USULSÜZLÜK DOSYASI : Cumhurbaşkanı’nın market projesine 15 defa hileli gıdadan ceza almış kişi atandı


Cumhurbaşkanı’nın market projesine 15 defa hileli gıdadan ceza almış kişi atandı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyük önem verdiği ve halkın güven duyduğu Tarım Kredi Marketler’de skandal atama.

Gıda sahtekârlığında sınır tanımayan, onlarca defa bakanlık tarafından afişe edilen şirketlerin kurucu ortağı Tarım Kredi Marketler’e sessiz sedasız genel müdür yapıldı. Yapılan atamanın Genel Müdür Fahrettin Poyraz ve Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Okan Ateş tarafından sessiz sedasız yapılması dikkat çekti.

15 DEFA İFŞA OLDU, HİLELİ GIDA ÜRETİMİNDEN VAZGEÇMEDİ

Milli Gazete’nin haberine göre Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanan Yavuz Mehmet Bulut’un kurucu ortağı olduğu TADABAN GIDA ve ANADOLU EKSPER GIDA’ya hileli gıda üretiminden dolayı bakanlık tarafından defalarca ceza kesilmesine rağmen yapılan hileli gıda üretiminden vazgeçmedi.

3 SERİ ÜRÜNÜYLE…

TADABAN GIDA tam 15 defa, ANADOLU EKSPER GIDA ise 5 defa Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ifşa ettiği listede yer aldı. Diğer yandan DONELLO GIDA da birçok listede ismi ifşa edilirken, en son 2019 Ekim ayında yayınlanan taklit ve tağşiş listesinde, 3 seri ürünüyle birlikte yer almıştı.

BAL SAHTEKÂRLIĞINDA UZMANLAŞMIŞLAR

Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanan Yavuz Mehmet Bulut, kendisini bal uzmanı olarak tanıtırken, kurucu ortağı olduğu üç firmanın da ağırlıklı olarak bal ve tereyağından ifşa edilmesi dikkat çekti. ÖRS STAR, STARMAX, MAXİTAT ve TATZADE markalarıyla bal ve tereyağı satan üç firmanın aynı markaları kullandıkları gözleniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük önem verdiği market projesine, gıda sahtekârlığında zirve yapmış bir firmanın kurucu ortağı genel müdür olarak atandı. Halka güvenli ve sağlıklı gıdayı düşük fiyattan temin etmek amacıyla kurulan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından büyük önem verilen Tarım Kredi Marketler’de büyük bir skandal ortaya çıktı.

Halkın sağlığını hiçe sayan ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yayınladığı tağşiş listelerinde hep ön sıralarda yer almış bir firmanın ortağı, Tarım Kredi Marketler’in genel müdürü oldu.

HALKIN GÜVENDİĞİ MARKAYA TAĞŞİŞLİ GENEL MÜDÜR ATANDI!

Koronavirüs salgınıyla birlikte tarım ve gıdanın öneminin en iyi anlaşıldığı bir dönemde skandal bir gelişme ortaya çıktı. Markasından dolayı halka güven veren Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanan isim şok etkisi yaptı.

GENEL MÜDÜR VE GENEL MÜDÜR YARDIMCILARI TOPLU HALDE GÖREVDEN ALINMIŞTI

Tarım Kredi Marketler’in bağlı olduğu Tarım Kredi Birlik genel müdür ve genel müdür yardımcıları geçtiğimiz ay topluca görevden alınırken, genel müdür yardımcılığına geçici olarak şirketin yönetim kurulu başkanı Mehmet Okan Ateş atanmıştı.

Mehmet Okan Ateş’in de Nisan ayının başında görevden alınarak yerine şirkette genel müdür yardımcısı olan Yavuz Mehmet Bulut’un genel müdür olarak atandığı ortaya çıktı.

TAĞŞİŞLİ GENEL MÜDÜR SESSİZ SEDASIZ ATANDI

Tarım Kredi Birlik’e sessiz sedasız genel müdür olarak atanan Yavuz Mehmet Bulut’un geçmişte kurucu ortağı olduğu gıda şirketlerinin gıda sahtekârlığında zirve yapması dikkat çekti.

Yavuz Mehmet Bulut’un kurucu ortağı olduğu ve sırasıyla 2009, 2012 ve 2013 yıllarında kurulan TADABAN GIDA, ANADOLU EKSPER GIDA ve DONELLO GIDA, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ifşa ettiği gıda sahtekârları listesinin hemen hemen hepsinde yer almıştı.

GIDADA HALKIN SAĞLIĞIYLA OYNAYAN FİRMALARIN ÖNÜNE GEÇİLEMİYOR

Gıdada taklit ve tağşiş yaparak halkın sağlığı ile oynayan firmaların önüne bir türlü geçilemiyor. Firmalara uygulanan yaptırımlar yetersiz. Yaptığı hileli üretimden dolayı bakanlık tarafından ceza kesilerek ifşa edilen firma, hemen ya marka ismi değiştiriyor ya da cezasını ödeyip yine hileli üretim yapmaya devam edebiliyor. Bu firmalara uygulanan yaptırımların ağırlaştırılması beklenirken, konuyla ilgili düzenleme yıllardır Meclis’te bekliyor.

SAHTEKÂRLIĞI BAKANLIK TARAFINDAN BELGELENEN İSİM GENEL MÜDÜR YAPILDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyük önem verdiği ve Türkiye genelinde bütün il ve ilçelerde kurulması planlanan Tarım Kredi Marketleri’nin başına geçmişte ortağı olduğu üç firmanın da ürettiği hileli ürünlerden dolayı bakanlık tarafından ifşa edilen bir ismin getirilmesi pes dedirtti.

BAKAN PAKDEMİRLİ, İKİ GÜN ÖNCE “GÖZ AÇTIRMAYACAĞIZ” DEMİŞTİ

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, daha iki gün önce halkın sağlığı ile oynayan firmalara göz açtırmayacaklarını belirtirken, ortağı olduğu bütün şirketleri gıda sahtekârları listesinde yer alan bir ismin Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanması, Bakan Pakdemirli’nin hileli gıdayla mücadele konusundaki samimiyetini de gözler önüne serdi.

15 DEFA İFŞA OLDU, HİLELİ GIDA ÜRETİMİNDEN VAZGEÇMEDİ

Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanan Yavuz Mehmet Bulut’un kurucu ortağı olduğu TADABAN GIDA ve ANADOLU EKSPER GIDA’ya hileli gıda üretiminden dolayı bakanlık tarafından defalarca ceza kesilmesine rağmen yapılan hileli gıda üretiminden vazgeçmedi. TADABAN GIDA tam 15 defa, ANADOLU EKSPER GIDA ise 5 defa Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ifşa ettiği listede yer aldı. Diğer yandan DONELLO GIDA da birçok listede ismi ifşa edilirken, en son 2019 Ekim ayında yayınlanan taklit ve tağşiş listesinde, 3 seri ürünüyle birlikte yer almıştı.

BAL SAHTEKÂRLIĞINDA UZMANLAŞMIŞLAR

Tarım Kredi Marketler’e genel müdür olarak atanan Bulut, kendisini bal uzmanı olarak tanıtırken, kurucu ortağı olduğu üç firmanın da ağırlıklı olarak bal ve tereyağından ifşa edilmesi dikkat çekti. ÖRS STAR, STARMAX, MAXİTAT ve TATZADE markalarıyla bal ve tereyağı satan üç firmanın aynı markaları kullandıkları gözleniyor.

HİLELİ GENEL MÜDÜR ATAMASINDA FAHRETTİN POYRAZ VE ATEŞ ETKİLİ OLDU

Tarım Kredi Marketler’e yapılan skandal genel müdür atamasında, Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz ve Tarım Kredi Birlik şirketinin yönetim kurulu başkanı olan Mehmet Okan Ateş’in etkili olması manidar bulundu.

ATAMAYI SPK’YA BİLDİRDİLER ANCAK WEB SAYFASINA KOYAMADILAR

Diğer yandan Yavuz Mehmet Bulut’un Tarım Kredi Birlik Şirketi’ne genel müdür atamasının sessiz sedasız yapılması da dikkat çekti. Bulut, 9 Nisan’da vekâleten genel müdür olarak atanırken, halen şirketin web sayfasında genel müdür olarak Mehmet Okan Ateş görülüyor. Ancak Ateş’in görevden alınarak yerine Bulut’un atandığını Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kayıtları ortaya çıkardı. Bulut’un Tarım Kredi Birlik AŞ’ye vekâleten genel müdür olarak atandığı SPK’ya bildirilirken, kamuoyuna açıklanmaması manidar bulundu.

YAPILAN ATAMA BAKAN’DAN BİLE SAKLANDI

Geçmişi gıda sahtekârlığında zirve yapmış kurucu firma ortaklıkları bulunan bir ismin halkın güven duyduğu marka olan Tarım Kredi Marketler’nin bağlı olduğu Tarım Kredi Birlik AŞ’ye genel müdür atanmasının, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’ye de bilgi verilmeden yapıldığı kaydediliyor.

Kaynak: Milli Gazete

SİYASİ SUİKASTLER DOSYASI : Pakistan eski Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya’ül Hak’ın ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ


Pakistan eski Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya’ül Hak’ın ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ

Eski Genelkurmay başkanı tarihi kazaya ilişkin konuştu! Cumhurbaşkanının ölümünde CIA detayı

Pakistan eski Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya’ül Hak’ın, 32 yıl önce 5 üst düzey askeri yetkili ve ABD Büyükelçisi ile hayatını kaybettiği uçak kazasıyla ilgili yeni iddialar ortaya atıldı. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mirza Aslam Beg kazaya ilişkin uygun bir soruşturma yürütülmesi için baskı yaptığı ve o dönemin hükümetinin dikkate almadığını söyledi. Beg, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) kazayla ilişkisi olduğuna inanmak için güçlü nedenleri olduğunu savundu.

Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mirza Aslam Beg ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tümgeneral Mahmud Ali Durrani, Pakistanlı eski bakan ve Ziya’ül Hak’ın oğlu olan Muhammed İcaz’ül Hak’ın kendilerine yönelttiği, uçak kazasıyla ilişkileri olduğuna dair iddiaları reddetti ve bu kazanın ardındaki nedenler konusunda farklı sonuçlar ortaya koydu.

Mirza Aslam Beg, Anadolu Ajansına (AA) yaptığı açıklamada, Genelkurmay Başkanlığı görevi boyunca, kazaya ilişkin uygun bir soruşturma yürütülmesi için birçok kez baskı yaptığını ancak o dönemki hükümetin, taleplerini dikkate almadığını belirtti. Beg, "Bu bir kaza değil sabotajdı. Tüm bulgular bunu gösteriyor" dedi.

İcaz’ül Hak’ın, babasına yönelik komployla ilgili kendisine yönelttiği iddialara yanıt vermeye lüzum görmeyen Beg, ülkede sivil hükümete "yumuşak geçişte" payı olduğunu anımsattı.

Ziya’ül Hak’ın ölümünden üç ay sonra yapılan Kasım 1988 genel seçimlerine atıfta bulunan Beg, "Seçimleri düzenleyen ve askeri yönetim yerine ülkenin yönetimini demokratik bir hükümete teslim eden kişi bendim. Eğer herhangi bir komploya karışmış olsaydım, bunun bana nasıl bir faydası olacaktı. (Ordu içinden) Baskıya rağmen sıkıyönetim getirmedim. Genelkurmay Başkanı olarak görev süremin uzatılmasını bile kabul etmedim. O zaman neden bana hiçbir şekilde fayda sağlamayan bir komploya karışayım ki?" ifadelerine yer verdi.

1988-1991 yıllarında Genelkurmay Başkanlığı yapan Beg, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) kazayla ilişkisi olduğuna inanmak için güçlü nedenleri olduğunu savundu. Beg, kazada ölen ABD Büyükelçisi Arnold Lewis Raphel’in de CIA’in arkasına saklanmayı adet edindiği günah keçisi olduğunu iddia etti.

Mirza Aslam Beg ayrıca görev süresi boyunca askeri istihbarat tarafından yürütülen iç soruşturmanın CIA’in kazadaki rolü hakkında şüphe uyandırdığını kaydetti ancak iç soruşturmanın ayrıntılarına ilişkin bilgi paylaşmadı.

Durrani, sabotaj teorisini reddediyor

İcaz’ül Hak, AA’ya verdiği röportajda, mango kasalarının patlayıcı taşıdığına dair kanıtlar bulunduğuna işaret ederken, pilotları etkisiz hale getirmek için kabine sinir gazı pompalandığını iddia etmiş ve "Kumpası kuranlar, hiçbir şeyi şansa bırakmak istemedi. Sinir gazı kullandı ve aynı zamanda dışarıdan patlayıcılar ateşledi" demişti. Ziya’ül Hak’ı tank tatbikatını izlemeye Tümen Komutanı Durrani’nin zorladığını iddia eden Hak, babasının bunu yapmak istemediğini ve ikamet ettiği askeri lojmanın kayıtlarına göre, Durrani’nin, babasını Bahawalpur’a uçmaya ikna etmek için 16 kez aradığını söylemişti.

Bahawalpur çöllerinde Amerikan tanklarının tatbikatını izlemek için Ziya’ül Hak’a ev sahipliği yapan Multan merkezli zırhlı tümeninin o dönemki komutanı Mahmud Ali Durrani, AA’ya yaptığı açıklamada, sabotaj teorisine inanmadığını söyleyerek uçak kazasının sadece bir "teknik hata"dan kaynaklandığı konusunda ısrar etti ve bütün komplo teorilerini "çocukça" olarak nitelendirdi. Tüm bu teorilerin tezgahlandığını savunan Durrani, "Gerçek şu ki bu talihsiz kazaya yol açan tamamen teknik bir hata oldu. Bu, C-130 tipi uçakta ilk kez görülen teknik bir hata değildi. Kazadan aylar önce Karaçi ve Çitral havaalanlarında C-130’da iki kez teknik hata görüldüğünü hatırlıyorum. Her iki olayda da Ziya’ül Hak’a eşlik ediyordum" diye konuştu.

