KİTAP TAVSİYESİ : “Yeni Derin Devlet” /// YAZAR : ECEVİT KILIÇ


“Yeni Derin Devlet”

Kirli Kramponlar, Özel Harp Dairesi ve JİTEM isimli kitaplarıyla tanınan Ecevit Kılıç’ın yeni kitabı “Yeni Derin Devlet" Doğan Kitap’tan çıktı.

Ecevit Kılıç, ‘Yeni Derin Devlet’ kitabında, güvenlik bürokrasisinde farklı çizgileriyle dikkat çeken bir grup devlet görevlisinin "PKK’yı dağdan indirme" projesini 2005 yılında hayata geçirmesi ile aynı dönemde ortaya çıkan ve bu projenin başarısız olması için var gücüyle çalışan yeni derin devletin perde arasını aralıyor.
Ve bu mücadele 2013 yılına kadar sürüyor.
Etkileri ise bugünlere kadar geliyor.
Ecevit Kılıç’ın “Yeni Derin Devlet” olarak tanımladığı yapının bu dönemdeki faaliyetlerinin bilinmeyenlerini çok sarsıcı bilgilerle aktarıyor kitap.
Aynı zamanda devlette ve siyasette yaşanan kırılmaların perde arkasını da görüyorsunuz.
Peki, kim bu yeni derin devlet?
Eski derin devlete ne oldu?
Yeni derin devletin, eski derin devletten farkı ne?
Yeni derin devlet, neden “PKK’nın dağdan inmesini” istemedi?
Bu sırada hangi operasyonları yaptı?
Tüm bu soruların yanıtıyla beraber kitap, bugün devletin perde arkasında yaşananlarının kodlarını da içeriyor.

KİTABI BURADAN SATIN ALABİLİRSİNİZ.

DERİN DEVLET DOSYASI : TÜRK DERİN DEVLETİNİN KAHRAMANLARI – ABDULLAH ÇATLI VE HİRAM ABAS


Kirli ve Derin Siyasi Tarihimizde Önemli Yer Tutan Eski İstihbaratçı : Hiram Abas

1932-1990 yılları arasında yaşamış olan eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, yakın Türkiye tarihinin önemli figürlerinden biriydi.

tam adı mustafa hiram abas olan, mason olan dedesi ve babası nedeniyle ismini hiram abiff’ten alan efsane istihbaratçı.

şiddetli bir anti-komünist olarak bilinirdi. istanbul saint joseph fransız lisesi’ni bitirdikten sonra okumak için fransa’ya gitmiş, burada tutunamayınca dönüşte istanbul üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi’ne girmiştir.

daima magnum 357 model çok sevdiği silahını kullanırdı. gençliğinde boks yapmış ve bu sporda oldukça başarılı olmuştur. kirli ve derin siyasal tarihimizin önemli bir yerini doldurmaktadır. türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi nişancısı olduğu söylenir.

hayatı, soner yalçın tarafından bay pipo adlı kitapta ustalıkla anlatılmıştır.

sanver

özal dönemimin en ünlü mit ajanı hiram abas, mit’in sivilleşmesi adımlarının en büyük aktörüdür. birçok yurt dışı operasyonun kilit ismi olarak kitaplarda geçmiştir.

yardımcısı mehmet eymür ile birlikte mit raporu olarak geçen ünlü belgeyi basına sızdırmakla suçlanır ve bu nedenle mit’ten uzaklaştırılmıştır. babalar operasyonu nedeniyle birçok ünlünün özel yaşamını deşifre etmiştir.

ziverbey köşkü ve ankara’da birçok işkenceli sorgulaması olduğu iddia edilmiştir. yurt dışı operasyonlarda birçok kadınla ilişkisi olduğu ve bu ilişkiler nedeniyle bazı operasyonları tehlikeye attığı belirtilmiştir.

rickshaw

sonradan kitap olarak da basılmış olan "nato’s secret armies (operation gladio and terrorism in western europe)" isimli akademik çalışmada hiram abas’tan şöyle de bahsedilir:

