AZERBEYCAN DOSYASI /// Prof. Dr. Altan Çetin : KARABAĞ’A TÜRKİSTANLILIK İLE BAKMAK


Prof. Dr. Altan Çetin : KARABAĞ’A TÜRKİSTANLILIK İLE BAKMAK

22 Temmuz 2020

Türkistan yüzyıldır işgaller ile sarsılıyor. Türkistanlılar bu sürecin acılarıyla Balkanlardan Doğu Türkistan’a milli, dini ve insani varlığını koruma davasındalar. Bugün de bir kere daha Ermenistan Türkistan’ın bir parçasına saldırıyor.

Ermeni Meselesi ötesinde Ermenistan’ın 90’larda Azerbaycan’a yönelik saldırıları ile gündemimize giren olaylar bugün yeni bir aşamasıyla devam ediyor. Son saldırının muhtelif yönleri ve sebepleri değerlendiriliyor. Şüphe yok ki bunlar güncel meseleler olmanın ötesinde devam eden bir sürecin son halkasıdır. Arkasında muhtelif, zinde güçler olan Ermenistan, Batı’dan Yunanistan’ın bize omuz atması gibi diğer yandan yeniden paçamızı çekiştirmeye başladı. Mesele bu minvalde gelişirken Cem Karaca’nın Karabağ şarkısı akla geliverdi. Bir şarkı, türkü bazen sayfaların anlatamadığını söyleyiveriyor. Ne demişti Cem Karaca:

Karabağda talan var, Ak gerdana saldıran var, Genirsen durun gedim, Gözü yolda kalan var

Evet, olan bir talandır. Vatana ve namusa saldırılmıştır. Gözü yolda kalanın beklediği ise Türk’tür, Türkiye’dir. Ermenistan yine Azerbaycan’daki Türk gardaşımıza saldırmış ve dost kömegi bir kere daha yola düzülmüştür. Bazıları neden bu Türk vurgusu, insanlık kardeştir derlerse o mahut zekâya deriz ki, Miloseviç ve adamları Bosna’da Türk diyerek neden katliam yaptılarsa bizim de Türk ile alakamız tam oradandır. Bizim burada tarafımız belli olduğundan Grönland’daki penguenlerden bahseder gibi olaya soğuk ve mesafeli bakamayacağımız ise aşikârdır. Karabağ’da talan varsa, çalınan bizdendir, Türkistanlılardandır. Namusa el uzanıyorsa kirlenen bizimdir, Türkistanlılarındır. Yakılan, yıkılan ve çalınan varsa bizden gidendir. Peki neden? Yine Cem Karaca’nın şarkısıyla bakalım:

Şeyh Ahmet Yesevi’nin yaktığı ateş, Ateş değil sanki şerbet iç dolu, Binbir nakış söyler yerde kilimler, Ata yurttan Balkana il Anadolu

İşte tam buradan Ahmet Yesevi’nin çerağından aydınlanmış canlar olarak, o ateş ile aydınlanan gönüllerimize saldırı vardır. Emperyalist kafa bir kere daha büyük emellerini küçük adamlarla gerçekleştirmek derdindedir. Bizimse mefkûremiz insanlıktır. Yesevi’nin şerbet olan ateşi yakarken hayat verir. Yok etmeye değil var etmeye koşar. Türk’ün varoluşu ve İslam oluşu da buna dairdir. Bu ateşin şerbetiyle dokunan kilimler bizim kültür dünyamızı bizi bir eden kimliği Ata Yurttan Anadolu’ya oradan Balkanlara taşıdı. Buz yüzden Yunanistan batıdan Ermenistan doğudan içimizdekileriyle birlikte ak gerdanımıza saldırmaktalar. Nakış nakış Yesevi manası ile insanlığa hayat vaad eden cihan hâkimiyeti mefkûremiz olmasın, görünmesi gerçekleşemesin diyedir bu gazaplı saldırılar. Lakin öncelikle bizim hatırlamamız, çerağımızı o ateşle yakmamızve o şerbeti insanlığa sunmamız gerekmiyor mu? Türkistanlılık bu meyanda Yesevi çerağından yaktığı gönlü ile aleme ışık saçmak derdidir.

Peki, nedir olan? Ne olmalıdır? Buna da şarkımız türkü tadında cevaba devam etsin:

Bu asla bir turan değil muhteşem bir tufandır, Kavuşan elalem değil can ile canandır, Şimdi türkü söylemenin işte tam zamanıdır, İki gözüm bu işin yok sağı solu

Turan’ın var olacağı o tufan muhteşem bir maziden geleceğini bekliyor. Gardaşımızla buluştuğumuz yerde elalem değil can ile canan buluşur. Azerbaycan’daki canlar cananımız olarak kavuşmak dilediğimizdir. Olayın tüm milletlerarası ve bölgeye dair saikleri bir yana biz olaya buradan bakarız. Türkistanlılık bu intisaptır. Evet Şimdi Türkü söylemenin tam zamanıdır. Türkistan’dan Balkanlara bizim türkülerimiz duyulmalıdır. Türk’ü türkü birleştirir. İşte tam zamanıdır. Bu arada şu klasik sağ sol işinin manasını da Cem Karaca söylerken kulağımıza ne söylemek ister? Buyurun Türk’ün sözü türküler ile gardaşımıza omuz verelim.

Şehitlerimizi rahmetle anarken, gazilerimize acil şifalar diliyoruz. İki devlet tek millet tarih mecraına akacaktır inşallah. Rahmetli Ebulfez Elçibey sözü ile bitirelim: Sen Türk olduğunu unutsan da, düşmanın asla unutmaz…

Unutmayınız! İşgal edilen sadece Karabağ değil Türkistandır… Türkistanlılık bu şuurla tarihe, vatana, ahlaka mensubiyet şuurudur.

Vesselam

Prof. Dr. Altan Çetin

AZERBEYCAN DOSYASI /// Elman Mustafa Cıvıroğlu : Azeri Değilim : Neden Azerbaycan Türklerine “Azeri” Diye Hitap Ediyorlar ???


Elman Mustafa Cıvıroğlu : Azeri Değilim : Neden Azerbaycan Türklerine “Azeri” Diye Hitap Ediyorlar ???

2 Haziran 2020

Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O´nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır. (er-Rum:22)
Ve bir birinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. (el-Hucurat: 13)
Kişi kavmini sevmekle kınanamaz. (Hadisi-Şerif)

