlık daha eklendi. Amerika’daki Türkiye kökenli Ermenilerin, "Tehcir edildik, malımıza mülkümüze el kondu, onların tazminini istiyoruz" diye açtıkları davalar yine gündeme geldi.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Heyeti üyesi Cemil Çiçek "herkese uyarı" başlığı ile Türkiye’nin milyarlarca dolarlık tazminat riski ile karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

Çiçek’i arayarak, bu açıklamasını Karar Gazetesi köşe yazarı Ahmet Taşgetiren’in köşe yazısından okuduğumu belirterek sordum:

– Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a söylediniz mi? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün haberi var mı?

Çiçek, "Haberi olması gerekenlerin bilgisi var" diye yanıt verdi.

"Türkiye’nin milyarlarca dolarlık tazminat riski ile karşı karşıya kaldığı riskin ne olduğunu TBMM eski başkanı, Adalet eski bakanı ve Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu üyesi Cemil Çiçek, şöyle anlattı:

"Amerika’daki Türkiye kökenli Ermeniler bir süreden beri Türkiye aleyhine tazminat davaları açmışlardı.

‘Tehcir edildik, malımıza mülkümüze el kondu, onların tazminini istiyoruz’ iddialı bu davalara Kaliforniya’da bir idari mahkeme Türkiye’nin itirazı üzerine, bu konunun yargı meselesi olmadığına, siyasi nitelikli olduğuna dolayısıyla kararı siyasilerin vermesi gerektiğine." hükmetti.

Amerikan Temsilciler Meclisi’nin kabul ettiği, ‘Soykırım’ tasarısı ile ilgili son karar, bir manada işin siyasi boyutunu Ermenilerin talebi çerçevesine getirmiş oldu.

Üstelik kabul oyunun oranı Ermenileri cesaretlendirici bir mahiyet taşıyor.

Mahkemeler bundan sonra ‘Siyaset çözsün’ gerekçesini kullanmayabilirler.

Amerika’daki herhangi bir mahkeme Temsilciler Meclisi’nin ‘Soykırım’ kararını dayanak olarak alıp, ‘Soykırım zaman aşımına dahil değildir’ kararını verebilir.

9 Kasım 2019 temyiz itirazının son tarihi. Ermeniler şu anda Amerika’daki iklimin kendi lehlerine önemli sonuçlar doğurabileceği ümidiyle Yüksek Mahkemeden bir ‘Tazminat kararı’ çıkarabilirler."

Değerli okurlarım,

Cemil Çiçek, "Böyle bir tazminat kararı Türkiye’nin başına 100 yıl altından kalkamayacağı sorunlar açar" diyor.

Evet, Amerika’daki Türkiye düşmanlığını da göz önüne alırsak, Amerikan mahkemeleri Türkiye’yi milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkum edebilirler.

Türkiye, elbette Amerikan mahkemelerinin kararlarını ret edebilir.

Ancak, Amerikan başkanı ve devleti bu konuyu da Türkiye’ye yaptırım konuları arasına alabilirler.

Gerçekten çok önemli bir konudur ve Cemil Çiçek’in bu konuyu bir köşe yazarına sızdırması da ilginçtir.

Madem AKP iktidarı bu konuyu biliyor neden kamuoyuna açıklamıyor?

Neden Türk milletinden saklanıyor?

Cemil Çiçek’in şu ifadesi de bence gerek Cumhurbaşkanına, gerek AKP hükümetine uyarıdır:

"İçe dönük söylemlerin heyecanıyla dışardaki pek çok mesele gözden kaçıyor"

Değerli okurlarım,

Cemil Çiçek, Mazlum Kobani kod adlı teröristin Kanada Başbakanı ve Amerikan Başkanı tarafından tanınmasını, "Yeni bir Yaser Arafat yaratmak" olarak değerlendiriyor ki bu benzetmesini açıklamasını da istedim.

Çiçek, "Arafat, terör örgütü başı olarak kamplarda Türkiye’den giden teröristlere de eğitim vermişti. Daha sonra Birleşmiş Milletler kendisini Filistin Devletinin siyasi aktörü haline getirerek tanımadı mı? Mazlum Kobani kod adlı terörist de ‘Siyasi aktör’ haline getirilmeye çalışılıyor" dedi.

