EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// YILMAZ ÖZDİL : NAVTEx


YILMAZ ÖZDİL : NAVTEx

17 Eylül 2020

Çeşme’deyim.

Sakız’a karşı püfür püfür sabah kahvesi yudumluyorum.

Bir beyefendi yanaştı.

İstanbul’dan ailece tatile gelmişler.

Görüşlerinize katılmıyorum ama sizi her gün okuyorum” dedi.

Ne güzel dedim.

İlla sohbet açma ihtiyacı hissediyordu sanırım işaret parmağıyla Sakız’ı gösterdi “şu 12 adayı almak lazım” dedi.

Bence de şahane olur ama Sakız adası 12 ada’dan biri değil dedim.

Nasıl değil yahu” dedi öfkeyle…

Bir de İzmirli olacaksın hayret yani” diye söylene söylene gitti.

Hem bilmiyor.

Hem bilmediğini bilmiyor.

Hem emin.

Dolayısıyla görüşlerime katılmadığı için memnun oldum.

Cep telefonumu açtım.

Sözcü’nün internet sitesinden haberlere bakıyorum.

Son dakika manşeti var.

Sakız adası için navtex” yazıyor iyi mi!

Tıkladım.

Yeni bir navtex yayınlamışız “Sakız adasının Lozan Antlaşması’yla belirlenen gayri askeri statüsünün ihlal edildiğini” duyurmuşuz.

Yani… Askerden arındırılmış olması gereken Sakız adası’na Yunan askeri yerleştirildiğini tüm dünyaya ilan etmişiz.

E madem sabah sabah Sakız adası bu kadar ağızlara sakız oldu anlatayım o halde ben size Sakız’ın navtexini…

12 ada aslında 12 adet ada değildir.

20’si büyük 150 civarında adadır.

Osmanlı döneminde “12 kişilik ihtiyar heyeti tarafından yönetilen gayrimüslim adalar” manasındadır.

12 diye diye oldu sana 12 ada… Yunanlar bile kendi dillerinde 12 manasına gelen dodeka’yı kullanır bu adalara dodecanese der.

Sakız adası padişahımız efendimiz tarafından elaleme verilen adalarımızdan biridir ama 12 adadan biri değildir.

Kuşadası’nın karşısındaki Sisam da 12 adadan değildir.

Sakız adası uzaktan bakınca küçük görünür ama İstanbul Büyükada’dan 150 misli büyüktür.

Bozcaada’dan 22 misli büyüktür.

Hemen karşısındaki Çeşme’nin dört katıdır.

1566’yla 1912 arasında 346 yıl boyunca bizimdi.

Ertürk Ailesi’nin feribotları teee 1925 yılından beri Sakız adasına insan taşır. Tahtadan kayıklarla başlamışlardı bugün İstanbul Boğazı’nda gördüğünüz modern katamaranlarla çalışıyorlar.

Ertürk feribotuna bin 20 dakikada Sakız’dasın.

İner inmez çarşıda devasa şarküteri var şarabın peynirin salamın filan envai çeşidi satılıyor… Darılmaca yok Türkiye’de zor bulursun bulsan da bu fiyata bulamazsın etiketler gayet makul.

Sakız Türk Lirası’nın geçtiği tek Yunan adasıdır.

Cebinde euro olmasa bile Türk Lirası’yla alışveriş yapabilirsin hoşlanmazlar ama geri çevirmezler.

Her dükkanda kırık dökük Türkçe konuşan biri mutlaka bulunur.

Restoran isimlerini vermeyeyim ançüezi kuskuslu ahtapotu vatos ızgarasını müthiş yaparlar.

Bizde güya “denizden babam çıksa yerim” diye laf vardır ama hikayedir… Mesela bizde vatos çıksın çiçina çıksın kediye bile vermezler çöpe atarlar.

Yunan ise vatosun bile yemeğini yapıyor denizden çıkan her ürünü önce lezzete sonra paraya dönüştürüyor.

Chios beer Sakız birası sadece Sakız’da bulursun.

Süt gibi günlük üretilir günlük tüketilir.

Bira örneğinde olduğu gibi Sakız’ı her alanda markalaştırıyorlar.

Londra Filarmoni Orkestrası’nın çaldığı Sakız senfonisi var mesela.

The Chian Rhapsody.

Sakız adasının müzikal değerlerini yansıtıyor.

Biz Türklerin izi olarak zeybek ezgileri barındırıyor.

Adanın tanıtımı için basmışlar parayı Londra Filarmoni’ye çaldırmışlar. Propaganda işini çok iyi biliyorlar. Yunanistan tee 1918’den beri İngiltere’yi propaganda üssü olarak kullanıyor.

En önemli kilisesi Nea Moni manastırı… Manzarası nefes kesici olduğu için adaya her gelen bu manastıra uğruyor.

Manastırın içinde kafataslarıyla dolu bir oda var.

Camekanlı dolaplar duvarlar her yer kafatası ve kemik.

Üzerindeki levhada “Osmanlılar tarafından hunharca katledildiler” yazıyor!

Sakız’a giden Türk turistler bu manastırı geziyor dilek diliyor mum yakıyor Yunanca levhalarda ne yazdığını anlamadığı için bol bol hatıra fotoğrafı çektiriyor sosyal medya hesaplarında paylaşıyor!

Yunan hem turist olarak paramızı alıyor hem bize katilsiniz diyor hem de reklamını bize yaptırıyor.

Dedim ya propaganda işini çok iyi biliyorlar.

Sakız’da camimiz var.

Mecidiye Camisi.

Sultan Abdülmecid döneminde yaptırıldı.

Minaresini Sakız’ın neredeyse her yerinden görürsün.

2016 yılında “restore edeceğiz” ayaklarıyla kapattılar “temellerinde kilise kalıntıları bulduk meğer camiyi kilisenin üstüne yapmışlar” diye palavra uydurdular şak Bizans müzesi haline getirdiler.

Şimdi utanmadan bize “ibadethaneye saygı” dersi vermeye kalkıyorlar.

Tarihi kütüphane var Korais kütüphanesi Osmanlı’dan kalma ceylan derisiyle kaplı paha biçilmez kitaplar var Sakız Türkleri’nin bütün şecerelerinin bulunduğu muhteşem bir arşiv var Sakız’daki Türk varlığının tüm belgeleri burada korunuyor.

Mastika müzesi var sakız’ın yani çiğnediğimiz damla sakızının müzesi… Benim çocukluğumda Çeşme’nin her yerinde sakız ağacı vardı o güzelim sakız ağaçlarının köküne kezzap döküldü öldürüldü arsaya dönüştürüldü imar çıkartılıp yazlık siteler yapıldı.

Yunan ise hem sakız ağaçlarını fiziki olarak koruyor hem kültürel olarak da korumak için müzesi var. İnsan görünce üzülüyor.

Ege Denizi’nin Çeşme’yle Sakız arasındaki bölümüne Sakız Boğazı deniyor.

Çeşme Çiftlikköy’de domuz çukuru denilen bir bölge var yarımada şeklinde Sakız Boğazı’na uzanır burası Sakız adasına en yakın noktamızdır.

Kaçak mülteciler tam olarak bu noktadan Sakız’a geçmeye çalışıyor.

Yunan sahil güvenlik botları sürekli devriye geziyor mızrak gibi sivri çubuklarla mültecilerin lastik botlarını deliyor batırıyor boğulanları kurtarmıyor.

Çeşme emniyet müdürlüğünün verilerine göre sadece Suriyeliler değil Afgan Angola Eritre Mali Kongo Somali Sri Lanka Senegal neredeyse bütün gariban milletlerin mültecileri burada can veriyor.

Bizim sahil güvenlik denk gelirse kurtuluyorlar yoksa ölüyorlar.

Çiftlikköy’deki domuz çukuru boğulan garibanların kıyıya vuran kıyafetleriyle ayakkabılarıyla dolu… Trajedi müzesi gibi.

Sakız’a ayak basmayı başaran mülteciler Sakız’ın merkezindeki Souda kampına yerleştiriliyordu.

Cezaevi gibiydi.

İnsanlık dışı bir yaşam sürüyorlardı.

Yapılması imkansız kabul edilen efsane haberlere imza atan değerli arkadaşım Korcan Karar 2017 yılında bu dehşet kampına girmeyi başardı.

150’si çocuk 1400 mülteci kalıyordu.

Fotoğrafladı.

Çeşme’ye döndü.

Suyun Öteki Tarafındaki Vatansızlar” adıyla sergiye dönüştürdü.

Alaçatı’da değirmenlerin altındaki meydanda 23 bilboardta sergiledi.

Her fotoğrafın öyküsünü yazdı.

Türk basınında geniş yer verilen bu sergi büyük ses getirdi sınırları aştı Amerikan basınında Avrupa basınında yer buldu.

Korcan’ın sergisinden hemen sonra Yunanistan apar topar Souda kampını kapattı yine Sakız’da ama gözlerden iyice uzak bir bölgesinde yeni kamp alanı oluşturdu.

Bugün o kampta 2500’ün üzerinde mülteci var Avrupa basınının bile girmesine izin vermiyorlar.

(Korcan’ın sülalesi baba tarafından dört kuşak Sakız’dan… Osmanlı döneminde adanın tapu kadastro müdürü Korcan’ın büyük dedesiydi dedesi adanın eczacısıydı Sakız’da şu anda kültür merkezi olarak kullanılan Türk hamamı bile Korcan’ın büyük büyük dedesi dava vekili – avukat Hüseyin İlhami bey tarafından yaptırıldı. )

(Sakız’a damgasını vuran bir başka tanıdığınız isim Everest’e tırmanan ilk Türk değerli arkadaşım Nasuh Mahruki’nin büyük büyük dedesi kaptan-ı derya Ali paşa… Sakız isyanını bastırmak için vuruşurken sancak gemisinde yanarak şehit düştü. “Yanarak ölen” anlamına gelen Mahruki soyadı torunları tarafından şeref mirası olarak benimsendi. )

Sakız’da havalimanı var.

Çiftlikköy’ün tam karşısındaki Karfaz bölgesinde.

Sakız’ın merkezinden yürüyerek bile gidebilirsin o kadar yakın.

İngiltere’den Almanya’dan Fransa’dan charter uçakları geliyor.

Atina’ya yaz-kış günde üç sefer yapılıyor.

(Türkiye’den kaçmaya çalışan fetocuların özellikle Sakız’a geçmeye çalışmasının temel sebeplerinden biri bu havalimanı… Sakız’a geçebilirse pasaportunda vizesi varsa Avrupa’nın tamamına tüyebiliyor. )

Havalimanının hemen yanında elektrik santralı var.

Adanın bütün elektriğini burası veriyor mazotla çalışıyor.

Bacaları kırmızı-beyaz!

Muhtemelen bu yazıdan sonra başka renge boyarlar…

Çünkü adaya dikilmiş Türk Bayrağı gibi durur.

Çeşme’ye obüsü kur bu santralı vur ada komaya girer.

Zahmet edip çıkarma yapmamıza bile gerek kalmaz.

Sakız’ın uydusu gibi hemen yanıbaşında küçücük Koyun adası var.

Bize ait Eşek adasının hemen karşısında yeralıyor.

Bizim Eşek adası bomboş sadece eşekler var.

Koyun adasında ise yat kaptanı ve yat personeli yetiştiren Avrupa’nın en önemli denizcilik okullarından biri var.

Bu küçücük toprak parçasını bile okul kurarak değerli hale getirmişler.

Bu okuldan mega yatlara kaptan yetiştiriliyor.

Bu nedenle dünyanın en zenginlerinin Arapların Rusların Amerikalıların dev boyutlu yatlarında genellikle Yunan personel çalışıyor.

Yazının burasına kadar yedik içtik müzik dinledik gezdik şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere…

Sakız’ın tam merkezinde restoranların otellerin hemen arkasında kışla var!

Kışlada beş bin piyade var.

Normalde asayişi sağlamak için en fazla jandarma olması lazım ama bunlar silahlı piyade.

Bu kışlanın daha büyüğü Sakız’ın silüetini oluşturan 1297 metre yüksekliğindeki Pelineo Dağları’nın eteklerinde yeralıyor.

Sakız’da en az 15 bin asker var!

Gizli saklı değil.

Sakız’da herhangi bir restorana veya kafeye otur bu kışlalara giden gelen askeri araçları günün her saatinde görürsün.

20 senedir kafede oturanlar bile görüyor…

Bizim sayın hükümetimiz anca görüyor anca navtex yayınlıyor!

Sakız’ın kordonuna otur…

Sadece Yunan savaş gemileri değil NATO’ya bağlı savaş gemileri parkeder Fransız savaş gemisi Portekiz savaş gemisi Alman savaş gemisi İspanyol savaş gemisi vızır vızırdır.

Biz navtex yayınlayarak güya deşifre ediyoruz…

Halbuki Sakız’daki Yunan askeri varlığını sağır sultan bile biliyor.

Uzaydan görüntü almana filan gerek yok.

Sakız’ın kordonuna otur… Yunan sahil güvenlik botlarının SAT komandolarıyla dolu olduğunu kabak gibi görürsün.

Sakız’a Yunan yolcu gemileriyle asker taşınıyor.

Üstelik… Atina’dan Sakız başta olmak üzere bütün Yunan adalarına çalışan feribotların neredeyse bütün personeli emekli ordu mensuplarıdır kamarotlar bile istihbarat personelidir.

Milli İstihbarat Teşkilatımız Sakız’ı avucunun içi gibi bilir.

Sakız’a değil asker göçmen kuş bile gelse MİT’in haberi olur.

E hal böyleyken sayın hükümetimizin Sakız’a asker yığdıklarını sanki ilk defa duymuş gibi navtex yayınlaması bunun “son dakika haberi” olarak sunulması… Hazindir desem olmaz komiktir desem hiç olmaz en iyisi susayım Sakız’a karşı kahvemi yudumlamaya devam edeyim bari.

LİNK : https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/navtex-6041398/

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// Ergun Mengi : Meis Adası’nın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) ve Civarındaki Adaların Egemenlik Hakları


Ergun Mengi : Meis Adası’nın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) ve Civarındaki Adaların Egemenlik Hakları

02 Eylül 2020

Doğu Ege Adaları ve Meis Adası dahil 12 Adalar, İtalya ve Balkan Harpleri (1911-1913) sonunda Osmanlı Devleti yenilmiştir.

Bu nedenle, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması[i], 4 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması[ii] ve 03 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet Kararı ile Yunanistan’a verilmiştir. Müteakiben I.Dünya Harbinde Osmanlı İmparatorluğunun yenik sayılmasıyla İtalyan işgali altında olan 12 Adalar İtalya’ya geçmiştir.

Türkiye’nin Kuruluş Antlaşması olan, Lozan Barış Antlaşmasının (1923) 6, 12[iii], 15 ve 16[iv]’ncı maddelerinde Türkiye’nin sınırları çizilirken Osmanlı ile yapılan bu antlaşmalar tekrar vurgulanmıştır.

II.Dünya Savaşında İtalya’nın yenilmesi üzerine 10 Şubat 1947 tarihli Paris Barış Antlaşmasıyla İtalya’ya verilen Meis ve 12 Adalar Yunanistan’a devredilmiştir.

Türkiye, egemenlik devrinin ancak açıkça belirtilen sınır çizgisi-taşları (Lozan Md.9,10,11)[v], denizde ise adaların ismen belirtilerek yapılabileceğini, Lozan ve Paris Antlaşmalarının da bu şekilde yazıldığını ifade etmektedir. Lozan’da, ismi sayılamayan ada ve adacıkların egemenlikleri ise Antlaşmanın 6. ve 12. Maddelerinde tarif edilerek belirlenmiştir. Lozan Antlaşmasının 6.Maddesinde[vi] “…, sahil devletinin, kıyısına 3 milden daha yakın bulunan ada ve adacıkları içine alacağı” ve 12. Maddesinde ise “…, Asya kıyısından üç deniz milinden az uzaklıkta bulunan adaların Türk egemenliğinde kalacağı” belirtilmektedir.

Meis adasının egemenliğini 1947 Paris Antlaşmasıyla alan Yunanistan, Meis’in batısındaki, Anadolu kıyılarına 3 mil uzaklıkta bulunan, Kara Ada (Nisis Ro) ve doğusundaki, Anadolu kıyısına 1.8 mil mesafede, İpsili Adası’nı (Vrak. Strongili) gasp etmiştir. Bu adalar Lozan Md.12 gereğince Asya sahillerinin 3 mili içinde olup Türkiye’ye aittir. Bu adaları, Meis’in de 3 mili içinde diyerek, 6. Maddeye sokulmaya çalışılması antlaşmanın ruhuna aykırıdır.

Her ne kadar adaların kıta sahanlığı ve MEB hakları olsa da, hakça paylaşım ilkesinde “kara deniz hakimdir” prensibi esastır. Ana kara önündeki bir başka ada, ana karanın önünü kapatamaz ve haklarını gasp edemez. Bu konuda, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemelerinin yanlış tarafta olan adalarla ilgili kararları vardır. Bu mahkemeler özet olarak, 1977 Birleşik Krallık (BK)- Fransa Davası olup, Fransa Kıyılarına yakın BK’ya ait Jersey adaları, 1984; ABD-Kanada Maine Körfezi, 1992; Kanada- Fransa St.Miquelon adaları, 1993; Danimarka-Norveç Jan Mayen Adası davasında, yanlış tarafta bulunan adalara ya sadece karasuları kadar veya kısıtlanmış bir deniz yetki alanı tanımlanmıştır. Bu nedenle Meis’in Türkiye’nin uzun kıyı şeridini gasp ederek MEB iddiası geçerli değildir. Dünyanın pek çok yerinde, neredeyse savaşa sebep verecek, benzer sorunlar bulunmaktadır[i].

İleride benzeri bir Uluslararası Hakem Mahkemesine gidilmesi durumunda adalardaki devlet uygulamaları önem kazanmaktadır. Bu nedenle, haksızlığının farkında olan Yunanistan, anılan adalarda fener inşa etmekte, kuş göç yolları gözetleme kuleleri dikmekte, dini şapeller inşa ederek üst düzey ziyaretler yapmaktadır[ii].