Uyumluluk ve Etnik-Sosyal Oluşumlar
Bu dünya, bütün evren bir arada uyumlu birliktelik oluşturmaktadır. Bu düzenli birliktelikte her şeyin; bütünün ve parçanın kendi yeri, kendi dengesi vardır. Yaratılmış varlıkların en üstünü olan insan ile dünya; dünyanın sayısız varlıkları arasındaki ilişkiler genel uyumluluğun kopmaz, ayrılmaz bir parçası, bir bileşeni olarak akıp gitmektedir. Bu düzenli birlikte herhangi bir şeyin ne bir eksik ne de bir artık yanı vardır. Söz konusu düzenli kuruluşta birazcık değişiklik yapmaya kalkışıldığında, başka bir deyişle düzenli akımın işine el katıldığında, karşılığında hemen acılı karşılık verilir. İnsanoğlu yer yüzüne geldikten sonra bunun acısını az tatmamıştır.
Ayrıca, yaratılmış varlıkların kendi adı, anlamı ve içeriği var. Her bir varlığı; onun maddi ve manevi yanlarını bir ad ile, yani genel ve ortak bir ad ile belirtmek insana ihsan edilmiş doğuştan bir yetenektir. İnsana göre canlı ve cansız olan varlıkları belirten, ifade eden adların kendiliğinden yarandığını da öne sürenler vardır. Ama adların meydana gelmesinde başlıca rolu oynayan değişmez nedenin varlığı yadsınamaz. Bu yazı ise adların oluşma sürecini ve bu sürecteki kuralları incelemek, ele almak değil, bir ad yanlışlığından söz etmek amacını güdmektedir. Şöyle ki adlar da, içinde insanoğlunun bulunduğu bir uyumlu akımın bileşenleridir. Ad yanlışlığı da yaşam düzenine yersiz karışmak, uyumlu genel akımda uygunsuzluk oluşturmak; bu akımın doğal güzelliğine karşı çıkmak demektir.
İnsanlar tarihin eski devirlerinden itibaren biyoloji-manevi özelliklerine, coğrafyasal çevrelerine göre topluluklar halinde yaşamış ve tarihsel süreç içinde başlıca etnik-sosyal oluşumlar olan; kabile (boy), aşiret (oymak), kavim (budun), millet (ulus) meydana gelmiştir. XIX – XX. yüzyıllarda literatürde (bilim çevrelerinde) etnos kavramı sağlamca bir yer tuttu. Boy (kabile), kavim, ulus (millet) etnosun değişik tarihsel-evresel stadyal düzeyi ve özdeşi olarak benimsenildi. Burada dar imkanlı olmamızdan ve başka bir amaç güttüğümüzden dolayı etnos yapısından ve değişik etnik, etnografik gruplardan söz etmiyoruz.
Biyolojik-toplumsal ve coğrafyasal etkenlerin de kaynaşmasının, öncesiz ve sonsuz bir güç, kudret etkisinin bir sonucu olarak meydana çıkan etnosların yaşı çok eski zamanlardan başlar. Yukarıki ayeti-kerimeler (er-Rum: 22; el-Hucurat: 13) insan topluluklarının etnoslar; boylar, kavimler, oymaklar, milletler gibi meydana çıkmasını doğal ve gerçek olduğunu belirtmektedir. Başka bir deyişle, her bir etnos türü, sözü geçen etnos bölümlemesi gerçektir. Onların taşıdığı adların kendisi de gerçekliği yansıtmaktadır. Sömürgeci – küçümseyici adlandırmalar ise istisna oluşturmaktadır. Literatürde, bilim çevresinde etnosun genel adı bir terim olarak etnonim sözcüğüyle karşılanmaktadır. Buna “boyadı” veya “halkadı” da diyebiliriz.Etnoslar daha ziyade kendilerinin verdiği adla (endoetnonimle) bilinirler. Ama bir etnosa diğer etnoslar, komşular da ad vere bildiğinden (ekoetnonim) bazen bir etnosun – kavmin, milletin birden fazla ad taşıdığına tanık oluruz. Bu yazıda etnonim terimi altında yalnız etnosun kendisi verdiği adı göz önünde bulundururuz. Şunu da söylememiz gerekir ki, etnonimlerin, yani kavim, halk ve millet (ulus) adlarının oluşması üzerine birçok araştırmalar, incelemeler yapılarak kimi kuralauygunluklar açığa çıkarılsa da adların meydana gelme – oluşma mekanizmasına dair henüz son söz ortaya konulmamış.
Etnonim ile etnosun, yani insan topluluğunun adı ile topluluğun (etnik-sosyal oluşumun) gerçek varlığı arasında kopmaz ve sarsılmaz bağlılık var. Şöyle ki tüm boy, kavim ve milletin ortak adı etnik-sosyal oluşumu (boyları, kavim ve milleti) simgeler, onun maddi va manevi özelliklerini kendisinde yansıtır. Ortak ad içte etnos üyelerini kuvvetli bir birleştiricidir. Dışda ise diğer etnoslardan kendi etnosunu ayırır, onların arasında ayırım yapar. Bu farklılaştırma, ayırım yapma yine kendi etnosunun iç birliğine hizmet eder; birliği sağlar ve kuvvetlendirir. Halkın, milletin adı aynı zamanda ideolojik işlevi gerçekleştirir; etnos üyelerine (halka, millete) milli çıkarı sürekli olarak her şeyin üstünde tutmayı aşılar ve onları duygulandırır. Eğer milli kurtuluş, milli kalkınma harekatları tarihine şöylə bir göz atsak bile, bunun birçok örneklerini görürüz. Bir halkın, milletin kurtuluşu, özgürlüğü, bütün varlığı tehlikeye uğradığında onun ortak adı slogana dönüşerek milletin oğlunu kızını mücadeleye haykırmış. Ne var ki, şu haykırtı gereken bir koşula – etnonim (ortak ad) yalnız milletin kendisinin verdiği ad olsun koşuluna bağlıdır.
Cenge Doğru
1897 yılında dıştan ve içten kışkırtılan Yunanıstanın saldırgan davranışlarından dolayı Türkiye onunla savaşmak zorunda kaldı. Söz konusu savaşla ilgili Mehmet Emin Yurdakul, Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur/ Sinem, özüm ateş ile doludur mısralarıyla başlayan ünlü Cenge Doğru şiirini yayımladı. O dönemde ve sonralar da Cenge Doğru “ulusal uyanış şarkısı” olarak dillere destan oldu. Türk askeri o misralar ezberinde savaşa girir, düşmanın üzerine atılırdı. Sonralar Mehmet Emin Yurdakul’a Milli şair ününü kazandıran da aslında o şiir idi. Yahut Ahmet Cevat’ın, Çırpınırdın Karadeniz şiirini burada hatırlıyabiliriz. Şiirin güzel bir bestesi de yapılmış. Nice yıllardır şiirin ateşli, yanık misraları vatanseverlik duygularıyla hangi Türkün içini dalgalandır mıyor?
Anlattığımız bu milli-manevi heyecan, coşkunluk Türk kelimesinden, Türk adından kaynaklanmaktaydı.
Kendini Bil ki Özgeyi de Bilesin
Her bir halk (millet) kendi adı altında çalışır, yaşar; halklar, milletler köken, ruhsal yapı, zihniyet, davranış stereotipleri, ulusal özyapı (karakter) ve dil yönlerine göre birbirinden tamamen, yahut belirli bir derecede farklılık gösterirler. Bütün bu belirti ve özellikler, nitelikler onların (halkın, milletin) ortak adlarında (etnonimlerde) bir sembol olarak ifadesini bulur. Tek bir ortak adın (etnonimin) varlığı şunu belirtir: Etnos üyeleri kendilerinin diğer etnoslardan farklı, ayrı bir insan topluluğu olduğunun bilincine varmışlar. Bu bilince varma ise literatürde etnik kendinibilme kavramı ile ifade edilmektedir. Bilindiği üzere, halkların (milletlerin) birbirini ayırt etmesinin başlıca psikolojik mekanizmasını Biz – Onlar (yahut Biz – Biz Olmayan) karşılaştırması, yani toplumsal – psikolijik ikilisi (karşıtlık) oluşturur. Biz – Onlar karşılaştırmasını ise bilincaltı karşılıklı duygusal tutum (ilişki) belirler. Burada duygusal ilişki ya takdiredici (olumlu), ya da tersine (olumsuz) olabilir.
Her bir milletin (etnosun) yaşamasının çok önemli bir koşulu olan etnik kendinibilmenin bileşenleri üzerine çeşitli türde birçok incelemeler, araştırmalar yapılmış. Daha çok savunucusu bulunan şu ortak bir sonuca varılmış: etnik – milli yönden mensup olmanın bilincine varma, bütün etnos üyelerinin (milletin, halkın bütün temsilcilerinin) özdeşliği, yani ulusal köken birliği üzerine tasavvur ve ulusal çıkarın bilincinde olma. Bütün bunlar birarada etnik kendinibilmenin bileşimidir. Başka bir deyişle, etnik kendinibilmenin içeriğini ilk önce kendi etnik grubunun (topluluğunun), sonra ise kısmen diğer etnik grubun (topluluğun) tipik özellikleri hakkında tasavvurlar oluşturur. Etnik kendinibilmenin en açık ifadesi ise milletce, halkca kendisine verilen addır (endoetnonimdir). Yani etnik – ulusal kendinibilme milletin, halkın taşıdığı adla kendini belli eder.
Dil Milletin Kendisidir
Bilindiği üzere herhangi bir milletten söz ederken ilk anda ve her şeyden önce onun dilini göz önüne getiririz. Bunu yadsımak sağduyunun ve sağlıklı bir amacın işi değil. Dil, etnik – ulusal bir belirtidir, simgedir. Uzmanların ezici çoğunluğu etnik – ulusal belirtiler dizisinde dile ilk yeri vermektedir. Şöyle ki dil en keskin ve sık etnik işlev taşıyıcısıdır. Bir milletin en uzak geçmişini bugüne ulaştıran, gelenek ve görenekleri, ulusal (milli) stereotipleri, mili kültürü kuşaktan kuşağa ileten dildir. Dil, ulusal karakteri (özyapıyı), ulusal ruhu, mensubu bulunduğu milletin toplumsal yapısını yansıtır. Kısacası, her bir etnik topluluğun; her bir milletin yaşamasında, varlığında belirleyici koşul, etken olan ve o milletin zaman bakımından istikrarını sürdüren kuşaklararası diyakron (dikey) ilişkide milli dilin yerini hiç bir şey tutamaz. Etnik topluluğun mekan bakımından istikrarını sağlayan etkenlerden biri olarak sinkron (yatay) bilgi bağıntısında da dilin rolü büyüktür. Çünkü dil başlıca iletişim aracıdır. Dil, herhangi bir milletin (etnik grubun) içinde birleştirici, dışda ise, yani başka milletlere (etnik gruba) karşı tutumda ayırtedici etnik görev taşır; her bir etnik topluluk üyelrinin milli yönden mensup olmasını belirten koşullu işarettir. Başka dili (yabancı dili) benimseyerek eski dili unutma gibi istisna yukarıda anlatılanları aslında çürütmez.
Üçgenli Dünya
Kısacası, etnonim (ortak ad), etnik kendinibilme ve dil üçgeni içindeki karşılıklı ilişki, görevsel bağlılık uyumlu bir ortam oluşturur ve söz konusu ortam milletin yaşamını, gelişmesini ve uzun ömrünü sağlar. Bu uyumlu ortama suni bir karışma, orada bir karışıklığa imkan verme ise milletin doğal ve ulusal yönlerden gelişmesine bir darbe indirmek demektir.
L.N.Gumilyov’un Yanlışlığı
Ülkemizde ünü yaygın olan Lev Nikolayeviç Gumilyov’u bu yazıda hatırlatmayıp geçmek istemiyorum. L.N.Gumilyov’un, Orta Asya halklarının, özellikle Türkler’in tarihi ve etnos kuramı üzerine yaptığı araştırmaları, öne sürdüğü anafikirleri şimdilik sayıp dökmeye bir gereksinim yok. Özellikle, eski Türkler’in tarihsel misyonuna ışık tutmada zahmetini, çabalarını yadsımak, görmemezlikten gelmek niyetinde de değilim. Ne var ki etnosun, etnik grupların gelişmesiyle ilgili etnonim ve dil sorunlarını anlatırken L.N.Gumilyov’un yanlış ve biryanlı değerlendirmeleri ağır basmıştır. Onun psikolojik-kişisel nitelikleri, dünyagörüşü, inancı ve sovyet egemen elitinin isteği bu değerlendirmelerin bir ölçütüydü.
L.N.Gumilyov, XX. yüzyıl Rus şiirinin klassiklerinden sayılan Nikola S.Gumilyov ve Anna Ahmatova’nın oğluydu. Onun damarlarında akan kan birkaç etnosun hatıralarını taşımaktaydı. Baba ve annesinin kökenine ayrı ayrı etnoslar (İslav ve İslav olmayan) katılmıştı. Sonuçta değişik kültürlerin kavşağında yaşaması L.N.Gumilyov’un psişik yapısı üzerinde doğal etkisini yaptı.
Babası, 1921 yılında karşıdevrimci isyana katılmadan dolayı suçlanarak kurşuna dizildikten sonra o, “halk düşmanı”nın oğlu sayıldı. Annesi Anna Ahmatova’nın inancı da sovyetler düzeninin resmi ideolojisini yanıtlamıyordu. L.N.Gumilyov uzun süre çeşitli baskı, takip ve hapis ortamında yaşayarak toplumun bir bakıma yabancı evladına dönüştü ve onun kişiliğinde bir “marjinal kişi” oluştu. O, yıllar yılı psikolojik gerilim içinde yaşadı.
L.N.Gumilyov’un kökeninde değişik etnosların genetik hatırası, babasının uzun süre halk düşmanı sayılması, annesinin eski sovyet egemen çevrelerinin gözünde güvenilir olmaması, nihayet, ömrünün birkaç yılını hapis ve toplama kampı ortamında geçirmesi onda olumsuz içerikli psikolojik kompleksin oluşmasına yol açtı. O bütün etnolojik ve felsefi genelleştirmelerini bu kompleks altında yapmış, anafikirlerini bu kompleksin ışığı altında ileri sürmüş. Psikolojik gerilimi, olumsuz içerikli psikolojik kompleksi ortadan kaldırmak gayreti onu coşkun bir bilimsel yaratıcılığa götürdü. L.N.Gumilyov içindeki gerilimi ve ona karşı beslenen güvensizliği ortadan kaldırmak, egemen elitin güvenini kazanmak istiyordu. Bu isteği karşılamak amacıyla yapıtlarında makaslamalar yapıyordu. Bütün bunlar hem de iç rahatını sağlama, başka bir deyişle, psikolojik özsavunma idi.
Belirli psikolojik kompleksle yazıp yaratan bu çalışkan bilgin eski Türkler’in bugünkü torunlarının etnik-milli adını komuflaj sayır, etnos ile etnonim, etnik kendinibilme ile etnonim arasındaki gerçek ilişkini açıklamada yanlışlık yapar, mozaikliği – karışıklığı etnosun (etnik topluluğun) bir özelliği olarak öne sürer, niteler ve dilin etnik görev taşıyıcısı olarak rolünü küçümserdi.
Moda Sevgisi
Biz, gerçeği hangi derecede yansıtmasını önemsemeyerek çeşitli sifatları, metaforaları, genelde göze biraz rengli görünen şeyleri gereğinden çok severiz. Bunları dilimizde sözlü ve yazılı olarak kullanmak için itişip kakışırız, gel de bak! Tabii, söz ve istenç özgürlüğüne sahibiz. Canımız istediği kelimeleri, sözcükleri, sözleri bol bol kullanabiliriz. Ama…
…Azer, Azeri, Azertürk, Türkazer, Azeri – Türk Kadınlar Birliği, Azeri zihniyeti…
Bugün gazete ve dergilerimiz bu kelimeler, terimler, sözler ile sayfalarını süslemektedirler. Azer, Azeri sözcükleri ayrı olarak ve değişik bileşimlerde son yıllarda basılan kitaplarımızın sayfalarında da kendine sıcak yer tutmaya başlamış; anlaşılan işler böyle yürürse, bu yürüyüş göze görünmeden hızlanacaktır.
Tabii, insanların her biri beğendiği epiteti (sıfatı) adının başına koymakta; bir sözü, kelimeyi kendisine lakap takmakta, takma ad olarak kullanmakta, kurduğu bir derneği, kurumu beğendiği kelimeyle, sözcük ve terimle adlandırmakta belirli bir etik çerçevede yetki sahibidir; hatta sırası geldiğinde etik çerçeveyi, etik bir kuralı da tanımayabilir. Kendi meselesidir. Ama halkın, milletin adı söz konusu olunca, mesele bambaşka bir anlam taşır, bambaşka bir boyut kazanır: Burada hiç bir yapmacık bir tutum, davranış, asılsız bir yaklaşım ve ayrı ayrı kişisel istek geçerli olamaz. Zira bu, yüzlerce, binlerce yılların uyumlu bir akımını bozmak, aksatmak demektir. Ülkemizin Türk nüfusuna Azeri adını, Azeri yaftasını yapıştırmak da böyle asılsız bir girişim ve istektir.