Değerli okurlarım,

Uluslararası planda kamu diplomasisi yapılmasını vurgulayan Çiçek şunu söylüyor: "TBMM’de, 120’yi aşkın dostluk grubu var. Bunlar ne işe yarar, ne zaman çalışacaklar? Barolar Birliği, Odalar Birliği, farklı işadamı kuruluşları, sivil toplum örgütleri dünyaya Türkiye’nin tezlerini anlatamazlar mı?"

Cemil Çiçek anlaşılan o ki AKP içinde yeni bir muhalefet modeli sergiliyor…

Kaynak Yeniçağ: Türkiye’ye milyarlarca dolar tazminat riski – Orhan UĞUROĞLU

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU : “BENİM DEDEMİN YAŞADIKLARI NE OLACAK ???”


SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU : "BENİM DEDEMİN YAŞADIKLARI NE OLACAK ???"

E-POSTA : selcantasci

02 Kasım 2019

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, "Talat Paşa’nın siyasi bir kararla uyguladığı soykırımla tarihçiler yüzleşemez… Babaannemin yaşadıkları arkeologların meselesi olamaz…" deyince, Naci Cinisli "Madem öyle, peki Erzurum’da benim dedem Fevzi Bey’in yaşadıkları ne olacak?" diye karşılık verdi.

Cinisli, İYİ Parti’nin Erzurum Milletvekili.

"Dedem Fevzi Bey" dediği, Erzurum Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucularından, Erzurum Kongresi’nin toplanmasında maddi-manevi önemli rolü olan ve Ankara’dan gelenlere yer açmak için delegeliği bırakıp kongre katipliği yapan, işgalden sonra çekilen Rusların silahlarını Erzurum kalesine bırakmaları üzerine, hükümete ‘bu silahların sıkıntı yaratacağını’ bildiren, nihayetinde de tahmin ettiği "sıkıntı" baş gösterince, mezalime karşı şehrin güney mahallelerindeki Türk direnişini teşkilatlandıran Kırbaşzade Fevzi Bey’in ta kendisi.

***

Bu kısacık ön bilgi bile tahmine kâfi ama "görev" bilip aradım Cinisli’yi; acaba ne yaşamıştı dedesi?

Öyle bir anekdotla cevap verdi ki, "varın gerisini siz düşünün" der gibi:

– Dedemler o dönem Erzurum’un varlıklı ailelerinden. Düşünün, kendi evlerinde çalışan Ermeniler bile ayaklanıyorlar. Bir gün evi basıyorlar, "Fevzi Bey’in yerini söyleyin". Kimse söylemiyor tabii; her yeri arıyorlar. Bulamayınca dedikleri şu: ‘- Biz sizin ekmeğinizi yedik, iyiliklerinizi gördük, Fevzi Bey’i bize verin; bahçenin bir köşesinde öldürelim, hiç olmazsa cenazesine sahip olursunuz, mezarı olur, bu da bizim size iyiliğimiz olsun…’ Bizim şehitlerimizin çocuğunun mezarı belli değildir çünkü… Böyle bir psikoloji.

– Erzurum, o dönem Doğu Anadolu’nun en büyük şehirlerinden biri. İşgal, cephe savaşları derken nüfusu 150 binlerden kimi kaynaklara göre 6 bine, kimi kaynaklara göre 8 bine düşüyor. Ve bu nüfus öyle büyük bir katliama maruz kalıyor ki, sadece bizim köyümüz Cinis’de 587 şehidimiz var.

***

Eski Adalet Partisi ve Demokrat Parti Milletvekillerinden Rasim Cinisli, Naci Cinisli’nin amcası. "Bir Devrin Hafızası" kitabında, Kazım Karabekir’in subayı olarak bölgede görev de yapan yazar Şevket Süreyya Aydemir’in kaleminden şöyle naklediyor Cinis’in trajedisini:

– Cinis’te bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar, bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan, köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı.