Bu uygulamaların ileride egemenlik hakkına gerekçe olarak gündeme getirileceği aşikârdır. Türkiye, Yunanistan’ın bu uygulamalarının benzerini icra etmese de en azından, protesto ederek kayıtlara geçirmeli ve haklılığını uluslararası platformlarda dile getirmelidir.

Sonuç

Ege’deki ve Meis’in iki yanındaki anılan adaların egemenlik hakları öncelikle saptanmalı ve ondan sonra Ege ve Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin sorunlar ele alınmalıdır.

KAYNAKÇA

Ali Kurumahmut, (yayına hazırlayan) Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar, Türk tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998.

Ayhan Yıldızel, Marine Deal Denizcilik ve Ekonomi Gazetesi, Eylül 2020, Sayı 153, ss.28-29

Başeren, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Dz.Tarih Araştırmalar Vakfı, Ankara, 2006, s.185.

Başeren, Sertaç Hami, “Kıta Sahanlığı: Doğal Uzantı ve Mesafe İlkesi İlişkileri”, Dış Politika Dergisi, C.VI, 1995.

Başeren, Sertaç Hami, Kurumahmut Ali, Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Adalar, Ankara Üniversitesi basımevi, Ankara, 2003.

Apatay, Çetinkaya, Ege’de Olup Bitenler, Dz.K. İkmal Grup Komutanlığı Basımevi, İstanbul, 2006.

Denk, Erdem, Egemenliği Tartışmalı Adalar: Karşılaştırmalı Bir Çalışma (Kardak Kayalıkları ve Spratly ve Senkaku/Diaouyu Adaları Örnekleri), Ankara 1999.

İnan Yüksel, Başeren, Sertaç Hami, Status of Kardak Rocks-Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara 1997.

Nikos Kurios, Aigaıo İ Makrohronia Diamahi Kaı O Roles Tou Amerikanon, (Ege’de uzun Soluklu çatışma ve Amerikalıların Rolü) Libani yayınları, Atina, 2009.

Pazarcı Hüseyin, “Ege denizindeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü”, Türk-Yunan Uyuşmazlığı, derleyen Vaner, S., Ankara 1990, s.118.

Syrigos, Angelos M., The Status of the Aegean Sea According to International Law, Sakkoulas/Bruylant,1998.

[i] Ayhan Yıldızel, Marine Deal Denizcilik ve Ekonomi Gazetesi, Eylül 2020, Sayı 153, ss.28-29

[ii]

[i] Londra Antlaşması, 30 Mayıs 1913, I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti’nin batı sınırı MidyeEnez hattı olacaktır. Selanik, Güney Makedonya ve Girit, Yunanistan‘a verilecektir. Orta ve Kuzey Makedonya, Sırbistan‘a bırakılacaktır. Ege Adaları‘nın geleceğinin saptanması büyük devletlere bırakılacaktır.

[ii] Londra Antlaşması, Md.4 Girit Adası Yunanistan’a bırakılacak, Md.5. Ege Denizinde Girit Adası dışında kalan adaların kime ait olacağını tespitini, Büyük Devletler kararına bırakılacak.

[iii] Lozan Antlaşması, Madde 12 . İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

[iv] Lozan Antlaşması, Md.15, Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer: Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası

[v] Madde 9-İlgili Devletler Komisyonca konulmuş olan nirengi noktalarını, işaretlerini, direk ya da sınır işaretlerini korumağı yükümlenirler; Madde 10-Sınır işaretleri birbirinden gözle görülebilecek uzaklıklara yerleştirilecektir. Bunlara numara konulacak, bulundukları yerler ve numaraları bir harita üzerinde belirtilecektir; Madde 11-Sınırlamaya ilişkin kesin tutanaklar ve ek haritaları ile belgelerin asılları üç örnek olarak düzenlenecektir. Bunlardan ikisi ortak sınıra sahip devletler hükümetlerine verilecek ve üçüncü örneği ise, işbu Aııdlaşmayı imza eden devletlere onaylanmış birer örneğini sunacak olan, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine gönderilecektir.

[vi] Lozan Ant. Md.6…..İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// Ergun Mengi : Meis Adası’nın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) ve Civarındaki Adaların Egemenlik Hakları


Ergun Mengi : Meis Adası’nın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) ve Civarındaki Adaların Egemenlik Hakları

02 Eylül 2020

Doğu Ege Adaları ve Meis Adası dahil 12 Adalar, İtalya ve Balkan Harpleri (1911-1913) sonunda Osmanlı Devleti yenilmiştir.

Bu nedenle, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması[i], 4 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması[ii] ve 03 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet Kararı ile Yunanistan’a verilmiştir. Müteakiben I.Dünya Harbinde Osmanlı İmparatorluğunun yenik sayılmasıyla İtalyan işgali altında olan 12 Adalar İtalya’ya geçmiştir.

Türkiye’nin Kuruluş Antlaşması olan, Lozan Barış Antlaşmasının (1923) 6, 12[iii], 15 ve 16[iv]’ncı maddelerinde Türkiye’nin sınırları çizilirken Osmanlı ile yapılan bu antlaşmalar tekrar vurgulanmıştır.

II.Dünya Savaşında İtalya’nın yenilmesi üzerine 10 Şubat 1947 tarihli Paris Barış Antlaşmasıyla İtalya’ya verilen Meis ve 12 Adalar Yunanistan’a devredilmiştir.

Türkiye, egemenlik devrinin ancak açıkça belirtilen sınır çizgisi-taşları (Lozan Md.9,10,11)[v], denizde ise adaların ismen belirtilerek yapılabileceğini, Lozan ve Paris Antlaşmalarının da bu şekilde yazıldığını ifade etmektedir. Lozan’da, ismi sayılamayan ada ve adacıkların egemenlikleri ise Antlaşmanın 6. ve 12. Maddelerinde tarif edilerek belirlenmiştir. Lozan Antlaşmasının 6.Maddesinde[vi] “…, sahil devletinin, kıyısına 3 milden daha yakın bulunan ada ve adacıkları içine alacağı” ve 12. Maddesinde ise “…, Asya kıyısından üç deniz milinden az uzaklıkta bulunan adaların Türk egemenliğinde kalacağı” belirtilmektedir.

Meis adasının egemenliğini 1947 Paris Antlaşmasıyla alan Yunanistan, Meis’in batısındaki, Anadolu kıyılarına 3 mil uzaklıkta bulunan, Kara Ada (Nisis Ro) ve doğusundaki, Anadolu kıyısına 1.8 mil mesafede, İpsili Adası’nı (Vrak. Strongili) gasp etmiştir. Bu adalar Lozan Md.12 gereğince Asya sahillerinin 3 mili içinde olup Türkiye’ye aittir. Bu adaları, Meis’in de 3 mili içinde diyerek, 6. Maddeye sokulmaya çalışılması antlaşmanın ruhuna aykırıdır.

Her ne kadar adaların kıta sahanlığı ve MEB hakları olsa da, hakça paylaşım ilkesinde “kara deniz hakimdir” prensibi esastır. Ana kara önündeki bir başka ada, ana karanın önünü kapatamaz ve haklarını gasp edemez. Bu konuda, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemelerinin yanlış tarafta olan adalarla ilgili kararları vardır. Bu mahkemeler özet olarak, 1977 Birleşik Krallık (BK)- Fransa Davası olup, Fransa Kıyılarına yakın BK’ya ait Jersey adaları, 1984; ABD-Kanada Maine Körfezi, 1992; Kanada- Fransa St.Miquelon adaları, 1993; Danimarka-Norveç Jan Mayen Adası davasında, yanlış tarafta bulunan adalara ya sadece karasuları kadar veya kısıtlanmış bir deniz yetki alanı tanımlanmıştır. Bu nedenle Meis’in Türkiye’nin uzun kıyı şeridini gasp ederek MEB iddiası geçerli değildir. Dünyanın pek çok yerinde, neredeyse savaşa sebep verecek, benzer sorunlar bulunmaktadır[i].

İleride benzeri bir Uluslararası Hakem Mahkemesine gidilmesi durumunda adalardaki devlet uygulamaları önem kazanmaktadır. Bu nedenle, haksızlığının farkında olan Yunanistan, anılan adalarda fener inşa etmekte, kuş göç yolları gözetleme kuleleri dikmekte, dini şapeller inşa ederek üst düzey ziyaretler yapmaktadır[ii].

Bu uygulamaların ileride egemenlik hakkına gerekçe olarak gündeme getirileceği aşikârdır. Türkiye, Yunanistan’ın bu uygulamalarının benzerini icra etmese de en azından, protesto ederek kayıtlara geçirmeli ve haklılığını uluslararası platformlarda dile getirmelidir.

Sonuç

Ege’deki ve Meis’in iki yanındaki anılan adaların egemenlik hakları öncelikle saptanmalı ve ondan sonra Ege ve Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin sorunlar ele alınmalıdır.

KAYNAKÇA

Ali Kurumahmut, (yayına hazırlayan) Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar, Türk tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998.

Ayhan Yıldızel, Marine Deal Denizcilik ve Ekonomi Gazetesi, Eylül 2020, Sayı 153, ss.28-29

Başeren, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Dz.Tarih Araştırmalar Vakfı, Ankara, 2006, s.185.

Başeren, Sertaç Hami, “Kıta Sahanlığı: Doğal Uzantı ve Mesafe İlkesi İlişkileri”, Dış Politika Dergisi, C.VI, 1995.

Başeren, Sertaç Hami, Kurumahmut Ali, Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Adalar, Ankara Üniversitesi basımevi, Ankara, 2003.

Apatay, Çetinkaya, Ege’de Olup Bitenler, Dz.K. İkmal Grup Komutanlığı Basımevi, İstanbul, 2006.

Denk, Erdem, Egemenliği Tartışmalı Adalar: Karşılaştırmalı Bir Çalışma (Kardak Kayalıkları ve Spratly ve Senkaku/Diaouyu Adaları Örnekleri), Ankara 1999.

İnan Yüksel, Başeren, Sertaç Hami, Status of Kardak Rocks-Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara 1997.

Nikos Kurios, Aigaıo İ Makrohronia Diamahi Kaı O Roles Tou Amerikanon, (Ege’de uzun Soluklu çatışma ve Amerikalıların Rolü) Libani yayınları, Atina, 2009.

Pazarcı Hüseyin, “Ege denizindeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü”, Türk-Yunan Uyuşmazlığı, derleyen Vaner, S., Ankara 1990, s.118.

Syrigos, Angelos M., The Status of the Aegean Sea According to International Law, Sakkoulas/Bruylant,1998.

[i] Ayhan Yıldızel, Marine Deal Denizcilik ve Ekonomi Gazetesi, Eylül 2020, Sayı 153, ss.28-29

[ii]

[i] Londra Antlaşması, 30 Mayıs 1913, I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti’nin batı sınırı MidyeEnez hattı olacaktır. Selanik, Güney Makedonya ve Girit, Yunanistan‘a verilecektir. Orta ve Kuzey Makedonya, Sırbistan‘a bırakılacaktır. Ege Adaları‘nın geleceğinin saptanması büyük devletlere bırakılacaktır.

[ii] Londra Antlaşması, Md.4 Girit Adası Yunanistan’a bırakılacak, Md.5. Ege Denizinde Girit Adası dışında kalan adaların kime ait olacağını tespitini, Büyük Devletler kararına bırakılacak.

[iii] Lozan Antlaşması, Madde 12 . İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

[iv] Lozan Antlaşması, Md.15, Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer: Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası

[v] Madde 9-İlgili Devletler Komisyonca konulmuş olan nirengi noktalarını, işaretlerini, direk ya da sınır işaretlerini korumağı yükümlenirler; Madde 10-Sınır işaretleri birbirinden gözle görülebilecek uzaklıklara yerleştirilecektir. Bunlara numara konulacak, bulundukları yerler ve numaraları bir harita üzerinde belirtilecektir; Madde 11-Sınırlamaya ilişkin kesin tutanaklar ve ek haritaları ile belgelerin asılları üç örnek olarak düzenlenecektir. Bunlardan ikisi ortak sınıra sahip devletler hükümetlerine verilecek ve üçüncü örneği ise, işbu Aııdlaşmayı imza eden devletlere onaylanmış birer örneğini sunacak olan, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine gönderilecektir.

[vi] Lozan Ant. Md.6…..İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.

TSK DOSYASI : Bir devre arkadaşı yazmış… Teğmen Harun Kılınç


Bir devre arkadaşı yazmış…

DAĞ II’yi ithaf ettiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri. Ancak açılışta üç örnek askerden bahsediyoruz onlara da ithaf ediyoruz. Bunlardan biri Teğmen Harun Kılınç.

1992 yılı kışıydı. Şubat veya Mart gibi yine güneydoğuya gitmişlerdi Kayseri’den. Harun Teğmen 1nci taburla Kösreli bölgesine yerleşti. Cudi dağı orta güneyi Tuşimiya deresi çıkışı tarafı en iyi dostuyla beraber tugay karargahı ile beraber Görümlü’deydi. Diğer 2 tabur da Cudi kuzeyinde konuşlanmıştı. Kıştan çıkılıyor görüntü ve operasyonlar artıyordu. O dönemler ‘alan hakimiyeti’ denen bir kavram ile kritik tepeler sürekli tutularak operasyonlar yapılırdı. 1nci tabur bu kapsamda Cudi’ye ve Tuşimiya deresine daha yakın hakim olan Dijivar ve Tengesif tepelerini tutmaya başlamıştı. Bu görev rotasyon ile yapılıyordu.

2nci veya 3 üncü rotasyon başlangıcında sabaha karşı nasıl olsa değişim olacak diye toparlanıp üst bölgesine hazırlanan askerler gözetlemeyi bir anlığına ihmal edince o günkü yoğun sisten faydalanan teroristler saldırdılar. Bir kaç mevziye girdiler. Sis ve tertipsiz yakalan birlik kontrolü kaybetti tepede. Değiştirmeye gelen birlik Dijivar tepe yerine boyun noktası ile oraya bağlanan ortasında bir ağaç olan boyun noktasının diğer tarafındaki Tengesif tepeye konuşlandı birlik komutanın emri ile. Harun Teğmen durumdan rahatsız olup insiyatifi eline alıp ideal bir subay gibi olaya müdahale etmek üzere boyun noktasından teroristlerin olduğu tepeye doğru ilerledi. Yanında habercisi ile birlikte Dijivar’dan gelen "sıyrılan geri çekilen" askerleri derlemeye ve durumu anlamaya çalışırken yaralandı.

Ağacı mevzi yaptı ve teması devam ettirdi. Çatışma devam ederken tereddütsüz ve bilinçli olarak kendini görevi için hiçe saydı.

En iyi dostu helikopter pisti başında oraya takviye olarak atılmak üzere bekledi. O da teğmendi. Dostu tepedeki sisi olduğu yerden görebiliyordu. Ama helikopterler kalkamadı. Hava şartlarının aksiliğinden Kobra destek veremedi. Dostlarına hava şartları engel oldu.

Harun Teğmen aldırmadı buna. Şehit olana dek çatıştı. Timini korumak adına onu yalnız bırakmayan habercisi ile beraber mevzilerine girilmiş sisli Dijivar tepeye doğru yalnız gitti ve dönmedi.

Kösreli’deki taburdan ve yakındaki timden giden destek ile şehidimiz bizde kaldı. Ve Elbistan Afşin’e defnedildi. Onun sayesinde kendi kadar genç olan ama daha tecrübesiz askerler kurtuldu genç bir subay olarak liderin en önde olacağını kanıtladı.

DAĞ II’yi çekerken ailesi bize destek oldu. Sağolsunlar her türlü ilgi ve samimiyeti verdiler. Emekli polis olan kızkardeşi ricam üzerine bir sahnemizde bile oynadı. Hanımefendinin Harun Teğmen’e tıpatıp benzeyen bir oğlu var.

Harun Teğmeni mülakat yaptığım o yakın dostu DAĞ II’nin birikim kaynaklarından biri emekli Bordo Bereli Albayımız bana sorduğumda şöyle anlatmıştı:

"Bizim devre 89 mezunu ve 90 yılında kıtaya çıktık. Hava İndirme Tugayı Kayseri. Halk arasında paraşütçü komando. O dönemler mart gibi güneydoğuya gidilir aralık gibi dönülürdü. Ve tayinin Kayseri gözükürdü. Harun kıtaya çıkar çıkmaz gitmişti güney doğuya. Onun katıldığı tabur o sene kışı bölgede geçirmişti. Çok güçlüydü 3 kişi bileğini bükemezdik. Esmer güçlü yeşil gözlü sağlam karakterli bir adamdı. Çok okuyan ve her zaman haklının ve ezilenin yanındaydı. "

Özel Kuvvetlerde senelerce görev yapan bu yakın dostu o günleri ve Harun Teğmen’in bir asker olarak üstünlüğünü daha dün gibi hatırlıyor.

Ruhun şad olsun şehit Teğmen Harun Kılınç. Unutmadık. Unutturmayacağız.

TSK DOSYASI : ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…


ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…

Sosyal medyadan, ülkemizdeki ileri demokrasi nedeniyle anonim kalmasını istediğim bir emekli subaya aittir.

Yazım özneleri askerler olunca bazı arkadaşlara sıkıcı gelebilir ancak ana fikri kurumlar arası koordinasyonun liyakatin mesleki ve insani birçok değerin hiçe sayılarak ülkenin nasıl yönetildiğinin daha doğrusu yönetilemediğinin bir özeti aslında.

Medya ve basında son yüksek askeri şura kararları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığından altı yüz Albay rütbesindeki personelin kadrosuzluk nedeniyle emekli edildiği bilgisi yer aldı. Emekli bir subay olarak yaptığım bire bir görüşmelerden de kadrosuzluk nedeniyle basında yer alan rakamlara yakın sayıda Albayın emekli edildiği bilgisine ulaştım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fetö terör örgütü ile irtibatlı yaklaşık dört bin subayın ihraç edildiği Kara Kuvvetleri Komutanlığında personel eksikliği yaşanırken emekliliklerin kadrosuzluğa dayandırılması bana biraz manidar geldi.

Emeklilikleri atamalar ile birlikte değerlendirdiğimde ilginç olduğu kadar düşündürücü bir tablo ortaya çıkıyor. Kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilen bir kısım personelin bir buçuk ay önce yapılan atamalarla yeni görev yerlerine katıldığını da biliyoruz.