Azer
Azer sözcüğüne ve onun azıcık ses değişimi varyantına Kurani-Kerim’de ve diğer İslam kaynaklarında raslanmaktadır. Kurani-Kerim’in Enam suresinin 74. ayeti belirtiyor ki, Azer, Hazreti-İbrahim’in babasıdır (Tevrat’a göre Hazreti-İbrahim’in babasının adı: Terah, Taruh). Ama kimi İslam yazarları sözü geçen ayeti-kerimeyi yorumlayarak Azer’in, Hazreti-İbrahim’in amcası ve üvey babası olduğunu ileri sürerler. Azer’in, Hazreti-İbrahim’in babası veya amcası olduğu burada bizim için önemli değil. Şöyle ki bizi adın kendisi ilgilendirmektedir. Ortada böyle bir bilgi de var ki, Sami-Arap kökenli Nabatey (Nabati) boylarında (kabilelerinde) Azer, bir Tanrı’nın veya ünlü bir kişinin adı olmuştur. Bir ad olarak Azer sözcüğünün etimolojisi şimdiye kadar açıklığa kavuşturulmamıştır. Kimi yazarlar bu sözün Sami-Yahudi kökenli olduğunu belirtmektedirler.Genellikle Azer ile ilgili İslam kaynaklarına dayanan birtakım değişik yorumlar, açıklamalar ileri sürülmüştür (bk: 10,s.316-317).
Azer, değişik içerik ve anlam taşıyarak Yakın Doğunun kimi halklarının tarihinde görülmektedir. Ateşperestlik (mecusilik) dininde Güneşe (Ateşe) kulluk eden, hizmet gösteren meleğin adı da Azer’dir. Kimi Yakın Doğu halklarının uyguladığı Güneş yılı takviminde aylardan biri de böyle bir ad taşımaktadır. Pehlevice’de ve şimdiki Farsca’da Azer sözünün aynı zamanda “ateş” anlamını taşıdığı sözlüklerde geçmektedir. Edindiğimiz bilgiye göre Afrika’daki Niger – Senegal dillerinden birinin adına Azer denilmektedir ( BK:19).
Böylelikle, yukarıda anlatılan Azerler’den hiç biri Türklüğ’ün büyük bir bölümü için etnik-milli nitelikli ortak bir ada – tüm milletin adına dönüşemez; gerçek etkenler böyle bir oluşumun gerçekleşme olanaksızlığını belirtir. Bunun tersini söylemek ise su götürmez bir gülünclüktür.
Azeri ve Bir de Az – As
Tarih kitapları bize belirtiyor ki,milattan önce IV. yüzyılda Güney Azerbaycan’da kurulan Atropatena devleti milattan sonra III – VII. yüzyıllarda Sasaniler devletine bağlı bulunmuş ve bundan sonra Hilafete katılmıştır. Güney Azerbaycan nüfusunun dili üzerine bizi IX – XIII. yüzyılların Arap – İslam yazarları (Balazuri, Yakubi, Masudi, Mukaddasi, Yakut vb.) bilgilendirmektedir. Adı geçen Arap – İslam yazarların yapıtları bilindiği üzere, XIX – XX. yüzyıllarda bilim çevrelerince kapsamlı, ayrıntılı biçimde araştırılmış ve incelenmiştir. Söz konusu kaynaklarda Azeri Dili’nden bir yerli dil olarak söz edilmektedir. Çağdaş bilimsel literatürde Azeri Dili’nin İran dilleri grubunun içine girdiğine dair inandırıcı ve kesin bir fikir oluşmuştur.
Azeri Dili’ni ilk kez İranlı bilim adamı S.A.Kesrevi XX. yüzyılın 20’li yıllarının sonlarında yayınladığı (Tahran’da) “Azeri ya Zeban-e Bastan-e Azerbaygan” (“Azeri veya Azerbaycan’ın Eski Dili”) adlı kitabında ele almıştır. Bunun üzerine İranlı ve Avrupalı birkaç yazarlar söz konusu soruna değindiler. Ne var ki, İranlı bilim adamları söz konusu meseleye İran milliyetciliği açısından yaklaşarak Azeri Dili’ni Güney Azerbaycan nüfusunun erken ortaçağdakı ortak dili olarak ortaya koymaya çalışıyorlardı. Bu ise yanlış bir yaklaşım, gerçek üzerine yanlış bir tablo çizme demekti. Erken ortaçağda Güney Azerbaycan’da Türk Dili’nin yaygın varlığı epey zamandır çürütülemez bir biçimde kanıtlanmıştır.
Azeri, Azeri Dili (Azerice) ifadeleriyle ilgili bugünkü yanlışlığın tarihi ise XIX. yüzyıldan itibaren başlar. İran´ın ve Rusya da dahil, Avrupa’nın (Batı’nın) kimi araştırmacıları Azeri ve Azeri Dili (Azerice) ifadesini yazılarında yanlışlığa düşerek Eski Azerbaycan Türkçesi’nin anlamdaşı olarak kullandılar. Onlar sözün (ifadenin), eski anlamına beled değillerdi. Protestanlığı kabullenmiş olan Mirza Kazım Bey’in 1839 yılında (ikinci baskısı 1846’da) Kazan kendinde basılmış olan “Türk – Tatar Dilinin Grameri” (“Grammatika turetsko – tatarskogo yazıka”); ikinci baskı: “Türk – Tatar Dili’nin Genel Grameri” (“Obşçaya grammatika turetsko – tatarskogo yazıka”) adlı kitabında Azerbaycan Türkcesi, Kuzey Azeri ve Güney Azeri adlarıyla ikiye ayrıldı. Mirza Kazım Bey’i izleyerek Avrupa – Rusya yazarlarının birçoğu Azeri’yi (Azerice’yi) Türk Dili anlamında kullandılar. XX. yüzyılın ilk onlu yıllarından itibaren Azeri ve Azeri Dili ifadeleri gündeme getirildi; bu eğilim giderek hız kazandı. 1918-1920 yıllarında Güney Kafkasya’da Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin varlığı, Kuzey Azerbaycan’nın Sovyetler Birliği bileşiminde Azerbaycan SSR adını taşıması bu eğilimi büyük ölçüde etkiledi. Hatta 1928-1929 yıllarında ise İstanbul’da Mehmet Aran yönetiminde Azeri Türk adlı milliyetci yönümlü bir dergi çıkarıldı. Ayrıca, Azeri Türk Gençler Birliği de kurulmuştu. Dergini çıkartanlar, Birliği yönetenler Azeri’nin eski anlamı ile Türk’ün bağdaşamayacağının farkında değillerdi.
Elbette, meselenin böyle bir boyut kazanmasında sadedil düşünce ile birlikte kimi çevrelerin üstü kapalı, art niyetli amaçları da rol oynamaktaydı. Kuzey Azerbaycan’da Azeri’nin (Azerice’nin) gündemdeki etkinliği kimi zaman zayıflamasına karşın, o yaşamaktaydı.
XVI. yüzyılda yaşamış Ruhi Enarcani adlı bir yazar, Farsça´nın Azeri ağzına dair bir risale yazmıştır. Söz konusu risale 1939 yılında İranda yayımlandıktan sonra araştırmacıların dikkatini kendi üzerine çekti. Biz, Azeri Dili üzerine daha doğru tasavvur oluşturmak için Ruhi Enarcani Risalesinden Azerice’de birkaç örnek aktaralım:
1. Mezivam, meresam, memanam, ti canet ez ḫedrevam (Kurban olayım, yetişemeyim, kalamayım, senin canın için kendimden geçerim).
2. Gedavo bela taçinam, begerde urut gerdam, bi tu ğeş konam (Müsibetini, belanı alayım, senin yuvarlak yüzün çevresinde döneyim, sana bayılırım).
3. Ti kelle burse vereset miram, bibebeke çeşmet can deham (Kafan…. için ölürüm, senin göz bebeğin için can(ımı) veririm).
4. Bi pa vü parmet oftam, beraye her vende pat miram (Senin ayağına kapanırım, senin her ayak oynağın (bileğin) için öleyim).
5. Bi tereg terege kevşet mezivam, nezre bekisi ḫeş amedi, ḫeşet ba, nur averdi, nuret ba (Senin ayakkabıyın takırtısına kurban olayım, kimsezin umudu, hoş geldin, hoş görünesin, nur getirdin, nurlu olasın).
Yukarıda anlatılan Azerice örnekleri İran yazarı Muhammed Cevat Meşkur’un hicri şemsi 1349 (m.s. 1970) yılında Tahran’da basılmış Nezeri Be Tariḫe Azerbaycan ve Asare Bastani ve Cemiyetşenasiye An adlı kitabının 223. sayfasından aktarmışızdır; Şunu da kaydedelim ki, sözü edilen örneklerin okunuşu birtakım güçlükleri de beraberinde taşır. Kuzey Azerbaycan bilim çevresinde Azerice örnekler ile ilk kez tanınmış bilim adamı S.Onullahi ilgilenmiştir.
Aramalar ve araştırmalar sonucunda şunlar saptanmıştır: Güney Azerbaycan’a bağlı Gelinkaya, Heseno,Zunuz, Kori Pir İshak, Dize Kurban, Uryantepe, Karagöz, Babora, Herzend, Yeni Herzend köylerindeki nüfus tümüyle Azeri’ce konuşuyordu. Adları geçen köylerin birkaçında Azerice’nin şimdi de yaşadığı, kullanıldığı belirtilmektedir. Şahrutta, Merentte ve Halhalın Herzend bölgesinde kullanılan Farsca’nın yerli şivesini uzmanlar Azerice’nin kalıntısı sayarlar.
Peki, Arap – İslam yazarlar Azeri ifadesiyle yalnız herhangi bir dili mi kastediyorlardı? Belki de o devirlerde bu adı taşıyan bir kavım, bir halk da bulunmaktaydı? İlkin Arapca kaynakları inceleyen araştırmacılar söz konusu ifadenin kaynaklarda dil adı (lingvonim) olarak geçtiğini, ancak IX. yüzyılda yaşamış tarihci ve coğrafyacı El-Yakubi’nin Kitap El-Buldan (Ülkeler Hakkında Kitap) adlı yapıtında Azeri’nin kavim, halk adı, yani etnik grup adı olarak verildiğini belirtirler. Ünlü bilim adamı Mehmet Fuat Köprülü, El-Yakubi’nin verdiği bilgilere dayanarak Azeri’nin ilk önce etnonim (etnik grup adı) olduğunu, sonradan ise bir dil adı olarak ortaya çıktığını anlatmaktadır. Bu arada şunu da belirtelim ki, yakın geçmişte Azerbaycan’ın bilim adamlarından biri, El-Yakubi Azeriye adı altında bir tarikati kast ediyordu diye bir fikir ileri sürmüştü ki, bu fikir yüzdeyüz esassıztır.
Araplar İslam’ın erken yayılma devrinden, VII – VIII. yüzyıllarda Türkler ile karşılaşmış, giderek sıkı ilişkilerde bulunmuşlardı. Bu yüzden de onlar, dil ve etnik karakter, özyapı yönlerinden Türkler’i diğer dil ve kavimlerden, halklardan daha erken ayırabilmiş, farklandırmışlardı. Halife I. Muaviye (661-680) ile konuşmasında Arap komutan Azerbaycan’da Türkler’in eski zamanlardan beri yaşadığını, yani bölgenin bir Türk yurdu olduğunu anlatıyordu. IX. yüzyılın birinci yarısında yaşamış bir Arap yazarın bize ulaştırdığı söz konusu bilgiye literatürmüzde defalarca baş vurulmuş. Bilindiği üzere, İslam kaynaklarını inceleyip araştıran araştırmacılar kaynaklarda Türkler’den Etrak, Türk, Türkmen diye bahsedildiğini tespit etmişlerdir. Kısacası, Arap – İslam yazarları, İslam’ın ilk yayılma çağından Türkler’i yakından tanımış, onlara iyice beled olmuşlardı. Şu halde, Türk – Arap ilişkilerinin giderek yoğunlaştığı, sıklaştığı IX – XIII. yüzyıllardakı Arap yazarlar Güney Azerbaycan’ın bir yerli dilinden söz ederken Azeri, Azeriye ifadesiyle Türk dilini kastedebilirlerdi mi? Kesinlikle edemezlerdi.
İran dillerinden biri olan Azerice’de konuşanların Güney Azerbaycan nüfusu içinde sayıca azlığı oluşturdukları yüzdeyüz belli olduğundan burada ayrıntılara bir gereksinim yoktur.
Azer’in, Az/As ve Er sözcüklerinin birleşmesinden türediğine dair fikirle ilgili şunu belirtelim ki, Azlar’ın/Aslar’ın, İran – Hint kökenli olduğu ve milattan önce 2. binde Batı Türküstan’a göç ederek orada yerleştikleri kesinlikle bilinmektedir. Kaldı ki, İskandinavya mitolojisinde Azlar, Tanrı soyunun adıdır. Kimi literatürde Azlar’ın bir kısmının İskandinavya kuzeyinde yerleştiği ileri sürülmektedir.
Azlar artık Göktürk döneminde (VI – VIII. yy.) Türk ortamında yaşıyorlardı. Eski Türk yazıtlarındaki Az Budun, Az Eri ifadeleri Azlarla ilgilidir. Bilim çevrelerinde hatırı sayılır ünlü bilginlerce Azların köken ve Orta Asyadakı talihinin bilimsel ve nesnel görünümü olgu ve kanıtlarla çürütülemez biçimde ortaya konulmuştur. Sayıca az olan Azlar’ın /Aslar’ın, Türkün büyük bir bölümünün etnik-milli adı olarak sonralar belirmesi, meydana çıkması olanaksıztır. Burada şunu da ekliyebiliriz ki, Azer ve Azerbaycan üzerine mitolojik bağlamda etimolojik çözümleme yapma da inandırıcı bir sonuca vardıramaz.
Azeri’nin Azer sözcüğünden türediğini kabul edersek, o zaman ifadenin sonundaki “İ” ’nin Arap kökenli iyelik eki olduğunu da göz önüne alırız. Öyleyse, Azeri sözü “Azere özgü, mensup, Azere ait” gibi anlaşılmalıdır. Böyle görülüyor ki, Araplardan ek alıp ulusal kökenine iddialar olan bir sözcüğe eklemekle milletimize/halkımıza yeniden bir ad/isim kazandırmışızdır. Ama bir şey de var ki, Farsca’da Azeri sözcüğü “ateşe ait olan”, “ateşe tapan, ateşperest”, “Azer ayına ait olan” anlamlarına gelmektedir. Şimdise bundan şu sonuç çıkar: Azeri sözcüğünü ya biz Farslardan benimsemişız, ya da Farslar bizden almışlar. Eğer bizden almışlarsa, galiba biz bir zamanlar tepeden tırnağa kadar ateşperest olmuşuz… Yabancıdan geçen bir sözcüğün etnik-milli ada, tüm milletin adına dönüşmesi süreciyle kuvvetli ulusal maneviyat asla bağdaşamaz.
Azeri’nin “Azerbaycan’a özgü, ait, mensup” gibi bir anlam taşıdığı da ortaya konulmaktadır. Burada da ulusal maneviyatımıza aykırı olan, ters düşen, yani Türk varlığımızla çelişen bir özellik söz konusudur. Bizim için bu tür “özgü olma”, “mensup olma”, “aitlik” gerekmez.
Azeri Zihniyeti ve Türk Zihniyeti
Yüksek okul öğretim üyelerinden biri “Yeni Musavat” gazetesinin bu günlerdeki sayılarının birindeki demecinde şunu anlatıyordu: 1998 yılında korkak, “ilkel Azerbaycan zihniyeti zayıfladı. Yerini karmaşık dünyaya eşdeğer olan, açık olan Azeri zihniyyeti aldı”. Birkaç ay, birkaç yıl süre içinde etnik-ulusal zihniyet oluşumunun gerçekleşmesi, bu zihniyetin biçimlenmesi yüzdeyüz olanaksıztır, akıl almaz bir şeydir. Belirli değer değişimi, öğrenme olanaklıdır, ama bütün bir etnik-milli zihniyetin sözü bile edilemez. Bir de Azeri zihniyeti derken hangi etnik-milli zihniyet kastedilmektedir?! O “zayıflıyan” zihniyet bir yana mı çıkmış gitmiş ki, yerini yenisi, kuvvetli olan alır?
Ama Türk zihniyeti kendi yerini bulmalı, kendi yerini almalı. Türk zihniyeti Vatan kurmayı ve Vatan kurtarmayı bilir. Etnik-ulusal adımız Türk’tür. Dilimi’zin adı Türk’tür. Bunu yeniden kanıtlamaya bir gereksinim mi var? Türk’ün gerçek anlamdaşı Özgürlük, Sevgi ve Vatandır. Türk yalnız kendi adıyla güzeldir, kudretlidir.
Eğreti At
Bir milli deyimimizde anlatılıyor: “Eğreti ata binen tez iner”. Bu inişin ise değişik halleri vardır. Bir de baktın ki; inip öyle bayılıverirsin ki, gözlerini yeni halde açtığında kendini bir türlü tanıyamazsın ve artık sen “kendin” değilsin; özgesin, yabancısın. Sözümün şimdiki sonuna Ahmet Cevat’ın şu misralarını ekliyorum:
Gün batanda* sarı bulut sarısı
Söyler size düşmüş derdin yarısı
Ey elin hanımı, kızı, karısı
El açmış bacılar düşmana, yazık!