Cinis köyü karşısında Evreni köyünde, kadın erkek, çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kollar, bacaklar, kafalar, kasap dükkanındaki etler gibi duvarlara, çivilere, çengellere asılmıştı…

Kazım Karabekir, 3. Ordu Komutanlığı’na yolladığı raporunda, hamile kadınların karınları yarılarak kucaklarına verilen bebeklerinden bahisle "engizisyon mezalimine rahmet okutmuşlardır" diye tarif ediyor Ermenilerin işkencelerini.

***

Sözde soykırım iddialarına karşı Türkiye’nin yıllardır savunduğu tez aynıydı:

– Tarihçiler tartışsın.

İYİ Parti’li Cinisli’ye göre "Konunun artık tarihçilere bırakılacak yanı kalmadı. Çünkü zaten tarihi olarak iddiaların gerçeği yansıtmadığı, ‘soykırım’ olmadığı kanıtlandı. Aynı şekilde, konu hukuk alanından da çıktı. Çünkü ‘soykırım’ın olmadığı, uluslararası sözleşmeler, kararlarla belgelendi, tescillendi. Bu anlamda Türkiye’nin boyun eğmesi için hiçbir neden yok. Kaldı ki, biliyorsunuz tehcir edilen Ermenilere maaş bağlanmıştır. Bir süre sonra içlerinden Türkiye’ye dönenler olmuştur. Bir kısmı, bugünkü Ermenistan’a gitmiştir. Katledecek olsa niye maaş bağlasın! Diasporanın birbirine tutunma aracına da dönüşen bu iftiralar artık tamamen psikolojik ve siyasi mücadelenin konusu haline geldi. Keza, bu ithamlarda bulunanlar siyasiler. Bunu Türkiye’nin bambaşka zaaflarından istifade etmek için bir sopa olarak kullanıyorlar.

Üniversitede bilet kazanıp ABD’ye gitmiştim. İstanbul’dan tanıştığım bir Ermeni arkadaşımla buluştum. "Türk yemeklerini özlemişsindir" diyerek beni yanında kaldığı akrabalarının evine davet etti. Ama ekledi: Türkiye konusu açılır da kötü şeyler söylerlerse sakın alınma! Türk yemekleri yiyorlardı. İbrahim Tatlıses, Sezen Aksu, Emel Sayın dinliyorlardı; bundan keyif de alıyorlardı. Türkiye’ye özlem de duyuyorlardı. Ama bir nefretleri vardı. Bizim bu psikolojiyi, şartlanmayı çözerek ilerlememiz lazım…"

***

Hem mezalime uğramış, hem de katillerinden özür dilemeye zorlanan Türklerin psikolojisini, Türk devletinin de hak ve hukukunu gözeterek elbette!

SORU-YORUM

Bülent Arınç’a göre "FETÖ yargılamaları, Ergenekon yargılamalarına benziyor" ise, "Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediğini" mi düşünüyor yine?

LİNK : https://www.yenicaggazetesi.com.tr/benim-dedemin-yasadiklari-ne-olacak-53764yy.htm

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// Mehmet Oğuzhan TULUN : TÜRKİYE ERMENİLERİNİ DİASPORALAŞTIRMA ÇABALARI – IV


Mehmet Oğuzhan TULUN : TÜRKİYE ERMENİLERİNİ DİASPORALAŞTIRMA ÇABALARI – IV

Yorum No : 2020 / 8

13.02.2020

“Türkiye Ermenilerini Diasporalaştırma Çabaları” başlıklı serinin önceki yazılarında, çeşitli örnekler vererek, Türkiye Ermenilerini tutum bakımından Diaspora Ermenileri içindeki Türk karşıtı aşırı unsurlara benzetme çabalarından bahsetmiştik.[1] Bu girişim başlarda Diasporanın aşırı unsurları ve onların yaklaşımlarının destekçisi olan Türkiye’deki bazı yayın organları üzerinden ilerlerken, zaman içerisinde bu girişime Ermenistan da dahil olmuştur. Bu girişimin en yeni örneği ise, 11 Aralık 2019’da yapılan seçimle görevine başlayan Türkiye Ermenileri Patriği (İstanbul Ermeni Patriği) II. Sahak Maşalyan’a yapılan karalama teşebbüsleridir.