Kara Kuvvetleri Komutanlığında en önemli görev yerlerinden birisi olan Alay Komutanlığına atanan ve bir gün önce sancak devir teslim töreni ile Alay Sancağını teslim alan bir Alay Komutanının emekli edilme gerekçesi ne olabilir?

Kritik bir görev yerinden seçilerek başka bir kritik görev yeri olan Bölge Başkanlığına atanan albayın emekliye sevk edilmesinin mantığı var mıdır?

Atamalarda Kıbrıs’a atanarak görev yerlerine katılan ve son şura kararları ile emekliye sevk edilen Albaylar nedeniyle oluşan kamu zararı için ne söylenebilir?

Sicil sıralamasında kendilerinden sonrakiler göreve devam ettirilirken devrelerinin ilk sıralarında yer alan Albayların emekli edilmesinde hangi kriterler dikkate alınmıştır?

Kişisel olarak incelendiğinde buna benzer kişileri rencide edici birçok örneği vermek mümkün. Bunun yanı sıra atama gören personelden eşlerinin atamasını yaptıran evini kiralayan eşyalarını taşıtan ücretlerini ödeyerek özel okula çocuklarının kayıtlarını yaptıranların mağduriyetleri vicdanları ne kadar yaralamıştır merak ediyorum.

İşin daha enteresan tarafı ise emekliye sevk edilen kişilerin yaklaşık yarısı normal şartlarda çalışma süreleri nedeniyle değerlendirmeye alınmaması gereken yani normal şartlar altında emekli edilmemesi gerekenlerden oluşuyor. Diğer bir ifadeyle yirmi sekiz çalışma yılını doldurmayan dolayısıyla süre uzatma değerlendirmesine girmemesi gereken yaklaşık üç yüz Albay kadrosuzluk nedeniyle emekli edilmiş. Söz konusu personelin kaldıkları bu muamele karşısında neler hissedebileceği ailesine ve çevresindekilere bunu nasıl izah edeceği hiç akıllara gelmiş midir acaba. Ne hissediyorlar bilemiyorum ama bu zamanda ve bu şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) kadrosuzluk gerekçesiyle emekliye sevk edilmek bu arkadaşlarımız için bir ONUR ve GURUR vesilesidir diye düşünüyorum.

Taşları yerinden oynatılmış bir orduda personel arasındaki ilişkilerin nasıl olacağını tahmin edebiliyor musunuz. Emekli edilenlerin göreve devam edenler hakkında (Hangi cemaate üyeler acaba) veya göreve devam edenlerin emekliler hakkında (Fetöcümüy dü acaba) neler düşündüğünü veya hissettiğini söylemeye gerek var mı. Kader birliği yapan insanların oluşturduğu bir orduda personelin birbirlerine şüphe ile bakması kabul edilebilir mi. Çalışanlar arasında önümüzdeki yıl yarbay binbaşı ve astsubaylar da kadrosuzluk nedeniyle emekli edilecekmiş söylentisi almış başını gidiyor. Çalıştığı kurumda geleceği hakkında endişeleri olan insanlardan görevleri gereği gerektiğinde ölmelerini beklemek ve istemek gibi bir hakkınız olabilir mi?

TSK subay kadrolarının sınıf ve rütbelere göre belirlenerek buna göre personel temini ve yetiştirilmesi teknik bir konudur. Daha önceki yıllarda günün görev ihtiyaçları dikkate alınarak planlamaların aksine uygulamalar yapılmışsa da personelin sistem içinde kullanılması sağlanarak mağduriyetlerin asgari seviyede olması hep ön planda tutulmuştur. Bu uygulamada ise akla zarar mağduriyetlerin yanı sıra ödenen harcırahlar nedeniyle kamu zararı da söz konusudur. Bu konuların haksız yere emekliye sevk edilerek mağduriyet yaşayan personel tarafından yargıya taşınması gerektiğine inanıyorum.

Şahit olunan uygulamalar bize Kara Kuvvetleri Komutanlığının görev ihtiyaçları ile hareket ederken Milli Savunma Bakanlığının ise bilmediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz siyasi ve ideolojik düşüncelerle hareket ettiğini gösteriyor. Yanılıyor olabilirim ama birimler arasındaki dikkat çekici farklı hatta birbirine tamamen zıt uygulamalar TSK personelinin MSB’lığı içindeki bir birim vasıtasıyla değerlendirilerek eski personelin zaman içinde tasfiye edildiği izlenimini veriyor bana. Bir şekilde zamanında az veya çok Fetö terör örgütü bu ile iltisaklı ve irtibatlı olduğu tespit edilen ancak haklarında yasal işlem yapılamayan personelin tasfiye edilmesi makul görülebilir ki bu durumdaki personel kadrosuzluk nedeniyle emekli edilenler içinde öğrenebildiğim kadarıyla dikkate alınmayacak sayıdadır. Bu da kadrosuzluktan emekliliklerin terör örgütü şüphesi ile değil ağırlıklı olarak başka gerekçelerle yapıldığının en açık bir göstergesidir.

Başta Akit gazetesi olmak üzere yandaş basın ve medyada son günlerde tabur ve daha üst birlik ve karargahlarda imam/din işleri subayı görevlendirilmesi konusu gündeme getirilmeye başlandı. Yine sosyal medyada bu teşkilatlanma ile ilgili kanuna dair bir metin dolaşıyor. (Yazım hataları nedeniyle bu belgenin doğru olduğunu düşünmemekle birlikte yakın zamanda çıkarılacağına da inanıyorum. ) Halen geçerli midir bilmiyorum ama TSK’da ihtiyaca binaen yeni bir kadro açılacağı zaman kadro tavanını aşmamak gerekçesiyle başka sınıflara ait kadrolardan tasarruf edilir. Halen bu uygulama geçerli ise tasfiye şeklindeki emekliliklerin bu konuyla ilgili olabileceğini imam ve din işleri subayları için kadro oluşturma hazırlığı olabileceğini düşünüyorum. (Görevde olduğum yıllarda belli seviyenin üstündeki karargahlarda seferde atama yapılacak şekilde Din İşleri Subayı kadrosunun olduğunu da belirtmek isterim. )

Askeri öğrencilik dâhil otuz yedi yıl hizmet ettiğim TSK’de dine saygısızlık yapıldığını dini vecibelerini yerine getiren dindar personele farklı davranıldığına şahit olmadım. Büyüklüğüne bağlı olarak hemen hemen her birliğinde cami veya mescit bulunan ramazan aylarında sahur ve iftar yemeklerinin özellikle düzenli bir şekilde yenmesi için çaba gösterilen her yemekte Tanrı’nın adı zikredilerek yemek duası okunan eğitim yılı açılışlarında kazasız ve belasız bir eğitim yılı olması nedeniyle birçok birliğinde kurban kesilen dini bayramlaşmaların aksatılmadan yapılması için her türlü tedbiri alan bir TSK’den bahsediyorum. Komutanlık Bölge Başkanlığı görevlerim dâhil çalıştığım yıllarda böyle bir kadro ve personeline hiç ihtiyaç duymadım. Bugün de ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Ama iktidarın yapmak istedikleri ve TSK’ni getirmek istedikleri noktayı düşünerek gerçekten üzülüyorum.

Geçen günlerde liglerden küme düşmenin kaldırılması ile ilgili yaptığım bir paylaşımımı memleketin çivileri çıkmış sonumuz hayırlı olur inşallah şeklinde sonlandırmıştım. Gerçekten içinde bulunduğumuz durum bu. Hatta ortada yerinden çıkacak çivi bile kalmamış dense yeridir. Çivileri çıkmış bir yapının altında kalmamız umarım an meselesi değildir.

DOĞAL AFETLER DOSYASI /// Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ : Giresun’da Yaşanan Sel Felaketi İnsan Aklını Yaratığı Eserlerin Bir Sonucudur


Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ : Giresun’da Yaşanan Sel Felaketi İnsan Aklını Yaratığı Eserlerin Bir Sonucudur

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi, iortas

Giresun’a geçmiş olsun. Yaşanan sel felaketinde yaşamını yitiren, yaralı olan ve kayıp olan yurttaşlar var Kent ve bölgede ciddi maddi ve manevi zararın olduğu ekranlara yansıyor. Neredeyse şehrin silueti değişmiş. İnsanların yalnız malı mülkünü değil kim bilir hangi başka özele eşyaları, anıları ve değerleri sel ile birlikte Karadeniz’in soğuk sularına aktı gitti.

Görüntülere çok yabancı değiliz, Daha önceden Rize, Artvin, Hopa, Trabzon’da benzeri doğanın normal akışına karşı yapılan yapılanmada gördüklerimiz. Binaların altı oyulmuş, sokaklar dere yataklarına dönmüş. Görüntüler doğa-çevre ve bilimsel sorgulayıcılığı olanlar için çok şey söylüyor. Ancak Fuzulinin " söylesem kar etmiyor söylemesem içim rahat etmiyor" ifadesi ile kendi haline bırakalım. Vatandaşlarımızın acısını ve çaresizliğini anlıyorum. Her tarafı ranta dönüştürülmüş, imar afları, 2-B’ler vs. sonuçlar beklenmedik değil. Üzüldüğüm yine beylik sözler ve vatandaşa verilen sakinleştirici güzel ifadeler. Ancak anlamadığım yıllardır çevre, jeoloji, biyoloji tarım bilimcileri duyarlı yurttaşların uyarıları dikkate alınmıyor. Hatta bu tür uyarıları yapanlarda kötü insan olarak yaftalanıyor.

Türkiye Toprakları Erozyon Altında, Bu Gerçek Bilinmese Sorunlara Çözüm Geliştirilemez

Karadeniz’de doğal bitki örtüsünü yok edip fındık ve çay alanlarına dönüştürme ve arkasından aşırı gübreleme ve topraktan çıkan ve ortamın esas sahipleri olan doğal bitkilerin çapalanarak ölçülmesi sonucu toprakların yapısı bozulmaktadır. Erozyon diye çok söylenen Türkiye topraklarının % 75’inde hüküm süren edikleri toprakların yerinde aşınması olayıdır. Diğer bir ifade ile bitkilerin durak ve beslenme yeri toprağın canlılığının yok olması yani ölümüdür erozyon.

Bunu önlemenin çaresi ölümün karşısına yalnız doğanın bitkilerce örtülmesidir. Her tarafı yerleşime açılmış, betonla doldurulmuş alanlarda bir karış yağış yağsa bile toprağa nüfuz etmediği için doğal olarak önüne ne katarsa gücü oranında alıp götürmektedir. Bu dünyanın iklim değişimleri ve ekosistemin canlılığı için zorunludur. Doğa yoksa bizde yokuz, yaşamda yok. Doğal çeşitlilik yoksa korona virüs var, hastalık var, kılık var. Yoksulluk ve göç var. Ne olursunuz biraz anlayın artık şu toprağın, bitkinin doğanın önemini.

Doğada İntikam Veya Merhamet Yok

Karadenizli, Akdenizli, doğulu, batılı fark etmez bu tür olaylar dünde dün yaşandı yarında yaşanıyor olacaktır. Bize düşen bu olguları anlamaktır. Anlamaz ve doğaya uygun hareket etmesek doğa bizi takmaz. Doğada intikam veya merhamet yok. Kimsenin kimseye acıdığı veya taraf tutuğu yok. Doğanın kendisi kuralları var. Lütfen artık ciddi bir doğa eğitimi ile herkes dünyanın ve sosyal dinamikleri kavrasın ve nerede hangi koşulların içinde yaşadığını anlasın. Ayrıca tek başına bu dünyanın efendisi olmadığını da öğrensin.

Bir köylü çocuğu olarak topraktan doğdum, ömrümü hemen hemen doğa ile iç içe yaşadım. Sonrada tarım eğitimi özelde de toprak bilimi ile çalışarak olup bitenlerin nedenlerini meleğim gereğince anlıyorum. Bugünle kadar öğrendiklerimden ülkemizin bu tür felaketleri önleyecek tedbirleri içindeki ormanlarımızın, doğamızın, kentleşme anlayışı ve hayatı kavrayış anlayışımız maalesef yetersiz görülüyor. Yine maalesef sık sık yaşanalar bize durumun çok kötü ve sorunların çözümüne katkı sunacak durumda olmadığımızı gösteriyor. Yalnız Karadeniz’in değil diğer bölgelerde de batıda yanan, kesilen ormanlar, nehirlerin üzerine yapılan HES’ler yapılırken bunların olası olumsuz etkileri konusunda çok insanda ve çevre bakanlığının ilgililerin de derin bir sessizlik var. Sanki bu topraklar, ormanlar, sular, hava canlılar bizim yaşamımızın bir parçası değilmiş gibi. Kamu yaranına korumak yerine nüfuslu kişilere peşkeş çekildiği sıkça vurgulanıyor. Her gün ülkemizin bir beldesinde jandarma ile karşı karşıya gelen köylülerin çilesini ve çığlıklarını görüyoruz. Bu anlayış ve korumacılık olmadığı için bugün bu felaketler yaşanıyor.

Yaşan Olay Bizim Yaptıklarımızın Bir Sonucudur

Karadeniz’deki dağların, kıyaların ve derelerin doğal yapısının nasıl oluştuğunu bilmediğimiz için yönetimini de bilmemiz mümkün olmayacaktır. Karadeniz’de denize paralel yayılan dağların eteklerine vadilere çayların içine yerleştirilmiş evlerin şekillendiği çarpık kentleşme ve plansızlık sonucu oluşmuş bir yapılanma hâkim.

Yaşanan olayın sebep sonuç ilişkisini iyi kavrayamadığımız için yaşadığımız değerlerin kıymetini de bilmiyoruz. Doğanın işleyişini anlamadığımı için bu acı sorunları yaşayıp duruyoruz. Anlayışımızı değiştirmesek ve böyle giderse yakında başka bir yerde benzer bir durum kesin yaşanır.

Doğanın ve Sosyal Olguların Dinamizmini Topluma Kazandırmak için Ciddi Bir Doğa Eğitiminin Sağlanması Şart

Bölgenin jeomorfolojik yapısı gereği dağlardan denize doğru çok sayıda dere bulunmakta ve çoğu yerleşim yerinin ismi de dere ile bitiyor. Taşkınlar milyonlarca yıldır belirli periyotlarda belirli debilerde akmaktadır. Derenin yapısına bakıldığında burada geçmişte ne denli büyük sellerin geçtiği bilinir. Bu bağlamda en az 100 yıllık derenin akışı hızı ve genişliği dikkate alınarak yapılanmaya gidilmesi beklenir. Vatandaşın bilinci yetmese bile devletin bu tür yerlere iskân izni vermemesi gerekir. Her olaydan sonra devletin eski-yeni yetkililerinin yaptığı açıklamalar artık vatandaşları teskin etmeye yetmiyor. Demezler mi, devlet olarak göreviniz değil mi göz göre göre olacak bu felaketlerin tahribatını.

Önümüzdeki dönemlerde iklim değişimleri sonucu daha ani yağışlar, susuzluklar, kuraklıklar, doğal orman yangınları, hastalık ve zararlılar, bitkisiz çöllerin olacağını bugünden bekleyelim ve ona göre yaşam anlayışımızı düzenleyelim.

Unutmayalım bu doğa, bu topraklar, sular, ormanlar, kimsenin değil hepimize yani insana, kurda kuşa, börtü böceğe ait. Hepimize, bizim ait. Kıymetini hep beraber bilelim ve koruyalım.

Bu doğayı anlamaz ve hoyratça küçücük çıkarlarımıza kurban edersek bu dünya bize bir gün ar gelir. Doğayı, toprağı ormanı bitirmeden- tükenmeden dünyamızı gelecekteki felaketlerden kurtarmak bizim elimizde. Kızılderili Reis bizi daha önce uyarmıştı “toprak insana değil, insan toprağa aittir”. Yaşar Kemal bir ödül sonrası yaptığı konuşmada “şunu çok iyi bilmeliyiz, doğanın yok olduğu gün insanlık da yok olacaktır. İnsansız bir dünyayı düşünebiliyor musunuz?” diyordu. Boşuna doğaya müdahale etmeyin demiyoruz. Ağaç dikin, çevreyi yeşillendirin demiyoruz.

Kabahat Kimin, HEPİMİZİN

Unutmayalım dünyadaki toprak ve bitki varlığı şimdilik insanlığın karnını doyuracak yeterliliktedir. Dünya daha iyi yönetilseydi mutlaka daha barışçıl bir yaşamı yaşıyor olurduk. Sonra Dünya kötüde yaratılmış değildir. Ancak kötü yönetildiği muhakkaktır. Biz insanlar kendi çıkarımıza göre planlar programlar yapıyoruz. Çoğu zaman anlamadan yaptığımız birçok işlemin sonucu ağır olmaktadır. İnsanlar yer yüzeyindeki bugün ki farklılaşmanın nedenidirler. İnsan düşünerek, doğa- insan eksenli bir yapılanma gerçekleştirdiyse orası yaşanabilir, değilse yaşanılamaz durma gelmektedir.

Bu yaşanılamaz durum bizim eserimiz. İnsanlık uygarlığı geriye doğu bakıldığında insanın iyi ve kötü diyeceğimiz birçok eseri ile doludur. Tarihte nerede ve nasıl anılmak istediğimizi biz belirliyoruz. Afet riski bir bölgemizde yerel veya ulusal düzeyde bütüncül bir afet yönetimi ve/ya afet riskinin azaltılmasına yönelik planlama hazırlığımız var mı? Bu konuda devlet olarak vatandaşlar afete karşı uyarılmış mı? Eğitimler verilmiş mi? Yoksa sorunlu kim? Ölenlere Allah rahmet eylesin.

23 Ağustos 2020, Adana

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// E. KUR. ALB. ÜMİT YALIM : Yunanistan-Mısır MEB Anlaşması


YUNANİSTAN, TÜRK ADALARINI ÖNCE İŞGAL ETTİ, SONRA KITA SAHANLIĞINA KATTI !…

*Kamuoyuna zafer diye sunulan Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Mutabakat Muhtırası’nın artçı sarsıntıları devam ediyor.

*Muhtıra ile Girit Adası etrafındaki adalarımız ile birlikte 80 bin kilometrekarelik Türk Kıta Sahanlığı da Yunanistan’a terk edilmişti.

*Bu durumu değerlendiren Yunanistan, 06 Ağustos 2020’de Mısır ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması imzaladı.