*Güneş batınca

Yazının buraya kadar olan kısmı Adalet gazetesinin (Bakû) 24 ve 25 Şubat 1999 ve Ekspress gazetesinin (Bakû) 17 ve 18 Ağustos 1999 günlü sayılarında yayımlanmıştır.

1999 yılında Bakû’de Adalet (Edalet) ve Ekspress gazetelerince yayımlanmış olan yazıya şunları eklemeyi uygun buldum:
1. Bilindiği üzere VII. yüzyılın ilk yarısında Azak denizi – Aşağı İdil (Volga) bölgesinde, başında Kubrat Han’ın bulunduğu ve Türk boylar birliğinden oluşan bir devlet – Büyük Bulgar meydana geldi. Kubrat Han’ın 642’de ölümünden sonra, yüzyılın 3. çeyreğinde Bulgarlar’ın büyük bir kısmı Kama ırmağı ve Orta İdil (Volga) bölgesine hareket ederek burada XIII. yy’a kadar varlığını bağımsız olarak sürdürecek olan Bulgar Devleti’ni kurdu. Bulgarlar’ın diğer bir kısmı ise Kubrat Hanoğlu Asparuh Han başkanlığında Güney Besarabya’ya, sonra ise Tuna ırmağının sağ yanındaki, Bizans’a bağlı topraklara geçti. Bulgarlar kısa süre içinde bölgeye yayılarak Kuzey Bulgaristan’dakı (bugünkü) yerli İslav boylarını kendi egemenlikleri altına aldılar ve başkan Asparuh Han olmakla bir devlet kurdular. Böylelikle VII. yüzyılın sonlarında Balkanlarda Bulgar Devleti ortaya çıktı. Bulgarlar bu memlekette toplumun ve devletin egemen çevrelerini oluştururlardı. IX. yüzyılın ikinci yarısında Hıristiyanlık (Ortodoksluk) Bulgar Devleti’nin resmi diniydi. X. yüzyılda ise artık Bulgarlar yerli İslavca’yı benimseyerek Türk Bulgarcayı unutmuşlardı. Belirli bir zaman süresi içinde Bulgarlar’ın İslavca konuşan bir halk olmasında Hıristiyanlığın rolu etkili olmuştur. Buna karşın Bulgarlar kendilerinin kavim adını – Bulgar’ı yerli İslavlar’a ortak bir kavrim adı olarak benimsettiler. Yukarıda anlatıldığı üzere Bulgarlar’ın büyük kısmı, yani bugünkü Kazan’lı Tatarlar’ın, Başkurtlar’ın, Çuvaşlar’ın ataları Kama ve Orta Volga bölgesinde devlet kurmuşlardı. Böylelikle, Balkanlar’dakı Bulgarlar Volga – Kama havzasından Balkanlar’a kadar yayılmış kalabalık Türk kavminin bir kısmıydı ve günümüz Bulgaristan’ın oluşum ve gelişiminde bir kurucu olarak büyük bir katkıya, role sahiptirler. Kısacası Kazan Tatarlar’ı, Başkurtlar, Çuvaşlar göz önüne alındığında Türklüğ’ün bir parçası olarak Bulgarlar’ın bugünkü varlığı yadsınamaz. Ne var ki, Kafkasya’da, Azerbaycan ve İran’da egemen olmuş Türk Hanedanlarından herhangi birinin kökenine Azlar’ın/Aslar’ın da katıldığının sözü bile edilemez. Söz konusu Hanedanların çıktıkları Türk boylarının adları ve soyca katışıksızlığı besbellidir. Hal böyle iken bu Az ve Azeri ne diye patlak verecekmiş? Azlar/Aslar ve onların halefleri olan Alanlar (Kuzey Kafkasya’daki Ossetler bunlardır) İran kavimleridir. Bu konuda saygıdeğer bilgin Z.V.Togan, Ümumi Türk Tarihine Giriş’te ayrıntılı ve kesin bilgi vermektedir.
2. Moskova’daki Doğu Dilleri Lazarev Enstitüsünün Türk – Tatar Dili profesörü L.M.Lazarev 1866 yılında basılmış olan “Türkçe’nin Osmanlı ve Aderbican (Azerbaycan – E.C.) Lehçeleri Üzerine Karşılaştırmalı Seçmeler” adlı kitabının 11. sayfasında belirtiyordu: “Aderbican (Azerbaycan – E.C.) müslümanları kendilerini hiç de Tatar değil, Türk adlandırıyorlar”.
3. XIV. yy’ın Safevi tarihcisi Tevekkül ibn-Bezzaz Safvet üs-Sefa adlı risalesinde Azerice birkaç ornekler vermiştir. Tevekkül ibn-Bezzaz söz konusu örnekler esasında Azerice’nin Fars lehçelerinden biri olduğunu belirtirdi (Bk: Safvet üs-Sefa. Tebriz, h.ş. 1373, s. 1264-1269 vb.).
4. Birer milliyet ve dil adı olarak Azeri ve Azerice Kazak ve Kazakça, Özbek ve Özbekçe, Türkmen ve Türkmence v b. gibi kavramları çarlık düzeninin, imperyalizmin “böl ve yönet” politikasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu uğurda Rus eğitimci ve misyoneri N.İ.İlminski (1822-1891)’nin uyguladığı ve çarlık yönetimince kayrılan öğretim ve eğitim sistemi Rus olmayan halkları (“inorodçeskiye”), özellikle Volga bölgesindeki Türk kavimleri Ruslaştırmak ve Hıristiyanlaştırmak amacını güderek sözü geçen halkların basit konuşma dillerinden yararlanmayı elverişli bulmuştu. Kısacası, İlminski Rus olmayan halklar için onların konuşulan canlı dillerini esas alan özel bir eğitim ve öğretim sistemi hazırlamıştı. İlminski sistemince Rus olmayan halkların ilk eğitimi onların konuşulan dillerinde yapılacak, sonrakı aşamalarda ise Rusca öğretim dili olacaktı.
Eğitim yoluyla inorodetsler’in (Çarlık düzeni devrinde, özellikle Rusya’nın doğu bölgelerinde oturan Rus olmayan halkların temsilcilerine resmi olarak “inorodets” denilirdi. İnoredets adı aşağılatıcı bir nitelik taşımaktaydı) Rus halkına sürekli yakınlaşmasını sağlamak İlminski’nin bütün çalışmalarının hedefini oluşturuyordu. Aslında bu hedef inorodetsleri özümleme ve eritme demekti. Bu arada “Eğitim” kavramı altında öncelikle Hıristiyan – Ortodoks düşünceler ve Rus kültür değerleri kastedilmekteydi. Rus kültür değerlerini inorodetslere aşılamak, benimsetmek İlminski’nin sarsılmaz amacıydı. Onun çabaları sonucunda Rus olmayanların konuşma dillerinde ortodoks konuları içeren ve sayıca az denilmeyecek kadar kitaplar da basıldı. Çarlık yönetiminin 1870 Tüzüğünce İlminski sistemi Volga bölgesi, Orta Asya ve Sibir bölgesi için onaylandı. Ayrıca N.İ.İlminski Rus alfabesini esas alarak, eskiden Arap alfabesini kullanmış olan halklar için, Türk lehçeleri için alfabe de hazırlayan ilk Rus misyoneridir. Bu alfabe (inorodetslerin Rus alfabesi) geniş ölçüde uygulanagelmiştir. Söz konusu girişimler ve emeller; konuşulan Tatarca’nın, Başkurtca’nın, Kazakça’nın vb. öğretim ve eğitimde uygulanımı, özellikle Türk lehçelerinin birer millet diliymiş gibi ortaya çıkmasına yol açmaktaydı. İşte, böylelikle de Ortak Türkçe’nin doğal oluşum ve gelişim sürecinin önü alınmış oluyordu.
N.İ.İlminski 1863’te, vaftiz edilmiş Tatarların Kazan’da misyoner okulunu da açtı. Bu okul diğer bölgelerdeki misyoner okulları için uzun süre merkez rolünü oynadı.
Yukarıda anlatılanlar çarlık düzeninin sömürgeci politikasının işine geliyordu.
Sovyetler döneminde İlminski sistemi geliştirilerek geniş ölçüde uygulandı. Sonuçta Türk lehçelerini birbirinden ayırarak, uzaklaştırarak her birinin bağımsız dil görünümü (!) oluşturuldu. Bir Özbek Dili, bir Kazak Dili, bir Azeri Dili (yahut Azerbaycan Dili), bir Türkmen Dili, bir Tatar Dili, bir Kırgız Dili vb. birer birer gelişmiş ‘edebi dil’ diye sovyet düzeninin milli kültürlere katkısı olarak sunuldu. Bu yeni edebi dillerin yanısıra da yeni milliyet adları oluşturuldu.
Bugün N.İ.İlminski’nin torunları, adları üstünde yeni İlminski’ler kılık kiyafetleriyle varlıklarını sürdürmekteler.
5. XIII-XIV. yüzyıllarda yaşamış olan Mehemmed (Muhammed) bin Hinduşah Naḫçivani´nin “Sihah el-Fors” adlı Farsça açıklamalı sözlüğünde “Azerbaycan dili” (Zeban-e Azerbaycan) adının “beylegan” (bir tür helva), “kenger” (bir baykuş türü) ve “kerdu” (sürülmüş tarla) sözcükleriyle ilgili üç yerde kullanıldığını ileri sürererk XIII-XIV. yüzyıllarda bu dilin Azerbaycan nüfusunun yaygın başlıca konuşma dili olduğunu ve 7 yüzyıl … bundan önce söz konusu adın-terimin kullanmaya başladığını (22; 23, s. 38-39) söylemek safsatadan başka bir şey değildir. Şunu da kaydedelim ki örnek gösterilen üç kelimenin milli kökenini de inceleyerek açık söylemek gerekirdi.
Öncelikle şunu belirtelim ki “Sihah el-Fors” adlı sözlükten- Farsça´da az kullanılan sözcüklerin açıklamalı sözlüğünden söz eden yazarlar sözlüğün zayıf bilimsel temel üzerinde düzenlendiğini itirafta bulunmuşlar (43; 23, s.34)
Sözlük üzerine araştırma yapan yazarlar genelde birbirine ters düşen, çelişkili fikirleri savunurlar. Sözlükde “Naḫçivan dili”, “Pehlevi dili”, “Fergane dili”, “Buhara dili”, “Merv dili”, v.b. gibi ifadeler (terimler) de yer almıştır (25,s.51,101,164,185,278). O zaman buradan şöyle bir soru ortaya çıkar: Acaba bu “Azerbaycan dili” ve “Naḫçivan dili” veya “Merv dili” v.b. neyi anlatmaktadır? Tarihçi yazar “onların yerli lehçeleri bildirmesi şüphe bırakmıyor” (23,s.40) demektedir.Eğer “Merv dili”, “Fergane dili”, “Buhara dili”, “Naḫçivan dili” v.b. yerli lehçelerdirse, o zaman “Azerbaycan dili” de neden yerli lehçe olmasın? Bilindiği üzere, esas dilin (tüm halkın genel, ortak dilinin) yazı dili ve konuşma dili gibi iki yanı vardır. Lehçe, şive ve ağız ise genel, ortak konuşma dilinin belirli ayrılıklar taşıyan kollarıdır. Hal böyleyken, lehçeyi,şive veya ağızı konuşma, tüm halkın konuştuğu ortak bir dili mi belirtecek?
Mehemmed bin Hinduşah`ın ile çağdaşı olan Azerbaycan´ın ünlü şairi Hasanoğlu’nun (XIII. yüzyılın ilk yarısı) bir şiirindən şu parçaya bir göz atalım:
Ben ölicek yoluna gömün beni
Baga dursun yare toprağım benim
Toprağımda bite hesretle ağac
Gıla zari cümle yaprağım benim
Bu Hasanoğlu senin bendendürür
Anı reddetme yüzü ağım benim (21,s. 25)
Yahu, bu şiir parçası hangi dildedir? Ömrünün büyük bir kısmını XIV. yüzyılda yaşamış olan Nesimi Türkçe Divan´ı hangi dilde yazmıştır?
Fuzûli Türkçe bir kıtasında Farsça’ya oranla Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü dile getirirken “Farsi lafzile”, “Türk lafzile”, “Lehce-yi Türki” gibi ifadeleri kullanmıştır. İşte bu güçlükten dolayı Fuzuli kıtanın sonunda şöyle der: “Bende tevfik olsa bu düşvari asan eylerem / Nevbahar olğac tikenden berg-i gül izhar olur” (yani Tanrı bana uyğunlaştırma gücü, başarı verirse, bu güçlüğü kolaylaştıracağım. Nitekim ilkbahar gelince dikenden gül belirir). Fuzuli bu güc işin üstesinden geleceğini inancla söyler.
Bilindiği üzere, aruz vezninin Türkce’nin yapısına, Türk sözlerine uyğunsuzluğu açıktır. İran şiirini örnek alarak ürünlür ortaya koyan divan şairlerimiz yıllar yılı söz konusu uyğunsuzluktan kaynaklanan güçlükler karşısında kalmışlardı. Fuzuli’nin yakınması da bu yüzdendir. Denilebilir ki burada yazı dilinden söz edilmektedir. Fakat unutulmamalı, yazı dili bir konuşma dilinden doğmuştur. Fuzûli başka bir kıtasında ( Hadikatü`s-Sü`eda da yer alan ) Arapça ve Farsçayla yazıldığı gibi Türkçeyle de güzel yapıtlar ortaya koymak için Allah`tan yardım isterken “Ben Türkzebandan iltifat eyleme kem” ( Dili Türkçe olan ben Fuzûli`den yardımını esirgeme ) der ( 17,s.199). Acaba bu Fuzûli ne biçim şair? Ne diye “ Ben Azerizebandan” veya “Ben Azerbeycanzebandan” söylememiş? Anlaşılan öngörüden “yoksunmuş” (Ruhu beni affetsin!).
Daha bir soru da vardır: XIII-XIV. yüzyıllarda Azerbaycan adı hangi bölgenin (bölgelerin), toprağın, ülkenin coğrafyasını tanıtmaktaydı?
Söz konusu Sözlüğe dayanarak “Azerbaycan dili” adıyla yaygın bir konuşma dili hükmünü veren araştırmacı şunları da söylemektedir: “Bununla birlikte, Mehemmed Naḫçivani tarafından kullanan Azerbaycan dili terimini açmak, onun özünü neyin oluşturduğunu belirlemek ve yazarın bu terimle neyi göz önünde bulundurduğunu açıklamak gerektir. Bu sözle günümüz Azerbaycan dilinin o devirdeki ifade tarzı mı, söyleyişi mi veya Azerbaycan nufusunun konuştuğu dillerin toplamı veya belki de başka bir dil mi göz önünde bulundurulmaktatdır? Elbette bütün bu meselelerin araştırılıp çözülmesi dilbilimci bilim adamlarımızın karşısındaki ilke nitelikli meselelerdendir” (23, s.39).
Böylece de fikir ve çözüm çıkmazında bulunan tarihçi yazar meselenin çözümünü, işi dilbilimci araştırmacılara bırakmıştır. Diyecek bir şey yok! Ama var: tarihçi yazar Azerbaycan dili ile Türk dili arasında ünlü Çin seddini meydana getirmeye çalışmıştır. Ne var ki Çinliler yanılgıya düşmüşlerdi; Türklere karşı kurulan bu seddi Türkler kolayca aşabildiler ve bir yazgılarıymış gibi değişik değişik, çeşit çeşit setleri aşmaktalar.
Azerbaycan´ın tanınmış bir dilbilimcisi de söz konusu sorunu ele almış, ne yazık ki çelişkili fikirler içinde bulunarak sorunun çözümünü net bir sonuca kavuşturamamıştır. Dilbilimci bilgin 1993´de şunları söylüyordu: Gerçekten dilimiz yıllar yılı, eski zamanlardan beri çoğu zaman Türk dili adlanmış, XIX. ve XX. yüzyılın başlarında dilcilik yapıtlarının – dil üzerine yazılmış kitapların adlarında daha çok Türk dili terimi kullanılmıştır (13,s.47). Sonra dilmilimci yazar zamanın bir kaç araştırmacı yazarın çalışmalarından söz ederek onların kitaplarında “Azerbaycanca değil, Türkçe terimi kullanılmıştır” (13, s.47) demektedir.
Bundan sonra yukarıda sözü edilen tarihci yazarın 1992´de yayımlanmış makalesine (“Azerbaycan dili” istilahı ne zamandan bellidir? (“Edebiyat gazeti” 17 Temmuz 1992) dayanarak onun fikrine katıldığını belirtir ve “Azerbaycan dili” teriminin en azından 7 yüzyıllık bir tarihi olduğuna savunur ve devam eder: “Azerbaycan dili” anlayışı (kavramı) XIX. yüzyılda ve XX yüzyılın başlarında dil üzerine yazılmış kitapların adlarında değişik sözcük grubunda yer almıştır.” (13, s. 49) (Hani, bir az önce “Türk dili” terimi yer almıştı). 1995´de dilbilimci yazar görüşünü daha atılımcı bir biçimde anlatır, ne var ki “bir az önceki´yi asla hatırlamamaktadır.
Dilci bilim adamına göre L.Z. Budagov´un (“Praktiçeskoye rukovodstvo k turetsko-tatarskomu aderbeydjanskomu nareçiyu” Moskva 1857; Yazarın metninde L.Z. Budagov´un adının baş harfleri ve kitabının adında yalnışlık görünmektedir), Mirze (Mirza) Ebülhesen Bey Vezirov´un (“Uçebnik tatarskogo-azerbaydjanskogo nareçiya” Moskva 1861), Neriman Nerimanov´un (“Türk-Azerbaycan dilinin kısa sarf-nahvi”, Bakû 1899) kitaplarında “Türk-Tatar Azerbaycanca”, “Tatar-Azerbaycanca”, “Türk-Azerbaycan dili” terimlerinin kullanıldığına dikkat çeker. Üstelik bir gazete makalesinin haberinden yola çıkarak A.A. Bestujev Marlinski (1797-1837)´nin “Nur” uzun öyküsünün notlarındakı “Azerbaydjanskoye nareçiye” ifadesi “Azerbaycan dili” demektir diye yazar (13,s.41).
Rus Türkolog-oryantalisti L.Z. Budagov (1812-1878)´un “Praktiçeskoye rukovodstvo k turetsko-tatarskomu aderbeydjanskomu nareçiyu” (Türk-Tatar Azerbaycan lehçesi için Praktik Kılavuz) 1857´de Moskova´da yayımlanmış, onun “Sravnitelnıy Slovar Turetsko-tatarskiḫ nareçiy so vklyuçeniyem upotrebitelneyşiḫ slov arabskiḫ i persidskiḫ (Kullanılagelen Arapça ve Farsça sözcükler de dahil Türk-Tatar Lehçelerinin Karşılaştırmalı Sözlüğü) kitabının ise 1868-1870 yıllarında St. Peterburgda 3 baskısı yapılmıştır. Her iki kitap Türkoloji bakımından değerini bugün de kaybetmemiştir.
Ünlü Rus sözlükbilimcisi Vladimir Dal 1863-1866 yıllarında 4 ciltte yayımladığı “Tolkovıy slovar jivogo velikorusskogo yazıka” (“Canlı Velikorus dilinin Ansiklopedik Sözlüğü”) sözlüğünün 2. cildinde “nareçiy, nareçiye” maddesini şöyle açıklar: “Söyleyişe veya biçimini değistirmiş sözcüğe göre esas dilden küçük ölçüde ayrılan yerli dil. Velikorusca´nın başlıca iki nareçiyesi vardır: yüksek veya akanye, alçak veya okanye” (32, s.461) Rusça´nın özelliklerinden biri olarak “akanye” Güney Rus lehçesinde vurgusuz “o” sesinin “a” söylenişi, “okanye” ise Kuzey Rus lehçesinde vurgusuz “o” harfinin yazıldığı gibi “o” söylenişidir.
Dört ciltte yayımlanmış “Rusça Sözlüğün (“Slovar Russkogo Yazıka”) 2. cildinde ise “nareçiye” sözcüğünün açıklaması şöyle yapılmıştır: “Herhangi bir dilin yerli ağızlarının veya ortak özellikler taşıyan diyalektlerinin toplamı. Güney Velikorus nareçiyesi, Kuzey Velikorus nereçiyesi. Nüfusun herhangi bir grubunun (kent, köy v.b.) dili” (41, s.388)
Yukarıda sözü geçen Doğu Dilleri Lazarev Enstitüsü professörü L.M. Lazarev’in 1866’da Moskva’da basılan “Sravnitelnaya Hrestomatiya Turetskago Yazıka Nareçiy Osmanlı i Aderbidjana” kitabının adındaki “nareçiy” sözü “lehçe” anlamındaydı. Bundan iki yıl önce L. M. Lazarev yine Moskva’da kısa gramer ekleme ile bir Sözlük yayımlamıştı. Sözlük şöyle adlanmaktaydı: “Türk-Tatar-Rus Sözlüğ’ü. Lehçeler: Osmanlı, Kırım ve Kafkasya” (“Turetsko-Tatarsko-Russkiy Slovar. Nareçiy: Osmanskago, Krımskago i Kavkazskago”). Sözlük’te Türkiye ve Azerbeycan Türkçelerindeki sözleri aynı anlamda karşılayan Rusça sözler sunulmuştu. Osmanlı adı altında Türkiye ve Kırım lehçesi, Kafkasya adı altında ise Azerbeycan Türkçesi göz önünde bulundurulurdu. Kitapta Türk-Tatar anlatımı Türkiye, Kırım ve Azerbeycan Türkçelerini içerdiği açıktır. Sözlüklerde, dilbilimsel yapıtlarda “nareçiye”nin “diyalekt”, “lehçe” anlamına geldiği açıkca gösterilmektedir. Bunun üzerine uzun uzadıya açıklamalar da gerekmez. A. A. Bestujev Marlinski´nin “Nur” uzun öyküsünün notlarındaki “azerbaydjanskoye nareçiye” ifadesi de “Azerbaycan lehçesi” anlamına gelmektedir. Neriman Nerimanov´un adı geçen kitabındaki “Türk-Azərbaycan dili” “Azerbaycan Türkçesi´nden başka bir şey değildir.
Tüm halkın ortak konuşma dilinin, devlet dilinin adı olarak “Azerbaycan dili” adı zorunlu ve baskı sonucu uygulanan yanlış bir kavram gibi XX. yüzyıl 30´lu yılların sonunda üretilen bir üründür. Bugün ise Kuzey Azerbaycan´da belirli koşullar uyarınca uygulamaya konulmuştur. Bu koşullar sovyet düzeninde yarımyüzyılı aşkın bir zaman dilimi süresinde oluşturulmuştur ve bu gerçekliği de itiraf etmek gerektir. Onun tarihini eski zamanlara götürmek girişimleri ise olumlu sonuçlanmaz. Yeniliyorum: Azerice’ye oranla Azerbaycan dili terimi daha tercihedilebilirdir.
6. Burada bir hususu da dikkate almanın, gözden uzak tutmamanın yararı vardır. Şöyle ki, Arap alfabesiyle yazılmış ve basılmış olan kimi kaynaklarda, bu arada sözlük ve ansiklopedide (örneğin bk: İslam Ansiklopedisi; 4. Cilt. İstanbul 1991, s.316) “Azer” sözü (Hz. İbrahim’in babası veya amcasının ismi) “ze” (ز) ile yazılmış, “Azerbaycan” adında ise “zal” (ذ) harfi kullanılmıştır. Böylece “Azer” ve “Azerbaycan” sözündeki “Azer” arasında ayrım yapılmıştır.
Değişik sistemli dillerdeki bazi sözlerin sözlüksel, fonetik ve dilbilgisel (qramer) benzerliği o sözlerin (sözcüklerin) akrabalığını belirtir. Alıntılar kaynak dildeki uygun sözlerle akrabadır. Örneğin Türkçe’den alınmış olan “alaşa at”ın Rusça’da “loşad”a (“at”a) dönüştügü gibi. Ne var ki sözlüksel ve sesbilimsel (fonetik) benzerlik bütün hallerde de akrabalık için geçerli olamaz. Örneğin kimi kaynaklarda Farsça “Azer” (ateş, ateşkede, ateşe tapanlara göre ateşe hizmet eden meleğin adı ve İran Güneş-Şemsi yılının dokuzuncu ayı) ve “Azeri” (“ateşe tapan, ateşe ilişkin, ateşe özgü, Azer ayına örgü, Azer ayında meydana gelen” anlamlarında) “zal” ile yazılmıştır. Bilindigi üzere “Azerbaycan” adı Arapca ve Farsça yazıldığında “zal” harfi kullanılmaktadır. Sözlerin (sözcüklerin) rastgele sözlüksel ve sesbilimsel benzerliğini esas alarak kesinlikle onların genetik – köken akrabalığı hükmünün verilemeyeceğini dilbilimi kanıtlamıştır.
Bazen kaynaklarda “Azerbaycan”ın “Aderbican” biçiminde yazıldığı da gözükmektedir. “Aderbican”ın bir raslantı, bir yanlışlık eseri olmaması gerektir. Bilindiği üzere “dal” (د) noktalı olduğunda “zal” (ذ) harfine dönüşecek ve milli Arap alfabesinin bir özelliği olarak üç sesi (d, z, y) içinde toplayan bir ses gibi telaffüz edilecektir. Şunu da belirtelim ki Arap alfabesiyle Türkce fonetik bileşimi ve ses dizgesi arasında bir uygunsuzluğun bulunduğu da açıktır.
7. “As (Az)”, “Azer” ve “Azerbaycan” adları arasında türeyiş ilişkisinin bulunduğunu, “Azer”in birleşik isim (söz) olarak “Az” ve “er” öğelerinden oluştuğunu savunan fikir üstünkörü, gelişigüzel bir açıklamadır; görülmek istenileni gerçekmiş gibi göstermeye dayanmaktadır. Bundan önce dendigi gibi eski İran – Arap kaynakları Azerbaycan’ın eskiden bir Türk ülkesi olduğunu belirtirlerdi (Togan, 1981: 174, 457). Eski Türk kaynaklarında – Göktürk yazıtlarındakı (Orhun yazıtları) bilginin (Az, Az Budun, Az Eri vb.) Azerbaycan’da ortak bir kavim adı olarak belirmesinin açık, yadsınamaz tarihsel bir tablosu hatta bir iki kesin, net haberi bile yok.
8. Günümüzde Azlar’ın daha çok Özbekistan ülkesinde oturduğunu belirten söze (Ceferov, 1984) şöyle soru sormak gerektir: Acaba o zaman Özbekler neden Azerler (ve Azeriler) adlanmamıştır (adlanmasın)? Yahut belki “Özbek” de “Azbek”ten türemiştir? Ama değil. “Özbek”in kökeni Güneş ışığı gibi açıktır: Özbek-Öz+beg=“Kendi kendine bey” (bk. B. Ögel. Türk Mitolojisi. Ankara, 1971. s.385). Ayrı bir Türk topluluğu olarak Özbekler`in adları Altın Ordu hanı Özbek Han ( 1312-1342)` ın adından gelmektedir.
9. Sovyetler döneminde – 1986 yılında yayımlanmış olan bir kitapta (Miziyev, 1986) bir Türk etnonimi olarak “Aslar”ın Kuzey Kafkasya’da oturan şimdiki Osetler ile özdeşleşmeyeceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi Aslar Türk değildirler. Z.V.Togan’a göre (yukarıda da işaret edildiği gibi) aralarında Aslar’ın da bulunduğu Hint – İran kavimlerinin Orta Asiya’ya M.Ö. 2 binde gelmeye başlamışlardı (Togan, 1981: 44, 422). 1986′ ta çıkan kitaptaki araştırmalar Orta Asya’nın milattan önceki tarihine inememiş, özellikle Göktürk dönemi ile sınırlı kalmıştır. Kitapta ileri sürülen iddialar ile ilgili olarak şunları da ekliyeyim: Yukarıda da anlatıldığı üzere bir kavim kendisince verilen bir addan başka, bazen diğer kavimlerin, komşuların verdikleri adları da taşımıştır. Bir kavme diğer kavmin (kavimlerin) verdiği ad bazen aşağılayıcı, sömürgeci – küçümseyici nitelik taşımış veya yanlış olarak başka bir kavmin adıyla adlandırılmıştır. Orneğin, Kuzey Kafkasya’daki Avarlar kendilerince verilmiş olan “Maarulal” adını taşırlar. Ama Ruslar onlara “Avar” adını takmışlardır. Oysaki gerçek Avarlar Türk olup, 6. yüzyılda Orta Avrupa’nın Pannonya bölgesinde devlet (Hakanlık) kurmuşlardı. Bu devletin 6-8. yüzyıllarda varlığını sürdürdügü bilenmektedir. Kuzey Kafkasya’da oturan Balkarlar’ın kendilerince verilen kavim adı Taulu, Karaçaylar’ınki Karaçaylla, Osetler’inki Oron ve Digoron’ dur. Ayrıca Çinliler’in kendilerine özgü milli kavim adı Han, Almanlar’ınki Döyçe olduğu halde, Ruslarca Çinliler Kitaytsi, Almanlar ise Nemets, Nemtsı adlandırılmaktadır. Bu istisnalara dayanarak genelleme yapma ve kavim, millet adlarının bir kamuflyaj, yalan, aldatmaca olduğunu kesinlikle illeri sürmek safsatası art düşünce belirtisinden baska bir şey değildir. Ele aldığımız “Azer” ve “Azeri” ifadeleri milletimizle ilgili başka bir özellik taşıyan, tarihsel macerası XIX. yüzyıldan başlayan yapıştırmalardır. Kaldı ki 681 yılında Balkanlarda devlet kuran Türk Bulgarlar’dan önce oradakı yerli Slav boyları ortak bir kavim adını taşımıyorlardı. Bulgarlar ise buraya herhangi başka bir boyun, kavmin içinde yahut karma bir topluluk olarak değil, katışıksız olarak kendi boy, kavim adıyla gelmiş ve devlet kurmuşlardı.
10. Yabancı, dıştangelme “Azeri” ve gelişigüzel “Azer” ismine oranla “Azerbaycanlı” ifadesi günümüzde kullanılışlı olduğundan, vatandaşlık kimliğini üstün derecede gösterebildiğinden dolayı onun tercihedilebirliği açıktır. Ne var ki “Azerbaycanlı” da milliyet kimliğini ifade edemeyeceği, bir milliyetin (milletin), ulusun gerçek adını taşıyamayacağı da kesinlikle su götürmez bir gerçektir. Milliyetin, milli kültürün oluşumuna ilişkin coğrafi determinizmi savunan görüşün yanlışlığını tarihin doğal kendiliğinden akışı ve birçok bilimsel araştırmalar yeterince ortaya koymuştur.
11. Ruhi Enarcani Risalesi’nden Muhammed Cevat Meşkur’un Nezeri Be Tarixe Azerbaycan ve Asare Bastani ve Cemiyetşenasiye An (Azerbaycan’ın Tarihine Eski Eserlerine ve Onun Sosyolojisine Bakış) adlı kitabının 223. sayfasında yer alan birkaç Azeriçe örneği ve Farsça karşılıklarını aktaralım, bu arada tarafımızdan Türkçe çevirisini de sunalım:
Azerice
1. Mezivam, meresam, memanam, ti canet ez hedrevam.
2. Gedavo bela taçinam, begerde urut gerdam, bi tu ğeş konam.
3. Ti kelle burse vereset miram, bibeke çeşmet can deham.
4. Bi pa vü parmet oftam, beraye her vende pat miram.
5. Bi tereg terege kevşet mezivam, nezre bekisi heş amedi; heşet ba, nur averdi, nuret ba.
Farsça karşılıkları:
1. Neziyem (gorban şevem), neresem, nemanem, beraye canet ez hod revem.
2. Geza vo belayet ra çinem, begerde ruyet begerdem, beraye to ğeş konem.
3. Beraye kelle…et bemirem beraye merdomek çeşmet can dehem.
4. Beraye payet oftem, beraye her bende payet bemirem.
5. Beraye tereg terege kefşet neziyem, nezre bikesi hoş amedi, hoşet bad, ner averdi, nuret bad.
Türkçesi:
1. Kurban olayım, yetişemeyim, kalamayım, senin canın için kendimden geçerim.
2. Müsibetini, belanı alayım, senin yuvarlak yüzün çevresinde döneyim, sana bayılırım.
3. Kafan… için ölürüm, senin göz bebeğin için can(ımı) veririm.
4. Senin ayağına kapanırım, senin her ayak oynağın (bileğin)için öleyim.
5. Senin ayakkabıyın takırtısına kurban olayım, kimsesizin andı, hoş geldin, hoş görünesin, nur getirdin, nurlu olasın.
Şimdi de sözü keçen Risalede yer alan iki dizeden oluşmuş bir şiir parçası örneğinde Azerice ve Farsçayı bir daha karşılaştıralım:

Azerice
Mezivam an kulara
An geddo an balara

Farsça
Neziyem (gorban şevem) an kulahra
An geddo an balara
Türkçe çevirisi
Kurban olayım o kalpağa (külaha)
O uzun o boya

Anlaşılıyor ki, Azeri’ce Farsça’nın bir lehçesi (şivesi) veya ağzından başka bir şey değildir.
1967 yılında Bakû’de dilbilimci M. Ş. Kasımov’un (Qasımov) Azerice’de terim nasıl oluşur (Azeri dilinde termin nece yaranır) başlığıyla küçük boyutta bir kitabı yayınlandı. Kitapta Azerbaycan Türkçesinde terim yapımından söz edilirdi.
Türkçe Sözlük´ün değişik baskılarında “Azerice” ve “Azeri” maddeleri bulunmaktadır. Sözgelimi 10. baskıdaki maddeleri aktaralım. “Azerice” maddesinde denilir: “1. Azerbaycan Türkçesi . 2.Bu Türkçeyle yazılmış olan” (11,s.167). “Azeri” ise şöyle açıklanır. “1.Azerbaycan Cumhuriyeti´nde ve Güney Azerbaycan´da (İran´da) yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse. 2. Bu halka özgü olan, bu halk ile ilgili olan” (11, s.167).
2013 yılında ise Ankara’da (Başak Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetince) bir Türkçe-Azerice Hukuk Sözlığü yayınlandı. (12)
Burada ne demişler? Demişler: “Gel, şimdi körü köprüden geçir, bakalım!”
12. Bilim çevrelerinde ünü yaygın olan L.N.Gumilyov ile ilgili kisaca olarak şunları ekliyorum: L.N.Gumilyov’un Türk tarihine hizmeti, genelde tarih, etnoloji ve etnografya bilimlerine bilimsel katkıları Azerbaycan’da, Türkiye’de (ayrıca Kazakistan’da L.N.Gumilyov Avrasya Milli Üniversitesi de kurulmuştur) ve Rusya’da uzun süre topluma abartılmış biçimde sunulmuştur. Gerçekte ise önyargılı,marjinal bir kişilikten de payı olan L.N. Gumilyov ortaçağ bağnazlığından hareketle Türk tarihinin yanlış ve aldatmacalar ile dolu bir tablosunu ortaya koymaya, topluma yutturmaya çalışmış, yobazca bir davranışta bulunarak İslamiyete de kara sürmüştür. Fikir ve düşüncesiyle, çalışmalarıyla, güttüğü amacıyla yapma bir çağdaşlık örtüsü ile örtünmüş bir gericiliğin karşısında el pence divan duran, buyruk kulu L.N.Gumilyov hayranlığını yapanlar var ya! (L.N.Gumilyov konusunu ayrıntılı olarak başka bir yazıda ele alacağım).
13. Şunu da bilirtmem yerinde olur: Bir sözlük’te “ayın” (ع) ve “ze” (ز) harfleriyle yazılmış olan, Arap kökenli olasığıyla ve Türkçe okunuşu “Azer” (“Azren”) gibi gösterilen sözcük “ayıplamak” anlamında sunulmuştur.(13)
14. Söz konusu sorun az çok kapsamlı biçimde ilk kez tarafımızdan ele alınmıştır. Ele alınan konuya ilişkin güvenilir, değerli tarihsel verilere, geleneğe, günümüz durumunu nesnel (objektif) bir biçimde yansıtan olgulara dayanarak hazırlanan ve sunulan yazıda kişisel yaklaşım ve görüşümü, düşencemi ortaya koymuş ve açıklamışımdır.
Not: Ele alınan konu üzerine yazı hazırlamayı tavsiye eden Bakû Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Zabil Bayramlı`ya teşekkürlerimi sunarım.

Kaynakça

Tūrkiye Tūrkçesi’nde

1. Azer // Tūrk Ansıklopedisi; IV. cilt. İstanbul, 1971, s.409
2. Būnyadov, Ziya Musa. Azerbaycan .Tarih // İslam Ansiklopedisi, 4. cilt. İstanbul 1991, s. 317-322
3. Kōprūlu, M. Fuad. Azeri (Azari) // İslam Ansiklopedisi, 2. cilt, 5. Baskı, İstanbul 1979, s. 118-151
4. Kōprūlu, M.Fuad. Tūrk Edebiyatı Tarihi, 4. Basım. İstanbul 1986
5. Kōprūlu,M.Fuad. Edebiyat Araştırmaları, 2. cilt 3. Basım. İstanbul 1989 (Azeri bōlümü: s.13-81)
6. Kurat, Akdes Nimet. Doğu Avrupa Tūrk Kavim ve Devletleri // Tūrk Dünyası El Kitabı, I –cilt. Coğrafya-Tarih, 2. Baskı, Ankara 1992, s. 175-186
7. Orkun, H. Namik. Eski Tūrk Yazıtları. Ankara 1986
8. Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi. Ankara 1971
9. Togan, A. Zeki Velidi Umumi Tūrk Tarihine Giriş, I. cilt. En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar. 3. Baskı. İstanbul 1981
10. Tūmer, Gūnay. Azer // İslam Ansiklopedisi, 4. cilt. İstanbul 1991, s. 316-317
11. Tūrkce Sozlūk.10. Baskı. Ankara 2005
12. Tūrkçe- Azerice Hukuk Sōzlūğū. Başak Matbaaçılık ve Tanıtım Hizmeti Ankara 2013
13. Yeğin, Abdullah. Osmanlıca – Tūrkçe (İslami- İlmi- -Edebi- Felsefi) Yeni Lūgat. Talǎt Matbaacılık. İstanbul 1991

Azerbaycan Tūrkçesi’nde

14. Aḫundov.A. Dil ve Edebiyyat, I –cild. Bakū, Genclik, 2003
15. Azerli, M, İ. Azerbaycan Dili Haqqında Erebdilli Menbelerde Verilen Melumatların Bezi İran Alimleri’ Terefinden Saḫtalaşdırılması // Azerbaycanın Tarih ve Medeniyyetinin Burjua Saḫtalaşdırılmasına Garşı. Bakū, 1978, s. 167-176
16. Ceferov, C. İ. Azerbaycan Damğaları // Azerbaycan Filologiyası Meseleleri, II . Buraḫılış. Bakı, Elm, 1984, c. 240-248
17. Fuzûli, Mehemmed. Seçilmiş Eserleri, III. Cilt. Bakı, Şerq-Qerb, 2013
18. Gasımov, M. Ş. Azeri dilinde termin nece yaranır. Bakı, 1967
19. Gurban, R. Azeri, Atropaten, Azerbaycan sōzleri haggında // Azerbaycan EA Xeberleri. Edebiyyat, dil ve incesenet seryiası, 1968 № 3, s. 82-91
20. Onullahi , S. M. İran Burjua Alimlerinin Eserlerinde Azerbaycan Dili Tarihinin Saḫtalaşdırılması // Azerbaycanın Tarih ve Medeniyyetinin Burjua Saḫtalaşdırılmasına Garşı. Bakı 1978, s. 141-158
21. XIII-XVI Esrler Azerbaycan Şe’ri. Ūçūnçū cilt. Bakı, Elm1984
22. Piriyev, V. “ Azerbaycan dili” istilahı ne vaḫtan bellidir?” // Edebiyyat gezeti, 17 iyul (Temmuz)1992
23. Piriyev, V Mehemmed İbn Hinduşah Naḫçivani. Bakı, Elm, 2002

Farsca’da

24. Erdebili, Tevvekkūl İbn Bezzaz. Safvet ūs-Sefa. Tebriz 1373 h.ş.
25. Mehemmed bin Hinduşah Naḫçivani. Siyah el-fors. Be ehtimam-e Doktor Ebdūleli Taeti. Tehran 1341 h. ş.
26. Meşkur, Mehemmed Cevad. Nezeri Be Tariḫ-e Azerbaycan ve Asar-e Bastani ve Cemiyyetşenasi-ye An. Tehran,1349 h.ş.
27. Tebrizi, Seyyid Ehmed Kesveri. Azeri ya Zeban-e Bastan-e Azerbaycan. Tehran 1304 h.ş.
28. Tebrizi, Kesrevi. Azeri ya Zeban-e Bastan-e Azerbaycan. Çap-e dovvom. Tehran 1318.h.ş.

Rusça’da

29. Bruk, S. İ. Naseleniya Mira . Etnodemokrafiçeskiy sbornik. Moskva 1986
30. Budagov, L. Z. Praktiçeskoye Rukovodstvo k Turetsko – Tatarskomu Aderbeydjanskomu Nareçiyu. Moskva 1857
31. Budagov, L. Z. Sravnitelnıy Slovar Turetsko – Tatarskiḫ Nareçiy So Vklyuçeniyem Upotrebitelneyşiḫ Slov Arabskiḫ i Persidskiḫ SPb. 1868-1878
32. Dal, V. Tolkovıy Slovar Jivogo Velikorusskogo Yazıka. Tom III. Moskva. 1979 (1863-1866 yıllarında 4 cilti basılmış).
33. Goroḫov, V. M. Reaktsionnaya Şkolnaya Politika Tsarizma v Otnoşenii Tatar Povoljiya. Kazan 1941
34. Gumilyov, L. N. Etnogez i Biosfera Zemli. Moskva 1993
35. Gumilyov, L. N. Etnosfera: İstoriya Lyudey i İstoruya Prirodı. Moskva 1993
36. İlminskiy, N.İ. O Sisteme Prosveşşeniya İnorodtsev i Kazanskoy Tsentralnoy Şkole. Kazan 1913
37. Turetsko – Tatarsko- Russkiy Slovar. Nareçiy: Osmanskago, Krımskago i Kavkazskago, – Sostavlen… L. M. Lazarevım. Moskva 1864
38. Lazarev L. M. Sravnitelnaya ḫrestomatiya Turetskago Yazıka Nareçiy Osmanlı i Aderbidjana. Moskva 1866, 2011
39. Mirza Kazım- Bek. Obşçaya Grammatika Turetsko – Tatarskogo Yazıka, 2-oe izd., Kazan 1846 (Genişletilmiş Baskı)
40. Miziyev, İ.M. Şagi k İstokam Etniçeskoy İstorii Tsentralnogo Kavkaza . “Elbrus”, Nalçik, 1986
41. Slovar Russkogo Yazıka: V 4- ḫ tomaḫ / Pod. redak. A.P. Yevgenyevoy, 2-e izd., ispr. i dop., t.2. Moskva, Russkiy Yazık, 1983
42. Vvedeniye v Etniçeskuyu Psiḫologiyu / Pod. Redak. Y.P.Platnova. SPb; 1995

43. Zarinazade, G. G. “ Siḫaḫ al- furs”. V sbornike: “ Semitskiye Yazıki, vip. 2(ç.2)”. Moskva, Nauka, 1965,s. 557- 567

AZERBEYCAN DOSYASI /// Jale TEBRİZİ ile Özel Röportaj : Azerbaycan Mahpusları Ciddi tehlikededir