"abas, birleşik amerika devletleri’nde gizli operasyonlar alanında eğitildi ve bir mit ajanı olarak ilk kötü ününü beyrut‘ta, 1968 ila 1971 yılları arasında israil gizli servisi mossad ile işbirliği içinde çalışarak filistinliler’e ( – "filistin halkına" olarak da okuyabilirsiniz) karşı başarılı bir şekilde uyguladığı sayısız kanlı saldırı ile elde etti. sabahattin savaşman, eski mit müsteşar yardımcısı, duruşmada bunu doğrulayarak şunları da ekliyordu: "(abas) lübnan‘da cia ile ortak yürütülen operasyonlarda yer alan, onlardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, filistin kamplarındaki solcu gençleri hedef alan ve faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükâfatlandırılan bu kişi (…)". türkiye’ye dönüşünden sonra, cia ile yakın ilişkileri sayesinde mit hiyerarşisi içinde hızla yükselen abas; cia tarafından elde tutulmaya|çalıştırılmaya ve hassas terör operasyonlarına ( – şirket|cia tarafından) dahil edilmeye devam edildi. öyle ki, akıl hocası cia istasyon şefi duane clarridge italya’daki cia istasyonunun başına atandığında dahi, abas’ın kariyeri durmaksızın devam etti. clarridge, başkan ronald reagan ve cia şefi bill casey’e doğrudan bağlı olarak çalıştığı 1981’de dahi abas ile olan iletişimini kesmemişti."

kulkke

hiram abas, özal’ın yapacağı bir suriye ziyareti öncesi, öcalan’ın şam’da kaldığı apartmana kadar bildiklerini, sürekli fiziki ve teknik takip yapıldığını belgelerle özal’a iletmiş; bunun üzerine özal’la birlikte suriye gezisine katılmıştır.

turgut özal, hafız esad’la yaptığı temaslarından ardından, esad’dan şam’ı gezdirmesini ister. bu geziye önceden kararlaştırdıkları gibi hiram abas’ı da dahil eder. derken şam’da bulunan öcalan’ın yaşadığı semte kadar gelinir. özal tam bu sırada abas’tan aldığı işaret üzerine esad’dan öcalan’ın teslim edilmesini ister.

hafız esad’ın öcalan’ın bulunduğu yerle ilgili resmi bir bilgisi olmadığını söylemesi üzerine hiram abas, şoföre durmasını söyler. özal da hafız esad’a: "haydi inip beraber görelim şu dairede kim var?!" deyince hafız esad’ın rengi atar. daha sonra bölgenin güvenli olmadığını söyleyerek özal’ı uzaklaştırır.

bu olaydan birkaç ay sonra 1988’de önce kartal demirağ, özal’a suikast düzenler; eylül 1990’da da hiram abas öldürülür.

godot yu hacklerken

hiram abas, 26 eylül 1990 tarihinde, çiftehavuzlar mahur sokak’ta arabasının içinde, 7.65 çapında bir silah kullanılarak arkasından vurulmak suretiyle öldürüldü. eylemi dev-sol üstlendi.

öldürüldüğünde mit müsteşar yardımcılığı’ndan emekliydi. çalışma hayatı boyunca anti-komünistliği ve solcu düşmanlığıyla ünlenmişti. öyle ki mossad ve cia’den yüklü maaşlar aldığı dedikoduları gırla gidiyordu. yükselmesinde mossad ve cia ile olan ilişkilerinin olduğu da çok göze batmıştı. filistin’deki solcu katliamında da başrolde olması da bunu doğruluyor aslında. bu nedenle de emekliliği sonrası dev-sol’un ilk hedefi durumdaydı.

Yakın Türkiye Tarihinin En Kilit İsimlerinden, Derin Devlet Ajanı Abdullah Çatlı’nın Hayatı

1956’da doğan ve 3 Kasım 1996’daki, sırrı hala çözülemeyen Susurluk Kazası’nda hayatını kaybeden derin devlet ajanı ve kontrgerilla mensubu Abdullah Çatlı’nın hayatının kısa bir özeti.

kimilerine göre, türkiye’nin al capone’cuğu; (ki aslında capone’dan çok daha imtiyazlı, zira muazzam bir devlet himayesini uhdesinde barındırır) polis, asker, mafya, siyasetçi, korucu ve itirafçılardan oluşan "gladio" düzeneğinin en seçkini, bıçkını; kutsal devlet adına envaiçeşit operasyonlara katılımcı olmuş milliyetçi türk büyüklerinin reisi.

nevşehir’in çat köyünde, mübadele ile yunanistan’a göçmüş rumlardan kalma konağı mesken tutmuş bir kalaycı dedenin torunu; geçimini kah nakliyecilik kah da küçük esnaflıkla temin eden beş çocuklu bir babanın en büyük evladı.