Patrik II. Sahak, bahsi geçen aşırı unsurların tepkisini çekmeye daha patrik olarak seçilmeden önce başlamıştı. II. Sahak, 2019 patrik seçimine devlet yetkilileri ile istişare içinde gidilmesini destekleyen Ermeni din görevlilerinden bir tanesiydi ve bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere verdiği cevaplardan bir tanesi şuydu:

“[Patrik seçimine gidiliş şekline karşı çıkanlar] çözümsüzlüğü bize bir çözüm olarak sunuyor. Yıllarca sürecek ve sonucun ne olacağı meçhul bir kaos ve bekleme süresini göze alamayız. Ucu açık soyut bir “hak arama” adına, somut olarak 11 Aralık’ta Patrik seçme hakkımızdan vazgeçemeyiz […] Bu seçimi, elini taşın altına koymuş insanların sağduyusuyla gerçekleştireceğiz. Biz İstanbullu Ermenilerin makus talihi diğer dünya Ermenileri tarafından anlaşılamamak olmuştur. Hep uzaklardan bize nasıl Ermeni olmamız gerektiğini telkin ededururlar. […] İstedikleri olmayınca da bize dersimizi vermeye kalkar, onur, korkaklık ve mertlik nutukları atarlar. Şimdi ise nasıl din adamı olmamız gerektiğini bize öğretmeye kalkıyorlar. Onlardan bizi anlamalarını beklemiyoruz. Bizi biz anlayalım, bu yeter.”[2]

II. Sahak patrik seçilmesinden sonra da yaptığı beyanatlarla aşırı unsurların tepkisini çekmeye devam etmiştir. II. Sahak, ikili ilişkilerde yaşanan sorunları bahane ederek Türkiye’ye karşı misilleme yapmak isteyen yabancı ülke parlamentolarını eleştirmiş ve Türkiye Ermenilerinin Türkiye’ye ve dünyaya bakış açısıyla ilgili görüşlerini paylaşmıştır:

“[…] Kendi örgütlenmemizi sağlayamazsak boğuluruz. Yılda 12 doğuma karşı 26 ölüm gerçekleşiyor. Cemaatimizin sayısı gittikçe azalıyor. Bundan sonra cemaatimizi daha derli toplu hale getirecek bir üst çatının yasal çerçevesi için çalışacağız. Biz bu ülke için değerli bir azınlığız. Devlet katında her zaman değerli olduğumuz söyleniyor. Bu ülkenin sadık vatandaşları olarak Türkiye’ye katkı sunmaya devam edeceğiz. Ancak sorunlarımız varken yok diyemeyiz.”[3]

“Bazı şeyler önemsenmemeli. Parlamentolarda sürekli bir şeyler geçiyor. Bizi ilgilendiren ve doğrudan müdahil olmamızı gerektiren bir şey yok. Türkiye’deki Ermeniler olarak 100 yıl önce bu topraklarda yaşanan acıların başka ülkelerin parlamentolarında stratejik, ekonomik, politik baskı unsuru olarak kullanılmasını bizi üzüyor. Ecdadımıza yöneltilmiş uygunsuz bir durum olarak görüyoruz.

Biz isterdik ki bu topraklarda yaşanan sorun, bu topraklarda yaşayan insanlar tarafından konuşulsun. Özellikle Türkiye ve Ermenistan ilişkileri düzelsin, taraflar konuşabilsin. Taraflar konuşamadığı için üçüncü, dördüncü taraflara, okyanus ötelerine söz söylemek hakkı doğuyor. […] Türkiye’yi sıkıştırmak için ortaya konulan bir ‘Ermeni tezi’ kullanılmış duygusu yaratıyor. Bunun da çok ahlaki olduğunu düşünmüyorum.