Jale TEBRİZİ ile Özel Röportaj : Azerbaycan Mahpusları Ciddi tehlikededir

12 Nisan 2020

Birinci bölüm
Jale TEBRİZİ hanımefendi halen Fransa Paris şehrinde yaşıyor. Uzun yıllardır insan hakları konusunda uluslararası boyutlarda özellikle İran’da gerçekleşen sistematik insan hakları ihlallerin büyük titizlikle takip edip BMT ve uluslararası insan hakları konusunda yetkili kurum ve kuruluşlar gündemine taşıyan saygıdeğer aktivist ve düşünürdür. 2010 yılından günümüze kadar kurucusu olduğu ve başkanlığını yürüttüğü “Erk İnsan Hakları Cemiyetini” özellikle Güney Azerbaycan Türk milli aktivistlerin temel haklarının korunması üzere paha biçilmez faaliyetler yapmış.
Jale TEBRİZİ hanımefendiyle İran’da yaşanan virüs krizinin özellikle siyasi ve inanç mahpuslarına yönelik olası tehlikeler ve İran İslam Cumhuriyetinin davranış biçimleri konulu röportajımız 2 bölümden oluşmaktadır.
Celal Ruşen: Tahminen son iki ayda tüm dünyada olduğu gibi İran’da da korona tipi covid-19 virüsü yayılmaya geniş bir biçimde yayılmaya başladı. İran yönetimi salgının durdurulması ve ya yavaşlatılması konusunda az çok girişimleri oldu, öncelikle sizden bir milli ve önemli insan hakları aktivisti olarak bu konuda değerlendirmenizi sormak istiyorum, yönetimin bu girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Jale TEBRİZİ: size ve okurlarınıza selamlarımı ve saygılarımı sunuyorum öncelikle. Kafkassam merkezinin sorumlularına da aynı zamanda ve size teşekkür ediyorum davetinizden dolayı.
Bildiğiniz üzere korona virüsü dünyada yayıldığı gibi İran’da da geniş yayılmıştır, fakat İran’da bununla ilgili haberleri boykot ederek gizlediler. Bilindiği üzere seçimler söz konusu idi. Seçimler yapılabilsin ve engellenmesin diye bu konuyla ilgili vakaları ve ölümler saklandı fakat hastaneler dolup taşıyor ve ölümler gerçekleşiyordu. Bunun üzerine iş zıvanadan çıktı. İslami rejim kontrol edemedi, sağlık bakanı yalan söyledi, cumhurbaşkanı Ruhani yalan söyledi. Şimdide yönetimin resmi açıklamalarının aksine vaka ve ölüm sayısı çok daha yüksektir. Verdikleri sayılar kesinlikle doğru değil. İran konusunda uluslararası veriler çok daha ölümlerin ve vakaların öldüğünü gösteriyor.
Bir taraftan da biliyorsunuz orada sağlık imkanları oldukça kısıtlıdır. Yardımda bulunmak isteyen devletlerin önerisi de İran yönetimi tarafından reddedildi. Aynı zamanda sınır tanımayan hekimler İran’a İsfahan şehrine gitmişlerdi orada Yardım için bulunuyorlardı, onları bile 24 saat içinde sınır dışı ederek faaliyetlerine izin verilmedi. Dünya Sağlık Örgütünün tahsis ettiği tıbbi yardımlar pazarlarda satıldı. Bunun içinde insan hakları savunucusu gruplar Dünya Sağlık örgütünde kendilerinin bu tıbbi yardımları İran hastanelerine ulaştırmaları yönünde ricada ve istekte bulundular. Gelinen nokta İran yönetimi ekonomik durumların daha da kötüleşmesinden endişe ederek insanlara sokağa çıkmaları yönünde izin veriyor. İşbaşı yapmalarını istiyor. Bugün bile bir haber okudum bildiğiniz üzere birkaç gün sonra Şii mezhebinin 12. imamı olan Mehdi’nin doğum günüdür, bugün İran’da Bayram gibi kutlanmaktadır, geniş bir biçimde halktan dua etmeleri isteniyor. Aynı zamanda dışarı çıkmak için hiçbir kısıtlamanın olmadığından dolayı da salgının daha da yayılmasından endişeliyiz.

Celal RUŞEN: bu salgın hedefinde bütün kesimler var elbette fakat özellikle bir kesim var ki daha da tehlike altındadır, sizin de yakın en doğrudan Bu konuyla ilgilendiğinizi üstünde çalıştığımızı biliyoruz, O da İran hapishanelerinde olan mahpuslardır. çeşitli sayılar bu konuda son dönemde Birleşmiş Milletler insan hakları komisyonunun raportoru 176000 ahpusun İran hapishanelerinde olduğunu söyledi, Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, sizin elinizde bu konu ile ilgili bir veri var mı acaba?

Jale REBRİZİ: İnsan hakları Komisyonu tarafından söylenen bu sayılar İran devletinin ibraz ettiği verilerdir. Corona virüsü konusunda İran’ın verdiği sayılar kesinlikle yanlış ve gerçeklikten uzaktır diye düşünüyorum. İran hapishanelerinde olan Mahpus sayısı çok daha fazladır. İran yargı sözcüsünün söylediklerine Esasen, 260.000 Mahpus var, 100.000 mahpusa izin verilmiş, 10.000 Mahpus ise affedilmiş diyor. Önemli bir konu daha var ona değinmek istiyorum, hapishanelerde sadece hüküm giyenlerin sayısını veriyorlar, hüküm giymemiş fakat tutuklu olanların, mahkeme bekleyenlerin, aynı zamanda Devrim Muhafızları istihbaratının nezarethanelerinde olanlar ve ya İstihbarat Bakanlığının hapishanelerinde olanların sayısı belli değil. Bu tutuklular o verilen sayılara dahil değildir. Sonuç olarak gerçek sayının söylenen resmi sayının çok daha üstünde olduğunu eminlikle söyleyebilirim. Şunu da belirtmek isterim Birleşmiş Milletlerin verileri devletin verileri ile aynıdır. Rejim ise hiçbir zaman doğru verileri söylemiyor ve saklıyor. Örnek olarak şimdiye kadar Birleşmiş Milletlerin birçok kez İran devletinden ülkede azınlıklar konusunda doğru veriler ve bilgiler istemesine rağmen, hiçbir zaman bu konuda veriler ve sayılar vermemiştir.

Celal RUŞEN: Bu arada İran hapis hapishanelerinde siyasi ve inanç mahpusların özellikle bu konuda can tehlikesi söz konusudur. son 2 ayda sizin gibi insan hakları aktivistlerin girişimleri ve çalışmaları sonucu bu tehlikenin çok ciddi boyutlarda olduğunu herkes fark etti. İran İslam Cumhuriyeti tarafında özellikle siyasi mahpuslara yönelik bu kovid-19 virüsü ortaya çıktıktan sonra bu tehlikenin boyutları nelerdir? özellikle Güney Azerbaycan Türk siyasi aktivistleri konusunda bu tehlikeler hangi boyutlardadır?

Jale TEBRİZİ: Bildiğiniz üzere milli hareketimizin üyeleri şimdi çeşitli hapishanelerdeler, Evin hapishanesi, Tahran, Racai Şehir, Karej, Tebriz, Zengan, Marağa, Ahar ve…, korona virüsünün Hapishanelerde bulaşma risk oranı ve vakalar o kadar yüksek ki son olarak isyanlara neden oldu. Şimdi hapiste olan siyasi ve milli Mahpuslarımız bu salgın nedeniyle çok ciddi risk altındadır. İran yargı başkanı Raisi mahpusların izine tabi tutulması konusunda bir bildiri yayınladı, fakat bu bildiride izinden yararlanabilen mahpuslar sadece mali suçlardan dolayı Hüküm giymiş mahpusları kapsamaktadır. Siyasi ve güvenlik mahpusları kapsamamaktadır. Bu arada Güvenlik mahpusları dediğimizde İran rejiminin kendisine tehlike gördüğü mahpuslardan söz ediyoruz. Bu bildiride birde 5 yıl gibi bir şart konulmuştur. 5 yıldan az hapse mahkum olanlar sadece bu izinden yararlanabilecekler diye şart koşuldu. Bildiğiniz üzere Hamenei de bu bildiriyi teyit etti. Ona da döneceğiz. Söylemek gerekir ki bu bildiri son derece adaletsiz ve ayrımcı ve eşitsizlik ilkesini ihlal eden bir biçimde hazırlanmıştır. Mahpusların arasında özellikle bu dönemde ayrımcılık yapamazsınız. Bu bildiri siyasi mahpusları göz ardı etmiş bundan dolayı insan hakları konusunda tüm kurumlar birleşerek birleşmiş milletlere itiraz etti, BMT’nin İran konusunda İnsan hakları komisyonu özel röportörüne yazdılar. Bizde kendi kurumumuz çerçevesinde Erk ceniyeti(kurum) olarak başka Azerbaycan milli ativistlerle birlikte dünya sağlık örgününe ve BMT’nin yüksek komiserine ve aynı zamanda İnsan hakları özel röportörüne ve uluslararası af örgütüne itirazlarımızı bildirdik ve teslim ettik. Bu itirazlarımızda esas isteğimiz mahpuslarımızın en kısa sürede serbest bırakılmasıydı. Bildiğiniz üzere Milli hareket olarak birçok hapiste olan aktivistlerimiz bulunmaktadır, onların durumlarıyla ilgili son derece endişeliyiz, Abbas LİSANİ, Latif HASANİ, Tohid EMİNİ, SAFABAKHŞ, FARŞİ hapiste olan mahpuslarımızdan sadece bir kaçıdır.
Şimdi Evin hapishanesinde korona virüs görülmüş ve karantinaya alınmış durumda. Tohid EMİNİ, Kazem SAFABAKHŞ ve FARŞİ Evin hapishanesindeler. Tohid Evin hapishanesinin 4 numaralı koğuşundadır yani virüsün bulaştığı koğuşta tutuluyor. Tohid beyin ailesi izin ve serbest kalması için hapishane yetkililerine müracaat ettiklerinde kendilerine “henüz korona virüse yakalanmamış ki bırakalım”. Ya da Latif HASANİ’den hiçbir haberimiz yoktur. Abbas LİSANİ zaten Kronik hastalıktan muzdariptir ve daha da tehelike altındadır, olası her hangi bir tehlikede sorumluluğu İran rejimine aittir. Alireza FARŞİ de aynı durumda. Tebriz’den ABDOLMOHAMMAD ZADE, HAMRE hanım Evin hapishanesinde ve Mojgan SİYAMİ Erdebil şehrinde tutuluyor ve birçok mahpuslarımız beklemekteler. Aileler rejim tarafından tehdit oluyorlar; insan hakları savunucuları tehdit oluyorlar. Şimdiye kadar 5 yıl altında hüküm giymiş bazı mahpuslara izin verilmiş fakat isteğimiz özellikle bu kriz döneminde hepsinin serbest kalmasıdır.

Celal RUŞEN: Hanımefendi bir az önce başkanlığını yürüttüğünüz Erk insan hakları cemiyetinin ve başka kuruluşların BMT’nin insan hakları komisyonuna müracaatından söz ettiniz, bu müracaatlar sonuç verdimi? Olumlu ise nasıl sonuçlanmış?
Jale TEBRİZİ: kesinlikle olumlu sonucu verdi. BMT’nin insan hakları komisyonunun özel röportörü BMT insan hakları şurasının mart ayında geçirilen 43. oturumunda resmi itiraz bildirisini sundu. Bu itiraz bildirisi o oturumda hazır bulunan devletlerin elçilerinin karşısında okundu ve bu doğrultuda mahpusların serbest kalmaları yönünde istekte bulunuldu. BMT sözcüsü özel bir bildiri yayınladı ve İran rejiminden aynı isteklerde bulundu. Mart ayının 25. gününde de BASHRA hanım bir bildiri yayınladı ve özellikle İran’a yönelik “bir faciadan önce mahpusları serbest bırakmaya mecbursunuz” diye açıkladı.
İran içinde sağlık şartları bu denli vahim durumlardayken hapishanelerin hangi şartlarda olduğunu tahmin etmek çokta zor değil. Şahsım birkaç defa dünya sağlık örgütü yetkilileriyle görüştüm ve özellikle bir az önce söylediğim 4. Koğuşun durumuyla ilgili bilgi vererek İran’da bu konuyu araştırmalarını istedim. Sağlık örgütü birkaç defa İran’a tıbbi malzemeler götürürken hapishanelerin ve özellikle 4. Koğuşu konusunda bilgi almak ve ziyaret etmek istemişler fakat ne ziyarete izin verilmiş ve ne de hiçbir bilgi verilmiştir. Dünya sağlık örgütü yetkilileri de İran’dan döndükten sonra bu konu üzerine açıklamalar yaptılar ve İran’ın durumunun hiç iyi olmadığının altını çizdiler.
Ardı var…

Röportajı yapan ve düzenleyen:
Celal RUŞEN
Kafkkassam- Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
İran Masası

AZERBEYCAN DOSYASI /// Aytül DEVELİ : Yakın Dönem İran Tarihi Azerbaycan Milli Hükümeti 1945 -1946


Aytül DEVELİ [1] : Yakın Dönem İran Tarihi Azerbaycan Milli Hükümeti 1945-1946

İran ve çevresi tarihin her döneminde emperyalist güçlerin çatışma alanı olmuş ve bu bölgedeki demografik yapı değiştirilmeye çalışılmıştır. Güney Azerbaycan Türkleri İran içerisinde Farslarla birlikte en güçlü topluluktur. Jeopolitik konumu, sosyo-kültürel yapısı, ekonomik gücü ve nüfus potansiyeli ile Azeri Türkleri İran’da yaşanan siyasal değişimlerde öncü rol oynamışlardır. Ancak bu durum 1924’ten sonra değişmeye başlamış, bölgede Türkçe konuşmak ve yazmak yasaklanmış ve ciddi manada Farslaştırma sürecine girilmiştir.15 yıldan fazla devam eden bu süreç, 1945 yılında Tebriz’de başta Seyid Cafer Pişeverî olmak üzere, Azerbaycan politikacıları ve aydınlarının kurmuş olduğu “Azerbaycan Millî Hükümeti” ile geçici olarak son bulmuştur. Fakat 1946 yılında Azerbaycan Millî Hükümeti’nin yıkılması ve Azerbaycan’ın tekrar Pehlevî hakimiyetine geçmesiyle ikinci Farslaştırma süreci başlamıştır. Sonay Ünal’ın yazmış olduğu bu eser de Azerbaycan Milli Hükümeti’nin kurulmasına giden tarihsel süreç ve Milli Hükümet’in yıkılmasından sonra bölgede meydana gelen gelişmeler anlatılmıştır.

DOKUMANI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.

AZERBEYCAN DOSYASI /// Tutku DİLAVER : DAĞLIK KARABAĞ SÜRECİ NEDEN ÇIKMAZDA


Tutku DİLAVER : DAĞLIK KARABAĞ SÜRECİ NEDEN ÇIKMAZDA

Yorum No : 2019 / 66

14.10.2019

Dağlık Karabağ sorunu son günlerde Ermenistan Başbakanın ve Azerbaycan Devlet Başkanın yaptığı açıklamalar nedeniyle tekrar gergin bir sürece girmiş oldu. Aliyev ve Paşinyan’ın, Paşinyan iktidara geldikten hemen sonra gerçekleşen Bağımsız Devletler Topluluğu zirvesinde çözüm sürecine dair ilk temaslarının ardından, uluslararası kamuoyunda olumlu gelişmeler beklenmeye başlamıştı. İki ülkenin Dışişleri Bakanlarının ABD aracılığıyla bir araya getirilmesi, çözüm sürecine dair beklentileri yükseltmişti. Ancak Ermenistan iç siyasetindeki gelişmelerin Paşinyan aleyhinde bir seyre girmesiyle, Dağlık Karabağ hakkındaki söylem de sertleşmeye başladı.

Geçtiğimiz Ağustos ayında Paşinyan, Dağlık Karabağ’da düzenlenen Pan-Ermeni oyunlarının açılışında yaptığı konuşmasında Dağlık Karabağ ile ilgili tutumunu sertleştirerek, Dağlık Karabağ Ermenistan’dır, nokta! şeklinde bir beyanda bulunmuştu[1]. Konuyla yakından ilgilenen pek çok araştırmacı Paşinyan’ın bu ifadesinin Dağlık Karabağ’da çözüm sürecini baltalayacağı şeklinde yorumlarda bulunmuşlardı. İç siyasette arkasındaki desteği günden güne yitirmeye başlayan Paşinyan bu söyleminin arkasında durmaya çalışarak, BM’nin 74. Oturumunda Dağlık Karabağ ile ilgili bir takım ifadelerde bulundu. Paşinyan konuşmasında, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ sorununu Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki bir toprak anlaşmazlığı gibi gösterdiğini ancak durumun böyle olmadığını söyledi[2]. Ardından barış görüşmelerinin tüm tarafların dâhil olduğu bir formatla yapılması gerektiğini görüşünü yineledi. Hatırlanacağı üzere Paşinyan geçen sene BM’nin 73. Oturumunda yaptığı konuşmada da “Azerbaycan’ın her fırsatta Dağlık Karabağ’ın kendi topraklarında olması gerektiğini beyan ettiğini, ancak Dağlık Karabağ’ın yönetimiyle müzakere edilmeden bu barışın sağlanamayacağını” söylemişti[3]. Oysa Ermenistan BM’nin Dağlık Karabağ hakkında aldığı kararlara göre uluslararası toplumda işgalci ülke olarak tanınan bir ülke. Nitekim Dağlık Karabağ’ın sözde yönetiminin OSCE Minsk sürecine dâhil edilmesi gibi bir ihtimal başta Azerbaycan olmak üzere hiçbir ülke tarafından da kabul görmedi.