İcaz’ül Hak’ın iddialarını "temelsiz" olarak nitelendiren Durrani, aynı zamanda ordu komutanı olan Cumhurbaşkanı’nı, tankların tatbikatını teftiş etmeye zorlamanın mümkün olmadığını söyledi. 1961-1998 yıllarında orduda, Mayıs 2008’den Ocak 2009’a kadar da ülkenin Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Durrani, "Ziya’ül Hak, bir çocuk değildi, o Cumhurbaşkanı ve ordu komutanıydı. Onu, istemediği yere gitmeye nasıl zorlayabilir veya ikna edebilirdim? Bu, tamamen Ziya’ül Hak’ın tankların saha tatbikatını görme kararıydı. Buna, kolordu komutanlarının toplantısında karar verilmişti. Bunların pek çoğu kayıt altında" diye konuştu.

Ziya’ül Hak’ı 16 kez aradığını reddeden Durrani, "Bu bir yalan. Bahawalpur’u ziyaret etmeden birkaç gün önce onu yalnızca iki kez aramıştım" dedi.

İcaz’ül Hak’ı siyasi çıkarlarına göre davranmakla itham eden Durrani, "Eğer (İcaz’ül Hak) ciddi olsaydı, kendi seçeneğinin soruşturulması için baskı yapardı" yorumunu yaptı.

Ancak Durrani, İcaz’ul Hak’ın, Yargıç Şafi-ur-Rehman Komisyonu’nun konuya ilişkin hazırladığı raporun kamuoyu ile paylaşılması yönündeki talebine destek verdi ve "Sadece Yargıç Şafi-ur-Rehman Komisyonu’nun raporunun değil, diğer pek çok raporun hiçbir zaman kamuya açıklanmamış olması talihsiz bir durum. Bu da sonunda komplo teorilerini doğuruyor. Bu raporlar halka açık olsaydı komplo teorileri olmazdı" değerlendirmesini yaptı.

Tatbikatı izlemeye gidiyorlardı

17 Ağustos 1988’de, C-130 tipi askeri uçak, Pakistan’ın başkenti İslamabad’ın yaklaşık 530 kilometre güneyinde Bahawalpur yakınlarında düştüğünde General Ziya’ül Hak, beş generali ve ABD Büyükelçisi Arnold Lewis Raphel hayatını kaybetmişti. Uçaktakiler, ABD’nin Pakistan’ı satın almaya zorladığı M-1/A savaş tanklarının tatbikatını izlemek üzere çöldeki askeri bölgeye gidiyordu.

Eski Bakan Hak, AA’ya verdiği demeçte, şüphelerin İsrail ve Hint istihbaratçılarının yanı sıra, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Aslam Beg ve dönemin Multan merkezli zırhlı tümeninin komutanı Tümgeneral Mahmud Ali Durrani’ye yöneldiğini ifade etmişti.

Ordu içinde gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan askerilerin dahi tehdit edildiği ve sürüldüklerini söyleyen Hak, Hava Tuğgeneral Zahir Zaidi’nin tüm itirazlara rağmen uçak enkazından topladığı bazı parçaları ve mango kalıntılarını bir laboratuvara götürerek gizlice analiz ettirdiğini belirtmişti. Hak, "Kimyasal testlerde antimon, fosfor ve patlayıcılarda kullanılan diğer kimyasalların izine rastlandı. Bunlar sabotaj teorisini ispatlıyor. Fakat müteakip hükümetler soruşturmayı ilerletme ve suçluları ortaya çıkarma cesaretini gösteremedi" ifadesini kullanmıştı.

ABD tarafından desteklenen Ziya’ül Hak, Sovyet-Afgan Savaşı’nda önemli bir rol oynamış ve 1980’lerde Afgan mücahitlerini koordine etmişti.

Pakistan hükümetlerinin babasının ölümünü soruşturma konusunda irade göstermediğine dikkati çeken Hak, Amerikalıların başından beri olayı kaza olarak değerlendirme eğilimde olduğunu belirtmişti.

Icaz’ül Hak, eski Pakistan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref ve eski Başbakan Navaz Şerif döneminde bakan olarak görev yapmıştı.

KAFKASYA DOSYASI /// Sayın Cumhurbaşkanı İlk Defa Birinci Elden Kırım İle İlgili Bir Gerçeği Açıkladı : “Kırım Ukrayna’nın”


Sayın Cumhurbaşkanı İlk Defa Birinci Elden Kırım İle İlgili Bir Gerçeği Açıkladı : "Kırım Ukrayna’nın"

Bu açıklama, Kırım’ın uluslararası hukuk yok sayılarak Rusya tarafından işgal edilmesinden 6 yıl sonra geldi. Ukrayna’ya bağlı bir yarımada olan Kırım, 18 Mart 2014’te Rusya tarafından ilhak edilmişti. Açıklamanın ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus’un Kırım Ukrayna’ya iade edilmediği sürece Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımların artarak devam edeceğini açıklamasından sonra gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Bilemem. Turkish Forum’da (ABD) 1 Şubat 2020 tarihinde yayınlanan “Kırım’ın Rus İşgalinin Sonlandırılmasına Yönelik Onur Yürüyüşüne Katılalım” başlıklıyazımın ilgili kısımları şöyleydi:

“ 2014 yılında PKK yöneticileri Murat Karayılan ve Duran Kalkan adına Hollandalı bir hukuk bürosu AB Konseyi tarafından terör eylemleri nedeniyle uygulanan kısıtlayıcı tedbirlerin kaldırılması ve PKK’nın terör listesinden çıkarılması için Avrupa Konseyi Adalet Divanı’na başvurmuştur. 15 Kasım 2018‘de Divan, PKK’nın açtığı davayı karara bağlayarak 2014-2017 yılları arasında terör örgütleri listesinde tutulmasında usul hataları olduğuna ancak yeni kararlar uyarınca PKK’nın AB Konseyi’nin terör örgütü listesinde tutulması gerektiğine hükmederek başvuruyu reddetmiştir.

Rusya’nın bu çifte standardına Türkiye’den ses çıkmamakta, aksine güney sınırımızda bu terör örgütü ile Suriye rejiminin katliam yapmasına da engel olunamamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan YPG ile Rus askerlerinin fotoğraflarını Putin’e gösterdiğini söyleyerek, “Fotoğrafları ilettik. Tarihleri yerleri ile verdik. Konuyu anlattık. İnceleyeceğini söyledi. Bundan sonraki süreç Putin’e kaldı" demiştir ama ben Putin’in bilgisi dışında bu askerlerin orada bulunduğuna inanmak istemiyorum. Eğer inanırsam, kendimi çok saf bir Kırımlı olarak değerlendiririm.

Rusya’nın Karadeniz’deki tatil kenti Soçi’de 3 Mayıs 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin ile görüşmesinin ardından yapılan basın toplantısında "Domates dışında her konuda mutabık kalındı" derken, Putin şu açıklamayı yapmıştır: “Domates dışında kısıtlamaların kaldırılması için anlaştık.”Bunun kapsamına acaba Kırım Türklerinin anavatanı Kırım’ın Rusya tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgalinin ardından Kırım’ın nüfus yapısını değiştirmek için Kırım’a Rusların göçünün kısıtlanmasının kaldırılması da girmekte midir?

Günümüzde başta Eskişehir olmak üzere Kırımdaki Tatar nüfusundan daha çok Kırım Türkü Anadolu’da yaşıyorsa, bunun sebebi Kırım Hanlığının Rus nüfuzuna geçmesidir. Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri, 1783’de Kırım Hanlığının ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhak etmesinden sonra gerçekleşmiştir. İki yüzyıldan fazla bir süredir Anadolu’ya yönelik göçün sebebi, Kırım Türklerine yönelik baskıdır. 18 Mayıs 1944 de Stalin tarafından vatanlarından sürülen ve yarısı yollarda katledilen Kırım Türklerini unutmayalım. Kırım’ın işgal altında bulunduğu sürede Rusya’nın Kırım Tatarlarını korkutmaya ve bölmeye, yarımadada meydana gelen olaylar hakkında gerçeklerin sesini susturmaya çalışarak Kırım Tatarlarına karşı baskı uyguladığını bilmeyen yoktur… https://www.turkishnews.com/tr/content/wp-admin/post.php?post=675091&action=edit&classic-editor

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus, Kırım Ukrayna’ya iade edilmediği sürece Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımların artarak devam edeceğini açıklamıştır. Pompeo’nun Kiev ziyaretiyle ilgili Twitter hesabından paylaşımda bulunan Bakanlık Sözcüsü Morgan Ortagus, "Bugün, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı sonucu ölenleri andık. Rusya’ya karşı, Donbass’ta barışı desteklemediği sürece yeni yaptırımlar getirmeye devam edeceğiz” demiştir.

“The United States will continue its sanctions policy towards Russia until it ceases its occupation of Crimea and restores peace in Donbas, U.S. State Department Spokesperson Morgan Ortagus has stated."Today, we honored the lives of those who have perished as a result of Russian aggression in Ukraine. We will continue to impose sanctions on Russia until it commits to peace in the Donbas and ends its occupation of Crimea. Our support is with Ukraine," Ortagus wrote on her Twitter account on January 31. As Ukrinform reported, on January 29, the United States imposed new sanctions on illegitimate Russian-backed Crimean officials and a railroad company linking Crimea to Russia.”

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2 Ağustos 2019’da açıklanan raporda yer alan bilgileri ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin (OHCHR) tespitlerini Genel Kurul’da üyeler ile paylaşmış, OHCHR mensuplarının Kırım Yarımadası’na girişlerine izin verilmediğini söylemiştir. Rapor’daki verilerin, işgal altındaki Ukrayna yarımadasına erişim verilmemesi sebebiyle uzaktan izleme yoluyla toplanan bilgilerle sınırlı olduğu belirtilmiştir. Rusya, BM’nin Rusya’yı işgalci bir güç olarak nitelendiren kararlarını kabul etmemektedir. Oysa yarımadadaki koşullar; kaçırılmalara, onaylanmamış göz altına almalara, zorunlu kaybolmalara, yaşam, özgürlük ve güvenlik haklarının ihlallerine izin vermektedir.

OHCHR, Mart 2014’ten bu yana Kırım’da kaybolan 42 kişi (38 erkek ve 4 kadın) tespit etmiş, gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığını belirlemiştir. Mağdurların çoğu aşırıcılık, Rusya’da yasaklanmış gruplara bağlılık, sabotaj ya da Rus karşıtı faaliyetlerden sorumlu oldukları suçlamasıyla karşılaşmışlardır. Kırım Tatarlarına baskı yapıldığı, Kırım’daki Tatar- Türk kültürünün yok edilmek istendiği belgelenmiştir. Din özgürlüğü konusunda da yaptırımlar olduğu, Kiev eski Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Rus makamlarına kayıt olmadığı için yasal statüsünü kaybettiğine dikkat çekilmiştir.

Erdoğan açıklamasında "TÜRKİYE OLARAK KIRIM’IN YASA DIŞI İLHAKINI TANIMADIĞIMIZIN ALTINI BİR KEZ DAHA ÇİZMEK İSTİYORUM. UKRAYNA’NIN EGEMENLİĞİNE VE KIRIM DAHİL TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE DESTEĞİMİZİN AYNI ŞEKİLDE SÜRECEĞİNİ TEYİT ETMEK İSTİYORUM" ifadelerini kullanmıştır. Daha önce böyle bir açıklama yapmaması Kırım konusunda Türkiye’deki Kırım diasporasını üzmüştü. Görüşme sonrası Zelenskiy’le kameraların karşısına geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ülke arasındaki ilişkilere değinirken Rusya’ya da mesaj yollamıştır. Keşke bu açıklama son gelişmelerden önce yapılmış olsaydı. Yine de çok önemlidir. Çünkü, aşağıdaki Rus Sputnik’te yer alan haber neden önemli olduğunu göstermektedir.

Kırım Tatarları Bölgesel Ulusal-Kültürel Özerklik Başkanı Eyvaz Umerov, Kırım’ın Rusya ile bağlı oluşunu kabul etmeyeceklerini belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip etti. Sputnik’e konuşan Umerov, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarında hiçbir mantık yok. Ukrayna’nın bütünlüğüne ilişkin sürekli yapılan açıklamalar anlamsız. Ukrayna 2014’te Kiev’de gerçekleşen darbenin ve düzenlenen referandumla Kırım yarımadasını sonsuza dek kaybetti” ifadelerini kullandı.Umerov’a göre, Kiev’in uluslararası toplumu yanıltmayıp Kırım’ın Rusya ile bağlandığını kabul etmesinin vakti çoktan geldi.‘Kırım Tatarlarının durumu Kiev’le değil, Moskova ile görüşülmeli’Umerov, “Ukrayna’nın ülke içindeki durumu istikrara kavuşturmak ve savaşa son vermek için tüm çabalarını ortaya koyması gerek. Kırım Tatarlarına gelince, onların kaderleri ve durumları, bu konular Ukrayna’da değil, Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le konuşulmalı” dedi.Umerov, Kırım Tatarlarının durumunun şimdilerde hiçbir zaman olmadığı kadar ideal olduğunu kaydetti.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “ Kırım’ın ilhakını tanımadık, tanımayacağız” ve “Kırım Türkleri’nin durumunu ve sıkıntılarını çok yakından takip ediyoruz” ifadelerini kullanmıştı. https://tr.sputniknews.com/avrupa/202002031041319136-kirim-tatarlarindan-erdoganin-kirim-hakkindaki-sozlerine-iliskin-aciklama-mantiksiz/

BAŞKANLIK DOSYASI /// Cumhurbaşkanı Erdoğan : Teröriste Ödül Vermişler


Cumhurbaşkanı Erdoğan : Teröriste Ödül Vermişler

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1995 yılında Sırplar tarafından Srebrenitsa’da yapılan soykırımı inkar eden ve Sırp savaş suçlularını savunan yazar Peter Handke‘ye tepki göstererek kendisine Nobel Ödülü verilmesini eleştirmiştir: “Nobel ne olduğunu ortaya koydu. Nobel kendini tüketmiş, kendini bitirmiştir. Nobel tamamıyla ideolojik davranan bir kurumdur. Benim için Nobel’in hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Böyle bir zalime ödül vermekle buna ortak olmuştur. Bu tür bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil. Bu sadece şu anki ödülde değil ki bundan önceki ödüllerde buna dikkat etmişlerdir. Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir.”

Handke; siyasi görüşleri, eski Yugoslavya’daki savaşlarda Sırp güçlerin işlediği insanlık suçlarına şüphe düşüren yazıları ve savaş suçlarından yargılandığı sırada yaşamını yitiren dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in cenazesinde yaptığı konuşma sebebiyle tepki toplamıştı.