*Yunanistan’ın 06 Ağustos 2020’de belirlediği Münhasır Ekonomik Bölge Sınırları, Türk Kıta Sahanlığı içinde yer alıyor. Ayrıca Yunanistan, 2004 yılında işgal ettiği Dionisades ve Koufonisi adalarının kıta sahanlığını da kendi deniz sınırları içine kattı.

*Girit Adası’nın etrafında bulunan Dionisades ve Koufonisi adaları Yunanistan’ın işgal ettiği 18 Türk Adası arasında bulunuyor.

TÜRKİYE NE YAPMALI ?

*Yunanistan, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge tezlerini işgal ettiği Türk adaları ile Girit Adası ve Onikiada grubunda yer alan Çoban, Kerpe, Rodos ve Meis adalarına dayandırıyor.

*Türkiye, başta 1923 Lozan Antlaşması olmak üzere taraf olduğu uluslararası antlaşmalardaki hak ve menfaatlerine sahip çıkarak bölgedeki egemenlik haklarını yeniden tesis etmelidir.

Konu ile ilgili açıklamalarım ve belgeler eklerde gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

AKDENİZ BÖLGESİ DOSYASI /// Arslan Bulut : Doğu Akdeniz’de Asıl Sorun ve Çözüm !


Arslan Bulut : Doğu Akdeniz’de Asıl Sorun ve Çözüm !

LİNK : www.yenicaggazetesi.com.tr.

.

Doğu Akdeniz’de "Mavi Vatan"ın korunması konusunda, asıl sorunu, sadece Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır, İsrail ve Fransa çıkarmıyor.

Asıl sorun, ABD’nin, Kıbrıs açıklarındaki doğalgaza göz koymuş olmasıdır.

Nitekim , Almanya’nın Sesi’nde çıkan habere göre ABD Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkililerinden Siyasi İşler Müsteşarı David Hale, Rum devletini ziyaretinde "AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti ile Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmalarında işbirliğini geliştirmek istediklerini" söyledi.

AB üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, ABD’li Exxon Mobil, Katarlı Qatar Petroleum ve geçen ay Chevron tarafından satın alınan Teksas merkezli Noble Energy şirketlerine kendi MEB alanında doğal gaz sondaj ruhsatı vermişti.

***

Amerika’nın Sesi ise bu açıklamaya ve Amerikan şirketlerinin sondaj ruhsatlarına hiç değinmeden Türk muhabiri Arzu Çakır’ın "Fransa Doğu Akdeniz’de Hata Yapıyor’" başlıklı röportajını yayınladı.

Çakır‘ın görüştüğü Fransa’nın en önemli düşünce kuruluşlarından Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan yardımcısı Didier Billion, "Bana kalırsa Macron, hem ‘diyalog’ deyip hem de bölgeye savaş gemisi göndererek çelişkinin de ötesinde hata yapıyor. Bu politikalarla Erdoğan’a geri adım attırabileceklerini düşünmüyorum. Sorunu tek başınıza çözemezsiniz. Türkiye, kendi karasularında birtakım tezleri savunuyor ve oradaki enerji kaynaklarının sadece İsrail, Mısır, Yunanistan tarafından elde edilmesini kabul etmiyor. Akdeniz’e kıyısı olan büyük bir ülke Türkiye…" dedi.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise Türk hükümetine "Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama faaliyetlerine derhal son vermesi" çağrısında bulundu!

***

Bu arada, Erol Koçer adlı takipçim, "Bir Türk milliyetçisinden, Yunan milliyetçilerine mektup…" yazdı ve paylaşılmasını istedi. Koçer mektubunda, Yunan milliyetçilerine şöyle diyor:

*"100 yıl önce emperyalistlerin oyununa gelerek yaptığınız düşmanlığın faturasını ağır bir şekilde ödediniz… Tarihimizdeki bu acı tecrübelere rağmen, Atatürk’ün önderliğinde, 1935 yılında kurulan Balkan Antantı’nda, emperyalizme karşı birlikte yer aldık…

*Ulu önder Atatürk, 1934 yılında, ikinci Balkan konferansında yaptığı konuşmada; aynı beşiğin evlatları olduğumuzu belirterek, ortak çıkarlarımız ve dünya barışı için güç birliği yapmamız gerektiğini ve yaşanan acıların unutularak ortak bir gelecek inşa edilmesinin önemini dile getirmişti…

*Atatürk, sadece biz Türklerin değil, emperyalizme başkaldıran bütün ezilmiş ulusların ortak değeri ve önderidir… İşte bu nedenledir ki, BM’de 1978 yılında alınan karar, BM tarihinde oybirliği ile alınan tek karardır. Evet bu karar, Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü olan 1981 yılının tüm dünyada Atatürk Yılı olarak ilan edilmesi ve kutlanmasına ilişkin karardı… Teklifi BM genel kuruluna sunan ülkelerden birisi de Yunanistan’dı…

*Geçen zaman süresince Türk ve Yunan halkları yine birbirine düşman hale getirildiler… Bu düşmanlık iki tarafın da çıkarına değil, ancak emperyalist ülkelerin çıkarınadır…

*Ortadoğu ve Akdeniz’deki mazlum milletler birbirine düşman edilirken, pastayı kimlerin paylaştığını görmüyor musunuz? Aramızda yaratılan düşmanlıkta, destekçiniz gibi görünen emperyalistlerin, bu destek karşılığında sizden çaldıklarının ve çalacaklarının farkında değil misiniz?

*Türkiye ve Yunanistan’ın düşmanlığı her iki devlet için zarardır ve emperyalistlerin planıdır…

Türkiye ve Yunanistan’ın ortak çıkarları vardır…

*Her iki devletin milli menfaatleri, ancak iki devletin dostluğu ile sağlanabilir ve bu dostluğu ancak her iki milletin gerçek milliyetçileri tesis edebilir…

Türk ve Yunan milliyetçileri emperyalizme hizmet edenlere aldanmamalıdır…"

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// E. KUR. ALB. ÜMİT YALIM : TAYYİP ERDOĞAN, MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ 18 TÜRK ADASI VE 2 TÜR K KAYALIĞI’NI YUNAN ASKERİNE TESLİM ETTİ !…


TAYYİP ERDOĞAN, MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ 18 TÜRK ADASI VE 2 TÜRK KAYALIĞI’NI YUNAN ASKERİNE TESLİM ETTİ !…

*AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 20 Ağustos 2020’de yaptığı konuşmada, adalar konusunda CHP’yi suçladı. Erdoğan, “Tek Parti CHP’sinin, Misak-ı Milli sınırlarımıza sahip çıkılmamasıyla, adalar meselesinde ürkek davranılmasının, ülkemize çok büyük maliyetleri olmuştur. CHP’nin ana karamızdan bir taş atımı mesafedeki adaların nasıl elimizden alındığını milletimize izah etmesi gerekir” dedi.

*Erdoğan’ın söylemleri, hem Misak-ı Milli hem de tarihi ve coğrafi gerçeklerle bağdaşmıyor. Misak-ı Milli’ye göre, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada işgal edilmeyen bölgeler bölünmez ve ayrılmaz Türk Yurdu’dur. Erdoğan’ın gündeme getirdiği adalar ise 30 Ekim 1918’den önce İtalya, Yunanistan ve Fransa’nın işgali altında olan adalardır. Yani Misak-ı Milli sınırları içinde değildir.

LOZAN’DA ADA VERİLMEDİ

*1923 Lozan Antlaşması ile ada verilmedi. Lozan Antlaşması’nda, Osmanlı Devleti döneminde, Yunanistan’a kullanma hakkı verilen Taşoz-Ahikerya adaları arasındaki toplam 9 adanın isimleri ile İtalya’nın 1915’te ilhak ettiği Onikiada , Rodos ve Meis olmak üzere toplam 14 adanın isimleri teyit edildi.

MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ ADALAR, 2004’TEN İTİBAREN YUNAN ASKERİNE TESLİM EDİLDİ !..

*Erdoğan, 27 Ocak 2018’de Kocaeli’de yaptığı konuşmada kendi döneminde verdiği adaları Lozan’a yükleyerek Atatürk ve İnönü’yü suçlamış ve Lozan da dahil tarihi dosyaları hazırlatarak milletimizle paylaşacağını iddia etmişti. Ancak, Erdoğan 2,5 yıldır dosyayı çıkartamadı.

*Tayyip Erdoğan’ın, Misak-ı Milli sınırları içinde olan 18 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı’nı, 2004-2020 yılları arasında Yunanistan’a nasıl teslim ettiğini milletimize izah etmesi gerekir.

YARGI, DİMİTRİ’NİN ÇİFTLİĞİ Mİ ?…

*2011 Yılından bu güne kadar, adaların işgal edildiğini belgeleyen yüzlerce haber yapıldı. Tayyip Erdoğan, haberlerin hiçbirisini tekzip etmedi, edemedi. Çünkü yapılan haberlerin hepsinin belgesi var. İzmir, Aydın ve Muğla İllerimiz birisi Türk diğeri Yunan olmak üzere ikişer vali ve ikişer belediye başkanı tarafından yönetiliyor. Türkiye batıdan bölündü.

*Vatan topraklarında binlerce silahlı Yunan askeri elini kolunu sallayarak dolaşırken, İstanbul, Ankara, İzmir, Aydın ve Muğla Cumhuriyet Başsavcılıkları olanı biteni turist gibi izliyor, soruşturma açmıyor ve suça ortak oluyor. Şimdi biz de soralım; Yargı Dimitri’nin çiftliği mi?

Konu ile ilgili açıklamalarım ve belgeler eklerde gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

SU & ENERJİ & DOĞALGAZ DOSYASI /// CÜNEYT ŞAŞMAZ : KARADENİZ’de İKİNCİ KEŞİF !?


CÜNEYT ŞAŞMAZ : KARADENİZ’de İKİNCİ KEŞİF !?

Brezinski, "Büyük Satranç Tahtası" isimli kitap’ta, "Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar güçlü bir Türkiye" senaryosunu ortaya koydu.
Özal bu gaza geldi ve öldü!

Yani?!

Özal’ın ip’ini Özal’a çektirdiler.

Soros, "Türkiye’nin en büyük ihraç gücü ordusudur" dedi.

O günden bu yana TSK’nın başına gelmeyen kalmadı, Clinton için "taşeron asker" olarak Suriye’de!

Trump‘ın "yeni bakış açısı" üzerinden bataklık’tan çıkacak mı yoksa Rusya, İran, PKK, IŞİD arasında ‘pinpon top’u gidip gelecek mi?!

Görünen o ki, ölene ya da parçalanana kadar sevmeye devam edecekler.

Bıçak’sırtı ise gündem, bıçak’ın sap’ı kim ya da kimlerin elinde’ye bakmak gerekmez mi?!

Nitekim…

Baskın erken seçim’e kayan süreç kapsamında, saf’lar net’leşiyor.

Önceleri "mehter", sonra "gaz" verilen Türkiye’de "büyük müjde" açıklandı!?

Hem Cumhurbaşkanı hem de Kabinesi’nin iki Bakan’ı tarafından..
Karadeniz’de petrol müjdesi üzerinden, Türkiye üç deniz’de – Akdeniz, Karadeniz, Ege’de -, tüm kara sınır’larında savaş halinde!
Bitmedi, sınır’ötesinde de.
Osmanlı’nın tasfiye süreç’inde olduğu gibi.

Soru şu:
Türkiye, Karadeniz’de bulunduğu iddia edilen petrol’ü kimlerle ortak çıkartacak?!

Türk sondaj gemisi Fatih, Batı Karadeniz kıyılarının yaklaşık 100 deniz mili kuzeyinde, Sakarya Parseli içindeki "Tuna-1" olarak bilinen arama bölgesinde sondaj faaliyeti yürütüyordu.

Sakarya parselinde saptanan doğalgaz rezervi 800 Milyar metreküp civarında!?
Fatih sondaj gemisinin, Sakarya parseli içinde Tuna-1 Kuyusu’nda yaptığı sondajla 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmesi, Türkiye’nin 21’inci Yüzyıl’da kaderinin değişiminin ilk adımını oluşturacak.

Doğu Akdeniz’de, Ege’de ve Karadeniz’de yaşanan gerilim’in adı: Enerji savaşları.

Demem o ki:

Savaş’ın adı, enerji bazlı dünyalar savaşı.

Nüans?!
Bu müjdeyle birlikte Türkiye dışa bağımlılıktan kurtulacak, prangalarını koparıp atacak, ekonomisi, nüfusu, savunma sanayisi, teknolojisi ve silahlı kuvvetleri ile Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve bölgesel diplomaside son söz sahibi bir ülke konumuna gelecek!?

Demem şu ki:

Enerji, kalkınmanın temel unsuru olmanın yanında, milli bağımsızlığın tesisinde de büyük öneme sahip.

Nüans?!

Türkiye bu gücü ile Kıbrıs konusunda da, Kıbrıslı Türklerin haklarını ve eşitliğini sağlayacak bir çözümün kapılarını açacak ve bunu tesis edecek?!

Hal böyleyken…

Bugün aslında dün’dü.

Bu müjdeli keşif, bence Karadeniz’de ikinci keşif?!

Çünkü 13 yıl önce Karadeniz’de, Akçakoca kıyılarında kurmuş olduğumuz 3 adet doğalgaz çıkarma platformlarımız, mühendislik hatası ve çalışanların sorumsuzlukları yüzünden 2007’de batmıştı.

Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun (YDK), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ilişkin incelemesi, Akçakoca kıyılarındaki üç doğalgaz platformunun battığını ortaya çıkarmıştı.

Kurul’un raporuna göre, platformlar mühendislik hatası ve çalışanların sorumsuzluğu nedeniyle batarken, 24 milyon dolarlık zarar meydana geldi!?

Kaza nedeni olarak hazırlanan raporda, Amerikan Madison firması suçlanmıştı.

Akkuyu-1 platformunun Temmuz 2005’te batmasına rağmen ders alınmadığına işaret edilen raporda, diğer iki platformun da gerekli tedbirler alınmadan denize bırakılmaları nedeniyle battıkları belirtildi.
Bu konuda Milliyet gazetesinde 30.01.2007’de çıkan haberde, 3 platformun batışı yüzünden TPAO’nun 24 milyon dolar zarar ettiği belirtilmişti.
LİNK : https://www.milliyet.com.tr/ekonomi/karadenizdeki-uc-dogalgaz-platformu-gercekten-batmis-187254
Madison Oil "Ortak Doğalgaz Arama Projesi" kapsamında, Batı Karadeniz’de kurulan doğalgaz kuyularının sondaj platformlarının devrilerek Karadeniz’e gömülmesi, CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın soru önergesiyle ortaya çıkmıştı?!

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in, "Dalgalar iki tane direği devirdi diye platform battı diyorsunuz" sözleriyle ilk günden beri yalanladığı haber, YDK raporuna da konu olmuştu.
Raporda, Karadeniz’de Akçakoca açıklarında doğalgaz aramak amacıyla kurulan üç platformdan önce Akkuyu-1’in, hemen ardından da Ayazlı-2 ve Ayazlı-3’ün kaza geçirdiği kaydedildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iki Bakanı "müjde" dese de, dün ve bugün yapılan açıklamalar; hem şekil hem de kapsamları itibariyle, tamamen tiyatral ve siyasi çıkar amacını güdüyor.
Yani?!
Fonksiyonel ve aydınlatıcı olmasını beklemediğimi ve bu aşamada çok iddialı şeyler söylemenin doğru olmadığını da önceden belirtmek isterim.

Henüz kuyudaki operasyonlardan sağlanan herhangi bir jeolojik ve teknik veriye ulaşmış değilim.

Bununla birlikte Bakan’ın ifadesiyle, 2100 m su derinliğinde ve son derinliği 3500 m olan Tuna-1 arama kuyusunda; gazlı seviye kalınlığının 500 m, sahanın kapladığı alanın ise 250 km2 olduğu açıklandı.
Başka?!
Sondaj programının henüz tamamlanmadığı ve ilave olarak 100 m daha sondaj yapılarak 2 hedef seviyenin daha test edileceği belirtildi.
Nüans?!
Bu açıklamalardan; ulaşılan son derinliğe kadar log alındığını, muhafaza borularının indirilip kuyunun emniyet altına alındığını, rezervuar gelişimi ve gaz show’u olan seviyelerin de test (DST) edildiğini anlıyorum.
Hal böyleyken…
Sondaj sırasında kaydedilen jeolojik veriler yanında testlerde gözlenen basınç ve debilerden bazı belirlemeler yapabiliyoruz.
Yorum yapabilmek için kuyudaki kayıtlar ile test chartları ve verilerini mutlaka görmek gerekir.

Fakat kesin olarak ifade etmeliyim ki, sahanın alansal ve derinlik limitleri ile 320 milyar m3 olarak verilen rezerv ve üretim miktarları mutlaka revize edilecektir.
Ezcümle:
Bu aşamada söylenmesi gerekenlerden çok daha abartılı ve iddialı mesajlar verildi.
Buna karşın devam eden süreçte öncelikle sondaj programı tamamlanacak, daha sonra gereksinen kuyu tamamlama operasyonları yapılacak, daha sonra da uzun süreli üretim testleri gerçekleştirilecektir.
Nitekim…
İleriye doğru beklentiler ve hedeflerin bu aşamayı tamamladıktan sonra açıklanması gerekirdi.
Sahanın keşfinin resmi olarak tescili sonrasında, taahhüt edilecek nihai geliştirme programının gerçekleşmesi için, muhtemelen 3-5 milyar ABD doları dolayında bir yatırım bütçesi gerekmektedir.
Hasılı:
Sahanın karakterizasyonu ve limitlerinin saptanması için ilave 3D sismik ve yeterli sayıda tespit kuyularının kazılması gerekmektedir.

Başka?!

Ayrıca taşıma, depolama, dağıtım ve pazarlama için de finansman ve uzmanlığa ciddi boyutlarda ihtiyaç olacaktır.

Ezcümle:

Bu çerçevedeki yatırım programları ve bütçelerin tasarımının da, Tuna-1 gaz keşfi dolayında beklendiği ifade edilen ilave keşiflerle ortaya çıkacak resmin bütününü gördükten sonra netleşebileceğinin de altını çizmek isterim.

Yani?!