ülkücülüğe sempati ile yaklaşan her liseli genç gibi o da nihal atsız’ın “bozkurtların ölümü” ve “bozkurtların dirilişi” romanları (yoksa benimsenen tabiri ile türk ırkçılığının teorisi mi deseydim) ile ülkü ocakları derneğinde tanışmıştı ve yine ek olarak judo ve tekvando kurslarında bir aslan parçası olmak için uğraş vermişti.

kutsal devletin komünistlerle savaşının, ankara’da meydan muharebeleri şeklinde seyri esnasında, muhtemelen başbuğ türkeş’in takdir ve onayı ile, 21 yaşında, “ülkü ocakları derneğinin ankara şube başkanlığı”na oturan ve böylelikle, "reis" lakabını da ilk defa kimliğine tescil ettiren bozkurt kumandanı.

ilerleyen zamanlarda, başkentte sergileyeceği üstün vatanperverlik hizmetlerinin karşılığı olarak, kendisindeki vatanına / milletine tapma gücünü ve cevherini keşfetme olanağı yakalayan gizli eller tarafından, memleketin büyük davalarında kullanılmak üzere latin amerikalarda ve abd’de envaiçeşit kurslardan geçirilmek üzere uzak diyarlara yollanacak olan, uzaktan kumanda ile harekete geçen "yok et" mekanizmasının milliyetçi tetiği.

bu süreç ve görevle ilgili olarak; çatlı’nın tetikçilerinden mehmet ali ağca, 1997 yılında, kanal d’de yayınlanan bir programdaki röportajında şöyle demiş idi:

“çatlı, kostarika’da (bu kısmı karıştırmış olduğu, çatlı’nın puerto rico’da eğitim aldığı bülent ecevit tarafından aynı programda düzeltilmişti) kısa ama yoğun bir anti-terör eğitim görmüştü. mükemmel derecede karate ve ingilizce biliyordu. sahte pasaport ve kimlik düzenlemede uzmandı. faşist kanadın türkiye’yi 12 eylül’e sürükleyenlerindi. yabancılar tarafından eğitilip, ordunun katılmayacağı ya da bölüneceği bir iç savaş olasılığına karşı sağ örgütlerin başına konuldu. sağ tarafı yönetecek şeflerinden biriydi.”

70’li yıllarda alparslan türkeş’in, muhsin yazıcıoğlu’ndan sonraki ikinci adamı; türkiye işçi partili 7 öğrencinin öldürüldüğü bahçelievler katliamı’nın maşası / tertipleyicisi; 16 mart 1978 istanbul üniversitesi’ndeki bombalı saldırının delikanlı milliyetçisi; abdi ipekçi cinayetinin perde arkası silüeti.

12 eylül darbesi’nden sonra, kullanılarak bir kenara atılan ve gizli eller tarafından yurt dışına çıkılması teşvik edilen, geçimi devlet tarafından temin edilen sivil memur. (mehmet el katmış/ susurluk araştırma komisyonu raporundan) bu yurt dışı ikameti sırasında yine kendisine görevlendirilen bu manadaki en büyük eylemini asala’ya karşı veren, (ki, rivayete göre başbuğ alparslan türkeş ve dava(!) arkadaşlarının tahliyesi ve ülkücüler hakkındaki idam kararlarının durdurulması şartıyla göreve talip oldu.) lakin, görmedim/ tanımadım/ bilmem efektleri ile kulağı seyirtilen yeşil ne ki türlüsünden pasaportlu sivil emniyet uzmanı.

bu ani silah ve iş ortağı oral çelik’in susurluk davası ile ilgili olarak meclis araştırma komisyonundaki beyanı ile süsleyelim isterim:

“abdullah çatlı, büyük bir adamdı. onunla birlikte ermeni asala örgütüne karşı, avrupa’da tam 28 eylem gerçekleştirdik. her eylem için devletten onar bin dolar aldık. ama paramızın tamamını alamadık; son işimizin ücreti ödenmedi. devletin bize on bin dolar borcu var.”