Cumhurbaşkanı daha sonra ”Sizin verdiğiniz bu ödüller kusura bakmayın kimseyi ikna etmez. Bu verdiğiniz ödül bir Aziz Sancar hocamıza verilen ödül değildir, bir Orhan Pamuk’a verilmiş bir ödül değildir. Kimseyi aldatamazsınız, aldatamayacaksınız. ‘Tamamıyla ideolojik davranan bir kuruluş konumundadır. Nobel’in artık hiçbir özelliğinin kalmadığını ortaya koyacağız… Teröristleri kendi romanına yansıtan siz Nobel’e layık görürseniz bizim de sizi tanımamız mümkün değildir” açıklamasında bulunmuştur.

Konuşmasında Nobel ödüllü iki Türk’ten birisi olan Aziz Sancar’a ayrı bir parantez açan Erdoğan’ın, “terörist” sözüyle Orhan Pamuk’u mu yoksa başka birini mi kast ettiği anlaşılmayınca Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Sayın Cumhurbaşkanımızın bugünkü konuşmasında yer alan ‘Türkiye’den teröriste ödül vermişlerdir’ şeklindeki ifadeleri herhangi bir şekilde sayın Orhan Pamuk’a yönelik değildir. Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimleri kastetmiştir” ifadelerini kullanmıştır.

Fakat Erdoğan başbakanlığı döneminde Orhan Pamuk’u arayarak kutlamıştı. O dönemde Başbakanlık sözcüsü Akif Beki “Sayın Başbakan, ABD’de bulunan Orhan Pamuk’la bugün yaptığı telefon görüşmesinde, Nobel Ödülünün bir Türk yazarına verilmiş olmasından memnuniyet duyduğunu belirterek kendisini tebrik etti. Orhan Pamuk da Sayın Başbakan’a teşekkür ederek, memnuniyetini ifade etti” demiştir. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakan-orhan-pamuku-tebrik-etti-5254872)

Cumhurbaşkanının açıklamalarına HDP sözcüsü Günay Kubilay tepki göstermiştir: “Erdoğan’ın sözlerini Fahrettin Altun düzeltmeye çalışsa da ok yaydan çıkmış, bilinçaltı dışa vurmuştur. Erdoğan, saray çevresi dışındaki herkesi ‘terörist’ diye yaftalama yaklaşımı Orhan Pamuk’a kadar genişlemiştir.” (https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/paylan-fransa-cumhurbaskani-macronla-gorusmesinde-turkiye-ve-afrindeki-son-gelismelerle-ilgili-kaygilari-dile-getirdi/11569)

HDP, TBMM’nin aldığı karara katılmama gerekçesini şöyle açıklamıştır: “AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti’nin ABD Senatosu’nda kabul edilen Soykırım Yasa Tasarısına ilişkin Meclis’te aldıkları kararı kabul etmiyor, ‘Hayır’ oyu veriyoruz. Bu topraklarda yaşanan soykırım ve tüm acılarla yüzleşilmesi çağrısı yapıyoruz.” (https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/bu-topraklarda-yasanmis-acilarla-yuzlesmek-bu-topraklarda-yasayan-insanlarin-gorevidir/13811 …) Bu açıklamalara Mark Twain cevap vermiştir: “Gerçek, ayakkabısını giyene kadar yalan dünyayı dolaşır.”

Stockholm’de Handke’ye ödül verilmesine tepki gösteren İsveçli gazeteci Christina Doctare, 1988 yılında Birleşmiş Milletler Barış Gücü sağlık ekibinde görev yaptığı için aldığı Nobel madalyasını iade edeceğini açıklamıştır: “İsveç Akademisi ile gurur duyuyordum ancak şu an tek hissettiğim utanç ve suçluluk. (…) 27 yıl önce orada soykırıma şahit oldum. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bosna Hersek’te yaşanan soykırımı inkar eden Peter Handke’ye verilmesinden dolayı Nobel madalyamı iade edeceğim.”

1973 yılında Vietnam barışına yaptıkları katkıdan dolayı ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte ödül aldığı açıklanan Vietnam Başbakanı Le Duc Tho o dönemde Vietnam’ın içinde bulunduğu durum sebebiyle ödülü almamıştır. Boris Pasternak 1958’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü Sovyetler Birliği’nin baskısıyla reddetmiştir. 2018 Nobel Edebiyat Ödülü taciz skandallarıyla bu yıla ertelenmişken 2019 Nobel’i kazananın da tepki çekmesi üzerine İsveç Kraliyet Akademisi Nobel Komitesi’nden iki üye istifa etmiş, başka bir üye ise ödül törenine katılmayacağını açıklamıştır.

Nobel Edebiyat Ödülü’nün Handke’ye verilmesi tartışılırken Demokrat Partili Senatör Robert Menendez Twitter hesabından yaptığı paylaşımda sözde Ermeni soykırım tasarının kabul edildiğini duyurmuş, gündem hemen değişmiştir. (BREAKING: Our resolution to recognize and commemorate the #ArmenianGenocide just passed the United States Senate) (https://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.htmlhttps://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.html)

Menendez, “Öldürme baltalar, kürekler ve yabalarla yapıldı. Ortalık mezbaha gibiydi. Bebekler annelerinin gözünün önünde kayaların üzerinde kesildi” derken (The killing was done with axes, cleavers, shovels and pitchforks. It was like a slaughterhouse, Menendez said, quoting a priest who documented the atrocities at the time. Infants were dashed on rocks before the eyes of their mothers.) kendisine gerekli tepki maalesef gösterilmemiştir. Washington Büyükelçimiz Serdar Kılıç Menendez’e Hocalı’da Ermeni çetelerinin tarihin en vahşi katliamlarından birini yaparak çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü vahşice katlettiğini açıklayan bir mektup neden göndermemiştir?

Büyük Ermenistan idealistlerinden Zori Balayan’ın 1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması” (Heaven and Hell, Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan, 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf ettiği satırlar aşağıdadır:

“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”(https://www.dailymotion.com/video/x2yl1jy)

Ermeni çeteleri insanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler ile kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (Türkçe için: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=315, İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920: http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Anasayfa&Lisan=en)

Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır. Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada öldürüldü,12 Haziran 1993, Mirasali) Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü “Benim Kadeşimin Yolu” (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris, 2005) kitabında Hocalı katliamı için “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.” demiştir. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın Yok hükmündeki bu karar, siyasi, askeri ve ekonomik hiçbir alanda Türkiye’nin haklı ve kararlı duruşunu etkilemeyecektir” demesi ile kararlar yok olmamaktadır. Dışişleri Bakanlığı “Tarihin nasıl siyasileştirilebileceğinin utanç verici örneklerindendir” açıklamasının da hiçbir etkisi yoktur.

Ermeni sitelerine (Türkçe ve İngilizce) girildiğinde Türkiye aleyhine yapılan propagandanın sınırı yoktur. (https://anca.org/press-release/anca-senate-opposition-growing-to-trump-erdogan-veto-on-armenian-genocide-resolution/) Sadece yok hükmünde demekle bu işler olmuyor!… Bizim kaç tane ANCA gibi bir sitemiz var? Cevap: Hiç yok. Ermeni sitelerine bir örnek: https://anca.org/press-release/anca-senate-opposition-growing-to-trump-erdogan-veto-on-armenian-genocide-resolution/

Uluslararası dergilerde sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığına ilişkin yayın yapmazsanız, konferans vermez sadece kararlar alındıktan sonra “yok hükmünde” derseniz “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” atasözümüz aklımıza gelmelidir. Atı alanın Üsküdar’a geçmeden boğazın mavi sularında boğulması için “academia”da bu konuda en çok atıf alan aşağıdaki makalem gibi yüzlerce, binlerce makale yayınlanmalıdır.

Ermenilerin yalanlarını ortaya çıkarmak için arşivlere girmeye gerek yoktur. Bu konuyu defalarca yazmama rağmen hiç kimse 1,5 milyon rakamının Almanya’daki Nazi toplama kampının önündeki anıttan çalıntı olduğuna değinmemiştir. Hamparian’ın söz ettiği 1,5 milyon rakamı, Auschwitz- Birkenau toplama kampının önündeki dikili taştan alınmadır.

Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Porselen Müzesi’nin önündeki heykelde de aynı rakam vardır. Burası, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” ifadesi vardır. Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe” yazılıdır.

YÖK’e teklif ettiğim tüm üniversitelerde (207) birer “Ermeni Araştırmaları Enstitüsü” kurulması, bunların her birinin yılda uluslararası dergilerde İngilizce olarak 5 yayın yapmasının zorunlu tutulması, YÖK’ün bu yayınlara ve enstitülere destek vermesi önerim suya yazılan yazı olarak kalmıştır. YÖK bu konuda hassasiyet göstermez ise meydan, Garo Paylan gibi (TBMM üyesi) Ermeni muhiplerin yalanları ile dolacaktır:

“Hepimiz Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırım filmleri ile büyüdük. Ermeni soykırımı düşünüldüğünde ‘Benim devletim böyle büyük bir kötülük yapmış olamaz’ refleksidir toplumdaki ki anlaşılır. Çünkü onlara büyük bir yalan söylendi, dört kuşaktır söyleniyor. Bu devlet büyük bir cinayet üzerine kuruldu. Bilmiyorlar ama artık bunun değiştiğini görüyoruz. İdrak noktasına gelindi. Adını koymakta zorlanıyoruz. Ben soykırım olarak tanımlıyorum ama açıkçası bu suçu kapsayan ve kabul eden herhangi bir kelimeye ben razıyım. Yeter ki o suçu kapsasın. O suçun mağdurlarının yüreğini soğutsun. O suçun faillerini de mahkum etsin. Talat, Enver, Cemal üçlüsünü katil olarak tanımlasın. İsimleri okullarımızın adlarından silinsin.” (January 27, 2018 09:41 Garo Paylan speaks out against Turkish military operation in Afrin Member of the Turkish parliament of Armenian origin Garo Paylan, representing pro-Kurdish People’s Democratic Party, has spoken out against the Turkish military operation in Syria’s Afrin called Olive Branch,Garo Paylan twitted.)

Türkiye’nin jeopolitik konumuna duyarlı olan Amerikan Başkanları, sözde Ermeni soykırımını tanımaktan kaçınmıştır. Bunu yapan tek Başkan 1981’de Ronald Reagan olmuştur. Kongre de benzer soykırım kararları geçmesine rağmen tanıma süreci tamamlanamamıştır. Şimdi durum değişmiştir. Başkan Trump, seçim ortamında Ermeni oylarını küstürmemek için ve de Ermeni lobisinin baskısına dayanamayarak 24 Nisan 2020’de “soykırım” (genocide) derse hiç şaşırmayalım.

Ermeni diasporası ve ANCA 1915 tehcirini; Ermeni davasını (Hai Tahd) desteklemek amacıyla kullanarak Türkiye’nin 1915’de Ermenilere soykırım yaptığını kabul ettirmeyi kuruluş amacı olarak belirlemiştir. Bu amaç doğrultusunda 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma haftası olarak kabul etmiştir. Ermeni megalo ideası olan Hay Dat’ı bilmezsek kaybeden biz oluruz. “Hay Dat” (Hai Tahd) Ermenice bir isim tamlamasıdır. Hay “Ermeni”, Dat ise “dava” anlamına gelir. ABD Temsilciler Meclisi’nden geçen tasarıdan sonra ABD Senatosu da Ermeni tehcirini sözde “soykırım” olarak tanıyan karar tasarısını onaylamıştır. Karara Türkiye’den tepkiler gelmiştir. Fakat bu tepkiler suya yazılan yazı gibidir. Gelen bir dalga her şeyi silip süpürmektedir.

ABD’nin sözde soykırımı tanıması, sırada bekleyen ülke parlamentolarından benzer kararların alınmasına yol açar ki, bu durum uluslararası hukuka aykırı bile olsa Türkiye üzerinde çok büyük bir baskı yaratır. Tıpkı Avrupa Birliği Parlamentosu’nun aldığı benzer kararlar gibi. Eğer yeni bir karar alınıp eski kararlar ortadan kaldırılmadığı sürece Türkiye AB’ye üye olamaz.

2019 yılı itibarıyla Almanya, Brezilya, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya’nın da aralarında olduğu 29 ülkenin yanı sıra ABD’nin 50 eyaletinden 49’u olayları soykırım olarak kabul etmiştir. Bu ülkeler dünya siyasetinde ve ekonomisinde güçlü ülkelerdir.

1965: sözde Ermeni Soykırımı’nı ilk tanıyan ülke Uruguay’dır. 1962 – Kıbrıs, 1995 – Rusya, 1996 – Kanada, 1997 – Lübnan, 1998 – Belçika, 1996 – Yunanistan, 2000 – İtalya, 2000 – Vatikan, 2001 – Fransa , 2003 – İsviçre, 2004 – Arjantin , 2004 – Slovakya, 2004 – Hollanda, 2005 – Venezuela, 2005 – Polonya, 2005 – Litvanya, 2007 – Şili, 2010 – İsveç,

2014 – Bolivya , 2015 – Avusturya, 2015 – Lüksemburg, 2015 – Brezilya, 2015 – Paraguay, 2015 – Suriye, 2016 – Almanya, 2017 – Çek Cumhuriyeti, 2019 – Libya geçici hükümeti. Sözde Ermeni Soykırımı’nı Avustralya, Arjantin, Kanada, İsviçre, İngiltere, İspanya, İtalya, ABD (50 eyaletten 49’u) sözde soykırımı kısmen tanımıştır. Uluslararası kuruluşlar arasında Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM’in bazı komisyonları, Kiliseler Uluslararası Birliği de vardır. Çok dikkat çekici bir gerçek vardır: 29 ülkeden 3’ü Müslüman Arap ülkesidir.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter’da yaptığı paylaşımda karara tepki göstermiştir ama bunun uluslararası camiada hiçbir etkisi olmamış, uluslararası basında yer bulamamıştır. “Senatoda kabul edilen Ermeni karar tasarısı, ikili ilişkilerimizin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Barış Pınarı Harekatı’nın başlangıcından itibaren, Amerikalı mevkidaşlarımıza Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonumuzun nedenlerini ve hedeflerini anlattık. Yaptırımlar ve tehditler bizi ulusal güvenlik çıkarlarımızı korumaktan vazgeçirmeyecektir. ABD Kongresindeki bazı üyeler Suriye’deki askeri operasyonlarımızdan rahatsız oldu diye ulusal güvenliğimizden taviz verecek değiliz.”