Küresel ve bölgesel gaz talebi ve fiyatları; içinde olduğumuz dönem ve yakın gelecekte, tarihsel olarak en düşük rekor seviyelerde seyretmekte.

Netice:
Bu koşullarla birlikte, ülkemizin kronik bütçe açıkları ve TL üzerindeki baskılarla; "Sakarya Doğal Gaz Sahası’nı 2023’de devreye alacağız" gibi geleceğe ait iddia ve taahhütlerde bulunmayı ise ciddi ve inandırıcı bulmadığımı özellikle belirtmek isterim.
Hasılı:
Parmak bir şey’i işaret ederken, parmak’a bakanlardan olmamak elzem.

LİNK : http://www.ngazete.com/karadenizde-ikinci-kesif-1954yy.htm

Cüneyt Şaşmaz

__._,_.___

SOYKIRIMLAR & KATLİAMLAR DOSYASI : AYDIN – ARAPLI KÖYÜ KATLİAMI


AYDIN – ARAPLI KÖYÜ KATLİAMI

“KEŞKE YUNAN KAZANSAYDI” DİYEN FESLİ LAĞIM FARESİ VE AYAĞINA KADAR GİDİP ZİYARET EDEN YUNAN ARTIKLARI İLE BUNLARA GÖZ YUMAN ALKIŞ TUTAN HER NEVİ SATILMIŞLARA İTHAF OLSUN !!!!

22 Ağustos 1922’de Aydın’ı işgal eden Yunan askerleri Araplı Köyü katliamını gerçekkeştirir.

Yunan Komutan Bakoyanis’in bir sabah canı petekli bal çeker.

Komutan işbirlikçilerinden biri olan Sarı İmam’ı çağırtarak canının bal çektiğini söyler ve kendisinden bal getirmesini ister.

Sarı İmam da Aydın’da en güzel balın üretildiği Araplı köyüne köyün en çok kovanı olan Softaoğlu Halil’in evine gider.

Yunan komutanın çok acele bal istediğini söyler.

Softaoğlu Halil petekleri yeni kestiğini ve kesilen balları da sattığını birkaç gün beklerlerse bal verebileceğini söyler.

İstediği balı bulamadan komutanın yanına dönen Sarı İmam köylülerin bal vermediğini ve asi efelere yataklık yaptıklarını anlatır.

Zaten Anadolunun Türk halkına işkence yapmak kıymak için bahane arayan Yunanlı komutan bu durum üzerine Araplı Köyüne gider ve köyü kuşatır.

Köyde bulunan bütün erkeklerin köy ortasında toplanmasını emreder.

22 Ağustos 1922 tarihinde köy odası önünde bulunan Piynar (Pırnal) ağacına 12 kişiyi ayaklarından astırarak askerlerine kurşunlatır.

Ardından komutanlarının emriyle Yunan askerleri 44 kişiyi urganla bağlayarak köyün dışında bulunan Dervişyeri Mevkii’ne götürür ve makineli tüfekle tarayarak katleder.

Bu 44 köylünün cansız bedenleri kurda kuşa yem olur.

Yunan askerleri köyden çekildikten sonra köyün kadınları buraya gelerek kurttan kuştan ne kaldıysa toprağa gömerler.

Başlarına taşlardan birer şahide dikerler.

Yıllarca köy kadınlarının erkeklerinin ardından ağladığı Araplı Köyü’nün adı Kurtuluş Savaşımızdan sonra akan gözyaşları unutulmasın diye Gözpınarı olarak değiştirilir.

Araplı Köyü’nde Yunan işgalinden önce nüfus 315’dir.

Yunan Araplı Köyü’nde işgal boyunce 245 kişiyi katlederek şehit etmiştir.

Kurtuluş Savaşımız bitip Araplı köylüsü özgürlüğüne kavuştuğunda köyün nüfusu 100’den azdır.

Aydın Efeler ilçesi Gözpınar Şehitliği Abidesi Yunan’ın 22 Ağustos 1922’de gerçekleştirdiği katliamın şahidi olarak dimdik ayaktadır ve Dünyaya 20. yy başında

Yunan’ın Anadolu topraklarında Türk milletine yaşattığı acıları haykırmaktadır.

Şehadetlerinin 98. seneyi devriyesinde

Gözpınar Köyü şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.

Ruhları şad olsun.

Alıntı Fatih Altun

YUNANİSTAN DOSYASI /// E. TÜMG. ARMAĞAN KULOĞLU : YUNANİSTAN’A FIRSAT VERMEYE GELMEZ


E. TÜMG. ARMAĞAN KULOĞLU : YUNANİSTAN’A FIRSAT VERMEYE GELMEZ

Geçen hafta Yunanistan’la müzakere etmenin yanlış olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Bu sefer de Yunanistan’a iyi niyetle de olsa fırsat verilmesinin kendileri açısından hemen avantaja çevirme teşebbüsüne yol açacağını belirtmek istiyorum.

Nitekim Türkiye Rodos-Meis arasında sismik araştırma yapma kararı almış ve bunun için NAVTEX ilan etmişken, gerginliğin artması üzerine Almanya araya girerek Türkiye’yle Yunanistan’ın yeniden müzakere masasına oturmasını teşvik etmiş, Türkiye de iyi niyetle sismik araştırmayı ertelemiştir.

Yunanistan iyi niyetli değil

Sismik araştırmanın ertelenmesinin hemen ardından Yunanistan, sanki iyi niyetli olmadığını kanıtlarcasına, Mısır’la deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapmış, gelinen durumdan istifadeyle önüne çıkan fırsatı avantaja çevirmek istemiştir.

Yunanistan’ın, diğer konularda olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de konuyu zaman yayarak fırsatları değerlendirmek için zemin arama peşinde olduğu, Türkiye’nin dış politikada arasının iyi olmadığı ülkelerle “Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla hareket ettiği ve bundan sonra da edeceği kabul edilmelidir.

Ders alınmış olması gerekir. Taviz verilmemelidir. Hiçbir şeyine göz yumulmamalıdır.

Sismik araştırma yeniden başlıyor

Yunanistan’ın bu davranışıyla iyi niyetle hareket etmediği bir kere daha ortaya çıkmış, her fırsatta Türkiye aleyhinde davranacağı, aracı olan Almanya başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu tarafından da görülmüştür.

Uluslararası hukuk dışı olarak Mısır’la yaptığı anlaşmadan sonra Türkiye, bunu kabul etmediğini belirterek, egemenlik hakkını kullanmış ve sismik araştırma gemisini yeniden bölgeye sevk etmiş, yeni bir NAVTEX yayımlamıştır. Ayrıca sismik araştırma için açıkladığı NAVTEX’e ilave olarak 10-11 Ağustosta Akdeniz’de yaptığı atış eğitimleri öncesinde de NAVTEX ilan etmiştir.

Yunanistan-Mısır anlaşması uluslararası hukuka aykırı

Asıl itiraz ettiğimiz konu, adaların karasuyu dışında deniz yetki alanına sahip olamayacağıdır. Yunanistan, bölgedeki adaları dikkate alarak bu anlaşmayı yapmıştır. Türkiye ise, uluslararası yargı kararlarını örnek göstererek adaların, ana kara gibi deniz yetki alanı hakkına sahip olamayacağını belirtmektedir. Ana kıtanın kıta sahanlığı bu konuda hâkim unsurdur.

Her ne kadar 1982 tarihindeki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi adalara bu hakkı vermiş olsa da, bu sözleşmeyi bazı ülkelerle birlikte Türkiye de imzalamamıştır. Ayrıca sözleşme, anlaşmazlık halinde ülkelerin kendi aralarında müzakereyle konuyu halletmelerini tavsiye etmektedir.

Anlaşma Türkiye’nin Libya meşru hükümetiyle yapmış olduğu ve uluslararası hukuka göre BM’ye de deklere ettiği, meşru ve geçerli Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasını da ihlal etmektedir.

Mısır da yanlışın içine sürüklendi

Türkiye’nin Libya meşru hükümetiyle, meşru zeminde, meşru bir anlaşma yapması, Yunanistan’ı rahatsız ettiği kadar, farklı açıdan olsa da, Libya’da karşı blokta yer alan Mısır’ı da rahatsız etmiş ve onu da hukuki olmayan bir yöne sürüklemiştir.

Aslında Mısır bu anlaşmayla, olması gereken deniz yetki alanından bir kısmını kaybetmiştir.

Türkiye nelere dikkat etmeli

Türkiye’nin, Suriye, İsrail ve Mısır’la anlaşmazlık yaşaması, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinin korunmasında eksiklik yaratmaktadır. Önemli olan ulusal çıkarlardır. Ülkelerin kimin tarafından yönetildiğine takıntı yapılmamalı, konulara ideolojik yaklaşılmamalıdır.

Bu ülkelerle iletişime geçilmesi fayda getirecektir. Yapılacak deniz yetki alanları anlaşmaları çıkarlarımıza hizmet edecektir. Hatta felakete sahne olan Lübnan’la artan yakınlaşmamızın sonucunda, uygun bir zamanda bu ülkeyle yapacağımız yetki anlaşması da buna destek olacaktır.

Doğu Akdeniz’de MEB ilanının bir an önce yapılması sağlanmalıdır.

Yunanistan’ın anlaşmazlıklar için Lahey Adalet Divanı’na gitme isteği iyi analiz edilmeli, fayda ve mahsurları değerlendirilerek uygun hareket tarzı seçilmelidir.

Egemenlik hak ve hukukumuzun korunması hususunda kararlı, ısrarlı ve koparıcı hareket edilmelidir.

Lozan anlaşması ve Paris anlaşması hükümlerinin tam uygulanması için diplomasi, onun yetmediği yerde güç kullanmalıdır.

Kıbrıs konusu kesinlikle müzakere edilmemelidir. Yunanistan’ın işgal altında tuttuğu, Türkiye’ye ait olan 18 adayı terk etmesi sağlanmalıdır.

14 Ağustos 2020 Yeniçağ Gazetesi

KAFKASYA DOSYASI /// Tayfun ÇAVUŞOĞLU : Canlar ülkesi Abhazya (BÖLÜM 1-2-3)


Tayfun ÇAVUŞOĞLU : Canlar ülkesi Abhazya (1)

Karadeniz kıyısında yer alan Abhazya, savaşın 1992-1993’te yaşanan savaşın yaralarına sarmak için mücadele ediyor.

  • Bağımsızlığını ilan edince Gürcistan’ın askeri müdahalesine maruz kalan ülke, tam bir yıllık bağımsızlık mücadelesinden zaferle çıkmayı başarmış. Bugünün siyasi anlamdaki en büyük sorunu, bağımsız Abhazya Cumhuriyeti’ni tanıyan ülkelerin sayının sadece 6 ile sınırlı kalması. Türkiye de, Abhazya’yı resmen tanımış değil.
  • Abhazya tarihsel olarak göç vermiş bir ülke. Başka ülkelerde yaşayanlara genel olarak “diaspora” deniliyor. Abhazya’nın nüfusu bugün 250 bin dolayında ama yurt dışında yaşayan Abhazların sayısının 1.5 milyondan fazla olduğu belirtiliyor. Bu nedenle, ülkesine dönmek isteyen Abhaz kökenlilere müthiş kolaylıklar sağlanmış bulunuyor.

Kafkasya’nın batısında, dağlarla deniz arasında uzanan, dört mevsimi bağrında barındıran, kıyılarında “subtropikal” bitki örtüsü, dağlarında bembeyaz karlar bulunan, Tanrı armağanı, masal diyarı ve “cennet” diye anılan bir ülkeye gitmeden önce ne yaparsınız? İnternetten kısa bir araştırmayla, hem ülkenin tarihi ve siyasal geçmişini öğrenmek ve hem de kıyafet seçimi için mevsim koşullarını anlamak öncelikli çözüm gibi gelir. Bursa’da 17-18 derecede seyreden hava sıcaklığının, Karadeniz’in kuzeyindeki ve üstelik Kafkaslar’daki bir ülkede 27 derece olarak gösterilmesi inandırıcı olmaz, “herhalde bilgiler güncellenmemiş” diye düşünürsünüz. Bu düşüncenin doğru olmadığını herkes gibi ben de Abhazya’ya varınca anladım. Doğu yakasını duvar gibi kapatan Tanrı armağanı dağlar hava akımlarını kestiği için, o bölgede yalnızca Abhazya’da hüküm süren subtropikal iklim, yaklaşık olarak bizim Akdeniz kentleri gibi. Kısacası Abhazya muz ve narenciyenin de yetiştiği müthiş bir coğrafya, Rusya ve çevredeki ülkelerin Antalyası… Tam bir sayfiye ülkesi… Yeşilin tonları, ağaçların güzelliği, dağların saflığı, doğal ortam, Abhazya halkının sıcakkanlılığı, “ölmeden önce yapılması gereken 100 şey” arasına “Abhazya’yı görmek” maddesini de eklemeyi zorunlu kılıyor…

* * *

Abhazya Hükümeti, Abhazya’nın diğer ülkeler tarafından da resmen tanınmasını sağlayabilmek için çok yoğun çaba harcıyor. Bu çerçevede Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nu ülkede konuk eden Abhazlar, başta ulaşım olmak üzere, ellerini kollarını bağlayan ambargo koşullarını ortadan kaldırabilmek, uluslararası planda Abhazya adını ön plana çıkarabilmek için gayret ediyor. Bursa’daki çeşitli kuruluşlarda görev yapan Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi üyesi bir grup gazeteci arasında, bizim gezimiz de bu çerçevede, TGF’nin Abhazya ziyaretiyle ilişkili.

Bu konuya döneceğiz ama ilk olarak Abhazya’yı tanımak gerek…

TARİHİN DERİNLİKLERİ BURADA

Abhazya, tarihi kökenleri çok eskilere dayanan bir ülke… Deniyor ki… Bir zamanlar altın topuklu “Khi Şargutsa Sataney Guaşa” yaşamış, bu cennetin ırmaklarında 99 yiğit doğurmuş “Nart” adında. Sonra Abhazlar’ın Prometheus’u sayılan “Abrıtskil” çıkmış, Abhazya ve Abhazlar’ı korumak adına. Fazla insancıl ve özgür olmanın bedelini bir mağarada zincire vurularak ödemiş, ama Abrıtskil ölmemiş.

“Altın diyarı” anlamında hep “Kol-khi-da” demişler buralara. Bunu duyan Argonotlar yelken açmış “Altın Post”u aramaya. Arkasından; altın kalpli “Rı-khi-Zushan” çıkagelmiş Kenan’dan. İsa’nın 12 havarisinden biri olan, Kenanlı Aziz Simon ölünceye dek, buradan yürütmüş misyonunu. Ölünce de, “Burada gömülmesi gerek” demişler.

* * *

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Abhazya, 14 Ağustos 1992 tarihinde Gürcistan’ın askeri müdahalesine maruz kaldı. Binlerce insanın öldüğü, daha fazlasının mülteci konumuna düştüğü bir savaş yaşandı. Sohum, Gürcüler ve Abhazlar arasındaki savaşa sahne oldu ve büyük ölçüde yıkıma uğradı. Ulusal Kütüphane ve Devlet arşivleri yakıldı. Kent yaralarını sarmaya çalışsa da savaşın izlerini hala taşıyor.

KKTC’ye benzer bir statüde olan Abhazya, şu ana kadar sadece başta Rusya olmak üzere 6 ülke tarafından tanınmış durumda. Başkanlık sistemiyle yönetilen demokratik bir ülke olan Abhazya’da yaşayan halklar, Abhazlar, Ruslar, Ermeniler olup resmi dil olarak yakın tarihte Abhazca kabul edilmiştir. Ancak Rusça da kullanılmaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğu başkent Sohum başta olmak üzere, Oçamçıra, Gagra ve Novi Afon gibi sahil kentlerinde yoğunlaşmış. En büyük kenti yaklaşık 100.000 nüfuslu başkent Sohum.

Sohum, M. Ö. 6. yüzyılda Dioskurias adıyla bir Yunan kolonisi olarak kurulmuş. Plinius ve Arrianus kentten Sebastopolis olarak söz ederler. Apsilia Prensliği ve 11. yüzyılda Abhazya Krallığı döneminde kentin önemi daha da arttı. 15. yüzyılda bu krallığın yıkılmasından sonra Sohumkale, Abhazya Prensliği’nin başta gelen kentiydi. Kent Osmanlılarca alındı ve 1810 tarihine değin Suhum-Kale olarak adlandırıldı. Bu tarihte kent Rusların eline geçti.

Bursa Haber Gazetesi / 16-5-2014

NOVİ AFON UNUTULMAZ

Novi Afon müthiş güzellikte bir coğrafyada yer alan, turistik bir sahil kasabası.

Sohum’a oldukça yakın mesafede. Adeta Ortodoksların hac yeri olan Novi Afon Kilisesi ile dünyanın en geniş ve derin üçüncü mağarası ve yüzlerce metre yükseklikteki dağda, milattan sonra 740 yılında Arap istilalarına karşı inşa edilen Novi Afon kalesi tarihi ve doğal zenginliklerinden bazıları.

3 milyon metreküp iç hacme sahip Novi Afon mağarasına giriş için bir süre yeraltında raylı sistemle gidiliyor. Bu dev mağarada dokuz galeri var. Mağaradaki galerilerin Abhaz tarihi ve kültürünü yansıtan adları var. Ziyarete açık olan kısımları muhteşem güzellikte ve çok etkileyici. Milyonlarca yıl önce oluşan bu mağara, 50 yıl kadar önce, kaybolan keçisini arayan ve Novi Afonlu bir sanatçı olan Givi Smyr tarafından tesadüfen keşfedilmiş. Giriş bölümüne düzenlemeler yapıldıktan sonra da 1975’te ziyarete açılmış. Bu dev mağara aslında değişik büyüklükteki karstik mağaraların birbirlerine eklemlendiği bir oluşum. Bir diğer ilginç özelliği ise, mağaranın içindeki ısının, yaz kış 11 derecede sabit kalması.

Gagra, Abhazya’nın en güzel kentlerinden biri ve eski Abhaz masallarında sık sık söz edilen bir yerleşimdir. Karayolunun sağında ve solunda görkemli binalar, oteller var. Ülkenin en büyük alışveriş merkezi de burada. Oteller Ermeni ve Ruslar tarafından kiralanıyor ve işletiliyor. Hem Gagra’daki hem de Pitsunda’daki oteller gerçekten görkemli. Aralarda büyük kumarhaneler ve eğlence yerleri var.