[…] Biz Ermeni toplumu olarak Türkiye’ye entegre olmuş insanlarız. Kader birliği yaptık bu ülkeyle. Bu ülkenin bütün unsurlarıyla uyum içinde bir yaşam kurduk. Biz 100 yıl önce yaşananları hatırlayarak unuttuk. Unutarak hatırlıyoruz. Bu İstanbul Ermeni toplumunun bir seçimi. Biz bu ülkede yaşamayı seçtik. Bu bizi diasporadan ve Ermenistan Ermenilerden ayıran bir durum. Biz 1915 travmasını yaşadık ve bir şekilde bu ülkede kalarak tedavi ettik. […]”[4]

II. Sahak yakın zamanda 1915 Olayları sebebiyle yaşanan Türk-Ermeni ihtilafıyla ilgili bir açıklamada bulunmuş ve yine hedef olmuştur:

[1915 Olaylarıyla ilgili tartışmalarda beklentiniz nedir?] Bizim beklediğimiz şey Ermeni halkının kayıpları ve çektiği acılar anlaşılsın. Biz biliyoruz. Yaşadığımız için. Ama bu ülkede bunlar çok iyi bilinmiyor. Bir de bu ülkede azınlıklar kalantor, zengin, mutlu gibi yansıtılıyor. Hiç öyle değil. Bugün de öyle değil, geçmişte de öyle değildi. Bence 24 Nisan’ın geçmişle değil, gelecekler ilgili projeksiyonu olması lazım.

[Biraz açar mısınız?] Hakiki nedenlerin bulunması, geleceğe yönelik bir sigorta niteliği taşıyacaktır. Suriye’de olduğu gibi, dost olarak yaşayan halkların birdenbire birbirlerini boğazlıyor olmalarında büyük bir ders var. Benzer şeyi 1. Dünya Savaşı’nda bütün dünya halkları yaşadı. Milliyetçilik kurdu girdi, herkes kendi ulus-devletini oluşturmak istedi. Ulus-devlet oluşturacaksın da herkes iç içe yaşamış zaten. Öteki uluslara ne yapacaksın?”[5]

Bu beyanatları sebebiyle II. Sahak çirkin sözel saldırılara maruz kalmaktadır. II. Sahak, Diasporanın aşırı unsurları ve onları destekçileri tarafından Ermenilerin çıkarlarını “satmakla” ve Türk devletinin bir “kuklası” gibi davranmakla suçlanmaktadır.[6] Oysa Diaspora temelli histerik tepkiler bir kenara koyulacak olursa, II Sahak’ın sözleri irdelendiği zaman karşımıza çok farklı bir tablo çıkmaktadır. II. Sahak’ın sözleri; onun Türkiye Ermenilerinin karşılaştığı sorunlarının farkında olduğunu ve bunu hem halk ve hem de yetkililerle beraber çözmek istediğini, Türkiye’ye yönelik aidiyet hissettiğini, Türklerin ve Ermenilerin birbirlerini anlamak için diyalog kurmaları gerektiğini ve 1915 Olaylarıyla ilgili ihtilafı üçüncü tarafların kendi çıkarları için alet etmelerinin sakıncalı olduğunu düşündüğünü göstermektedir. Diasporanın aşırı unsurları histerik tepkileriyle II. Sahak ve onun gibi uzlaşmacı düşünenlerin gayretlerine köstek olmaktadırlar.

Bu aşamada Ocak 2007 yılında suikasta kurban giden Türkiye Ermenisi gazeteci Hrant Dink’in, meşhur bir mülakatında sarf ettiği sözlere yer verilmesinde fayda olacaktır:

“Hasta iki toplumuz biz! Türkler ve Ermeniler birbirine yönelik ilişkilerinde… Ermeniler, büyük bir travma yaşıyor, Türklere yönelik… Türkler ise Ermenilere yönelik büyük bir paranoya yaşıyor. İkimiz de klinik vakalarız. […] Kim tedavi edecek bizi? Fransız Senatosunun kararı mı? Amerikan Senatosunun kararı mı? […] Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin! Bunun dışında doktor, ilaç, hekim yok! Diyalog tek reçete […] Bunun dışında bir çözüm yok! […]

Diaspora`ya sesleniyorum, Ermenilere şunun için sesleniyorum: 1915`e takılıp kalmayın! Kendinizi 1915`e bağlamayın! Kendinizi dünyadaki insanların bu soykırımı kabul edip etmemesine zincirlemeyin! Bu tarihsel bir acı mıdır? Biz yaşadık, atalarımız yaşadı. Anadolu`da hoş bir laf vardır ve biz Anadolu insanıyız: “Acıyı onurla sırtlayıp taşımak”. Yaygara yapmadan, patırtıya vermeden, sırtlar taşırsın.