Fahrettin Altun’un tespiti doğrudur. Çünkü, Türkiye’nin Washington’da nasıl tanımlanması gerektiği ve Ankara’ya yönelik nasıl bir politika izlenmesi gerektiği tartışılan konuların başında geliyor. CIA içinde Soğuk Savaş politikalarını şekillendiren Harvardlı tarihçi Richard Pipes’ın oğlu, İsrail destekçisi Ortadoğu Forumu Başkanı Daniel Pipes, katıldığı bir panelde, Türkiye’nin artık kaybedildiği düşüncesinde olduğunu açıklamıştır:

“Sanırım bugün kimse Erdoğan’ın Türkiyesi’nin Amerika’nın müttefiki olduğunu iddia etmeyecektir. Şimdi yeni bir tartışma var. Şu anda gördüklerimiz bir politika sapması mı ya da kalıcı bir değişim mi? Muhammed Mursi’nin Mısır’da iktidara gelmesi gibi mi yoksa daha çok İran devrimi gibi mi? Bu uzun dönemli bir değişim. Daha da ileri gideceğim, İran’da 40 yıl önce olanların daha yavaş halini Türkiye’de görüyoruz. Daha az şiddetli, daha az dramatik ama aynı yol.” VOA Türkçe’den Serhan Akif Akyıldız ve Celal Çevirgen’in haberine göre Pipes, “Amerikan politikasının Türkiye’yi geri getirebileceği varsayımı temelinde hareket etmesi gerektirecek bir durum yok. Türkiye, İran’ın kaybedildiği gibi kaybedildi ancak sonsuza kadar değil ama bir süreliğine. Ankara için uzun dönemli bir politika hazırlamalıyız” demiştir.

Daniel Pipes, ABD’nin muhafazakar NeoCon kanadının önemli isimlerinden olup, Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazırlayan çekirdek grubundandır. ABD’deki Yahudi lobisinin etkin görevlilerindendir. Ilımlı İslam modelini savunur ve Washington’un önde gelen isimlerindendir. Pipes’ın Türkiye konusunda önerdiği politikalar arasında Türkiye’nin NATO’dan çıkartılması da vardır: “Yaptırımları değerlendirmeliyiz, S-400’leri satın almalarından dolayı Amerikan mali sistemine ulaşımlarını engellemeliyiz. Nükleer silahları Türkiye’deki üsten çıkarmalıyız. Bütün Amerikan askerlerini Türkiye’den çekmeliyiz ve son olarak Türkiye’yi NATO’dan çıkartmalıyız.” Pipes, Cumhurbaşkanı Erdoğan için 13 Kasım 2019’da “Erdoğan’ın Türk Lokumu” başlığı ile bir yorumda bulunmuştur.

Hocalı’da Ermeni çeteleri tarihin en vahşi katliamlarından birini yapmış, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü vahşice katletmiştir. İnsanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler ile kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (Türkçe için: , İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920: )

Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubat’ta bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azeri Türkünü öldürülmüş, 487 kişi bu saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür. Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır.

Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada öldürüldü,12 Haziran 1993, Mirasali) Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır: “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.” Büyük Ermenistan idealistlerinden Zori Balayan ise 1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell (Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan, 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf etmiştir:

“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” (https://www.dailymotion.com/video/x2yl1jy)

Bu süreçte Türk kamu diplomasisi sınıfta kalmıştır. Kamu diplomasisi, bir ülke hükümetinin başka bir ülkenin vatandaşlarını ve aydınlarını kendi politik ve ideolojik düşünceleri doğrultusunda etkilemeye çalışması demektir. Kavram uluslararası ilişkilerin geleneksel diplomasi dışında kalan kısımlarını kapsamaktadır. Hayır oyu veren 11 Temsilciler Meclisi üyesi arasında iki Müslüman üye bulunmamaktadır. Üstelik bunlardan biri Arap (Filistin) kökenlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda Filistin haritasını göstererek Filistinlilere sahip çıkmıştır ama Filistin kökenli Arap Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Thalib Türkiye aleyhine oy kullandığı için ANCA tarafından kendisine teşekkür edilmiştir. Tlalib, kendisine gönderilen “Deputy Rashida Tlaib, Photographs of nine Turkish citizens who lost their lives to vote against the bill that you use Turkey is attached” mesajına cevap bile vermemiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Araplar için şunları söylemiştir: “Türk Arap’sız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Arap’ın Türk hem sağ gözüdür, hem sağ elidir.” “Hiç kimse kusura bakmasın, kim ne derse desin, Araplar bizim kardeşimizdir, biz de onların kardeşiyiz.” “Türklerle Araplar bir elin parmakları gibidir, etle tırnak gibidir, mazimiz bir, biliniz ki istikbalimiz de bir.” “Araplarla aramıza sınırlar çizilmiş olabilir, aramıza görünmez duvarlar çekilmiş olabilir, hepsini aşacak iradeye sahibiz.” “Bu ülkede köpeklerine Arap adı takanlar oldu, sokaklardaki köpekleri Arap Arap diye çağıranlar oldu, köpeğe niye Arap diyor, hep Araplarla bağlarımızı koparmak için böyle diyor, Ortadoğu’yu bataklıkmış gibi göstermek için köpeğe Arap adını takıyor.” “ Araplar bizi arkadan vurdu. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile Arap, Arap diye çağıran bir anlayışı yaşadık bu ülkede.”

Bu sözleri acaba Arap kardeşlerimiz hak ediyorlar mı diye düşündüm ve hak etmediklerine karar verdim. Çünkü;

  • Mavi Marmara baskınında Filistin için 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiştir: Cevdet Kılıçlar Kayseri 1972 İstanbul, Necdet Yıldırım Malatya 1978, İstanbul, İbrahim Bilgen Batman 1949 Siirt, Ali Heyder Bengi Diyarbakır 1971 Diyarbakır, Cengiz Akyüz Mardin 1969 Hatay, Cengiz Topçuoğlu Osmaniye 1956 Adana, Cengiz Songür Konya 1963 İzmir, Fahri Gündüz Adıyaman 1967 Adıyaman, Furkan Doğan ABD Uyruklu 1991 Kayseri. 1971 Diyarbakır, Cengiz Akyüz Mardin 1969 Hatay, Cengiz Topçuoğlu Osmaniye 1956 Adana, Cengiz Songür Konya 1963 İzmir, Fahri Gündüz Adıyaman 1967 Adıyaman, Furkan Doğan ABD Uyruklu 1991 Kayseri.
  • Suudi Arabistan, Arapları Türklere karşı kışkırtan ünlü İngiliz casusu Thomas Edward Lawrence‘in evini müze yapmıştır. Kral Fahd’ın emriyle müzeye dönüştürülen evin kapısında, ‘‘Bu ev, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan Thomas Edward Lawrence tarafından karargah olarak kullanılmıştır’’ yazısı vardır.
  • 1980’li yıllarda Kraliyet ailesinin emriyle Cidde, Mekke ve Taif’deki cumbalı Osmanlı evleri ile Medine, Mekke ve Taif’deki Türk şehitliklerinin bir bölümü tahrip edilmiştir.
  • Mekke’deki kutsal topraklarda Osmanlı’dan kalan tek eser olan Ecyad kalesi yıkılmıştır.
  • Kalenin yerine 1200 yataklı otel yapılmıştır. 1600’lü yılların sonunda Türkler tarafından yeniden inşa edilen kale, Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştır.
  • 1542-1612 yılları arasında 60 yılda üç padişah tarafından yaptırılan revaklar sökülmüştür. Daha sonra yerine konulması kararlaştırılmıştır ama bu da kendiliğinden olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti girişim yapmamış olsaydı revakların ruhuna “fatiha” okumak gerekecekti.
  • Türkiye Cumhuriyeti 23 Arap ülkesinden çok daha fazla Filistin’e sahip çıkmıştır.
  • ABD’ye Somali’li bir mülteci olarak gelen Ilhan Omar (D-Minn.) Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada “evet” oyu vermiştir ama Rashida Thalib’ten farklı olarak çok önemli bir tespitte de bulunmuştur: “Soykırımın hesap verilebilirliği ve tanınması siyasi bir mücadelede kullanılmamalıdır. İnsanlığa karşı yapılan tarihsel suçların gerçek bir kabulü, 20. yüzyılın hem soykırım soykırımlarını hem de bu ülkede yüz milyonlarca yerli insanın hayatını alan, transatlantik köle ticareti ve Amerikan yerlilerinin soykırımı gibi daha önceki toplu katliamları içermelidir.”

Erdoğan’ın Davos Zirvesi’ndeki “one minute” çıkışının üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen bu söz suya yazılan yazının ötesine geçememiştir. İsviçre’nin Davos kasabasında 29 Ocak 2009‘da Dünya Ekonomik Forumu’nda düzenlenen “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” başlıklı panelde dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı söylenmiştir ama Filistin dahil hiçbir Arap ülkesi Müslüman KKTC’yi tanımamıştır.

ABD’de tasarılara tepki gösteren Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç “Yabancı ülke meclislerindeki vekillerin malum lobilerin etkisiyle aldıkları ve alacakları, tarihi gerçeklerden uzak, tarafsız araştırma ve değerlendirmeye ve ilgili ülkelerin arşivlerinde yapılması gereken incelemeye dayanmayan vizyon yoksunu kararları şanlı tarihimize leke süremez” derken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ,”Karar bizim için yok hükmünde” açıklamasında bulunmuştur. Bu konuda sayın Büyükelçi Kılıç’a gönderdiğim e mailler ve gelen cevaplar aşağıda okurlarımın takdirine sunulmuştur.

Teşekkür

FRANSA DOSYASI : Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Saddam Hüseyin’den 6,15 milyon dolar rüşvet aldığı ileri sürüldü


Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Saddam Hüseyin’den 6,15 milyon dolar rüşvet aldığı ileri sürüldü

İngiltere’nin eski istihbarat başkanı Richard Dearlove, 2 gün önce hayatını kaybeden Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, 2003 yılında Irak’ın işgalini rüşvet aldığı için desteklemediğini ileri sürdü.

2003 yılında dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un istediği Irak Savaşı’na karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, iki ülke ilişkilerinde diplomatik gerilime neden olmuştu.

1997- 2007 yılları arasında İngiltere Başbakanlığı yapan Tony Blair’in istihbarat başkanı Sir Richard Dearlove’ın, Chirac’ın ölümünün hemen sonra ortaya attığı iddia, herkesi şaşırttı.

Daily Mail’e konuşan Dearlove MI6’in başında olduğu dönem, Irak Savaşı’na karşı çıkan Chirac’ın haklı olduğunu, kendilerinin yanıldığını söylüyor.

‘SADDAM’DAN 6,15 MİLYON DOLAR ALDI’

Dearlove’a göre, Chirac’ın planlanan askeri operasyon konusundaki duruşunu, Irak’ın idam edilen lideri Saddam Hüseyin’den aldığı para belirlemişti.

ABD ve İngiltere istihbaratının, Chirac’ın Irak liderinden 5 milyon sterlin (6.15 milyon dolar) aldığını bildiğini ileri süren Dearlove, ”O zamanlar politik olarak endişe verici bir miktardı. Chirac’ın Saddam’la uzun süredir devam eden bir ilişkisi vardı. Akış devletlerarası değildi, kişiseldi.” dedi.

İDDİALAR UZUN SÜREDİR VAR

Dünya kamuoyunda birçok kez, Saddam’ın Chirac’ın kampanyalarına akaıttığı iddia edilen kara paradan bahsediliyordu ve bu iddialar hiçbir zaman doğrulanamadı.

Ancak Dearlove gibi 2003 Irak Savaşı’nın yanlış olduğunu savunan eski bir istihbaratçının bu iddiaları desteklemesi, güçlü bir dayanak oluşturdu.

Dearlove’ın açıklamasını Chirac’ın ölümünden sonra yapması ise, ‘itibarına zarar vermek istememek’ olarak yorumlanıyor.

17 Mayıs 1995’te Fransa Cumhurbaşkanı olan Jacques Chirac, yedi yıllık ilk görev süresinin ardından, Nisan 2002’de tekrar cumhurbaşkanı seçilmişti.

Fransa’nın 86 yaşındaki eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti.

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali, 1 milyon can kaybına neden oldu. Devrik lider Saddam Hüseyin idam edilirken, ülkede bir daha geri dönüşü olmayan bir karmaşa hakim oldu.

BAŞKANLIK MAKAMI DOSYASI : EMRAH AKGÜN’DEN CUMHURBAŞKANI’NA MEKTUP !!!!


EMRAH AKGÜNDEN CUMHURBAŞKANI’NA MEKTUP !!!!

Sayın Cumhurbaşkanım!

“Karınlarını biz doyuruyoruz, oy vermiyorlar" diyorsunuz da; siz kaç yıldır elektrik faturası ödemiyorsunuz?

Doğalgaz mesela, hiç böyle bir fatura gördünüz mü?

Peki, hiç arabanızı benzin istasyonuna çekip, kendi benzininizi aldınız mı? Hem de kendi paranızla ama…

Mesela siz, çocuğun bu sene yurt masrafı ne olacak diye düşündünüz mü? Sınava giriş ücretini ödeyemediğiniz için, sınava sokamadığınız evladınız oldu mu?

Doğru söyleyin lütfen, Emine hanım, pazarda peynirin kilosunun kaç tl olduğunu bilmeyeli kaç sene oldu?

İlk evinizi nasıl aldınız?

Kaç senedir kira ödemiyorsunuz?

Sıfırdan gelip, kaç mülkünüz oldu?

O milyonluk araçlara sahip olmadan önce, onları ilk ve ancak rüyada görebiliyor olmanızın üstünden kaç sene geçti?

Adına kesilmiş tek bir fatura görmeden 30 yılı aşkın bir zaman yaşamak nasıl bir duygu?

Tatile ya da doğduğun yerlere giderken bütçe planlaması yapmak zorunda olmadan kaç yıl geçirdiniz?

"Elbette ki en lüks uçak bana ait olmalı" diyecek ruh haline ve imkânlara sahip olalı kaç sene oldu?

Bunların hiç biri artık sizin sorununuz değil, neden mi? Çünkü o faturaların hepsini biz ödüyoruz.