80’li yıllarda başlayan özelleştirme furyasının katalizörlüğünde terörizminde özelleştirilmesinden nasiplenen; vatan ve milletin bekası adına ücreti mukabilinde kurşun atanların girişimciliği ile kurulan organize suçlar holdinginin müellif ve ortağı olarak anılan yüce ülküdaş.

avrupa uyuşturucu kumpanyasını geliştirip sürdürdüğü süreçte 1986 yılında fransa’da suçüstü yakalanıp eroin kaçakçılığından hüküm giyen, iki yıl hapis yatan, akabinde, hakkındaki yedi yıllık cezayı çekmek üzere isviçre polisine teslim edilen ve lakin, kendisinin hamisi ve yandaşları tarafından burada fazla tutulmasına fırsat kalmadan türkiye’ye kaçırılan şerefli vatan evladı.

yurda geldikten sonra da pkk ile mücadele görevini üstlenen; bitip tükenmez üstün hizmetlerine yenilerini ekleyen, bu manada, tansu çiller’in başbakanlığı döneminde, apo’ya karşı tertipelenen başarısız suikast girişimindeki ekip içinde de yer alan ve rivayete göre, yaklaşık 50 milyon doları lübnan, suriye ve israil’de bu amaç için haraç mezat eden üniformasız vatan neferi.

ne yazık ki, yüce tanrı kendisinin türk milleti için vermiş olduğu üstün hizmetlerine karşı kayıtsız kalmadı. “iyiler erken ölür” kaidesini hayata geçirdi ve bu sevgili kulunu huzuruna aldı. hem de ağrısız sancısız anında bir sonla; kapkara bir mercedes içinde bir yanında yine şerefli türk silahşörlerinden hüseyin kocadağ, bir yanında da güzellik kraliçesi gonca us olduğu halde… bir de aynı araçta kazaya uğrayan, kürt aşiret reisi sedat bucak vardı, henüz vadesini doldurmadığından bu şanlı ölümle tanışma fırsatını yakalayamamıştı. ilah-i takdir!

bu vakayı, vatanın yılmaz savunucularından, şeflerin şefi, dönemin içişleri bakanı mehmet ağar şu vecizesi ile ölümsüzleştirmiş idi:

“kocadağ, herhalde suçluyu yakalamış, teslim etmek üzere istanbul’a getiriyor idi. yoksa devletin başka türlü çatlı ile bir arada olması mümkün değildir.”

kadere bakınız ki, çatlı öldükten sonra, yıllar yılı kendisini kullananlar dahil, koltuğu yüksekte olanlar, yüksek türk sosyetesi, türk asilzadelerinden çoğu kimse onu tanımadı.

lakin işin aslının öyle olmadığı korkut eken’in istanbul devlet güvenlik mahkemesi’nde verdiği şu beyanla anlaşılıyor idi:

“…çatlı ile beni, 1988’de, mit daire başkanı tanıştırmıştı. ancak ağır suçlardan dolayı arandığını bilmiyordum. emniyetteyken çatlı yurtdışı haber kaynağımızdı…”

sözün kısası; "bir dönemin türk büyükleri" isimli kitabın önemli sayfalarını işgal eden zat-ı muhteremdir, kendileri.

olmayanaergi

Papa Suikastı detayı

her ne kadar mehmet ali ağca, ısrarla "abdullah çatlı bu işte yok" dese de papa suikastinin baş aktörü olduğunu düşünüyorum. en azından lojistik destek açısından. aynı zamanda ağca olaydaki ikinci tetikçinin kankası oral çelik olduğunu söylediğinde asıl olaylar başlar.