Dünya`ya diyorum ki, dünya insanı: “Senin Ermeni soykırımını tanımış olman veya tanımamış olman benim için beş para etmez!” Ermeniler Türkleri öldürmediler mi? Öldürdüler! 1915`ten sonra, 1918`de Ruslar yeniden gelirken intikam aldılar. İntikam dediğimiz kavram her ne ise lanet ediyorum o kavrama! Oldu bunlar.

Türklere diyorum ki: “Ermeniler niye bu kadar çok ısrar ediyor” diye düşünün, bu sorunun üstünde durun. Biraz bunun üzerine empati yapın. O zaman belki onların bu duruşunda bir onur görebilirsiniz. Ermenilere de diyorum ki: “Türklerin ‘Hayır bu bir soykırım değildir’ sözünün üzerinde de bir onur görmeye çalışın.” […] Nedir o onurlu duruş: “Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım. Soykırım Allah`ın belası bir şey. Benim atalarım böyle bir şey yapamaz, çünkü ben yapmam!” Dolayısıyla burada onurlu bir duruş vardır.”[7]

Hrant Dink’in hastalıklı toplum ve klinik vaka ifadelerine katılmamakla beraber, Dink’in ve II. Sahak’ın beyanatlarından alıntılar yapmamızın sebebi, bu iki kişinin görüşlerinin bazı önemli konularda kesiştiğini göstermektir. Hem Maşalyan hem de Dink; Türk-Ermeni ilişkilerinde samimi diyaloğun gerekliliği, Türkiye ve Diaspora Ermenilerinin tutumlarındaki farklar, 1915 Olaylarıyla ilgili saplantı ve yabancı parlamentoların aldığı soykırım kararlarına duyulan tepki konusunda benzer görüşler ifade etmişlerdir. Ancak Maşalyan bu görüşleri yüzünden sözel saldırıya maruz kalırken; Dink, katledilmesinden bu yana Diaspora destekli pek çok aktörün yücelttiği bir kişi olmuştur. Dahası, bu aktörler Dink’in ismini kullanarak destek toplamış ve Türkiye karşıtı çeşitli söylemler üretmişlerdir.

Yıllar önce Ermeni kökenli bir aydınla Türk-Ermeni ilişkileri konusunda fikir alışverişi yaparken kendisi şu tespitte bulunmuştu:

“Hrant Dink öldürülmeden önce onunla en son sefer vakit geçirdiğimizde, ne kadar popüler olduğumuza, daha doğrusu hiç de popüler olmayışımıza gülüyorduk. Diğer bir deyişle, Hrant Dink konusundaki en büyük ikiyüzlülük ölümünden sonraki gün gerçekleşti. Birden pek çok Ermeni ‘o bizim Hrant’ımız’ demeye başladı, oysa bu insanlar Hrant’tan ve verdiği mesajlardan nefret etmişlerdi.”

Sonuç olarak sorulması gereken soru şudur: Hrant Dink yukarıda değinilen konularda beyan ettiği görüşlerine rağmen Diasporanın aşırı unsurları tarafından yüceltilmeye devam ederken, benzer görüşler beyan etmiş olan II. Sahak Maşalyan’ın hedef alınması nasıl açıklanabilir?

*Fotoğraf: II. Sahak Maşalyan (sağ) ve Hrant Dink (sol)

[1] Mehmet Oğuzhan Tulun, “Türkiye Ermenilerini Diasporalaştırma Çabaları – III,” Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM), Yorum No: 2019/43, 2 Mayıs 2019, https://avim.org.tr/tr/Yorum/TURKIYE-ERMENILERINI-DIASPORALASTIRMA-CABALARI-III

[2] Mehmet Oğuzhan Tulun, “2019 İstanbul Ermeni Patriği Seçimi Talimatnamesi Ve İlgili Tartışmalar,” Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM), Analiz No: 2019/27, 30 Ekim 2019, https://avim.org.tr/tr/Analiz/2019-ISTANBUL-ERMENI-PATRIGI-SECIMI-TALIMATNAMESI-VE-ILGILI-TARTISMALAR

[3] Mehmet Oğuzhan Tulun, “2019 İstanbul Ermeni Patriği Seçimi,” Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM), Analiz No: 2019/36, 18 Aralık 2019, https://avim.org.tr/tr/Analiz/2019-ISTANBUL-ERMENI-PATRIGI-SECIMI

[4] Tulun, “2019 İstanbul Ermeni Patriği Seçimi.”