Pitsunda çok güzel küçük bir tatil kenti. Burada da büyük ve şık oteller var… Pitsunda geyik parkında ellerinizle geyik besleme şansınız oluyor. Tarihi bir kilisenin şahane akustik ortamında klasik müzik dinlemek mümkün. Deniz inanılmaz derecede berrak, sahili temiz.. Denize tutkun olanlar için mükemmel bir yer…

Dünyanın en güzel volkanik göllerinden biri olan Ritsa ise 2.000 metreden daha yüksekte. Yemyeşil dağların ortasında zarif bir inci gibi… Gölü çevreleyen dağların tepeleri sisle kaplı ve çoğunlukla karlıdır. Göl kenarında kır lokantaları var. Gölde pedallı botlarla gezinti yapmak da mümkün…

Ormanda akla gelen her av hayvanı bol miktarda mevcutmuş ve Sovyetler Birliği zamanında av turizmi başlıca gelir kaynaklarından biriymiş. Turistler Göle yakın muhteşem bir şelalede fotoğraf molası veriyor genellikle.

Gudauta’da yeşillikler içinde özgün Abhaz mimarisiyle yapılmış evler var. Nüfus Abhazlardan oluşuyor. Savaştan her bakımdan en çok yara almış şehir burası.

EN BEĞENİLEN ÜLKE

2009 Yılında dünya çapında yaygın olan bir sitede, “En Beğenilen Ülke Anketi” yapılmıştı… Ve 2009 yılının en beğenilen/en güzel ülkesi Abhazya seçildi.

Abhazya 300 bin civarında nüfuslu bir ülke ama her yıl çoğunluğu Rusya’dan gelen ortalama 2 milyon turist ağırlıyor. Abhazya, ülke dışında yaşayan binlerce insanın da ata vatanı aynı zamanda…

Ata topraklarını görmek isteyenler için, Abhazya mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Ama Sohum’da havaalanı mevcut olmakla birlikte, Gürcistan’ın engellemeleri yüzünden buraya uluslararası yoldan ulaşmak mümkün değil. Bu nedenle, Türkiye’den Abhazya’ya ulaşım ancak, Trabzon veya İstanbul’dan uçakla, veya Trabzon’dan feribotla Sochi’ye gidip, karayoluyla Abhazya’ya geçmekle mümkün olabiliyor. (Devam edecek)

Tayfun ÇAVUŞOĞLU : Canlar ülkesi Abhazya (2)

17 Mayıs 2014

“Dünyaya açılmak için ihtiyacı duyulan en önemli destek, resmen tanınma”

  • Bağımsızlık için canıyla-kanıyla bedel ödeyip, sonra da ayakta kalmayı başaran Abhazya Cumhuriyeti’nin, 1920’lerde yine bir ölüm-kalım savaşının ardından bağımsızlığını kazanan Türkiye Cumhuriyeti’nden talepleri var.
  • Abhaz diplomatlar bugünkü durumu, “Birbirine benzeyen yollardan geçmiş iki yakın dost milletiz. Bizi en iyi Türkler anlar” cümlesiyle çok net özetliyor. Abhazya Dışışleri Bakanı Vyaçeslav Çirikba da bu yaklaşımı doğruluyor.

Abhazya Hükümetinin konuğu olarak bir grup gazeteciyle birlikte gittiğimiz ülkeyi gezerken, insanların yüzündeki hüznü fark etmemek mümkün değildi. Çünkü üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına karşın, savaşın acıları ve anıları henüz çok taze. Savaşı görmüş, zorlukları yaşamış, yakınlarını kaybetmiş, hatta bizzat savaşmış çok sayıda insan var. Başta başkent Sohum olmak üzere, neredeyse her köşe başında bir şehitlik bulunuyor. Üzerinden 20 yıl geçmesine karşın, nüfusu bugün 250 bini ancak bulan Abhazya’da, 6 binin üzerinde can kaybına yol açan 1992-1993 Bağımsızlık Savaşı’nın izleri her yerde duruyor. Örneğin başkent Sohum… Neredeyse yarısı terk edilmiş gibi… Kurşun izleriyle delik deşik kimi binalar da adeta canlı müze olmuş.

Sohum’a ulaştıktan birkaç saat sonra, sahil caddesindeki hareketliliği merak edince, kendimizi 9 Mayıs Büyük Yurtseverlik Savaşı Zaferi Anma Törenlerinde bulduk. 2. Dünya Savaşı’nın Rusya’nın da zaferiyle sonuçlandığı günün 69’ncu yıldönümüydü. Öğrendik ki, 2. Dünya Savaşı sırasında 55 bin 500 Abhazya Cumhuriyeti vatandaşı Sovyet Ordusunda cepheye gitmiş, 17 bin 436’sı ise can vermişti. Meçhul Asker Anıtı’na çiçekler kondu, hep birlikte zafer şarkıları söylendi… Abhazlar için 2. Dünya Savaşı da, Gürcistan ile 1992-1993 Bağımsızlık Savaşı da büyük önem taşıyor.

<span style="display: inline-block; width: 0px; overflow: hidden; line-height: 0;" data-mce-type="bookmark" class="mce_SELRES_start"></span>

Video Link :

KARADENİZ’İN İKİ YAKASI

Türk gazeteci heyeti olarak, Abhazya ziyaretimize gelince… Lafı uzatmadan, döndürmeden, kısaca özetlersek… Bağımsızlık için canıyla-kanıyla bedel ödeyip ayakta kalmayı başaran Abhazya Cumhuriyeti’nin, 1920’lerde yine bir ölüm-kalım savaşının ardından bağımsızlığını kazanan Türkiye Cumhuriyeti’nden talepleri var. Abhaz diplomatlar, “Birbirine benzeyen yollardan geçmiş iki yakın dost milletiz. Bizi en iyi Türkler anlar” cümlesiyle durumu özetliyor.

Nitekim Abhazya Dışışleri Bakanı Vyaçeslav Çirikba da, konuk gazeteciler için düzenlediği basın toplantısında, Türkiye ile ilişkileri çerçevesinde Abhazya’nın dış politika çalışmalarının ana hedeflerini 5 maddeyle özetliyor ve şöyle diyor:

“Türkiye tarafından Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınması. Ankara’da Abhazya Cumhuriyeti ve Sohum’da Türkiye Cumhuriyeti diplomatik temsilciliklerinin açılması. Pasaportların, seyahat belgelerinin ve diğer hukuki evrakların karşılıklı olarak tanınması. Abhazya ile Türkiye arasında hava ve deniz ulaşımının başlatılması. Türk yatırımlarının Abhazya ekonomisine çekilmesi.”

Çirikba’nın altını çizdiği maddeler arasında yer alan ulaşım maddesi de gerçekten çok önemli. Abhazya’nın Karadeniz’e oldukça uzun kıyısı ve Sohum’da büyük bir havaalanı olmasına karşın, Türkiye tarafından resmen tanınmadığı için, TC vatandaşlarının bu ülkeye giriş-çıkışı sıkıntılı bir süreç. Yola çıkmadan Abhazya vizesi aldıktan sonra, havadan ya da denizden Rusya Federasyonu’na bağlı Sochi’ye ulaşmak, buradan alınacak transit vize ile (ve Rus gümrüğünden çıkış yaparak) Abhazya’ya girmek gerekiyor. Bunun anlamı açık. Aynı gün içinde Rus gümrüğünden giriş ve çıkış, Abhazya gümrüğüne giriş, birkaç saat içinde bir çok bürokratik işlem demek. Dönüş için de durum aynı. Tabii Gürcistan’ın Abhazya’ya karşı yalnızlaştırma politikası ve ambargo uyguladığını ve hatta Türkiye’den Abhazya’ya çeşitli ürünler taşıyan Türk ticaret gemilerine el koymayı sürdürmekte olduğunu da hatırlatalım.

Hal böyle olunca, Türk gazeteci grubunun Abhazya ziyareti, dostluk mesajlarının iletilebilmesi adına önemli bir platform olarak algılanıyor. Nitekim Bakan Çirikba bu durumu “Abhazya devleti, iki dost halk arasında temas ve iletişimin yoğunlaşmasını memnuniyetle karşılamaktadır” cümlesiyle özetlerken, aslında bir misyonun da çerçevesini çiziyor.

Abhaz ve Türk halkları arasındaki ilişkilerde yeni bir çağın başlamasını umut ettiklerini dile getiren Çirikba, “Bizler, Karadeniz’in iki yakasında yaşayan yakın komşularız. Birbirimizi iyi tanımalıyız. Özellikle inşaat, tarım ve turizm alanlarında birlikte iş yapma, kültür, eğitim ve spor alanlarında paylaşımda bulunma potansiyellerimiz büyük. Türkiye vatandaşı olan Abhaz, Çerkes ve Ubıh kardeşlerimizden oluşan diaspora, Türkiye Cumhuriyeti ile aramızdaki ilişkilerin iyi bir geleceğe sahip olacağından kuşkum yok” dedi.

ANAVATANA DÖNENE KOLAYLIKLAR

Abhazya, yurt dışında yaşayan yurttaşların geri dönmesi için kolaylaştırıcı birçok adım atmış. Abhaz kökenli olup başka ülkelerde yaşayanlardan (Türkçeye gurbet-gurbetçi diye çevirebiliriz, onlar diaspora adını veriyor) Abhazya’ya dönmek isteyenlere birçok olanaklar sağlanıyor. Örneğin ev ve arazi veriliyor, maaş bağlanıyor. Bu çalışmalar da Geri Dönüş Devlet Komitesi eliyle yürütülüyor. Geri dönüş konusunda bugüne dek çok önemli bir başarı sağlanamamış olsa da, çabalar devam ediyor. Dönüş istatistiklerinin er ya da geç, tatmin edici boyutlara ulaşacağı umudu taze ve dipdiri…

Son söz… Abhazya’nın geleceğe doğru gerçekten büyük bir adım atmak için Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye’nin de, ekonomik anlamda (turizm de dahil) çok bakir bir ülke olan Abhazya’nın sağlayacağı olanaklardan yararlanmaya… Oysa Türkiye-Abhazya ilişkilerinin geleceği, ister istemez Türkiye-Gürcistan ilişkilerinden etkileniyor. Boru hatları, ABD ile ilişkiler, Rusya’nın tutumu, ABD-Rusya bilek güreşi gibi ana faktörler de bu ilişkilerin bazen katalizörü, bazen freni… Bakalım, önümüzdeki süreç neler gösterecek…

İnegöllü Vedat kendi mezarını kendi kazdı

1992-1993 Gürcistan-Abhazya Savaşı’nı duyar duymaz Abhazya’ya giden Abhaz kökenli Türk vatandaşlarından bazıları bu savaşta canını verdi.

Abhazya’da vatan şehidi olarak anılan bu gençler arasında İnegöl’den giden Vedat Kozba ve Zafer Argun da bulunuyor. Gezimiz sırasında, diğer şehitlikleri olduğu gibi, Vedat ve Zafer’in Gudauta’daki mezarlarını da ziyaret ettik. Orada öğrendiklerimiz, savaş sırasında yaşanan binlerce hazin öyküden sadece birisiydi:

Rusya Federasyonu’nun desteğini alan Gürcü yönetimi, bağımsızlığını ilan eden Abhazya’yı 14 Ağustos 1992 tarihinde işgal etti. Beşiktaş’ın eski başkanlarından Süleyman Seba’nın 1969 Adapazarı doğumlu yeğeni Efkan Seba (Tsıba) Abhazya işgal edildiğinde sadece 23 yaşındaydı. Atavatanı Abhazya’nın işgali üzerine kardeşlerinin yardımına koştu. Abhazya’ya ilk giden gruba katıldı. Ağustos ayı bitmeden Abhazya’ya vardılar. Kasım ayına kadar birçok çatışmada yer aldı. 3 Kasım 1992 tarihinde Şrom bölgesindeki çatışmalar sırasında Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a sağladığı bir helikopterden açılan ateş sonucu şehit düştü…

Efkan’ın şehadeti, Türkiye’den birlikte gittiği arkadaşlarından Ekim 1967 İnegöl doğumlu Vedat Kozba (Akar, Abhaz) için büyük üzüntü kaynağıydı. Vedat, Efkan Seba için Gudauta Kardeşlik Mezarlığı’nda kendi elleriyle kabir kazdı. Ne var ki, Efkan’ın ailesi genç şehidin Türkiye’de toprağa verilmesini istiyordu. Efkan Seba’nın naaşı, ölümünden 5 gün sonra anavatan Abhazya’dan doğduğu yer olan Türkiye’nin Sakarya ili Hendek İlçesi Soğuksu-Cigerde köyündeki evine getirildi ve köy mezarlığında defnedildi.

Girdiği bütün çarpışmalarda korkusuzluğuyla dikkat çeken Vedat da, arkadaşından birkaç hafta sonra, Oçamçıra cephesindeki direnişte (30 Kasım 1992) şehit oldu. Kayıtlara geçen son sözü “Zafer bizim olacak” olmuştu. Vedat’ın naaşı Gudauta Kardeşlik Mezarlığı’na getirildi. Türkiye’ye gönderileceği kesinleşmeden önce şehit arkadaşı Efkan için kazdığı ve boş kalan o mezara kendisi defnedildi.

Son bir bilgi… Türkiye’den Abhazya’ya giden ilk grupta yer alan 1968 İnegöl doğumlu Zafer Argun (Alış, Abhaz) da, Abhazya’da şehit olanlar arasında. Silah arkadaşlarının özellikle cesaretiyle andığı Zafer, 5 Nisan 1993’te şehit oldu. O da Vedat gibi Gudauta Kardeşlik Mezarlığı’nda yatıyor.

Tayfun ÇAVUŞOĞLU : Canlar ülkesi Abhazya (3)

  • Bursa Haber’de iki gün boyunca verdiğimiz gezi izlenimlerimizin son bölümü olarak, Abhazya Başbakanı Leonid Lakerbaya’nın Türkiye-Abhazya ilişkileri üzerine değerlendirmeleri ve Abhazya’nın Türkiye’den beklentilerini aktarıyoruz.
  • Abhazya Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak bu ülkeye giden Türk gazeteciler yurda döndü. Ama daha ilk gün, Soma faciası yaşanınca, gündem bir anda bu konuya döndü. Abhazya yönetimi, Diaspora adı verilen çok sayıda Abhaz’ın yaşadığı Türkiye’den çok umutlu.

Abhazya Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak ve Türkiye de kurulu bulunan Abhaz Dernekleri Federasyonu’nun organizasyonu ile 08-13 Mayıs tarihleri arasında Abhazya Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen ziyarete katılan Türk gazetecilere açıklamalarda bulunan Abhazya Başbakanı Leonid Lakerbaya, “Türkiye’den anlayış bekliyoruz. Tüm problemlere rağmen birbirimize çok yakınız. Türkiye’de çok sayıda Abhaz diasporası var. Birbirimizi anlamaya başlarsak, diğer ülkelerin çıkarlarına bakmayarak, Abhazya ve Türkiye halklarının çıkarlarına bakarsak, tabii bu süreç çok zaman alacaktır, zaman gerekiyor” dedi.

Abhazya’da bulunan Türk gazetecileri makamında kabul eden Lakerbaya, Türkiye-Abhazya ilişkilerini değerlendirdi. Başbakan Lakerbaya, ülkesinin Türkiye’den beklentilerinin sorulması üzerine şunları söyledi:
“Türkiye’den anlayış bekliyoruz. Tüm problemlere rağmen birbirimize çok yakınız. Türkiye’de çok sayıda Abhaz diasporası var. Birbirimizi anlamaya başlarsak, diğer ülkelerin çıkarlarına bakmayarak, Abhazya ve Türkiye halklarının çıkarlarına bakarsak, tabii bu süreç çok zaman alacaktır, zaman gerekiyor. Kolay çözülebilecek bir olay değildir. Buraya Türkiye’den gazetecilerin gelişi bile küçük bir adım olarak görülebilir.”

Abhaz Başbakan Lakerbaya, Türkiye’nin, Abhazya politikasına değinirken de, Abhazya’yı tanıyan ülkeler arasında Türkiye’nin yer almadığını hatırlatarak şunları söyledi:
“Türk dış politikasına Abhazya açısından bakacak olursak Türkiye, NATO üyesidir. Burada normalde soru biter. Türkiye, NATO’dan bağımsız olsaydı bu problemler başka türlü çözülebilirdi. Tabii ki iki ülke insanlarının ilişkilerini düşünmeliyiz. İnsanların ilişkisi varsa deniz ulaşımı sorununu çözmeliyiz. Siyaset siyasettir ama insanların görüşmesi gerekiyor. İleride ümit ediyorum bunlar olur.”

Lakerbaya, 1992-1993 yıllarında yaşanan Abhazya-Gürcistan Savaşı’nda, ekonomilerinin 15 milyar dolar zarar gördüğünü dile getirdi. Bir gazetecinin, Türkiye ile Abhazya arasında direkt uçuş bekleyip beklemediği yolundaki sorusu üzerine, Rusya tarafından Abhazya’yı blokaj içine aldıklarında, savaştan sonra ambargo konulduğu zaman Türkiye ile Abhazya arasında ulaşım olduğunu kaydeden Lakerbaya şunları anlattı:
“Türkiye-Abhazya arasında direkt deniz ulaşımı vardı ama Rusya, Abhazya’yı tanıdıktan sonra maalesef her şey kapandı. Resmi olarak kapalı ama Abhazya’nın dış ticaretinin yüzde 18’i Türkiye ile. Şunu kesinlikle biliyorum ki Gürcistan’dan böyle bir siyaset uygulanmasaydı bu rakamlar daha büyük olurdu. Maalesef Türkiye’den buraya gelen gemiler ve teknelere Gürcistan tarafından el konuluyor. Süreci tabii ki zorlaştırıyor ama süreç yine de devam ediyor. Türkiye’den mesela petrol, çimento, farklı inşaat malzemeleri getiriyoruz. Abhazya’dan Türkiye’ye balık unu ve yağı, kömür gönderiyoruz ama tüm problemleri bir yana koyarsak Türkiye ile aramızda ticaret var ve bu bize umut veriyor.”