Boğazınızdan geçen her bir lokmanın ücretini biz ödüyoruz. Size saraylar yaptırıyoruz. Dünyanın en pahalı makam uçaklarını alıyoruz size. Dünyanın en pahalı arabalarını alıyoruz size ve çocuklarınıza. Çocuklarınızın hepsini yurtdışında, en pahalı okullarda okuttuk mesela, hem de bizimkiler sınava girecek parayı bulamazken. Siz her gün bu milletin çocuklarının geleceğini tehlikeye sokarken, biz sizin çocuklarınızın hepsinin geleceğini garantiye aldık. Başka devletlere itibarınız olsun diye, eşiniz hanımefendi alışverişini rahat yapsın diye, Belçika gavur ellerinde cadde kapattık. Sizin yedikleriniz içtiklerinizin adını bile bilmediğimiz, telaffuz edemediğimiz halde hepsinin bi tamam paralarını biz ödedik. Siz son otuz senede hiç fatura görmeyip, herhangi bir ödeme yapmadığınız için hepsini biz ödedik. Ee, bunları birileri ödeyecekti elbet, biz ödedik. Hatta siz alınmayın diye birçok şeyi de "örtülü ödenek" den ödedik.

Biz kim miyiz?

Mesela aramızda yerin 500 m altında asgari ücretle çalışan madenciler de var. Berber, kasap, mobilyacı, mimar, doktor da var. Artık ürün ekemeyen çiftçiler, hayvan yetiştiremeyen köylüler de var, iş adamları da var aramızda.

Meselâ iş çıkışı biraz gezeyim derken tecavüze uğrayan, sonra da size yakın kişiler tarafından "o saatte sokakta ne işi vardı" denilen kadın var ya, o da çok faturanızı ödedi sizin.

Şehit aileleri bile, içtiğiniz o ejderha meyvesi suyunun parasını ödedi. Millet yani yahu, millet. Yani bizler. 30 senedir biz bakıyoruz size. Yemedik yedirdik, giymedik giydirdik. O iş öyle sizin dediğiniz gibi değil, siz bizim karnımızı doyurmadınız, biz sizin karnınızı doyurduk. Hatta görülüyor ki başka bir insan olmanızı da sağlamışız. Sizin bu söyleminiz dünya siyasi tarihi için yabancı değil, ‘sizi ben yarattım’ deme noktasına gelmenize sanırım az kaldı.

EMRAH AKGÜN

"Ben Kara Fatma’yı yazan.

Tiyatro oyuncusu, Yönetmen ve Ressam.

MİT DOSYASI : Cumhurbaşkanı Erdoğan inceleme yaptı !!!!! İşte son teknolojiyle donatılan MİT’in yeni binası


Cumhurbaşkanı Erdoğan inceleme yaptı !!!!! İşte son teknolojiyle donatılan MİT’in yeni binası

Milli İstihbarat Teşkilatı, Ankara’da yeni binasına geçiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da incelemelerde bulunmak üzere helikopterle Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yeni binasına geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan son teknolojiyle donatılmış MİT’in yeni binasına saat 12.40 civarında geldi. Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere, Milli Savunma Bakanlığı ve kuvvet komutanlıkları bu bölgede toplanacak.

16

Güvenlik kurumları, tek merkezden faaliyetlerini yürütecek. Son teknolojiyle donatılan yeni binayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ziyaret ederek incelemeler yaptı. İşte MİT’in yeni kalesinin özellikleri…

26

‘Kale’ olarak nitelendiriliyor

Yaklaşık 5 bin dönüm alanın üzerine inşa edilen ve ‘kale’ olarak nitelendirilen bina 3 metre yüksekliğinde duvarlarla çevrili.

36

Sinyal kesici dinlemeyi önleyen sistem

Bina ve çevresinde sinyal kesici dinlemeyi önleyen sistemlerinde de bulunduğu edinilen bilgiler arasında.

46

Mimari yapısı dikkat çekiyor

Ana binanın iç içe katmanlar şeklindeki mimari yapısı da dikkat çeken özelliklerinden biri olarak gösteriliyor.

56

MİT personel atış talimi yapacak

Devasa ana binanın haricinde MİT personelinin atış talimi yapacağı farklı bir bina da bölgede yer alıyor.

YOLSUZLUK DOSYASI : CHP’li Mahir Polat, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın kaçakçılık ağını ortaya çıkardı


CHP’li Mahir Polat, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın kaçakçılık ağını ortaya çıkardı

CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat TBMM’de, yaptığı basın toplantısı ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın da dahil olduğu Gürbulak Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü’nde gerçekleşen kaçakçılık ve rüşvet ağını belgeleriyle ortaya çıkardı.

CHP’li Polat, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın kaçakçılık ağını ortaya çıkardı Polat “Her bakanlığı belli çeteler mi yönetiyor? Devlet memurları yetkilileri çetelerin eline çetelerin medet umacak hale mi bırakıldı? Gümrük Bakanlığı’nı Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın başında olduğu çete mi yönetiyor? Elimizde dosyalar mevcut, bu dosyaların Cumhurbaşkanında, Bakanda, savcılıkta ve Gümrük Teftiş Kurullarında bulunmasına rağmen bunlarla ilgili hiçbir çalışma yapılmamış.” diyerek şöyle devam etti. “Gürbulak Gümrük Bölge Müdürlüğü Osman Bölükbaşı Dara tarafından 1.5-2 yıl yönetilmiş. Bu süreç içerisinde devletin ticari işlemler hacmi ve ithalat hacmi düşmesine rağmen devletin vergi gelirleri %200 artıyor. Türkiye de yakalanan 3 ton uyuşturucu maddenin 2 tonu bu bölgede yakalanıyor. Bölge müdürünün görevde bulunduğu zamanda içinde ki servis aracı 2 defa çıkar grupları ve terör örgütü tarafından silahlı saldıra ve roketatarlı saldırıya uğruyor. Bu dönem öncesinde Gürbulak’ta yakalanan uyuşturucu miktarı 500 gr, Osman Bölükbaşı Dara döneminde 2450 kg yakalanırken bu dönem sonunda yakalanan uyuşturucu miktarı 50 kg dahi geçmemektedir. Fakat Türkiye içinde Gürbulak Gümrüğü’nden çıkışlı olduğu ortaya çıkan bir tıra yapılan operasyon sonucu 2 tona yakın uyuşturucu yakalanmıştır. Bir kumpas sonucu Osman Bölükbaşı Dara ve arkadaşlarının görevden alındığını görüyoruz. Bir kumpas sonucu açığa alınmalar var.” dedi.

“SAHTE DELİLLERLE AÇIĞA ALMA BİR KUMPASIN GÖSTERGESİDİR!”

“Açığa alma 3 müfettiş tarafından gerçekleştiriliyor. Bu ifadelerde ihbar mektupları ve ihbarcı ifadelerinde yer alan birçok ismin hakkında soruşturma başlatılmadığını ve korunduğunu gözlemliyoruz. Açığa alınanlar arasında Doğubayazıt ve Gürbulak Gümrüklerinde hiç çalışmamış Emine Göncü isimli bir hanımefendi ve Aykut Küçük adlı gümrüklerde hiç çalışmamış birinin de ismi var. Bu listenin önceden bakanlık tarafından hazırlanmış olup, müfettişlerin eline verilmiş olduğu apaçık ortadadır. Listede geçen diğer isimler hakkında hiçbir araştırma yapılmamış hiçbir soruşturmaya tabi tutulmamış olması, Gümrük Muhafaza Genel Müdürü Abdullah Soylu’nun para trafiğine yönelik teknik takip ve suçüstü işlemlerini yapmamış olması Abdullah Soylu’nun da bu kumpasın içinde olduğunu ve bir görev ihmali olduğunu gözler önüne sermektedir.”

“CUMHURBAŞKANI BAŞDANIŞMANI OKTAY SARAL, SARAY’I SARDIĞI GİBİ GÜRBULAK GÜMRÜĞÜ’NÜ DE SARMIŞ!”

Polat “Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve AKP’nin geçen dönem Milletvekili Oktay Saral’ın yönlendirmesiyle bölgeye gitmişler. Oktay Saral,Saray’ı sardığı gibi Gürbulak Gümrüğü’nü de sarmış. Kardeşi Doğan Saral, Emre Görmez, Halil Çebi ve Ünal Çelik aracılığı ile isteklerde bulunmuştur. Cumhurbaşkanlığı forsu taşıyan kağıt da kendi el yazısıyla Bölge Müdürlüğü’nden taleplerde bulunmuştur. Yazıda “Sevgili Müdürüm; Dün nasip olmadı görüşemedik bu vesile ile bu notu gönderme zarureti hissettim beni kırmayacağını umuyorum şöyle ki: 1) son kez olmak üzere kuran kursumuzun 70.000 TL borcu kaldı. Bu konuda son kez yardımını talep ediyorum.2) Taner USTA benim hemşerim senin de inandığın güvendiğim bir isim sevdiğim bir kardeşim iç şef olarak yeniden istihdam edilmesi talebimiz vardır. Bu iki hususu arz ederim. İnşallah beni memnun edersin. Allaha emanet ol!” diyerek Bölge Müdürü Osman Bölükbaşı Dara’dan hem para istemiş hem de personel atamalarına müdahale ederek torpil talebinde bulunmuştur. Son kez olduğunu belirtmesi işlemin bir kaç kez yapıldığını gösteriyor. Yazışmaların birinde Halil Çebi vasıtası ile de 127.000 ve 72.000 TL olmak üzere para istenmiştir. 7 bin TL maaşı olan bir devlet görevlisinden neye dayanarak Cumhurbaşkanı Başdanışmanı para istemektedir? Eğer bu parayı istiyorsa başdanışmanlığını yaptığı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda bilgisi ya da izni var mıdır?” dedi.

“GÜMRÜKLERDE KAÇAKÇILIĞA İZİN VERMEZSEN AÇIĞA ALINIRSIN!

Polat “Gümrükleri yakından takip edenler bilirler ki eğer kaçakçılığa izin vermiyorsanız başınıza bu tür kumpaslar gelir. Bakanlığın bu memurları koruması gerekirken bu memurları neden itibarsızlaştırdığını merak ediyorum. Sayın Bakana birçok defa seslendim; “Gümrükleri bilmiyor olabilirsiniz umarım ki kendinize gelirsiniz! Gümrükleri zapturap altına alırsınız ve gümrüklerde çetelerin önüne geçersiniz. Biz sizinle Mersin Gümrüklerini de konuşmak zorunda kalmayız. Son zamanlarda Akut Onur Kalaycı’nın haberlerinde de yer alması ve aynı zamanda bize ulaşan ciddi ihbarlar ve dosyalar, Mersin Gümrüğü ile alakalı bir kaçakçılığında olduğunu gösteriyor.” dedi ve aynı zamanda konu ile alakalı Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdiklerini ifade etti.

İz Gazete’den alıntılanmıştır > https://www.izgazete.net/politika/chp-li-polat-cumhurbaskani-basdanismani-nin-kacakcilik-h37138.html?fbclid=IwAR2OKOcwRmMmG1LI3qx5i4I_jcNO7M0HP3Is41Mh6Kwbo3FtQq9x9pJBJZU

NARKOTİK DOSYASI : Brezilya Cumhurbaşkanı Bolsonaro’nun filosunda görevli askerde 39 kg kokain bulundu


bolsonaro

Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’yu Japonya’da yapılan G-20 Zirvesi’ne götüren uçak filosundaki askeri uçağın bir mürettebatı, uçağın duraklama yaptığı İspanya’nın Sevilla kentinde 39 kilo kokainle yakalandı.

Uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadele sözü vermiş olan Bolsonaro, olayı "kabul edilemez" olarak niteledi.

İspanyol polisi, Bolsonaro’yu taşıyan uçağının Sevilla’da duraklamasından saatler önce Sevilla Havalimanı’na iniş yapan Brezilya Hava Kuvvetlerine ait uçakta görevli Manoel Silva Rodrigues’in çantalarında 39 kilo kokain bulunduğunu açıkladı. Plana göre Rodrigues’in bulunduğu askeri uçak Bolsonaro’nun uçağına Japonya’ya kadar eşlik edecekti.

Olay üzerine Bolsonaro’nun uçağının duraklama noktası Lizbon olarak değiştirildi.

Brezilya Hava Kuvvetleri, Rodrigues’in uyuşturucu kaçakçılığı şüphesiyle gözaltına alındığını ve olayın ordu tarafından da araştırıldığını belirtti.

Brezilya Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hamilton Mourao da "Taşıdığı uyuşturucunun miktarına baktığınızda bunu köşe başından almadığını anlayabilirsiniz. Açık kı uyuşturucu kuryeliği yapıyordu" dedi.

LİNK : https://twitter.com/jairbolsonaro/status/1143981109908254720

Brezilya Cumhurbaşkanı Bolsonaro da Twitter’da yaptığı açıklamada olayın kabul edilemez olduğunu ve söz konusu askerin en sert şekilde cezalandırılması emrini verdiğini belirtti. Bolsonaro "Hiç kimsenin ülkemize bu saygısızlığı yapmasına göz yumamayız" yazdı.

Brezilya dünyanın en büyük kokain pazarlarından ve Avrupa ile Afrika’ya gönderilen kokaininin duraklarından biri.

Bolsonaro son olarak uyuşturucu bağlantılı suçlara daha ağır cezalar getirilmesini desteklemişti.