[5] Savaş Özbey, “82 milyonluk denizde eriyen buzdağı gibiyiz,” Hürriyet, 3 Şubat 2020, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/82-milyonluk-denizde-eriyen-buzdagi-gibiyiz-41436788 ; “Nüfusumuz hızla azalıyor,” Agos, 7 Şubat 2020, s. 7.

[6] Örnek olarak bakınız: Harut Sassounian, “Senate Recognition of Armenian Genocide: Reactions, Next Steps to be Taken,” Asbarez, December 17, 2019, http://asbarez.com/189560/senate-recognition-of-armenian-genocide-reactions-next-steps-to-be-taken/ ; Killian Cogan, “Election of patriarch leaves Turkey’s Armenians without a voice,” Eurasianet, January 30, 2020, https://eurasianet.org/election-of-patriarch-leaves-turkeys-armenians-without-a-voice

[7] “Hrant Dink: Kim tedavi edecek bizi, kim?” Dailymotion (T24 kanalı), 16 Nisan 2018, https://www.dailymotion.com/video/x6hwoa0

ERMENİ SORUNU DOSYASI : 1915’İ RESMEN ‘ERMENİ SOYKIRIMI’ OLARAK TANIYAN ÜLKELER


1915’İ RESMEN ‘ERMENİ SOYKIRIMI’ OLARAK TANIYAN ÜLKELER

Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıyan bir karar ABD Temsilciler Meclisi’nde büyük çoğunluğun desteği ile onaylandı. Demokratların kontrolündeki Temsilciler Meclisi’ne getirilen tasarı 11’e karşı 405 oyla kabul edildi. Karar ile 1915 yılı ile 1923 yılları arasında yaşanan olayların soykırım olarak kabul edilmesi ve bu şekilde anılması isteniyordu. Bu kararın onaylanmasıyla birlikte ilk kez ABD Kongresi’nin bir kanadı 1915’i ‘soykırım’ olarak nitelemiş oldu. umhurbaşkanlığı’ndan ‘Ermeni soykırımı oylamasına’ ilişkin açıklama.

Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıyan 29 ülke bulunuyor.

İşte o ülkeler:

1965 – ‘Soykırım’ olarak tanıyan ilk ülke Uruguay oldu.

1962 – Kıbrıs Parlamentosu

1995 – Rusya Devlet Duması ‘Ermeni Soykrımı’nı kınayan bir açıklama kabul ederek 24 Nisanı Ermeni Soykırımı’nın anma günü olarak kabul etti.

1996 – Kanada

1997 – Lübnan Milli Meclisi

1998 – Belçika Senatosu Türkiye hükümetini ‘Ermeni Soykırımı’ gerçeğini tanımaya çağırdı.

1996 – Yunanistan

2000 – İtalya Parlamentosu

2000 – Vatikan ile Papa II. İoannes Paulus

2001 – Fransa Senatosu

2003 – İsviçre

2004 – Arjantin Senatosu

2004 – Slovakya Parlamentosu

2004 – Hollanda Temsilciler Meclisi

2005 – Venezuela Parlamentosu

2005 – Polonya Parlamentosu

2005 –Litvanya

2007 – Şili Senatosu

2010 – İsveç

2014 – Bolivya Parlamentosu

2015 – Avusturya Parlamentosu

2015 – Lüksemburg Parlamentosu

2015 – Brezilya

2015 – Paraguay Senatosu

2015 – Suriye

2016 – Almanya Bundestagı

2017 – Çek Cumhuriyeti

2019 – Libya geçici hükümeti

LİNK : https://www.birgun.net/haber/1915-i-resmen-ermeni-soykirimi-olarak-taniyan-ulkeler-274441