Dönemin SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov’un olumlu yaklaşımı sayesinde diaspora Abhazları ile daha fazla görüşmeye başladıklarını anlatan Lakerbaya, bu ilişkileri kimsenin koparamayacağını vurguladı. Türkiye ile ticari ilişkilerine bu diasporanın yardımcı olduğunu aktaran Lakerbaya, “Umuyorum ki olaylar daha güzelleşecek ve daha iyi olacak” değerlendirmesinde bulundu.

GERİ DÖNÜŞ ÇALIŞMALARI

Lakerbaya, gazetecilerin sorusu üzerine Abhazya Geri Dönüş Devlet Komitesinin, diaspora Abhazlarının ana vatana dönmesi konusundaki teşvik edici politikalarını da değerlendirdi:
“Bugüne kadar 3 bin kişi ana vatana döndü. Demografya problemlerini çözebilmek amacıyla bu komite bugün de çalışmalarını sürdürüyor. Suriye’deki problem ve kriz nedeniyle bir anda 500-600 kişi ana vatana döndü. Komite, bu konuda işini yapabildi. Tabii ki demografya işini, geri dönüşle ilgili tüm problemleri tamamen çözebilmek için ülke çok zengin olmalı.İnşallah zamanla bu problemleri de çözebileceğiz.”
Abhazya’yı halen, Rusya, Güney Osetya, Transnistria, Nikaragua, Venezuela, Nauru, Vanuatu ve Tuvalu tanıyor. Abhazya’yı tanıyan ülkeler arasında Türkiye’nin olmaması, bu küçük ülkede üzüntü kaynağı. (Bitti)

TSK DOSYASI : ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…


ASKERLER 600 SUBAYI KADROSUZLUK GEREKÇESİYLE TOPLUCA EMEKLİ EDİLEN TSK İÇİN BÖYLE DİYOR…

Sosyal medyadan, ülkemizdeki ileri demokrasi nedeniyle anonim kalmasını istediğim bir emekli subaya aittir.

Yazım özneleri askerler olunca bazı arkadaşlara sıkıcı gelebilir ancak ana fikri kurumlar arası koordinasyonun liyakatin mesleki ve insani birçok değerin hiçe sayılarak ülkenin nasıl yönetildiğinin daha doğrusu yönetilemediğinin bir özeti aslında.

Medya ve basında son yüksek askeri şura kararları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığından altı yüz Albay rütbesindeki personelin kadrosuzluk nedeniyle emekli edildiği bilgisi yer aldı. Emekli bir subay olarak yaptığım bire bir görüşmelerden de kadrosuzluk nedeniyle basında yer alan rakamlara yakın sayıda Albayın emekli edildiği bilgisine ulaştım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fetö terör örgütü ile irtibatlı yaklaşık dört bin subayın ihraç edildiği Kara Kuvvetleri Komutanlığında personel eksikliği yaşanırken emekliliklerin kadrosuzluğa dayandırılması bana biraz manidar geldi.

Emeklilikleri atamalar ile birlikte değerlendirdiğimde ilginç olduğu kadar düşündürücü bir tablo ortaya çıkıyor. Kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilen bir kısım personelin bir buçuk ay önce yapılan atamalarla yeni görev yerlerine katıldığını da biliyoruz.

Kara Kuvvetleri Komutanlığında en önemli görev yerlerinden birisi olan Alay Komutanlığına atanan ve bir gün önce sancak devir teslim töreni ile Alay Sancağını teslim alan bir Alay Komutanının emekli edilme gerekçesi ne olabilir?

Kritik bir görev yerinden seçilerek başka bir kritik görev yeri olan Bölge Başkanlığına atanan albayın emekliye sevk edilmesinin mantığı var mıdır?

Atamalarda Kıbrıs’a atanarak görev yerlerine katılan ve son şura kararları ile emekliye sevk edilen Albaylar nedeniyle oluşan kamu zararı için ne söylenebilir?

Sicil sıralamasında kendilerinden sonrakiler göreve devam ettirilirken devrelerinin ilk sıralarında yer alan Albayların emekli edilmesinde hangi kriterler dikkate alınmıştır?

Kişisel olarak incelendiğinde buna benzer kişileri rencide edici birçok örneği vermek mümkün. Bunun yanı sıra atama gören personelden eşlerinin atamasını yaptıran evini kiralayan eşyalarını taşıtan ücretlerini ödeyerek özel okula çocuklarının kayıtlarını yaptıranların mağduriyetleri vicdanları ne kadar yaralamıştır merak ediyorum.

İşin daha enteresan tarafı ise emekliye sevk edilen kişilerin yaklaşık yarısı normal şartlarda çalışma süreleri nedeniyle değerlendirmeye alınmaması gereken yani normal şartlar altında emekli edilmemesi gerekenlerden oluşuyor. Diğer bir ifadeyle yirmi sekiz çalışma yılını doldurmayan dolayısıyla süre uzatma değerlendirmesine girmemesi gereken yaklaşık üç yüz Albay kadrosuzluk nedeniyle emekli edilmiş. Söz konusu personelin kaldıkları bu muamele karşısında neler hissedebileceği ailesine ve çevresindekilere bunu nasıl izah edeceği hiç akıllara gelmiş midir acaba. Ne hissediyorlar bilemiyorum ama bu zamanda ve bu şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) kadrosuzluk gerekçesiyle emekliye sevk edilmek bu arkadaşlarımız için bir ONUR ve GURUR vesilesidir diye düşünüyorum.

Taşları yerinden oynatılmış bir orduda personel arasındaki ilişkilerin nasıl olacağını tahmin edebiliyor musunuz. Emekli edilenlerin göreve devam edenler hakkında (Hangi cemaate üyeler acaba) veya göreve devam edenlerin emekliler hakkında (Fetöcümüy dü acaba) neler düşündüğünü veya hissettiğini söylemeye gerek var mı. Kader birliği yapan insanların oluşturduğu bir orduda personelin birbirlerine şüphe ile bakması kabul edilebilir mi. Çalışanlar arasında önümüzdeki yıl yarbay binbaşı ve astsubaylar da kadrosuzluk nedeniyle emekli edilecekmiş söylentisi almış başını gidiyor. Çalıştığı kurumda geleceği hakkında endişeleri olan insanlardan görevleri gereği gerektiğinde ölmelerini beklemek ve istemek gibi bir hakkınız olabilir mi?

TSK subay kadrolarının sınıf ve rütbelere göre belirlenerek buna göre personel temini ve yetiştirilmesi teknik bir konudur. Daha önceki yıllarda günün görev ihtiyaçları dikkate alınarak planlamaların aksine uygulamalar yapılmışsa da personelin sistem içinde kullanılması sağlanarak mağduriyetlerin asgari seviyede olması hep ön planda tutulmuştur. Bu uygulamada ise akla zarar mağduriyetlerin yanı sıra ödenen harcırahlar nedeniyle kamu zararı da söz konusudur. Bu konuların haksız yere emekliye sevk edilerek mağduriyet yaşayan personel tarafından yargıya taşınması gerektiğine inanıyorum.

Şahit olunan uygulamalar bize Kara Kuvvetleri Komutanlığının görev ihtiyaçları ile hareket ederken Milli Savunma Bakanlığının ise bilmediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz siyasi ve ideolojik düşüncelerle hareket ettiğini gösteriyor. Yanılıyor olabilirim ama birimler arasındaki dikkat çekici farklı hatta birbirine tamamen zıt uygulamalar TSK personelinin MSB’lığı içindeki bir birim vasıtasıyla değerlendirilerek eski personelin zaman içinde tasfiye edildiği izlenimini veriyor bana. Bir şekilde zamanında az veya çok Fetö terör örgütü bu ile iltisaklı ve irtibatlı olduğu tespit edilen ancak haklarında yasal işlem yapılamayan personelin tasfiye edilmesi makul görülebilir ki bu durumdaki personel kadrosuzluk nedeniyle emekli edilenler içinde öğrenebildiğim kadarıyla dikkate alınmayacak sayıdadır. Bu da kadrosuzluktan emekliliklerin terör örgütü şüphesi ile değil ağırlıklı olarak başka gerekçelerle yapıldığının en açık bir göstergesidir.

Başta Akit gazetesi olmak üzere yandaş basın ve medyada son günlerde tabur ve daha üst birlik ve karargahlarda imam/din işleri subayı görevlendirilmesi konusu gündeme getirilmeye başlandı. Yine sosyal medyada bu teşkilatlanma ile ilgili kanuna dair bir metin dolaşıyor. (Yazım hataları nedeniyle bu belgenin doğru olduğunu düşünmemekle birlikte yakın zamanda çıkarılacağına da inanıyorum. ) Halen geçerli midir bilmiyorum ama TSK’da ihtiyaca binaen yeni bir kadro açılacağı zaman kadro tavanını aşmamak gerekçesiyle başka sınıflara ait kadrolardan tasarruf edilir. Halen bu uygulama geçerli ise tasfiye şeklindeki emekliliklerin bu konuyla ilgili olabileceğini imam ve din işleri subayları için kadro oluşturma hazırlığı olabileceğini düşünüyorum. (Görevde olduğum yıllarda belli seviyenin üstündeki karargahlarda seferde atama yapılacak şekilde Din İşleri Subayı kadrosunun olduğunu da belirtmek isterim. )

Askeri öğrencilik dâhil otuz yedi yıl hizmet ettiğim TSK’de dine saygısızlık yapıldığını dini vecibelerini yerine getiren dindar personele farklı davranıldığına şahit olmadım. Büyüklüğüne bağlı olarak hemen hemen her birliğinde cami veya mescit bulunan ramazan aylarında sahur ve iftar yemeklerinin özellikle düzenli bir şekilde yenmesi için çaba gösterilen her yemekte Tanrı’nın adı zikredilerek yemek duası okunan eğitim yılı açılışlarında kazasız ve belasız bir eğitim yılı olması nedeniyle birçok birliğinde kurban kesilen dini bayramlaşmaların aksatılmadan yapılması için her türlü tedbiri alan bir TSK’den bahsediyorum. Komutanlık Bölge Başkanlığı görevlerim dâhil çalıştığım yıllarda böyle bir kadro ve personeline hiç ihtiyaç duymadım. Bugün de ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Ama iktidarın yapmak istedikleri ve TSK’ni getirmek istedikleri noktayı düşünerek gerçekten üzülüyorum.

Geçen günlerde liglerden küme düşmenin kaldırılması ile ilgili yaptığım bir paylaşımımı memleketin çivileri çıkmış sonumuz hayırlı olur inşallah şeklinde sonlandırmıştım. Gerçekten içinde bulunduğumuz durum bu. Hatta ortada yerinden çıkacak çivi bile kalmamış dense yeridir. Çivileri çıkmış bir yapının altında kalmamız umarım an meselesi değildir.

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// KUR. ALB. ÜMİT YALIM : ABD, Dedeağaç’ta Deniz ve Hava Üssü açtı


ABD, GAYRİASKERİ STATÜDEKİ DEDEAĞAÇ’TA DENİZ VE HAVA ÜSSÜ AÇTI !…

*Türkiye, Ayasofya ve Kanal İstanbul tartışmaları ile oyalanırken, ABD ve Yunanistan, Türk Boğazlarını devre dışı bırakacak bir projeye imza attı. Yunanistan’ın Dedeağaç bölgesindeki ABD Deniz ve Hava Üssü, 23 Temmuz 2020’de törenle açıldı. Karadeniz’i kontrol altına almak isteyen ABD, Bulgaristan ve Romanya’ya yapacağı askeri yığınak için Dedeağaç’taki Deniz ve Hava Üssü’nü kullanacak.

*Yunanistan ile ABD arasında 05 Ekim 2019’da imzalanan Savunma İşbirliği Anlaşması, 30 Ocak 2020’de Yunanistan Parlamentosu tarafından onaylandı. ABD, Yunan Parlamentosu’nun onayladığı anlaşma kapsamında, Larissa, Stefanovikeio ve Dedeağaç bölgesinde Askeri Üs açma hakkını elde etti.

*ABD, Yunanistan ile yaptığı anlaşma kapsamında 22 Temmuz 2020’de, Dedeağaç bölgesine askeri helikopter, askeri araç ve mühimmat yığınağı yaptı.

*Askeri yığınağın tamamlanmasını müteakip Dedeağaç ABD Deniz ve Hava Üssü 23 Temmuz 2020’de, resmi törenle açıldı. Törene, Yunan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopoulos, ABD’nin Atina Büyükelçisi Goeffrey Pyatt ve Dedeağaç’ta konuşlu Yunan 12. Mekanize Piyade Tümeni’nin Komutanı katıldı.

ABD VE YUNANİSTAN LOZAN’I İHLAL EDİYOR !…

*ABD’nin Deniz ve Hava Üssü açtığı Dedeağaç bölgesi , 1923 Lozan Antlaşması’na göre gayriaskeri statüde. Lozan Antlaşması’ndaki Trakya Sınırlarına İlişkin Sözleşme gereği, Türkiye ile Yunanistan ve Bulgaristan arasında bulunan sınırın her iki tarafında 30 km. genişliğinde gayriaskeri bölge belirlendi.

*Yunanistan ve ABD, Lozan Antlaşması’nı ihlal ederken, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Hulusi Akar olanı biteni turist gibi seyretti. Yunanistan’a müzik notası bile verilmedi.

Konu ile ilgili açıklamalarım ve belgeler eklerde gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

EGE ADALARI SORUNU DOSYASI /// E. KUR. ALB. ÜMİT YALIM : Yunanistan-Mısır MEB Anlaşması


YUNANİSTAN, TÜRK ADALARINI ÖNCE İŞGAL ETTİ, SONRA KITA SAHANLIĞINA KATTI !…

*Kamuoyuna zafer diye sunulan Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Mutabakat Muhtırası’nın artçı sarsıntıları devam ediyor.

*Muhtıra ile Girit Adası etrafındaki adalarımız ile birlikte 80 bin kilometrekarelik Türk Kıta Sahanlığı da Yunanistan’a terk edilmişti.

*Bu durumu değerlendiren Yunanistan, 06 Ağustos 2020’de Mısır ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması imzaladı.

*Yunanistan’ın 06 Ağustos 2020’de belirlediği Münhasır Ekonomik Bölge Sınırları, Türk Kıta Sahanlığı içinde yer alıyor. Ayrıca Yunanistan, 2004 yılında işgal ettiği Dionisades ve Koufonisi adalarının kıta sahanlığını da kendi deniz sınırları içine kattı.

*Girit Adası’nın etrafında bulunan Dionisades ve Koufonisi adaları Yunanistan’ın işgal ettiği 18 Türk Adası arasında bulunuyor.

TÜRKİYE NE YAPMALI ?

*Yunanistan, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge tezlerini işgal ettiği Türk adaları ile Girit Adası ve Onikiada grubunda yer alan Çoban, Kerpe, Rodos ve Meis adalarına dayandırıyor.

*Türkiye, başta 1923 Lozan Antlaşması olmak üzere taraf olduğu uluslararası antlaşmalardaki hak ve menfaatlerine sahip çıkarak bölgedeki egemenlik haklarını yeniden tesis etmelidir.

Konu ile ilgili açıklamalarım ve belgeler eklerde gönderilmiştir.

Saygılarımla,

Ümit YALIM

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri

DOKUMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

PARAPSYCHOLOGY & MYSTERY FILES : ALL THATS INTERESTING – PART 32


ALL THATS INTERESTING – 32

NOT : RESİMLERİN ALTINDAKİ YAZIYA TIKLADIĞINIZDA İLGİLİ SAYFA AÇILIR.

soldiers-crying-at-veteran-funeral.jpg

More U.S. Veterans Have Committed Suicide In The Last Decade Than Died In Vietnam

While most would agree that supporting the troops is a moral necessity, America’s military veterans aren’t getting the help they need upon returning home.

shuanghuaishu-site-from-above.jpg

Archaeologists Uncover Massive Chinese City Built 5,300 Years Ago

harding-outside-blockbuster.jpg

Nothing Can Stop The World’s Last Blockbuster — Not Even Coronavirus

The Bend, Oregon location implemented a curbside pickup service while rearranging its interior to safely welcome in-store customers.

sex-dolls-at-soccer-game.jpg

South Korean Soccer Team Uses Sex Dolls To Fill Out Stadium Emptied By COVID-19

thomas-scully-powers-and-dwight-powers-1.jpg

Naked Man Stabs His Father To Death During 20-Person Zoom Call

The 72-year-old was in the middle of an Alcoholics Anonymous meeting when his 32-year-old live-in son suddenly attacked him.

german-man-posing-with-trex-skull-featured.jpg

Man Breaks Into An Australian Museum To Take Selfies With Dinosaur Skeletons

biscuits-and-gravy-two-faced-kitten.jpg

Meet Biscuits And Gravy, The Kitten With Two Faces That Was Just Born In Oregon

The kitten’s unusual features are caused by craniofacial duplication, a condition where extra facial features develop in the womb.

dali-false-paternity-case.jpg

Psychic Who Falsely Claimed To Be Dalí’s Daughter Is Ordered To Pay For Exhuming His Remains

getting-up-1.jpg

21 Harrowing Images Of Life Inside Hong Kong’s Tiny Cage Homes

And they’re actually shockingly expensive.

İSRAİL DOSYASI /// Ercan Caner : Vadedilmiş Topraklar


Ercan Caner : Vadedilmiş Topraklar

E-POSTA : ercancaner

Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdüren Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 36 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO deneyimlerine sahiptir.

31 Mayıs 2020

O gün Tanrı, Abraham ile bir antlaşma yaparak ona şöyle dedi: Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları -Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını- senin soyuna vereceğim.

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 30 Mayıs 2020

İncil’de dünya yüzeyinin coğrafik merkeziyle ilgili bilgi var mı? Evet var. Ve tahmin edebileceğiniz gibi dünyanın merkezi İsrail’dir. Fakat dünyanın merkezi, günümüz modern İsrail’in sınırları içinde değil, Genesis 15 (Yaradılış 15) sınırları içindedir.

Genesis 15: 18-21’de Tanrı Avram’a (Sonradan Abraham) soyunun bir gün çok geniş topraklara sahip olacağı sözünü vermiştir. Aynı gün Tanrı, Avram ile bir anlaşma yaparak ona Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan Ken (Kenites), Keniz (Kenizzites), Kadmon (Kadmonites), Hitit (Hitites), Periz (Perizzites), Refa (Rephaims), Amor (Amorites), Kenan (Canaanites), Girgaş (Girgashites) ve Yevus (Jebusites) topraklarını vermeyi vadetmiştir. Aşağıda Tanrı ile Avram arasında geçen konuşmaları okuyabilirsiniz.