Paşinyan’ın BM önünde verdiği beyanları 5 Ağustos’taki Karabağ Ermenistan’dır sözleri bağlamında değerlendirecek olursak, daha önce defalarca dile getirilen üçayaklı müzakere anlayışının ne kadar sorunlu olduğunu görebiliriz. Aynı şekilde Azerbaycan tarafını barış görüşmelerini önleyen taraf olarak gösterme çabasının da anlamsız olduğunu söylememiz mümkün. Paşinyan iktidara geldikten sonra hem Dağlık Karabağ’ın dolaylı yoldan uluslararası kamuoyunda tanınmasını sağlamak, hem de ülkesinin üzerindeki sorumluluğu hafifletmek adına böyle bir retorik kullanmaya başladı. Ancak iç siyasette karşılaştığı zorluklar nedeniyle söylemini değiştirmek zorunda kalan Paşinyan, Karabağ Ermenistan’dır diyerek kendi retoriğini de çürütmüş oldu. Ermenistan’ın Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ilkesini ihlal eden taraf olduğunu açıkça gösterdi. Dahası, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’dan bağımsız bir yapı olduğu yönünde oluşturulmaya çalışılan imajın gerçekleri yansıtmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Ermeni Başbakanının bu açıklaması hakkında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 04 Ekim’de Soçi’de düzenlen Valdai Tartışma Platformunda bir değerlendirmede bulundu. Lavrov, Paşinyan’ı ciddi bir şekilde eleştirerek, bu açıklamanın barış görüşmelerindeki siyasi ilerlemenin önünü tıkadığını söyledi[4]. Lavrov’un bu sözleri, bir OSCE Minsk grubunun eş bakanı olarak Rusya’nın barış görüşmeleri formatının yozlaştırılması yönündeki çabaların görmezden gelinmeyeceğini de göstermektedir. Paşinyan’ın uluslararası hukuku yok sayan eski yönetimin politikalarına sadık kalması kendisine iç siyasette farklılık katmayacağı gibi, uluslararası imajını da kötü etkileyecektir. Ancak, Minsk grubunun diğer eş başkanları olan Fransa ve ABD’den henüz herhangi bir açıklama yapılmamış olması, çözüm sürecine duyulan güveni azaltıcı bir etki yaratmaktadır. Sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi açısından bütün eş başkanların ortak bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Aksi halde Ermenistan’ın Dağlık Karabağ konusunda bu gibi söylemler üretmesine sessiz kalınması zımni bir kabul gösterildiği algısına neden olabilir.

Paşinyan’ın bu açıklaması, Türkiye ile ilişkilere etkisi açısından da kısa bir şekilde değerlendirilebilir. Bilindiği üzere Paşinyan, yine iktidara gelişini takiben Türkiye ile ilişkiler hakkında önkoşulsuz diyaloğa açık olduklarını söylemişti. Türkiye’nin Dağlık Karabağ meselesini ön koşul olarak masaya getirmesi nedeniyle ikili diyaloğun bir türlü kurulamadığından bahsetmişti. Türkiye’nin bu konudaki politikası Azerbaycan’ın mutabık kalacağı bir çözüm üzerinden Dağlık Karabağ sorunun çözülmesidir. Ancak, Paşinyan bu sözleriyle, Azerbaycan’la uzlaşma yolunun önünü tıkamaktadır. Anlaşılan Türkiye ile ilişkilerin yeniden tesisinde Dağlık Karabağ meselesi esas olarak Ermenistan açısından bir ön koşul olduğudur.

Fotoğraf Turan.az adresinden alınmıştır.

[1] “‘Artsakh is Armenia,’ Says Pashinyan during Stepanakert Rally,” Asbarez, 05 Ağustos 2019, http://asbarez.com/183673/artsakh-is-armenia-says-pashinyan-during-stepanakert-rally/.

[2] “Armenia – Prime Minister Addresses General Debate, 74th Session,” 25 Eylül 2019, https://www.youtube.com/watch?v=nF691KXhWWA&t=1283s.

[3] “Armenia – Prime Minister Addresses General Debate, 73rd Session,” https://www.youtube.com/watch?v=duxWje94hgg&t=766s.

[4] “Russian FM says Nagorno-Karabakh negotiations in stalemate,” AzerNews, 04 Eylül 2019, https://www.azernews.az/karabakh/156773.html.

AZERBEYCAN DOSYASI /// Berfin Mahide ERTEKİN : BM GENEL KURULUNDA DAĞLIK KARABAĞ KONUSU VE İZLEYEN GELİŞMELER


Berfin Mahide ERTEKİN : BM GENEL KURULUNDA DAĞLIK KARABAĞ KONUSU VE İZLEYEN GELİŞMELER

Yorum No : 2019 / 64

08.10.2019

Dağlık Karabağ konusu, bu yıl 74. Oturumu düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yine özellikle Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye’nin gündem maddeleri arasında yerini almıştır. Ermenistan, Dağlık Karabağ konusunu yeni bir söylem geliştirerek ele almıştır.

BM Genel Kurulunda Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Vurgusu

Oturumda konuşma yapan Paşinyan konuşmasında, kendisinin önceden beri Dağlık Karabağ konusunun çözümünün Azerbaycan, Dağlık Karabağ ve Ermenistan halkları için de uygun olmasının gerekliliğini belirtiğini ancak bu söylemlere karşın Azerbaycan’ın yapıcı bir adım atmayarak sadece Azerbaycan halkı için uygun bir çözüm getirme isteği içinde olduğunu söylemiştir. Konuşmasının devamında Paşinyan, muhtemelen Batı’nın ilgi ve desteğine mahzar olacağı beklentisi ile yeni bir iddiada bulunmuş, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesinde Sovyet zamanındaki statüsünü kazanmak istediğini de söylemiştir. Azerbaycan’ın bu isteğini beyhude bir çaba olarak nitelendiren Paşinyan, Dağlık Karabağ halkının bağımsızlığını ilan etmesi, Azerbaycan’ın Sovyetlerden ayrılışının hemen ardından olmuştur ifadelerini kullanmıştır ve konuşmasını Azerbaycan’ın konumunu, “Sovyetler Birliğini restore etme düşüncesiyle aynı” olduğunu söyleyerek sürdürmüştür.[1] Yine BM Genel Kurulunun 74. Oturumunda Dağlık Karabağ konusu hakkında konuşan Ermenistan’ın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Davit Knyazyan, “Sovyetler Birliği’nin restorasyonu imkânsız olduğu kadar, Sovyet Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün restorasyonu da imkânsızdır” ifadelerini kullanmıştır.[2]

Ufak Bir Hatırlatma

Dağlık Karabağ konusunda sert ve radikal bir tutum izleyen Paşinyan, son dönem demeçlerinde de Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a ait olduğunu belirtmiştir; Paşinyan, 5 Ağustos 2019 tarihinde sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyetinin başkenti Hankendi’de yaptığı mitingde “Dağlık Karabağ Ermenistan’dır” ifadelerini kullanmıştır[3]. Vanadzor’da düzenlenen basın toplantısında Paşinyan’ın “Karabağ Ermenistan’dır ve nokta” demesi, Paşinyan’ın çelişkili demeçlerine ait bir başka örnektir[4]. Dağlık Karabağ bölgesi, Çarlık Rusya’nın bölgeyi işgalinden önce demografik açıdan Azerbaycan Türklerinin çoğunlukta olduğu bir bölge iken İşgal sonrasında Sovyetler Dönemi zamanında giderek Ermeni nüfusun yoğunlaşıp Azerbaycan Türklerini geçen bir demografik yapıya sahip bölge halini almıştır. Dağlık Karabağ bölgesi Sovyet dönemi ve öncesinde de Azerbaycan’a ait bir bölge idi. Şu anda Azerbaycan halkının katliamı ve yurtlarından terke zorlanması sonucu bölgede Ermeniler, nüfusa büyük çoğunlukla hâkimdir.

Bu bağlamda Paşinyan ve Büyükelçi Knyazyan’ın söylemleri ile Ermenistan yönetimi, şu an Dağlık Karabağ’ın yeniden Azerbaycan hakimiyetine geçmesinin imkansızlığını vurgulamak istemiştir; Dağlık Karabağ bölgesinin nüfus yapısını Azerbaycan lehine dağıtılmasının olanaksızlığını ima etmiştir. Zira yakın sayılabilecek bir döneme kadar Dağlık Karabağ bölgesinde Azerbaycan Türkeri’nin sayısı çoğunluktaydı. Böylece yine Ermenistan yönetimi tarafından yapılan bu açıklama bir anlamda Dağlık Karabağ bölgesinin, Ermenistan işgalinden önce Azerbaycan’a ait olduğunun bir itirafı niteliğindedir.

BM Genel Kurulunda Azerbaycan ve Dağlık Karabağ Konusu

BM Genel Kurulunun 74. Oturumunda Azerbaycan adına konuşma yapan Dışişleri Bakanı Elmar Mammadyarov, Ermenistan’ın kendi halkını ve uluslararası toplumu yanılttığını ifade etmiştir. Ayrıca Ermenistan’a, saldırgan tutumuna son vermesi ve uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda çağrıda bulunmuştur.[5]

Böylece, uluslararası toplum, Ermenistan’ın BM Genel Kurulu Kararına rağmen sürdürdüğü işgalin haksızlığına ve Dağlık Karabağ’da ayrı BMGK’da ayrı konuşup algılarla oynayışına şahit olmuştur.

Aliyev’in Dağlık Karabağ “Ünlemi”

Soçi’de Dağlık Karabağ konusu hakkında konuşan Aliyev, “Dağlık Karabağ’ın tarihi Azerbaycan toprağı olduğunu” vurgulamış ve Azerbaycanlılara karşı etnik temizlik yapıldığını ifade etmiştir. Ayrıca “Karabağ Azerbaycan’dır, ünlem” ifadelerini kullanmıştır.[6]

Bu kapsamda Aliyev’in sözleri Paşinyan’a, hem Dağlık Karabağ bölgesinde yaptığı mitingde ifade ettiği sözlere hem de BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmasına cevap olarak algılanabilir. Bu bağlamda düşündüren bir diğer husus ise Ermeni Silahlı Kuvvetlerinin işgali altındaki Dağlık Karabağ bölgesi konusunda, BM Genel Kurulu Kararına rağmen Ermenistan yönetiminin söylemleri ile BM Genel Kurulunda işgalin meşruiyetini, algılarla oynayarak kabul ettirme çabasıdır.

Lavrov’un Dağlık Karabağ Konusunda Açıklamaları

Dağlık Karabağ konusunun çözümü için oluşturulan Minsk Grubu, üç eş başkanından birisi olan Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Paşinyan’ı “Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’ın ayrılmaz bir parçası” olarak nitelendirdiği için eleştirmiştir. Lavrov, bu açıklamaların Karabağ sorununu sona erdirme çabalarını engellediğini de ifade etmiştir.[7] Lavrov’un bu açık eleştirisi ile Ermenistan yönetiminin, Dağlık Karabağ konusunda radikal ve çözümü çıkmaza götüren söylem ve tutumlara sahip olduğu yetkili bir ağızdan belirtilmiştir.

Fotoğraf: Armenpress

[1] ““We should prove that democratic transformation in Armenia is sustainable” – Pashinyan’s speech at U”, Armen Press, 26 Eylül 2019 https://armenpress.am/eng/news/989447.html

[2] “Armenian diplomat at UN: Restoration of Soviet Azerbaijan’s ‘territorial integrity’ impossible as much as that of Soviet Union”, Panorama.am, 30 Eylül 2019 https://www.panorama.am/en/news/2019/09/30/Armenian-diplomat-UN/2173901

[3] “ERMENİSTAN BAŞBAKANINDAN ŞOK SÖZLER: DAĞLIK KARABAĞ ERMENİSTAN’INDIR”, AVİM Bülten, 06 Ağustos 2019 https://avim.org.tr/tr/Bulten/ERMENISTAN-BASBAKANINDAN-SOK-SOZLER-DAGLIK-KARABAG-ERMENISTAN-INDIR

[4] “Paşinya’dan Azerbaycan iddialarına cevap: "Karabağ Ermenistan’dır ve nokta!"”, Ermeni Haber Ajansı, 17 Eylül 2019 https://www.ermenihaber.am/tr/news/2019/09/17/PPa%C5%9Finyan-Karaba%C4%9F-Ermenistan/164405

[5] “AZERBAYCAN’DAN ERMENİSTAN’A BM’DE "DAĞLIK KARABAĞ" ÇAĞRISI”, AVİM Bülten, 30 Eylül 2019 https://avim.org.tr/tr/Bulten/AZERBAYCAN-DAN-ERMENISTAN-A-BM-DE-DAGLIK-KARABAG-CAGRISI

[6] “Ortalık kızıştı! "Karabağ, tarihi Azerbaycan toprağıdır"”, Milliyet, 03 Ekim 2019 http://www.milliyet.com.tr/dunya/ortalik-kizisti-karabag-tarihi-azerbaycan-topragidir-6045746

[7] “Russian FM Critical Of Pashinian’s Karabakh Remark”, www.azatutyun.am, 03 Ekim 2019, https://www.azatutyun.am/a/30197687.html

AZERBEYCAN DOSYASI /// Murat İDE : İstanbul Emniyet Müdürü’ne açık mektup..


Murat İDE : İstanbul Emniyet Müdürü’ne açık mektup..

KAYNAK : https://www.yenicaggazetesi.com.tr/istanbul-emniyet-mudurune-acik-mektup-53174yy.htm

E-POSTA : muratide

08 Eylül 2019

Adı Nijat (Nejat) Abdullazade..

24 yaşında, Azerbaycan Türk’ü bir kardeşimiz..

Kıt kanaat ayakta duran bir ailenin evladı..

Bir süre önce, birçok Azerbaycanlı kardeşimiz gibi, Türkiye’ye gelmiş..

Gelir gelmez de, devletin kapısına gidip, oturma iznini almış..

**

Nereden geldiğini kim olduğunu, kime hizmet ettiğini bilmediğimiz milyonlarca kaçak Türkiye’nin dört bir yanında fink atarken, ‘Turan’ coğrafyasının bu evladının başına ne geldi biliyor musunuz; günlerdir Göç İdare’sinde gözaltında..

Neden?

Beşiktaş’ta, yarı zamanlı işlerle ekmeğini kazandığı için..

Heyecanlı bir komiserimizin, biraz da kafaya taktığı bir mekana fatura kesmesiyle "Çalışma iznin yok" denilerek alınıp götürüldü..

**

16 milyonluk bir kentin güvenliğiyle mücadele ederken böylesi küçük hikayelerden haberiniz olması elbette zor..

Ancak bu hikaye, hikayelerden bir hikaye değil..

‘Turan coğrafyasının’, güler yüzlü, tertemiz, güvenilir, namuslu bir evladı, günlerdir çile çekiyor..

Elbette sadece ‘Kıvırcık’ değil..

Elbette işin yasal boyutu da çok önemli..

Ancak sayın Müdürüm, 16 milyonluk şehirde, el alemin 2 milyon insanı rahatça turlarken, kendi evladımız mı yük oluyor?

**

Bu satırları karalarken, Azerbaycan’ın büyük ve Milli şairi Bahtiyar Vahapzade’nin dizeleri geldi aklıma..

1961 Şubat’ında, bir rüya olarak gördüğü Türkiye’ye, İstanbul’a geldiğinde karşılaştığı muamelenin, onun yüreğini nasıl burktuğunu biliyorum..

Müdürüm, yürek burkmaya devam ediyoruz, biliyor musunuz?

Bakın ne diyor İstanbul şiirinde;

"İstanbul’un geçmişi vakarlı, şanlı,

Bugünü kendine yâd, geleceği dumanlı"

**

İşte biz, Nejat’ın şahsında, o dumanlı geleceği yaşıyoruz Müdürüm.. Bu kardeşinizin duygusu budur..

Yine diyor ki Vahapzade Türkçe ile ilgili şiirinde;

"Bu dil bizim ruhumuz, aşkımız, canımızdır,

Bu dil birbirimizle ahd-ı peymanımızdır."

Dilimiz birbirimize yeminimizdir" diyor Bahtiyar Vahapzade..

Dilini anlamadığımız milyonlarca kaçak göçmen elini kolunu sallayarak dolaşırken, birbirimize yeminimiz olan öz dilimizi konuşan bir kardeşimiz mi fazla geldi yedi tepeli İstanbul’a?

**

Bilinen öyküdür.. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk Neriman Nerimanov’a mektup yazarak borç ister..

Nerimanov’un cevabı kısa ve nettir, "Gardaş gardaşa borç vermez, el tutar"

Müdürüm, Nerimanov’un 99 yıl önce verdiği ‘el’, bu küçük öyküde de sizin ‘eliniz’

**

Nejat’ın öyküsü, milyonlarda birin öyküsüdür..

Bir Türk evladının, bir Türk yurdundaki öyküsüdür..

Bu yanıyla kıymetlidir..

Bakın, genellikle bir erkek ile kadın arasındaki aşka yazıldığını sandığımız şarkıda ne diyor Azerbaycanlılar;

– Hem sever hem sevilirken, bu ayrılık neden oldu?

Aşk şarkısı değildir o.. Türkiye ile Azerbaycan’ın ayrıldığı günlerde, Türkiye ve Türk demek yasakken bulunmuş bir formüldür.. Seven Azerbaycan, sevilen Türkiye’dir.. Ayrılan Azerbaycan ve Türkiye’dir..