– suikastten sonra italyan savcılardan martella, çatlı’nın arkadaşı yalçın özbey ile almanya’da temasa geçer ve kısaca ona " ağca’nın bu suikastı sovyetler adına bulgarlarla birlikte işlediği yönünde tanıklık yaparsan sana deli para veririrz." der. yalçın özbey de kabul eder ve mahkemeye çıkarılır.

diğer savcılardan biri de o sıralarda fransa’da cezaevinde olan çatlı ile temasa geçer ve ona da "gel tanıklık yap, seni yargılamayacağız" diyerek ikna eder ve çatlı mahkemeye çıkarılır.

– kameraların önünde çatlı mahkemeye getirtilir ve ağca sağına, özbey de soluna oturtulur, yüzleşme gerçekleştirilir. çatlı’yı gören ağca ve özbey adeta mahvolmuş gibi olurlar. bi titremedikleri kalır. özellikle özbey ağzını bile açamaz ve daha önce verdiği ifadeleri reddetmek zorunda kalır.

– ve çatlı kameraların önünde ikisini de bakışlarıyla konuşmalarıyla tehdit eder. oral çelik’in olay esnasında kendi yanında olduğuna, özbey’in para karşılığı böyle bir ifade verdiğine mahkemeyi resmen ikna eder ve mahkeme oral çelik dosyasını kapatır. daha sonra kızına yazdığı mektupta büyük ihtimal bu olaya ve asala operasyonlarına atfen "avrupa’yı hoplattım" diyecektir. isteyenler youtube’dan görüntüleri izleyebilir. adam resmem mahkeme huzurunda adamlarına racon kesmiş.

Abdullah Çatlı’nın mahkemedeki konuşması

VİDEO LİNK : https://youtu.be/dA7dCJFI1wk

– işin acı yanı bu olay 1985’te cumhuriyet gazetesine "büyük reis çatlı" başlığıyla haber olur ama uğur mumcu dışında kimsenin dikkatini çekmez.

– bu adam 80 ile 90 arasında resmen bütün istihbarat servisleri tarafından korunmuştur. hatta isviçre polisi bunları yakaladığında çok ilginç bir şey olur. interpol tarafından aranan adama sahte kimlik, pasaport verip, ceplerine harçlık koyup yollar.

– susurluk komisyonunda ortaya çıkan "çatlı 80 öncesinde de kullanıldı" ifadesinden sonra olay araştırılıyor.

bana kalırsa asker-mit ve kontrgerilla tarafından kendisine talimatlar verilmiş, esrarengiz yüzbaşı mehmet ali çeviker tarafından silah/bomba vs desteklenmiş ve darbeye giden süreçte ne kadar sansasyonel eylem varsa hepsini planlamıştır.

bu konuyla ilgili saint pierre’nin kurtları kitabı, uğur mumcu’nun papa mafya ağca ve soner yalçın’ın kitapları okunabilir…

tükiye tarihinde böylesine bir katilin avrupa’da ve türkiye’de böylesine korunması içimi acıtıyor. o zamanlar gerçekten bambaşkaymış…

belki şimdi olaylar daha farklı ama aynı mantıkla hala devam ettiğine inanıyorum…

türkiye yakın tarihinin en acı olaylarından ve en kilit adamlarından biri bence…

KONTRGERİLLA DOSYASI /// ALMAN DERİN DEVLETİNDEN TÜRK KONTRGERİLLASI AÇIKLAMASI /// Devletleşen kont rgerilla, kontrgerillalaşan devlet


Devletleşen kontrgerilla, kontrgerillalaşan devlet

Japonya’nın 15 Ağustos 1945 tarihinde teslim olmasının hemen ardından 2. Dünya Savaşı’nın sonlanması, ‘barış sarhoşluğu’ ile başlangıçta pek fark edilmese de dünyayı ikiye bölmüştü. Artık yerkürenin daha büyük bir parçasının başını ABD çekiyor, diğeri ise Sovyetler Birliği’nin liderliğinde dönüyordu.

İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 05 Mart 1946’da ABD’nin Missauri Eyaletinde, ABD Başkanı Harry Truman’ın da bulunduğu bir platformda yaptığı konuşma, Batı ile Doğu arasında uzun yıllar sürecek olan ‘Soğuk Savaş’ın fitilini ateşledi. Churchill, ‘Baltık’taki Stettin’den, Adriyatik’teki Trieste’ye kadar Avrupa Kıtası üzerine boydan boya demir bir perde inmektedir’ demiş, bu sözlerin karşılığını da çok geçmeden Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’den almıştı. Sonrası, dünya politik sahnesinde 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar sürecek olan buzul çağı…

Dünyanın tanımadığı bu yeni savaş biçimiyle birlikte düzenli ordular, uçaklar, tanklar, toplar, boğaz boğaza verilen meydan savaşları geri plana itildi. Tüm bunların yerine, güçlü istihbarat ağlarına dayalı, çok daha sofistike, provokasyon ile tehdit boyutlarıyla ürkütücü ve karşılıklı silahlanma yarışını son derece tehlikeli bir biçimde körükleyen bir itişme alanı açıldı. Tanklar, toplarla ülkelerin açıktan işgal edilmesiyle gerçekleştirilen sömürge politikaları da ağırlıklı olarak yerini işbirlikçi iktidarlar marifetiyle gerçekleştirilen gizli işgal metotlarına bıraktı.

Bu yeni savaş, karakterine uygun örgütlenme ve çalışma yöntemlerini de üretti. Önce hiçbir zaman aralarında kayda değer nitelikte sıcak bir çatışma yaşanmayacak olsa da karşılıklı olarak savaş paktları kuruldu. Dünya, askeri açıdan Sovyetler Birliği’nin liderliğindeki Varşova Paktı ve kapitalist bloğun Kuzey Atlantik Paktı (NATO) arasında pay edildi. Bu paktlar aracılığıyla öteki alanlarda istihbarat ve karşı istihbarat yöntemleri geliştirildi; ülkeler sonu gelmez bir kaosun içine sürüklendi. İç karışıklıklar asla durmadı, hükümetler yıkıldı, hükümetler kuruldu. Nükleer silahlanma yarışı büyük bir hız kazandı. Hiç ateşlenmese de karşılıklı olarak yerleştirilen nükleer füzeler büyük krizler doğurdu ve dünyanın içine yuvarlandığı akıldışı gerilim, diplomasiyi sertleştirdi; gizli operasyonlar birbirini kovaladı, iç savaşlar, binlerce insanın hayatına mal oldu. Tüm bu kanlı olayların arkasında, 1991’de Soğuk Savaş’ın bitimiyle Avrupa’nın NATO’ya bağlı pek çok ülkesinde açılan soruşturmalar sayesinde ‘Gladio’ (Kılıç) adlı derin devlet örgütlenmelerinin bulunduğu anlaşıldı.

Türkiye’nin tercihi

Dünya ölçeğindeki bu büyük kutuplaşma tüm şiddetiyle sürerken, Türkiye 2. Dünya Savaşı boyunca sürdürdüğü mesafeli politikasını değiştirdi. 8 Eylül 1952 tarihinde katıldığı NATO’nun peşinde, Sovyetler Birliği’ne karşı bir nevi koçbaşı vazifesini üstlendi, kısa bir zaman diliminde, topraklarında kurulan radar ve savaş üsleriyle baş başa kaldı. NATO ile yatağa girilmişti bir kez ve elbette ki istenenler yerine getirilecekti.

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’de her an iç karışıklık çıkarabileceği, komünistleri, vatan hainlerini, azınlıkları kışkırtacağı propagandası ile devlet örgütlenmesi yeniden dizayn edildi. Yeni tipte devlet örgütlenmesi aslında, İttihatçı geleneğe sahip olan ‘müesses nizam’a çok uygundu. Ne de olsa, ellerinde çok sayıda karanlık operasyonu üretmiş bir Teşkilat-ı Mahsusa deneyimi vardı. Polis gücü, istihbarat örgütlenmesi, ordu kısa sürede ve hiç de zorlanmadan anti-komünist mücadele araçları haline dönüştürüldü. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin plan, strateji ve örgütlenmesi tümüyle NATO konseptine göre şekillendirildi. Buna diğer NATO ülkelerinde yaratılan Gladio benzeri örgütlenmeler de dahildi.