175/200 yıl yaşayan Abraham üç meleğe hizmet ederken, arka planda; Genesis 18’de belirtildiği gibi bir yıl sonra Isaac’ı doğuracağını haber verdikleri kısır ve o anda 90 yaşında olan Sarah. (Tablo: Abraham and Three Angels-İlahi karşılaşma, 1646, Rembrandt Harmenszoon van Rijn) Kaynak: Wikipedia

Avram, ‹‹Ey Egemen RAB, bu toprakları miras alacağımı nasıl bileceğim?›› diye sordu. RAB, ‹‹Bana bir düve, bir keçi, bir de koç getir›› dedi, ‹‹Hepsi üçer yaşında olsun. Bir de kumruyla güvercin yavrusu getir.›› Avram hepsini getirdi, ortadan kesip parçaları birbirine karşı dizdi. Yalnız kuşları kesmedi. Leşlerin üzerine konan yırtıcı kuşları kovdu. Güneş batarken Avram derin bir uykuya daldı. Üzerine dehşet verici zifiri bir karanlık çöktü. RAB Avram’a şöyle dedi: ‹‹Şunu iyi bil ki, senin soyun yabancı bir ülkede, gurbette yaşayacak. Dört yüz yıl kölelik edip baskı görecek. Ama soyuna kölelik yaptıran ulusu cezalandıracağım. Sonra soyun oradan büyük mal varlığıyla çıkacak. Sen de esenlik içinde atalarına kavuşacaksın. İleri yaşta ölüp gömüleceksin. Soyunun dördüncü kuşağı buraya geri dönecek. Çünkü Amorluların yaptığı kötülükler henüz doruğa varmadı.›› Güneş batıp karanlık çökünce, dumanlı bir mangalla alevli bir meşale göründü ve kesilen hayvan parçalarının arasından geçti. O gün RAB Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: ‹‹Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları -Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını- senin soyuna vereceğim.››

Hititlerin muhtemel en geniş sınırları. Kaynak Aziz Yardımlı

Bu alan; batıda yaklaşık 4,258 mil uzunluğundaki Mısır’daki Nil Nehrinden, doğuda yaklaşık 1,470 mil uzunluğundaki Fırat Nehri arasında kalan, güney sınırı bu iki nehrin aşağısında güneyde birçok noktasını kesen ve bağlayan hat olan, kuzeyde ise Hitit imparatorluğu (günümüz modern Türkiye toprakları) ve batısında Akdeniz’i kapsamaktadır.

Yazının başında bulunan harita, Türkiye’yi Hitit İmparatorluğunun yayıldığı bütün alanları kapsayacak şekilde göstermek çok daha iyi olacağından, aslında Tanrı tarafından Abraham’a vadedilen toprakların ihtiyatlı bir şekilde gösterilmesidir.

Haritada mavi renkli çizgilerle gösterilen sınırlar içinde kalan alan, Tanrı tarafından Abraham’a vadedilen (Genesis 15: 18-21) İsrail’e verilen toprakları göstermektedir. Günümüz modern İsrail devletinin sınırları ise kırmızı renkli çizgilerle gösterilmektedir.

Tanrı ile Abraham arasında yapılan toprak anlaşması; meşru varisi olan Isaac (Genesis 26:2-5) ve ondan sonra da Isaac’in oğlu, Tanrı tarafından kendisine İsrail isminin verildiğine inanılan, İsrailli Çocukların Babası Jacob (İbranice Ya’akov) (Genesis 28:13-15) tarafından da sürdürülür. Jacob anlaşmayı çocuklarına da aktarır.

Abraham, Isaac ve Jacob/Israel adlı elçilere, nesilleriyle birlikte bu büyük toprak parçası vaat edilmiştir (İsrail Genesis 15 Sınırları), fakat elçiler bu geniş toprak parçasının tamamına ölümlerden önce sahip olamamıştır.

Gelecekte bir gün, İsrail devleti, kendisine Tanrı tarafından vadedilen (Genesis 15) topraklara sahip olacak ve yeniden diriliş sonrasında, Abraham, Isaac ve Jacob ile vadedilen toprakların her karış toprağında birlikte yaşayacaktır.

İsrail’in Genesis 15 Sınırları İçindeki Bölge Dünyanın Coğrafik Merkezi midir?

Evet, işte kutsal kitapta yazanlar: Viran olmuş kentlerde yaşayan halkı soyup malını yağma edeceğim. Sürüsü, malı olan, dünyanın merkezinde yaşayan bu ulusların arasından toplanmış halka karşı elimi uzatacağım. Bu yüzden, ey insanoğlu, peygamberlik et ve Gog’a de ki ‘‘Egemen Rab şöyle diyor – O gün halkım İsrail güvenlik içinde yaşarken bunu fark etmeyecek misin? Sen ve seninle birlikte birçok ulustan oluşan tümü ata binmiş büyük bir kalabalık, güçlü bir ordu kuzeyden geleceksiniz. Ülkeyi kaplayan bir bulut gibi halkım İsrail’in üzerine yürüyeceksiniz. Son günlerde, ey Gog, seni ülkeme saldırtacağım. Öyle ki ulusların gözü önünde kutsallığını senin aracılığınla gösterdiğim zaman beni tanıyabilsinler. Ezekiel 38: 12, 14-16 ESV (English Standard Version-İngilizce Standart Versiyon.

Egemen RAB diyor ki: Bu Yeruşalim’i ulusların ortasına yerleştirdim, çevresini ülkelerle kuşattım. Ezekiel 5:5 KJV (King James Version-Kral James Versiyonu).

O gün İsrail Mısıra ve Aşura üçüncü, dünya merkezinde bereket olacak; çünkü orduların RABBİ: Kavmim Mısır ve ellerimin işi Aşur ve mirasım İsrail mübarek olsun, diye onları mübarek kıldı.

Bilim de Dünya Yüzeyinin Merkezinin İsrail’in Genesis 15 Sınırları İçinde Olduğunu Doğrulamaktadır

Fizikçi Andrew J. Woods, dünyanın coğrafik merkezinin, İsrail’in Genesis 15 sınırları içinde bulunan, Türkiye’nin başkenti Ankara yakınlarında bir yerde olduğunu ilan etmiştir. Google Maps uygulaması da yine İsrail’in Genesis 15 sınırları içinde bulunan Türkiye’nin Çorum kentini, dünyanın coğrafik merkezi olarak işaretlemiştir. Bu iki yer birbirinden 149 mil uzaklıktadır. 1864 yılında gök bilimci Charles Smyth ise dünyanın merkezinin Mısır’da bulunan Büyük Giza (Keops) Piramidi olduğunu belirlemiştir.

Dünyanın bu bölgesinde geçen ve geçmekte olan bütün büyük faaliyetleri göz önünde bulundurun. Bu bölgede yaşananlar bu bölgenin Tanrı ve insanlık için önemini doğrulamaktadır. Bu bölge medeniyetin merkezidir, gerçeğin müjdelendiği yerdir, Noah’ın gemisinin karaya vurduğu Ağrı dağına, Babil Kulesine, Mesih’in gelecekteki tacının yerine ve Armageddon savaş alanına yakındır. Dünyanın hiçbir bölgesi bu kadar çok faaliyet ve tarihe tanıklık etmemiş veya bu bölgenin peygamberlik açısından önemi kadar olmamıştır. Bu bölgenin dünyanın merkezi olması oldukça mantıklı görünmektedir.

Dünyanın Merkezi Çorum mu?

Google Maps harita uygulaması Türkiye’nin merkez bölgesinde bulunan Çorum kentini dünyanın coğrafik merkezi olarak işaretlemiştir. Google Maps arama motoru yaptığı açıklamada, dünyanın bütün kara yüzeylerinin merkezinin koordinatlarının 40°52′ 00′′ Kuzey, 34°34′ 00′′ Doğu olduğunu açıklamıştır. 1973 yılında fizikçi Andrew J. Woods tarafından yapılan hesaplamalara göre dünyanın merkezi; Türkiye’nin başkenti Ankara’nın 150 kilometre güneydoğusunda bir yerdedir. Holger Isenberg tarafından 2003 yılında yapılan sayısal yüzey modelleme haritasında da Çorum dünyanın coğrafik merkezi olarak işaretlenmiştir.

‘‘Büyük İsrail’’ – Orta Doğu için Siyonist Plan

Sun Savunma Net sitesi; 1982 yılında kaleme alınan Kanlı Oded Yinon Planının tüm metnini, yazıldıktan 35 yıl sonra çevirerek okuyucuları ile paylaşmıştır. Oded Yinon Planı, İsrail’in bölgesel üstünlüğünü garanti altına almayı hedefleyen stratejik bir İsrail planıdır. Bu plan, İsrail’in, çevresindeki Arap devletlerini daha küçük ve daha zayıf devletlere bölerek, kendi jeopolitik ortamını yeniden şekillendirmesini dayatmakta ve şart koşmaktadır.

Kanlı Oded Yinon planında; İsrail’in yayılmacı projesi kapsamında, komşu Arap ülkelerinin zayıflatılması ve sonunda parçalanması öngörülmektedir. Stephen Lendman’a göre ‘‘Büyük İsrail’’ Nil vadisinden Fırat Nehrine kadar olan topraklardan ibarettir. Yaklaşık bir asır kadar önce, Dünya Siyonist Organizasyonunun Yahudi Devleti için planladığı topraklar aşağıda sunulmuştur:

  • Eski Filistin toprakları,
  • Sayda ve Litani Nehrine kadar olan Güney Lübnan,
  • Suriye’nin Golan Tepeleri, Hauran Platosu ve Dera Kenti ile
  • Dera-Amman arasındaki Hicaz demiryolunun kontrolü, Ürdün ve Akabe Körfezidir.

Bazı Siyonistler ise daha fazlasını talep etmektedirler; Batıda Nil Nehri ile Doğuda Fırat Nehri arasında kalan ve Filistin, Lübnan, Batı Suriye ve Güney Türkiye’yi de kapsayan toprakları istemektedirler.

Ortada; kutsal kitapta geçen, Tanrı ile Abraham arasında yapılan bir anlaşma var, bu anlaşmaya göre Genesis 15 İsrail Sınırları yazının başında sunulan haritada görülmektedir. Bir de Kanlı Oded Yinon Planında Dünya Siyonist Organizasyonunun Yahudi Devleti için öykündüğü yukarıdaki harita var.

Ne ikili anlaşma ile ne de Dünya Siyonist Organizasyonu tarafından çizilen sınırlar bizi bağlamaz, topraklarımızı kimseye vermeyiz…

AVUSTURYA DOSYASI /// Ercan Caner : Avusturya Seçimleri ve Düşündürdükleri


Ercan Caner : Avusturya Seçimleri ve Düşündürdükleri

E-posta : ercancaner

Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdüren Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 36 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO deneyimlerine sahiptir.

14 Ekim 2017

BBC, 12 Ekim 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 13 Ekim 2017

Rakip Sloganlar: Pazar günü yapılacak seçimler için, Sebastian Kurz’un Avusturya Halk Partisi ‘‘ŞİMDİ VEYA ASLA’’ sloganını kullanırken, Şansölye Christian Kern liderliğindeki Avusturya Sosyal Demokrat Partisi; ‘‘SORUMLULUK İLE DEĞİŞİM’’ sloganını kullanmaktadır.

Çevirenin Notları: Avusturya’da 15 Ekim 2017 günü yapılacak olan genel seçimler Türkiye açısından önemlidir. Bunun nedeni ise Avusturya seçmenindeki genel eğilimin ne yazık ki yabancı ve İslam dini karşıtlığı ile Türk düşmanlığı olmasıdır. Avusturya seçmeninde görülen Türk düşmanlığının artmasında, son Anayasa Referandumu Halkoylamasında, diğer Avrupa ülkeleri gibi, Avusturya’daki Türk vatandaşlarını da oy deposu olarak kullanmak isteyen AKP’nin büyük katkısı bulunmaktadır. AKP, Avusturya’daki Türk seçmeninden beklediği desteği görmüş ve Avusturya’da yaşayan 38,233 Türk vatandaşı EVET oyu kullanmıştır. Bu sayı %73 EVET oranı anlamına gelmektedir. Avusturya’da yaşayan Türk vatandaşları için, bundan sonra Avusturya’da geçmişte oldukları gibi rahat ve huzur içinde yaşamak ne yazık ki kolay olmayacaktır. Seçim kampanyaları esnasında görülen yabancı, İslam ve Türk düşmanlığı ile illegal çifte vatandaşlık yaklaşımı bunun en büyük göstergesidir.
Avusturyalı parti liderleri, göçmenlik karşıtı muhafazakarların kıl payı kazanacağı öngörülen Pazar günkü seçimler öncesinde, son TV tartışma programında katıldılar.

Tartışma programında bütün gözler, yapılan son kamuoyu anketlerine göre yarışı önde götüren Avusturya Halk Partisi lideri, sadece 31 yaşındaki, Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz üzerinde toplanmıştır.

Son Kamuoyu Yoklamaları

Yapılan son kamuoyu anketlerine göre; milliyetçi Özgürlük Partisi (FPÖ-%26) ve merkez-sol Sosyal Demokratlar (SPÖ-%24) başa baş olarak, Avusturya Halk Partisinin (ÖVP-%33) hemen arkasında yer almaktadırlar.

Avusturya Parlamento Seçimleri: Partiler, Liderleri ve Son kamuoyu anket sonuçları. ÖVP – Die neue Volkspartie – Sebastian Kurz (%33), FPÖ – Freiheitliche Partei Österreichs – Heinz-Christian Strache (%26), SPÖ – Sozialdemokratische Partei Österreichs – Christian Kern – (%24).

Farklılıklara rağmen TV tartışması oldukça yumuşak bir havada geçmiş, hatta bazen kahkahalara dahi sahne olmuştur.
Partisi Sosyal Demokratların, Özgürlük Partisi ile ikincilik yarışında olduğu görülen Şansölye Christian Kern, aksilikler ve istifalarla geçen kampanya esnasında hata yaptığını kabul etmiştir.
Seçimde esas rakibi olan Kurz da oldukça eski bir partiden gelmektedir, fakat bu harika çocuk, kendi ‘‘oluşum hareketini’’ yeniden icat etmeyi başarmış durumdadır. Yorumculara göre Kurz, partisini sağa kaydırarak Özgürlük Partisi oylarından bir kısmını alırken, Özgürlük Partisi de sosyal meselelerde sola doğru kaymış durumdadır.
Onlarca yıldır Avusturya siyaseti, merkezci Avusturya Halk Partisi ve Sosyal Demokratlar tarafından domine edilmiştir, fakat gözlemciler bu iki parti arasında bir koalisyonun, muhafazakârlar ile Özgürlük Partisi arasındaki bir koalisyona nazaran bu sefer pek de olası görülmediğini ifade etmektedirler.

NEOS-Lideri Matthias Strolz, FPÖ-Lideri Heinz-Christian Strache, Şansölye Christian Kern (SPÖ), ÖVP-Lideri Sebastian Kurz ve Grüne Lider Adayı Ulrike Lunacek ORF TV Stüdyosunda-Elefantenrunde Foto: © APA/GEORG HOCHMUTH

TV tartışması, adaylar tarafından belirlenen beş konu üzerinde yapılmış ve üç iddialı aday da daha az iş düzenlemeleri çağrısında bulunmuştur.
Özgürlük Partisi lideri Heinz-Christian Strache, doğu Avrupa ülkelerinden ülkeye girecek ucuz iş gücü üzerinde uyarılarda bulunurken, Yeşiller Partisi lider adayı Ulrike Lunacek de ekonomi ve çevre meselelerinin birlikte ele alınması gerektiğini öne çıkarmıştır.
Kurz ve Strache TV tartışması esnasında bazen aynı düşünceleri paylaşmış, her ikisi de gösterilecek tepkiler konusunda farklı düşüncede olmalarına rağmen, göçmenlerin yarattığı tehdide dikkat çekmişlerdir. Her iki lider de çocukların okula başlamadan önce Almanca öğrenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Pazar günü yapılacak olan erken seçimler öncesindeki kampanya esnasında Kurz, seçmenlere, 2015 yılındaki düzensiz göçmen akınına karşı çıktığını hatırlatmıştır.

Merkez sağ Halk Partisi lideri Sebastian Kurz, Graz kentinde seçmenleri ile tokalaşırken. 4 Eylül 2017. Foto: JOE KLAMAR/AFP/Getty Images

Örtünme Yasağı

2015-2016 yıllarında, çoğunluğu Suriye, Irak ve Afganlı mülteci olan bir milyondan fazla göçmen Almanya’ya ulaşmıştır. Ana geçiş rotası üzerinde olan Avusturya, Avrupa Birliği-Türkiye arasında varılan mülteci anlaşması, Balkanlar üzerinden gelen göçmen sayısında sert bir düşüş yaşanmasına neden olana kadar bu problemle uğraşmak zorunda kalmıştır.
Dış işleri bakanı olarak Kurz, geçtiğimiz yıl göçmen sayısını aşağılarda tutan, Balkan sınırı kısıtlamalarının kaleme alınmasına yardımcı olmuştur. Kurz aynı zamanda, 1 Ekim 2017 tarihinde yürürlüğe giren, bütün yüzü kapatan peçe ve çarşafın yasaklanması kararlarını da desteklemiştir.
Geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde, Özgürlük Parti adayı Norbert Hofer, eski Yeşiller Partisi lideri Alexander Van der Bellen tarafından kazanılan başkanlık yarışını kıl payı kaybetmiştir.
Özgürlük Partisi, 1956 yılında eski Naziler tarafından kurulmuş ve hayatını kaybeden Jörg Haider liderliğinde geçmişte seçim başarıları kazanmıştır. 2000 yılında Haider’in partisi, muhafazakarların kurduğu hükümette yer almış ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Jörg Haider 2008 yılında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

AVUSTURYA’DAN ÇİFT PASAPORTLU TÜRK VATANDAŞLARINA SIKI ÖNLEMLER başlıklı makalemizi BURADAN okuyabilirsiniz.