Bu sevdanın meyvesidir benim ‘Kıvırcık’ kardeşim..

Bu ayrılığın hüznünün, 90 yıl sonraki resimlerindendir..

Vuslat sizin elinizdedir Müdürüm..

**

Diyor ki içimdeki ses;

Bu satırlar bana ait değil aslında..

Bu satırlarda;

Türkiye’de yaşamak zorunda kaldığı günler için ‘Sürgün’ diyenlere, "Sürgünde değil, bir başka Türk ilindeyim" diyebilen Mehmet Emin Resulzade’nin parmağı var..

Bu satırlarda; son nefesini Ankara’da vermiş Türkiye sevdalısı Elçibey’in parmağı var..

Bu satırlarda, "Tek millet, iki devlet" diyen Haydar Aliyev’in parmağı var..

Ve şimdi;

Resulzade’nin dediği gibi, "Dilim yeminimizse" eğer;

Ekmeğinin peşinde, bir Türk yurdundan, bir başka Türk yurduna gelmiş Nejat’ın öyküsü de, sizin parmağınızın ucunda Müdürüm..

Bu garip Türk vatandaşı susar, sıra Türk Devleti’nin, sizin sözünüzde..

AZERBEYCAN DOSYASI /// Karabağ’a sürpriz ziyaret : Ermeniler işgale son versin


Karabağ’a sürpriz ziyaret : Ermeniler işgale son versin

Rusya’nın önde gelen siyasetçileri ve uzmanları Azerbaycan’ın kontrolü altındaki Karabağ’ı ziyaret etti. Karabağ’ı Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olarak tanıdığını belirten Rus siyasetçiler, Ermenistan’a işgal altındaki beş bölgeyi derhal geri vermesi çağrısında bulundu.

Rus siyasiler Karabağ’dan seslendiler, Azerbaycan‘a giden Rus heyet Ermenistan işgalinin bitmesi çağrısında bulundu.

Rusya’nın önde gelen siyasetçileri ve uzmanları Azerbaycan’ın kontrolü altındaki Karabağ’ı ziyaret etti.

“Azerbaycan: Rusya’nın Kafkasya’daki Tek Müttefiki” başlıklı toplantıda, Rus dış politikasına yön veren isimlerden Aleksandr Dugin, Rus alt parlamentosu Duma’nın Komite Başkan Yardımcısı Dmitriy Savelyev, milletvekili Aleksey Yezubov, askeri uzman İgor Korotçenko, ünlü gazeteci ve yazar Maksim Şevçenko, gibi isimler yer aldı.

Konferansın toplandığı yer ise iki sene önce Azeri ve Ermeni kuvvetleri arasındaki Nisan Savaşı sırasında Azerbaycan’ın geri aldığı Çocuk Mercanlı köyü.

Rusya’nın önemli dış politika yapıcılarından Aleksandr Dugin, konuşmasında toplantının yerine dikkat çekti. Dugin’e göre Rus devleti ve toplumu, temsilcilerini Karabağ’a göndererek Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü desteklediğini gösterdi. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki esas ortağının Azerbaycan olduğunu belirten Dugin’e göre Moskova’nın Erivan’la dostluğu hiçbir şekilde Azerbaycan’a yönelik bir karakter taşımayacak.

İktidar Partisi “Yedinaya Rossiya” yani Birleşik Rusya milletvekili Aleksey Yezubov, tüm dünyanın Karabağ’ı Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olarak tanıdığını söyledi. Ermenistan’ın işgal altındaki beş bölgeyi derhal geri vermesi gerektiğini belirtti Rus milletvekili.

Rus siyaset bilimci ve yazar Maksim Şevçenko ise ABD’nin Ermenistan’ı İran’a karşı kullanmak istediğini vurguladı.

Rus siyaset ve devlet adamları,iki sene önce işgalden kurtarılan Leletepe’yi de ziyaret ettiler, Azerbaycan ordusunda görev yapan askerlere başarılar dilediler.

VİDEO LİNK : https://youtu.be/mpBmiYbWOPg

AZERBEYCAN DOSYASI /// Dr. Elnur KAZIMLI : Azerbaycanın Jeopolitik Konumu ve Karabağ Sorunu


Dr. Elnur KAZIMLI : Azerbaycanın Jeopolitik Konumu ve Karabağ Sorunu

Kafkas Üniversitesi / Azerbaycan

1. Güney Kafkasya’nın Öncelikli Jeopolitik Özellikleri

Güney Kafkasya stratejik konumu itibariyle, tarih boyunca bölgenin güçlü devletleri arasında nüfus dairesine sokulması için mücadele alanı olmuştur. SSCB döneminde bölge tamamen SSCB’nin kontrolünde bulunduğu için, dünyaya kapalı hale getirilmiştir. 20. yüzyılın sonlarına doğru, SSCB’nin dağılmasından sonra bu bölge dünya için yeniden cazibe haline gelmiştir.

Güney Kafkasya’nın jeopolitik önemi hem onun doğal kaynakları, hem de coğrafi konumu ile bağlıdır. Şöyle ki, Güney Kafkasya Avrupa ve Asya gibi iki farklı kıtayı birleştirdiği gibi, iki farklı medeniyetin de kavuştuğu bölgedir. SSCB’nin dağılmasından sonra, siyasi, ekonomik, askeri ve ideolojik önemi nedeniyle, bölge tekrar uluslararası ilgi odağına dönüşmüştür.

Güney Kafkasya İslam ve Hristiyan medeni değerlerini taşıyan bölgedir. Bilgenin uzun yıllar Rusya denetiminde olması, ona kendine has özellikler kazandırmıştır. Şöyle ki, hem Çar Rusya’sı döneminde, hem de SSCB döneminde bu bölgede yaşayan halkların modern eğitim sürecine tabi tutulması, bölgenin sanayileşmesi toplumsal değerlerin de modernleşmesine neden olmuştur. Günümüzde toplumunun önemli kesiminin Müslüman olmasına rağmen, dini fanatik akımların ciddi destek bulmamasının başlıca sebebi budur. Bunun yansıra, eğitim oranının yüksek olması farlı kültürel ve dini değerlere sahip insanların bir arada, barışçıl ortamda yaşayabilmesine yol açmıştır. Dini toleranslığın, kültürel uyumun sağlanması ve başarılı olması bölgede kalıcı barışın sağlanması için çok önemlidir.

Güney Kafkasya’nın coğrafi konumu ona Avro-Atlantik mekân için stratejik önem kazandırmaktadır. Şöyle ki, bölgenin Orta Doğu bölgesi ile komşu olması; Rusya’nın uzun yıllar boyu yayılmacı politika izlemesi; Avrupa’nın kendi ekonomik ve askeri güvenliğini sağlama ihtiyacı duyması; ABD’nin küresel çıkarları Avro-Atlantik mekânı bölge ülkeleri ile farklı yönlerde işbirliği yapmaya itmiştir. Batıda bu konuda çeşitli jeopolitik teoriler de üretilmiştir.

Güney Kafkasya Avro-Atlantik devletler için Aralık denizi – Karadeniz – Hazar denizi ve buradan da Çin’e kadar uzanabilecek güvenlik ve işbirliği koridorunun önemli bir kısmıdır. Bu açıdan bakılınca, batılı devletler Güney Kafkasya’nın ekonomik, toplumsal ve siyasal değerler bakımından Avrupa ailesinin içinde yer almasında istekli görünmektedir. Bu yönde işbirliğini öngören “Avrupa Komşuluk Politikası”, “Doğu Ortaklığı Politikası” ve birçok ekonomik nitelikli programlar uygulanmaktadır.

2. Azerbaycan’ın Öncelikli Jeopolitik Özellikleri

Azerbaycan coğrafi açıdan Güney Kafkasya’nın parçası olarak Orta Doğu, Avrupa ve Asya’nın kesişmesinde yerleşmektedir. Böyle bir coğrafi konumda yerleşmiş olması Azerbaycan’ın jeopolitik önemini artırmakta, onu bölgede ekonomik ve siyasal güce dönüştürmektedir. Buna olanak tanıyan bazı jeopolitik değerler enerji kaynakları, güvenli enerji ve transit taşıma olanakları, askeri stratejik konum, bölgesel entegrasyona olanak veren toplumsal ve kültürel değerler, politik ve ekonomik yapı ve demografik nitelik önemli jeopolitik elementlerdir. Bunların bir kısmı daha çok uluslararası ve bölgesel, diğer kısmı ise ulusal boyutta belirleyici niteliğe sahiptir.

Günümüzde Azerbaycan jeopolitik imkânlarına dayanarak Avro Atlantik, Uzak ve Orta Doğu ülkeleri ve Rusya ile çeşitli alanlarda kapsamlı işbirliği yapmaktadır. Bu işbirliği bölgesel ve uluslararası nitelikli önemli projeleri içermektedir.

2.1 Enerji Kaynakları

Hazar havzası zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahiptir. Bölgenin 200 milyar varil düzeyinde petrol rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktar, dünya potansiyel petrol rezervinin %10’una denk gelmektedir. Kaynakların önemli kısmı Hazar’ın Azerbaycan’a ait kısmında bulunmaktadır. Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait olan 78.800 km2’lik alanında 60 ila 200 metre derinliklerde toplam 8 milyar varil petrol ve 4-8 milyar tonluk hidrokarbon rezervi bulunmaktadır.

Tarihte de enerji amili jeopolitik değer olarak büyük ekonomik ve politik öneme sahip olmuştur. Bakü Çar Rusya’sı döneminden itibaren petrol sanayisi ile ün kazanmıştır. Birinci Dünya savaşından sonra özellikle Büyük Britanya Bakü petrollerine özel ilgi duymuş ve bir takım ekonomik ve politik girişimlerde bulunmuştur. 1918-1920 yıllarında var olmuş bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti petrolün jeopolitik değeri nedeniyle, batıdan ciddi destek görmüştür. Fakat SSCB kurulduktan sonra bütün petrol kaynakları Moskova merkezli yönetilmeye başlanmıştır.

SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını tekrar elde etmiş Azerbaycan Cumhuriyeti halen jeopolitik önemini koruyan petrol ve doğal gaz rezervuarını hem ekonomik, hem de bağımsızlığının güvencesi gibi kullanmak istemiştir. Bu amaçla 20 Eylül 1994 yılında Hazarın Azerbaycan kısmında yerleşen «Azeri», «Çırak», «Güneşli» yataklarının ortak işletilmesini içeren antlaş ma imzalanmıştır. Bu antlaşma Azerbaycan için taşımış olduğu öneme binaen “Yüzyılın Antlaşması” adlandırılmıştır. Antlaşmaya 8 devletinin (Azerbaycan, ABD, Büyük Britanya, Rusya, Türkiye, Norveç, Japonya ve Suudi Arabistan) 13 en büyük şirketi (Amoko, BP, MakDermott, Yunokal, ARDNŞ, LUKoyl, Statoyl, Ekson, Türkiye Petrolleri, Penzoyl, İtoçu, Remko, Delta) katılmıştır. Böylece Azerbaycan yeni bağımsızlık döneminde ekonomik kalkınmasına ve bağımsızlığının pekişmesine katkı sağlayacak başarılı petrol stratejisi izlemeye başlamıştır. Bütünlükte dünyanın 14 ülkesinden 30 büyük petrol şirketi ile 19 petrol anlaşması imzalamıştır. Bu çerçevede yapılacak toplam yatırım tutarı yaklaşık 60,9 milyar ABD doları, toplam rezerv ise 1,6 milyar ton petrol, 1,3 trilyon m3 doğal gazdır. Her yıl ortalama 50-60 milyon ton petrol, 14-15 milyar m3 doğal gaz üretilmektedir.

2.2 Ulaştırma Koridorları ve Projeleri

Azerbaycan iki önemli uluslararası ulaşım koridorunun kesişme noktasında yerleşir. Bunlar “Doğu-Batı” ve “Kuzey-Güney” ulaştırma koridorlarıdır. Bu koridorlar yüklerin ve yolcuların İskandinav ülkelerinden Basra Körfezine ve Hint okyanusuna kadar; Avrupa’dan Orta Asya’ya ve Çin’e kadar taşıma imkânları vermektedir. Bu olanaklar Avrupa ve Asya kıtaları arasında ulaştırma ağının daha güvenilir hale getirilmesine stratejik katkı sağlamakla birlikte, Azerbaycan için hem de büyük ekonomik öneme sahiptir.

Avrupa ve Orta Asya arasında taşımacılık alanında alternatiflik, rekabete dayanıklılık ve güvenliğin sağlanması amacıyla kurulan TRASEKA programı için girişimci Azerbaycan tarafı olmuş ve 1998 yılında kurucu antlaşma Bakü’de imzalanmıştır. Avrupa Birliği’nin ve 13 bölge ülkesinin desteğini kazanan TRASEKA programı, Avrupa ve Asya arasında büyük ölçüde Rusya üzerinden yapılan taşımacılığa alternatif olabilecek tarihi İpek Yolunun tekrar onarılması öngörmektedir. Bu program Azerbaycan’a ekonomik katkılarla birlikte, önemli politik kazanımlar da sağlamaktadır. Azerbaycan tarafı komşu ülkelerle birlikte bu koridorun geliştirilmesine yönelik büyük projeler gerçekleştirmektedir.

AZERBEYCAN DOSYASI : Güney Azerbaycan Türklüğü Türkçe eğitim istiyor


Güney Azerbaycan Türklüğü Türkçe eğitim istiyor

G.Azerbaycan Türklüğü Türkçe eğitim istiyor İran’ın Türk yoğunluklu Erdebil eyaletinin milletvekili Südeyif Bedri, Türk dilinin okullarda okutulması gerektiğini savundu.

Güney Azerbaycan bölgesindeki Erdebil şehrinin İran parlamentosu milletvekili Südeyif Bedri, Anayasa’nın 15. maddesine dayanarak Türk dilinin okutulmasını talep etti. Araz News haberine göre Südeyif Bedri bu sözleri 4 Mayıs’ta “Muğam Şahseven İşçi Bayramı”nda dile getirdi. Erdebil milletvekili Bedri, “Seçimlerde çeşitli adaylar bu konuyu defalarca dile getirdi, ancak şu ana kadar bu yönde hiçbir adım atılmadı. Ana dilimizin yok edilmesini önlemek için 15’inci madde uygulanmalıdır” dedi. İran Anayasası’nın 15. maddesinde Fars olmayan halkların kültürünün ve dilinin korunması gerektiği belirtiliyor. Südeyif Bedri, ayrıca anadilini öğretme alanında özel çalışmalar yaptığını da belirtti. Milletvekili Bedri, “142 milletvekilinin anadil öğretimi hakkındaki imzalarını toplayarak taslak bir öneri hazırladım. Bu projeye göre, devlet Türk dilinin öğretimini ve 15. maddenin uygulanmasını sağlamalıdır. Ayrıca yardımlarınızla mecliste bu konuda kanun çıkmasını sağlayabiliriz.” şeklinde açıklamalarda bulundu.

Milletvekilinin bu sözleri, festival katılımcıları tarafından büyük bir sempati ile karşılandı. Güney Azerbaycan milletvekilinin bu sözleri iktidar yanlılarını kışkırttı ve onları bu açıklamalara karşı harekete geçirdi. Güney Azerbaycan’a karşı düşmanca davrandığı bilinen Ruhani yanlısı sözde yenilikçi “Kanun” adlı gazete milletvekilinin açıklamasının ardından, Anayasa’nın 15. maddesine uymadığına dikkati çekerek, İran’da anadilinin öğretilmesinde ülke güvenliğini tehdit edici bir unsuru olduğunu söyledi.

Kaynak //http://www.gazete2023.com/turk-dunyasi/gazerbaycan-turklugu-turkce-egitim-istiyor-h75943.html

AZERBEYCAN DOSYASI /// VİDEO : Azerbaycan’dan Türkiye’ye “Marşlı Afrin desteği”


Azerbaycan’dan Türkiye’ye Marşlı Afrin desteği

Azerbaycan Türkü, ünlü besteci Sevinç Toffikkızı Afrin Marşı besteledi. Yaptığı açıklamada Türkiye’nin haklı davasına destek olmak ve Zaferini kutlamak için yazdığını söyledi. Sevinç Toffikkızı, Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamak, sınırlarını güvence altına almak ve teröristlere karşı bir hat çekmek için Zeytin Dalı Harekatını gerçekleştirdiğinin de altını çizdi.

Türkiyenin bu haklı harekatına başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Avrupa ve hatta Arap dünyası’nin tepki gösterdiğini belirten Toffikkızı; “Türkiyenin haklı davasında biz Azerbaycan Türkleri gardaş ülke Türkiyemizi asla yalnız bırakmadık, bırakmayacağız.” diye konuştu.

Toffikkızı “Türkiye’nin bu zaferine, haklı davasına destek olmak için bir MARŞ besteledim… Bu marşı başta kahraman Mehmetçiklerimiz olmak üzere Türk milletine armağan ediyorum dedi. Sevinç Toffikkızı’nın bestelediği marşın sözlerini Harika Ufuk yazdı. Naile Deniz seslendirdi.

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Q3mwyPBhlwc&feature=youtu.be