TERÖR DOSYASI /// SONER YALÇIN : Cumhurbaşkanı’nın, radikal Müslüman Kardeşler örgütünün koruyucu gibi gözükmesi siyaseten çok yanlıştır


SONER YALÇIN : Cumhurbaşkanı’nın, radikal Müslüman Kardeşler örgütünün koruyucu gibi gözükmesi siyaseten çok yanlıştır

Hasan el Benna (1906-1949)…
Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusudur.
Örgüt, hilafetin kaldırılmasına yanıt olarak Kahire’de 1928 yılında kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumadır kuruluş amacı.
Müslüman Kardeşler örgütünün altı kurucusu Süveyş Kanalı’nda çalışan İngilizlerin kampında kalan kişilerdi. Ki İngiliz desteğine girmeyeyim şimdi…
Örgütün destekçileri arasında Türkiye’den kaçan –150’likler listesinde yer alan- Türk düşmanı Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi isimler de vardı.
Ve fakat örgüte karşıt olanlar da vardı. Başbakan Nahhas Paşa bunlardan biriydi. Ankara’ya gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
“Her şeyden önce sizlere sınırsız ve çekincesiz hayranlığımı dile getirmek isterim. Mustafa Kemal yaratıcı dehasıyla birlikte yeni Türkiye’yi kurmuştur ve herkes bu yeni Türkiye’ye Atatürk Türkiyesi demekten mutlu olmaktadır. Ölü bir devletten Avrupalıların ilgisiz kalamadıkları ve hesap dışı tutamadıkları dinamik bir devlet vücuda getirdiniz. Ben sadece Mustafa Kemal’in şahsında onun askeri dehasını değil, aynı zamanda sahip olduğu modern devlet anlayışını ve bu husustaki dehasını da selamlıyorum. Ki zaten günümüzün dünya şartlarında başkasının ayakta kalması yaşama şansı ve var olması mümkün olamazdı…”
Mısır milli şairi Ahmet Şevki gibi aydınlar Mustafa Kemal’i “Türklerin Halit bin Velid’i” olarak anlatıyordu şiirlerinde…
Mısır ikiye bölündü:
Atatürk Türkiye’sini destekleyenler…
Atatürk’e düşmanlık edenler…
Peki…
Atatürk düşmanı Müslüman Kardeşler fikriyatı Türkiye’ye nasıl kimler tarafından getirildi?

FETÖ hamisi

Hasan el Benna 12 Şubat 1949’da suikaste kurban gitti.
Liderlik için bir kişinin adı geçti: Seyyit Kutup. O ise ABD’de idi ve “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını yazıyordu.
Dönüşünde Müslüman Kardeşler örgütünün lider kadrosuna girdi.
Benna ve Kutup’un hedefinde hep -Kemalist Türkiye’den etkilenen- Cemal Abdül Nasır vardı; yani BAAS hareketi…
O dönem Arap milliyetçiliği Sovyetler Birliği’ne yakındı ve anti-emperyalist siyasi çizgideydi. Yani Mısır siyasetin perde arkasında sert bir Soğuk Savaş süreci yaşanıyordu.
Müslüman Kardeşler Nasır’ı iktidardan düşürmek için darbeye bile kalkıştı. Başarısız darbe girişimi sonucu Seyyit Kutup idam edildi.
1960’lı yıllarda Türkiye’deki sol dalgayı kırmak için MİT Müsteşarı Kurmay Albay Fuat Doğu, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür‘den yardım istedi: Seyyit Kutup’un “İslam’da Sosyal Adalet” gibi kitaplar ilk kez Türkçe’ye çevrildi.
O dönem -Fethullah Gülen’in hamisi- Yaşar Tunagürler, Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Derneği” vs. kurduruldu! Perde arkasında CIA vardı…
Hasan el Benna’nın damadı Said Ramazan, Nurcu lider Said-i Nursi ile buluşturuldu. (Hasan el Benna’nın gelini Berat da Türk’tür.)
Gerek Mısır gerekse Türkiye’deki Müslüman Kardeşler F. Almanya’daki CIA merkezi Münih‘ten yönetilmeye başlandı.
Sonuçta…
Solcular, ABD emperyalizminin simgesi 6.Filo‘yu protesto ederken, Türkiye’deki kimi Müslümanlar 6. Filo’yu kıble yapıp,
namaz kılıp, solcuları katletti. Vs.
Tıpkı diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de Sol‘un (ve henüz ABD gölgesine sokulmamış Türk milliyetçilerinin) karşısına Müslüman Kardeşler bariyeri çıkarıldı.

Siyaseten yanlış

Hasan el Benna öldürüldü.
Seyyit Kutup idam edildi.
-Yolu bir dönem ABD’den geçen- Muhammet Mursi de yargılanırken vefat etti.
Deniyor ki:
-Benna’nın ölümü örgütün gelişmesine sebep oldu.
-Kutup’un idamı örgütün büyümesine sebep oldu.
-Mursi’nin vefat etmesi örgütün sonuna sebep olacak:

BOP’un “Ilımlı İslam” projesiyle iktidara taşınan Müslüman Kardeşler, “Arap Baharı”nın sona ermesiyle Mısır’dan Suriye’ye, Tunus’tan Cezayir’e ardı ardına darbe yedi.
Örgüte “dalgakıran” görevi verenler son yıllarda desteğini bütünüyle çekti.
Kuşkusuz tesadüf değil: Bu süreçte Batı medyası Erdoğan’ın “diktatör” olduğunu keşfediverdi! FETÖ’ye bu amaçla 15 Temmuz darbesi yaptırılmaya çalışıldı…
Peki…
Erdoğan’ın Mursi’nin vefatı ardından yaptığı açıklama ideolojik birlikteliği mi, yoksa duygusal yakınlığı mı yansıtıyor:
– “Öncelikle Mursi kardeşimize, şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. (…) Onunla aynı yolu yürüyen tüm kardeşlerimin başı sağ olsun. …”
Bu cümledeki “şehidimiz” ve “aynı yolda yürüyen kardeşlerim” ne manaya gelmektedir?
Mursi’nin ölümü çok acıklı olsa da…
Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden bir Cumhurbaşkanı’nın, radikal Müslüman Kardeşler örgütünün koruyucu gibi gözükmesi siyaseten çok yanlıştır.

AK PARTİ DOSYASI : TİYATRO OYUNCUSU MEHMET DAĞISTANLI’DAN Cumhurbaşkanı’na mektup


Sayın Cumhurbaşkanım!

“Karınlarını biz doyuruyoruz, oy vermiyorlar" diyorsunuz da; Siz kaç yıldır elektrik faturası ödemiyorsunuz?

Doğalgaz mesela, hiç böyle bir fatura gördünüz mü?

Peki hiç arabanızı benzin istasyonuna çekip, kendi benzininizi aldınız mı? Hem de kendi paranızla ama…

Mesela siz, çocuğun bu sene yurt masrafı ne olacak diye düşündünüz mü? Sınava giriş ücretini ödeyemediğiniz için, sınava sokamadığınız evladınız oldu mu? Doğru söyleyin lütfen, Emine hanım, pazarda peynirin kilosunun kaç tl olduğunu bilmeyeli kaç sene oldu? İlk evinizi nasıl aldınız? Kaç senedir kira ödemiyorsunuz? Sıfırdan gelip, kaç mülkünüz oldu? O milyonluk araçlara sahip olmadan önce, onları ilk ve ancak rüyada görebiliyor olmanızin üstünden kaç sene geçti? Adına kesilmiş tek bir fatura görmeden 30 yılı aşkın bir zaman yaşamak nasıl bir duygu? Tatile ya da doğdugun yerlere giderken bütce planlaması yapmak zorunda olmadan kaç yıl geçirdiniz? "Elbette ki en lüks uçak bana ait olmalı" diyecek ruh haline ve imkanlara sahip olalı kac sene oldu? Bunların hic biri artik sizin sorununuz değil, neden mi? Çünkü o faturaların hepsini biz ödüyoruz. Boğazınızdan geçen her bir lokmanın ücretini biz ödüyoruz. Size saraylar yaptırıyoruz. Dünyanın en pahalı makam uçaklarını alıyoruz size. Dünyanın en pahalı arabalarını alıyoruz size ve çocuklarınıza. Çocuklarinızın hepsini yurtdışında, en pahalı okullarda okuttuk mesela, hem de bizimkiler sınava girecek parayı bulamazken. Siz her gün bu milletin çocuklarının geleceğini tehlikeye sokarken, biz sizin çocuklarınızın hepsinin geleceğini garantiye aldık. Başka devletlere itibarınız olsun diye, eşiniz hanımefendi alışverisini rahat yapsin diye, İngiltere gavur ellerinde cadde kapattık. Sizin yedikleriniz içtiklerinizin adıni bile bilmedigimiz, telaffuz edemediğimiz halde hepsinin bi tamam paralarını biz ödedik. Siz son otuz senede hiç fatura görmeyip, herhangi bir ödeme yapmadığftınız için hepsini biz ödedik. E bunlari birileri ödeyecekti elbet, biz ödedik. Hatta siz alınmayın diye bir çok seyi de "örtülü ödenek" den ödedik.

Biz kim miyiz? Mesela aramızda yerin 500 m altında asgari ücretle çalışan madenciler de var. Berber, kasap, mobilyacı, mimar, doktor da var. Artık ürün ekemeyen çiftciler, hayvan yetıştiremeyen köylüler de var, iş adamları da var aramızda.

Meselâ is çıkışı biraz gezeyim derken tecavüze uğrayan, sonra da size yakın kişiler tarafından " o saatte sokakta ne işi vardı" denilen kadın var ya, o da çok faturanızı ödedi sizin.

Şehit aileleri bile, içtiğiniz o ejderha meyvesi suyunun parasını ödedi. Millet yani yahu, millet. Yani bizler. 30 senedir biz bakıyoruz size. Yemedik yedirdik, giymedik giydirdik. O iş öyle sizin dediğiniz gibi değil, siz bizim karnımızı doyurmadınız, biz sizin karnınızi doyurduk. Hatta görulüyor ki baska bir insan olmanızı da sağlamışız. Sizin bu söyleminiz dünya siyasi tarihi için yabancı degil, ‘sizi ben yarattım’ deme noktasına gelmenize sanırım az kaldı.

*Mehmet Dağıstanlı

"Ben Kara Fatma"yı yazan.

Tiyatro oyuncusu, Yönetmen ve Ressam

ERMENİSTAN DOSYASI /// Melek Sina BAYDUR : ERMENİSTAN CUMHURBAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP


Melek Sina BAYDUR : ERMENİSTAN CUMHURBAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP

Blog No : 2019 / 32

ERMENİSTAN CUMHURBAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP

Sayın Cumhurbaşkanı,

Basın aracılığıyla öğrenmiş olduğum bir haber nedeniyle duyduğum şaşkınlık, üzüntü ve tepkimi dikkatinize sunmamın gerekli olduğunu düşünerek bu mektubu kaleme alıyorum.

27 Ocak 1973 tarihinde ABD’nin Santa Barbara kasabasında Gourgen Yanikian adlı bir ABD vatandaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin Los Angeles Başkonsolosu Sayın Mehmet Baydar ile eşim olan Konsolos Bahadır Demir’i önceden hazırladığı bir plan çerçevesinde hunharca öldürmüştür. Olayla ilgili olarak Santa Barbara Mahkemesinde görülen davada Yanikian adlı cani suçunu kabul etmiş ve ömür boyu hapse mahkûm olmuştur. Bu olay ve mahkeme süreci hakkında bilgi sahibi olduğunuzu sanırım.

Beni şaşkınlığa düşüren, üzen ve bu açık mektubu kaleme almama yol açan olay bu şahsın mezarının ülkeniz Başkenti’ne taşınarak askeri mezarlığa törenle defnedilmesidir. Benim bildiğim askeri mezarlıklar ülkesini savunmak amacıyla hayatlarını kaybeden kahramanlara ayrılmış alanlardır. Savunmasız, barışçı, masum iki diplomatı yalan söyleyerek bir cinayet mahalline çeken ve onları önceden hazırladığı tabancalarla vuran ve bununla da yetinmeyip yerde can çekişen iki insanı başlarının ortasına dayadığı tabancasıyla birer kez daha vuran kişi nasıl kahraman sayılabilir? Ayrıca mahkemede amacının başkalarına örnek olmak olduğunu beyan eden bu şahsı davanın savcısı siyasi terörist olarak vasıflandırmıştır. Böyle hasta ruhlu cani bir kişiye kahraman muamelesi yapmanın arka plandaki nedenleri arasında iç veya dış politika öncelikleri olduğu gayet açıktır. Bu eylemin çağın belası olan terörizmi teşvik edici olduğu düşünülmüyor mu?

Sayın Cumhurbaşkanı,

Ben emekli bir Büyükelçiyim. İç politika benim bildiğim bir alan değildir. Ama dış politika konusunda başarılı bir temsilcinin ülkeler arasında mevcut sorunlara barışçı çözüm bulunması veya ileride muhtemel olabilecek anlaşmazlıklara önalınması amacıyla gerek resmi makamlar nezdinde gerek topluma yönelik çaba göstermesinin gereğini ve önemini çok iyi bilirim.

Bir cani ile ilgili olarak gerçekleştirilen bu eylemin iki komşu ülke arasında nasıl barışa hizmet eden bir yansıması olabilir ki?

Amaç dostluk ilişkileri yaratmak ve pekiştirmek değilse geriye sadece rencide olmuş insanlar kalır ve bunların başında da aileler gelir. Bu nedenle de ailelerin özür beklemeye hakları doğar.

Saygılarımla,

Sina Baydur (Demir)*

Büyükelçi (E)

* Melek Sina Baydur (Demir) Üsküdar Amerikan Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirmiştir. Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevler üstlenmiştir. 2001-2003 yıllarında Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Kültür İşleri Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmış, 3 Ocak 2003-16 Aralık 2005 tarihleri arasında Bosna-Hersek büyükelçisi, 1 Ocak 2006-29 Şubat 2008 tarihleri arasında Slovenya büyükelçisi olarak görev yapmış, 2008 yılında Dışişleri Bakanlığı Eğitim Merkezi Başkanı olarak atanmış, 2010-2014 yılları arasında ise UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanvekili olarak görev yapmıştır.

UKRAYNA DOSYASI /// Deniz BERKTAY : KOMEDYEN CUMHURBAŞKANI VE UKRAYNA’NIN GELECEĞİ


Deniz BERKTAY : KOMEDYEN CUMHURBAŞKANI VE UKRAYNA’NIN GELECEĞİ

Ukrayna’da 21 Nisan 2019’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu, daha önce hiçbir siyasi deneyimi olmayan komedyen Volodimir Zelenski’nin yüzde 73 civarında oy alarak kazanması, uluslararası basında geniş yer buldu. Şimdi, hem siyasi deneyimi olmayan birinin nasıl böyle bir başarı elde ettiği tartışılıyor hem de Ukrayna’nın bundan sonra nereye yöneleceğine ilişkin farklı görüşler öne sürülüyor.

Aslına bakarsak, gelişmeleri dikkatle takip edenler açısından, bu sonuç, sürpriz olmadı. (Gerek seçimlerin ilk turundan hemen önce, gerek ilk turun ardından, olası gelişmeleri analiz etmiştik. (bkz: http://soyledik.com/tr/makale/7850/ukrayna-secimleri-veya-1-nisan-sakasi–deniz-berktay.html ) Peki, Zelenski’nin başarısı neye dayanıyor? Yakın gelecekte olabileceklere ilişkin nasıl bir senaryo okuması yapabiliriz?

İkinci Tur ve Uluslararası Yankılar

Ukrayna cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 31 Mart’ta düzenlenen ilk turunda, komedyen Volodimir Zelenski, yüzde 30,4 oranında oy alarak birinci gelirken, Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko yüzde 15,9 oranında (yani, Zelenski’nin oylarının yaklaşık yarısı kadar) oy alabilmiş; Ukrayna siyasetinin en güçlü isimlerinden, eski başbakanlardan Yuliya Timoşenko ise oyların ancak yüzde 13’ünü alarak, ikinci tura çıkma imkanından mahrum kalmıştı. Böylelikle Zelenski, ilk turda, oylamaya katılan neredeyse her üç kişiden birinin oyunu alırken, cumhurbaşkanının oyları ile ana muhalefet liderinin oylarının toplamından daha fazlasını almış oluyordu. İlk turda Poroşenko sadece milliyetçi eğilimlerin en güçlü olduğu Batı Ukrayna’nın Lviv ve Ternopol illerinde birinci gelirken, Yuliya Timoşenko İvano Frankovsk ilinde birinci olmuş, diğer bütün illerde, Zelenski birinci gelmişti. Bu illere, Poroşenko’nun en çok yatırım yaptığı Vinnitsa ili de dâhildi. Bu, aslında, Poroşenko açısından sonun başlangıcına işaret ediyordu.

21 Nisan’daki ikinci tura, seçmenin yüzde 61,37’si katıldı (ilk turda katılım, yüzde 62,8 olmuştu. Dolayısıyla, ilk turda başka adaya oy verenlerin neredeyse tamamı, ikinci tura katılarak, “kötünün iyisi” olarak gördüğü kişiye oy vermeyi tercih etti). Seçmenin yüzde 73,22’si Zelenski’ye oy verirken, Poroşenko’nun oyları, yüzde 24,45’te kaldı. Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’nun bu seçimlerin kendisi ile Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin arasında geçeceğini ima eden afişler astırıp milliyetçi seçmeni seferber etmeye çalışmasına rağmen, Ukrayna’nın en milliyetçi illerinden olan Batı Ukrayna’nın Lviv ili dışında, hiçbir ilde oyların çoğunu alamadı (radikal milliyetçi eğilimlerin en güçlü olduğu Ternopol ilinde bile, oyların büyük çoğunluğunu Zelenski aldı). İlk turda başka adaylara verenlerden Poroşenko’ya ancak 10 puan kadar yönelme olurken, Zelenski, Rusya’ya sempatiyle yaklaşan kitlelerin oylarının hemen hemen tamamını, ayrıca, milliyetçi eğilimli Batı Ukrayna seçmeninin çok büyük bölümünün oylarını almayı başardı.

Oy verme işleminin ardından ilk sandık çıkış anketlerinin Zelenski’nin yüzde 73 civarında oy aldığına işaret etmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Poroşenko, yenildiğini kabul ederek, rakibini kutladı ve “güçlü bir muhalefet oluşturacaklarını” açıkladı. Bunun ardından, Zelenski’ye yabancı ülkelerden tebrik mesajları gelmeye başladı.

Poroşenko’nun kendisini “Rus tehdidine karşı tek seçenek” olarak göstermesine karşılık, Zelenski’nin zaferini ilk kutlayanlardan biri, Rusya karşıtı çizgi izleyen ülkelerden Polonya’nın Cumhurbaşkanı Andzey Duda oldu. Üstelik de Duda, Zelenski’yi Polonya’ya davet etti. Benzer bir tebrik ve davet mesajı da, Almanya Başbakanı Angela Merkel’den geldi. ABD Başkanı Donald Trump da, Zelenski’yi telefonla arayıp tebrik etti. (Trump’ın ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in tebriklerinde dikkat çeken bir husus, bir taraftan Zelenski’yi tebrik ederken, diğer taraftan Poroşenko’nun icraatlarını övmeleri oldu).

Rusya’dan gelen mesajlar ise, daha farklı. Kremlin’in çizgisini benimseyen Çeçenistan Lideri Ramzan Kadirov’un sıcak bir tebrik mesajı göndermesine karşılık, Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev, ilişkilerin düzeltilmesi için hala şans olduğunu ifade eden, “ihtiyatlı iyimserlik” içeren bir mesaj yayımladı.

Zelenski’nin Başarısı

Peki, Zelenski’nin rekor düzeyde oy almasının nedenleri nedir?

Bu konuda öncelikle belirtmek gerekirse, Zelenski’nin başarısı, kendisinin yarattığı sempati veya güven hissinden ziyade, toplum genelinde hem Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko’ya, hem de genel olarak gelmiş geçmiş siyasetçilere duyulan tepkiden kaynaklanıyor. Bundan beş yıl önce, 2014’ün şubat ayında Batı yanlısı kesimlerin gerçekleştirdiği ihtilalin temel nedeni, yolsuzluklara duyulan tepki idi. İhtilal sonucunda, Rusya’ya yakın bir çizgide bulunan dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç Rusya’ya kaçmıştı. İhtilalin yarattığı karmaşadan yararlanan Rusya yönetimi, Kırım’daki Rus nüfusla da işbirliği yaparak Kırım Yarımadası’nı kendi topraklarına kattığını açıklamış, ardından da, Doğu Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki Rus sempatizanı nüfusun tepkisinden yararlanarak, Donbas’ta ayrılıkçıların iki il merkezini (Donetsk ve Lugansk) ele geçirmesini sağlamıştı.

Bu şartlarda Ukrayna’da düzenlenen erken cumhurbaşkanlığı seçimlerini işadamı Petro Poroşenko, ilk turda oyların yüzde 56’sını alarak kazanmıştı. Ancak, Poroşenko döneminde yolsuzluklar konusunda fazla mesafe alınamaması, yoksulluğun artması, ona yönelik tepkilerin de yoğunlaşmasına neden oldu. Poroşenko’nun reytingi, geçen yaz, yüzde 5’lere kadar düşmüş ve seçim olması halinde ikinci tura kalıp kalamayacağı bile tartışılmaya başlamıştı.

Poroşenko’nun reytingini arttıran unsur, son dönemde Ukrayna milliyetçiliğine vurgu yapması oldu. Poroşenko, Ukrayna’da Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrı (fakat Fener Rum Patrikhanesi’ne tabi) bir Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin kurulmasına öncülük ederek (bu konuya her aşamada müdahil olarak), “Ukrayna’yı dini alanda Rusya’nın egemenliğinden kurtaran kişi” olarak kendisini ortaya koydu.

Ukraynacayı toplumun her alanında egemen kılan düzenlemeler getirdi. Ayrıca, Ukrayna’nın yeni, modern bir orduya sahip olmasının kendi başarısı olarak ortaya koydu. Böylelikle, seçim kampanyasını, “dil, inanç, ordu” ekseni üzerine oturttu.

Ayrıca Poroşenko, seçimlerin daha ilk turundan önce, kendisini tek milli lider olarak lanse ederken, başkalarına verilecek oyların Rusya’ya yarayacağını söyledi (yani, karşıdaki herkesi, “şer ittifakı” olarak gösterdi). Ancak, Poroşenko’nun bu propagandası, beklenen sonucu getirmedi. Zira propagandanın iki ayağı olan “dil” ve “inanç” konusu, Rusça konuşan ve Moskova Patrikhanesi’ne bağlı kiliselerde ibadet eden veya en azından etnik Ukrayna milliyetçiliğine mesafeli olan kitlelerin (özellikle de, nüfusun en yoğun olduğu güney ve doğu illerinin) tepkisini çekti. Nitekim bu illerde, seçmenin yüzde 10’dan azı, Poroşenko’ya oy verdi. Ayrıca, Poroşenko’nun “ulusal kilise” projesi de, istenen sonucu vermedi.

Milliyetçilerin beklediği şekilde, patrikhane statüsünde olan, dünyadaki diğer Ortodoks kiliseleri tarafından tanınan bir kilise yerine, Fener Patrikhanesi’ne bağımlı ve Fener dışında kimse tarafından tanınmayan bir yapı ortaya çıktı. Propagandanın üçüncü ayağı olan “ulusal ordu” ise, Poroşenko’nun yakın çevresinden bazı kişilerin Rusya’dan bazı askeri malzemeleri kaçak yolla Ukrayna’ya getirtip Ukrayna Ordusu’na piyasa fiyatlarının üstünde fiyatlarla sattıklarının ortaya çıkmasıyla, çökmüş oldu.

Sonuçta, milliyetçi eğilimlerin güçlü olduğu bölgelerde bile Poroşenko’nun milliyetçiliği “samimi” bulunmazken, buralardaki seçmen, bütün yolsuzluklardan ve ekonomik sorunlardan sorumlu tuttuğu Poroşenko’nun karşısındaki adaya yöneldi. (Lviv ve Rivne illerinde ikinci turdan önce yaptığım sokak röportajlarında konuştuğum kişilerin pek çoğu, “Poroşenko, iktidarda daha da zenginleşti fakat seçimden hemen önce, vatanı milleti hatırladı. Biz, ona karşı, ehveni şer olarak gördüğümüz Zelenski’ye oy vereceğiz”, diyorlardı).

Rusça konuşan nüfusun yaşadığı ve Rusya sempatisinin güçlü olduğu güney ve doğu illeri ise, kendisinin de ana dili Rusça olan ve bu kesime hoşgörü göstereceğini açıklayan Zelenski’ye yöneldi. Ukrayna’da Rus yanlısı seçmenin önemli bir bölümünün Rus yanlısı Kırım ve Donbas gibi bölgelerin Rusya’nın denetimine geçmesi (dolayısıyla hükümet kontrolündeki bölgelerde Rus yanlılarının sayıca azalması) ve iki ülkenin fiilen savaş halinde olmasının sonucunda Ukrayna seçimlerinde oy kullanamaması nedeniyle son beş yıldır Rusya yanlılığını açık şekilde savunan bir adayın cumhurbaşkanı olma şansının kalmaması nedeniyle, buralarda yaşayanlar, kendi farklılıklarına hoşgörü göstereceğine inandıkları kişiyi seçtiler.

Zelenski, mevcut siyasetçilere tepki duyulan şartlarda, şov dünyasında yıllardır tanınan, fakat siyasete yeni atılan biri olarak, reyting toplamaya başladı. “Halkın Hizmetkarı” adlı dizide canlandırdığı ve öğretmen iken cumhurbaşkanı olan Vasil Goloborodko karakteriyle, hiçbir çıkar grubuyla ilişkili olmadan devletin başına geçilebileceği mesajını vermişti. Ancak, Zelenski hakkında yaygın olarak söylenenin aksine, Ukraynalı seçmenin Zelenski’yi bu dizi filmdeki karakterle özdeşleştirdiği için oy verdiğini söylemek, yanlış olur. Zira kamuoyu yoklamaları, Zelenski’nin gerçek reytinginin yüzde 10 civarında olduğunu, asıl olarak, cumhurbaşkanına ve diğer siyasetçilere olan tepkiden ötürü oy aldığını ortaya koyuyor. (Seçimlerden önce, Ukrayna’nın farklı bölgelerinde görüşme yaptığım seçmenlerden, oyunu Zelenski’ye vereceğini açıklayanlar, “onun başka işadamlarının adamı olabileceğini biliyoruz. Deneyimi de yok. Fakat şu anda, ehveni şer, odur ve artık birşeylerin değişmesi gerekiyor. Hiçbir şey, şimdiki durumdan kötü olamaz”, diyerek, Zelenski’yi ideal bir lider olarak görmediklerini söylemişti).

Zelenski’nin başarısında önemli bir husus, genç nüfusun fazla seyretmediği televizyon kanalları yerine, internet ve sosyal medya üzerinden propagandaya ağırlık vermesi oldu. İzlediği bir diğer başarılı yöntem (tabii bunda, kendi seçim kampanyası danışmanlarının payı büyük), seçimlerden önce Poroşenko’yla veya diğer siyasetçilerle tartışmaya girmemek ve röportaj vermemek oldu. Zelenski’nin siyasi deneyiminin olmaması, onun en zayıf yönü olduğu için, seçimlerden önce gireceği bir tartışma, diğer adaylar karşısında onun açısından ağır sonuçlara yol açabilirdi. Bunların yerine Zelenski, görüşlerini, sosyal medyaya yüklediği videolarda yaptığı açıklamalarla kamuoyuna duyurdu.

(Poroşenko’yla televizyon stüdyosunda tartışmaktan kaçındı ve bunun yerine, Kiev Olimpik Stadyumu’nda, fanatiklerin tezahüratları arasında onunla karşılıklı bir söz düellosu gerçekleştirdi. Uzmanların da ifade ettiği üzere, buna gerçek bir siyasi tartışmadan ziyade, şov demek, daha doğru olurdu.)

Bunların dışında, Zelenski’nin reytinginin henüz düşük olduğu dönemde Poroşenko’nun çevresinin ona yönelik yürüttüğü itibarsızlaştırma kampanyası, Poroşenko’ya tepki duyan kitlelerde tam ters etki gösterdi ve Poroşenko’ya yönelik tepkilerin Zelenski’ye desteğe dönüşmesini sağladı. Böylelikle, Aralık ayında geri sıralarda yer alan Zelenski, bir anda, seçmenin odağı haline geldi.

Demir Leydi’ye Ne Oldu?

Bu noktada, bir zamanlar Ukrayna’nın “demir leydisi” olarak adlandırılan, eski başbakanlardan Yuliya Timoşenko’nun neden ikinci tura kalamadığına da değinmekte yarar var. Bunun, birkaç nedeni var: Birincisi, Timoşenko’nun başbakan olduğu 2010 öncesi dönemden ötürü ona hala tepki duyan belli bir kesim var. İkincisi, siyasi gözlemcilerin de işaret ettikleri üzere, Timoşenko, seçim kampanyasına çok erken (geçen yılın yaz mevsiminde) başladı ve siyasi polemiklerde ve seçim kampanyasında kullanabileceği bütün malzemeyi erkence tüketti. Dolayısıyla, sonraki aylarda yeni bir şey öne süremedi. Üçüncüsü, Ukrayna kamuoyunun ayrıntılı seçim programlarını fazla incelemediğine dikkat etmeden, seçim kampanyasını, ayrıntılı bir “yeni yol” programı üzerine oturttu. Oysa ki siyasi gözlemcilerin de işaret ettiği üzere, vitrine böyle ayrıntılı bir program koymak yerine, kendisini koysaydı, başka bir deyişle, kendisinin siyasi tutumu nedeniyle üç yıl hapis yatmış, fakat mücadeleden vazgeçmemiş bir lider olduğunu vurgulasaydı, daha başarılı olabilirdi. Dördüncüsü ve belki de en önemlisi ise, üç ay öncesine kadar Poroşenko’nun baş rakibi olan ve Ukraynalı siyasetçiler arasında reytingi en yüksek kişi olan Timoşenko, seçim kampanyasında sadece, ezeli siyasi hasımı olan Poroşenko’yu kendisine hedef aldı; Zelenski’nin reytinginin giderek yükseldiğini görmedi ve seçim kampanyasında onu görmezden geldi. Sonuçta, ilk turda yüzde 13 civarında oy alarak elendi. Fakat ilk tur sonrasında, ikinci turda hiç kimseyi desteklemeyeceğini açıklayarak ama aynı zamanda Poroşenko’yu eleştirmeyi sürdürerek, kendi seçmen tabanını, Zelenski’ye yönlendirmiş oldu. Timoşenko’nun tavrına benzer bir tavrı, ikinci tura kalamayan Anatoliy Gritsenko gibi milliyetçi eğilimli siyasetçiler de gösterdi. Sonuçta, milliyetçi kesimlerin de önemli bir bölümü, “gerçek milliyetçi” olarak görmedikleri Poroşenko’ya oy vermedi ve ya seçime katılmadı, ya da, onun karşısındaki Zelenski’yi seçti. (Konuştuğum bazı milliyetçiler, Zelenski’nin seçilmesi halinde, zayıf bir cumhurbaşkanı olacağını, böylelikle parlamentonun yetkilerinin artacağını, bu nedenle ona oy vereceklerini söylemişlerdi. Bu tavrı da not düşmek gerekir.)

“Yetmez Ama Evet” Kampanyası

Poroşenko’nun ilk turda yüzde 15 oy alması üzerine, bazı milliyetçi aydınlar, bildiriler imzalayarak ve gazetelere açıklamalar yaparak, kendilerinin Poroşenko’yu ideal lider olarak görmediklerini, Poroşenko’nun pek çok hatasının olduğunu fakat Rusya’yla savaş şartlarında Poroşenko’ya oy vermeyip de Zelenski gibi deneyimsiz birine oy vermenin ülkeyi yıkıma sürükleyeceğini söyleyerek, milliyetçi seçmeni, her şeye rağmen, Poroşenko’ya oy vermeye çağırdılar. Bu kampanyaların etkisi, yukarıda da belirttiğimiz üzere, zayıf kaldı.

Zelenski’nin Zayıf Noktası

Zelenski, hem Poroşenko’ya tepkili olan milliyetçilerin hem de Poroşenko’nun milliyetçi politikalarından rahatsızlık duyanların oyunu aldı. Yani, birbirinden taban tabana zıt siyasi görüşü benimsemiş kesimlerin oyunu aldı. Bu, aslında onun en zayıf noktalarından birini oluşturuyor. Zira bir kesimi tatmin etmeye yönelik politikaları, diğer kesimlerin ondan uzaklaşmasına neden olacak. İkincisi, Ukraynalı seçmen, genellikle, kısa sürede sonuç görmek ister ve ülkede görülen olumsuzluklardan, o anda iktidarda bulunan kişiyi sorumlu tutar. Bu da, Zelenski’nin ekonomik konularda ve yolsuzlukla mücadele konusunda kısa sürede belli başarılar gösterememesi halinde, çok zor durumda kalacağı anlamına geliyor. Üçüncüsü, Ukrayna Anayasası’na göre, devlet yönetiminde yetkilerin büyük kısmı parlamentoya ait olduğu, cumhurbaşkanının yetkileri sınırlı olduğu için, Zelenski’nin, parlamentodan belli bir destek bulması gerekiyor. Fakat şu anki parlamentoda, kendisine bağlı bir grup bulunmuyor. Zelenski’nin kurduğu “Halkın Hizmetkarı” adlı parti, şu anki kamuoyu yoklamalarında önde görünse de, henüz örgütleme aşamasını tamamlamamış olan bu partinin, ekim ayında yapılması beklenen parlamento seçimlerinde yüksek oy alacağı, şüpheli. Her şey bir yana, Zelenski’nin iktidarda bulunacağı dönem, partinin reytinginin azalmasına neden olabilir. İkincisi, Zelenski’ye verilen oyların büyük çoğunluğu, yukarıda değindiğimiz üzere, emanet oylar. Parlamento seçimlerinde seçmen, kendisini daha çok temsil ettiğini düşündüğü partilere oy vermeyi tercih edebilir. Dolayısıyla, Zelenski’nin partisi, tek başına iktidara gelemeyebilir. Bu da, Zelenski’nin eski siyasi güçlerden hiçbiriyle işbirliği yapmamayı vaat etmiş olmasına karşılık, gerçek şartlar altında bunların bazılarıyla işbirliği yapacağı anlamına geliyor.

Parlamento Feshedilir mi?

Zelenski’nin vaatlerinden biri de, şimdiki parlamentonun feshedilerek, erken seçimlere gidilmesiydi. Ancak, Zelenski’nin anayasaya göre, bunu 27 Mayıs tarihine kadar gerçekleştirmesi gerekiyor. Öte yandan, Zelenski’nin resmen göreve başlamasına, en az bir ay var. Yani, göreve başlaması, Mayıs ayının sonlarını bulacak. Böylelikle, parlamentoyu feshetmek için yeterli zamanı olmayacak. Kulisler de, parlamentonun feshedilmesini istemeyenlerin, Zelenski’nin göreve başlama süresini mümkün olduğunca geciktirmeye çalıştığını söylüyor. Bu şartlarda, Zelenski’nin yakın gelecekte parlamentoyu feshetme ihtimalinin düşük olduğu görülüyor.

Başbakanın Tavır Değişikliği

Ukrayna Cumurbaşkanı Petro Poroşenko’nun göreve getirdiği Başbakan Volodimir Groysman, dün yaptığı açıklamada, kendisinin, “ideolojik farklılıklar olmadığı sürece” yeni cumhurbaşkanı ile çalışabileceğini açıkladı. Bunun, seçimden sonra “etkili muhalefet” haline geleceğini söyleyen Poroşenko’nun açıklamalarıyla nasıl bir zıtlık oluşturduğu, ortadadır. Nitekim siyasi gözlemciler, Groysman’ın uzun zamandan beri kendi siyasi gücünü kurmaya niyetli olduğuna, fakat Poroşenko’nun iktidarda bulunduğu dönemde bunu yapamadığına, şimdi ise, Poroşenko’nun devrildiği şartlarda, bunu gerçekleştirme fırsatı yakaladığına dikkat çekiyor ve Groysman’ın önümüzdeki parlamento seçimlerine kendi partisiyle gireceğini söylüyor.

Ayrıca, Poroşenko’nun partisindeki bölünmenin Groysman’ın grubunun ayrılmasıyla sınırlı kalmayacağı, önümüzdeki günlerde, dünya eski ağırsıklet boks şampiyonu ve şimdiki Kiev Belediye Başkanı Vitaliy Kliçko’nun başkanı olduğu UDAR (Yumruk Darbesi) partisinin tekrar Poroşenko’nun partisinden ayrılacağı konuşuluyor. Bu ihtimallerin gerçekleşmesi halinde, Poroşenko’nun partisi, Ukrayna siyasetinin önde gelen güçlerinden biri olma özelliğini yitirecektir. Poroşenko’dan kopan grupların da Zelenski ile koalisyon kurmaları, güçlü bir olasılık olarak görünüyor. Zelenski, Rusça konuşan nüfusa hoşgörülü yaklaşmasına karşılık, siyasi açıdan, Batıcı bir çizgi izliyor. Dolayısıyla, dış politik tercihi, temel olarak, parlamentodaki diğer siyasi güçlerle bir zıtlık teşkil etmiyor.

Dış Politik Yönelim

Zelenski’nin seçilmesinden sonra Batılı liderlerin sıcak tebrik mesajları yayımladığını, Rusya Başbakanı Medvedev’in ise “ihtiyatlı iyimserlik” sayılacak bir açıklama yaptığını yukarıda kısaca söylemiştik. Zelenski’yi ilk ülkesine davet eden lider, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzey Duda oldu. Batı yanlısı ve Rusya karşıtı politika izleyen Polonya’nın Ukrayna’nın yeni cumhurbaşkanına yönelik bu sıcak tavrını, Polonya yönetiminin Ukrayna milliyetçiliğinden hazzetmemesi ve şimdiki Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’nun İkinci Dünya Savaşı yıllarında sivil Polonyalıların ölümünden sorumlu tutulan bazı radikal milliyetçileri ulusal kahraman ilan etmesinden rahatsızlık duyması ile açıklayabiliriz.

Poroşenko döneminde ulusal kahraman olarak ilan edilen ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında hem Sovyet Ordusu’na ama hem de Polonyalılara karşı çarpışmış olan Stepan Bandera, Polonyalılar tarafından “katil” olarak görülüyor. Ukranya ve Polonya yönetimlerinin Batı yanlısı olmalarına karşılık, tarih tartışması, iki ülke ilişkilerini geçen yıl krize sokmuştu. Zelenski ise, Batı yanlısı çizgisi, buna karşılık etnik Ukrayna milliyetçiliğine karşı mesafeli tutumuyla, Polonya yönetimi açısından, ideal bir lider.

Zelenski’yi ülkesine davet eden ikinci liderse Almanya Başbakanı Angela Merkel oldu. Almanya yönetimi, Rusya’yla iyi ilişkileri korumak isteyen ve Ukrayna sebebiyle Rusya’yla ilişkileri bozmayı hiç arzu etmeyen bir ülke. Dolayısıyla, Almanya açısından da Zelenski, Batı yanlısı çizgiye sahip fakat Rusya’yla savaşçı değil uzlaşmacı üslubu tercih eden bir lider olarak, ideal biri.

Ukrayna’nın son beş yıldır içine düştüğü maddi zorluklar, onu Batı’ya giderek daha bağımlı hale getirdi. Bu şartlarda, Ukrayna’da iktidara gelecek birisinin zaten ABD ile ilişkileri bozması, beklenemez. Ancak Zelenski, gerek seçim öncesi konuşmalarında, gerekse seçimin hemen ardından yaptığı konuşmada, temel önceliğinin, Doğu Ukrayna’da çatışmaların sona ermesi ve Rusların eline esir düşen Ukraynalı askerlerin memleketlerine dönmesi olduğunu söyledi. Ateşkes konusuna ve askerlerin eve dönebilmesine vurgu yapması, Poroşenko’nun yaklaşımından daha farklı bir yaklaşım ortaya koyacağını gösteriyor. Ancak, yine de bu konuda iki lider arasındaki farkı fazla büyütmemek lazım. Zira Poroşenko’nun Zelenski’yi Kırım ve Donbas gibi işgal altındaki bölgeleri geri almaya yönelik hiçbir planı olmamakla suçlamasına karşılık, kendisinin buraları geri alma planının olup olmadığı, belli değil. Poroşenko’nun 2014’te cumhurbaşkanı seçilir seçilmez en kısa sürede Kırım’ı geri alacağını ve Donbas’tan ayrılıkçıları iki hafta içinde kovacağını söylemesine karşılık, 5 yılda bu iki konuda, hemen hiç mesafe kat edilmedi. Minsk Ateşkes Anlaşmaları süreciyle, Donbas bölgesi, dondurulmuş çatışma bölgesi haline geldi.

Zelenski de, seçilir seçilmez yaptığı konuşmada, Donbas Sorunu’nda Minsk Süreci’ni esas alacaklarını söyledi. Böylelikle, Zelenski döneminde, Rusya’yla çatışmacı üsluptan vazgeçilebileceğini, diğer taraftan, işgal altındaki bölgelerde statükonun devam ettirileceğini öngörebiliriz. İşgal altındaki bölgelerin kısa zamanda Ukrayna’nın denetimine geçmesini, zaten hiç kimse beklemiyor. Buna karşılık Ukrayna’nın başında bulunan bir liderin Kırım ve Donbas’tan resmi olarak vazgeçmeye kalkması, Ukrayna’nın mevcut şartlarında, siyasi açıdan intihar etmesi demek olur.

Milli Kimlik Politikaları

Zelenski’yi Poroşenko’dan ayırt eden en önemli husus, ulusal kimlik konusuna yaklaşımıdır. Zelenski’ye en büyük desteğin Rusça konuşan ve Ukraynaca’nın ve Ukrayna miliyetçi ideolojisinin her yerde geçerli hale getirilmesine tepki duyan güney ve doğu illerinden gelmesi de, bundan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, yeni dönemde, en büyük değişiklik, Rus karşıtlığına dayanan yeni bir Ukrayna kimliği inşa çabalarından vazgeçilmesi olacaktır. Bunun, ülkenin farklı kesimlerinin bütünleşmesini kolaylaştırıcı bir gelişme olacağı, öngörülebilir.

Kilise Politikası

Zelenski’yi seçimin ardından ilk kutlayanlardan biri, Moskova Patrikhanesi’ne bağlı Kiev Metropoliti Onufriy oldu. Kısa bir süre sonra da, Moskova Patriği (Rus Ortodoks Kilisesi’nin başı) Kirill, Zelenski’yi tebrik etti. Zelenski’nin destek aldığı kesimler, yukarıda da kısaca değindiğimiz üzere, Poroşenko’nun Moskova Partrikhanesi’nden ayrı, milliyetçi çizgide yeni bir Ukrayna Ortodoks Kilisesi kurma çabasına tepki gösteren kesimlerdir. Zelenski’nin bu konuda tavrının farklı olacağını ve Moskova Patrikhanesi’ne açık destek vermese de, en azından bu kilisenin devlet tarafından “düşman kilise” olarak gösterilmesi ve devletin yeni kiliseye geçişleri teşvik etmesi şeklindeki politikalara son vereceğini, yani, dini alanda statükoyu devam ettireceğini öngörebiliriz. Bu açıdan da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedenlerinden biri de Fener Rum Patrikhanesi’dir.