Genelkurmay’da bir dönem ‘Plan Harekat Dairesi’nde görev yapmış olan emekli topçu kurmay Yarbay Talat Turhan, bir röportajında maruz kaldıklarından da yola çıkarak ordudaki değişimi şu cümlelerle tanımlıyordu1: ‘Bizim ordu talimnameleri Amerikan talimnamelerinin tercümesidir. Amerika’da konrgerilla örgütünün talimname numarası FM-31. yani fiel manuel-31. bizde ST-31 olarak tercüme edildi. Sahra Talimnamesi 31. Bu talimnameye göre, gayri nizami harp unsurları iki gruptan oluşur. Bir yeraltı grubu, bir de yerüstü grubu. Yeraltı grubu işte bu bahsedilen ve tüm NATO ülkelerinde ortaya çıkarılmaya başlanan örgütün kendisidir. Baktığımız zaman bu örgütün içinde ne var? Köye kadar inmiş bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet birimleri var. Resmi talimnameden okuyorum; ‘Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırma suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonması, kundakçılık, sabotaj ve yalan haber yayma zorbalık ve şantaj’. Ve yine talimnameden okuyorum: Bir gayri nizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuna sahip değillerdir.’

İlk tanışma Ziverbey’de

Türkiye’nin aydınları kontrgerillanın varlığından, ilk kez 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında gözaltına alınarak götürüldükleri İstanbul Erenköy’deki Ziverbey Köşkü’ndeki işkence merkezinde haberdar oldu. Yazar İlhan Selçuk, bu kontrgerilla merkezinde kendisine söylenenleri daha sonra derlediği kitabında şu cümlelerle aktaracaktı2: ‘İlhan Selçuk, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı kontrgerilla örgütünün karşısında bulunuyorsun. Sen bizim tutsağımızsın. Burada anayasa, babayasa yoktur. Örgüt seni ölüme mahkûm etmiştir. Sana istediğimizi yapmaya yetkiliyiz.’

Kontrgerilla gizliydi, yasadışıydı ama devletin dışında örgütlenmiş de değildi.

Türkiye NATO’ya kabul edildikten sonra 1952’de ABD’de eğitim görmüş bir Tuğgeneral olan Daniş Karabelen tarafından kurulmuş olan Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) kontrgerilla örgütlenmesinin merkeziydi. Amacı da barış zamanında düşman işgaline karşı direniş ve ayaklanma örgütlemekti. Yani tam da soğuk savaş ile birlikte üretilmiş bir kavram olan ‘Düşük Yoğunluklu Savaş Konsepti’ne denk bir faaliyet tarzıydı bu. ABD Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nın geliştirdiği bu konseptin aynen benimsenmesi, karşı devrimci ayaklanmalar organize edilmesi, ülkenin çeşitli yerlerinde gizli silah ve mühimmat depoları kurulması3, muhalif hatta memnuniyetsiz yığınların provokasyonlar yoluyla sindirilmesi, kitle önderlerine suikastlar düzenlenmesi ve benzeri çok sayıda operasyon demekti. STK, hiyerarşik olarak Özel Kuvvetler Komutanlığı’na, o da Genelkurmay İkinci Başkanı’na bağlıydı. Resmen 1952’de kurulmuş olsa da hazırlıkları 1948 yılına kadar uzanıyordu. 1948’de ABD’ye ‘özel harp’ kurumları ve ‘stay behind’ olarak adlandırılan strateji eğitimi için gönderilen 16 subay, Özel Kuvvetler’in çekirdeğini oluşturdu. Bu subaylar arasında Turgut Sunalp ve Alparslan Türkeş de vardı. Türkeş’in ordu ile ilişkisi kesildikten sonra, özellikle 1970’li yılların ortalarında tüm ilerici güçlerin üzerine salınacak olan paramiliter faşist güçleri bünyesinde eğitip örgütleyen Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) kurması4 ve Sunalp’in 12 Eylül darbesi sonrasında bizzat Kenan Evren’in desteğiyle kurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin (MDP) liderliğini üstlenmesi tesadüf değildi.

Azınlıklara karabasan

STK’nin kayda değer ilk icraatı 6-7 Eylül olayları olarak bilinen Türkiye’deki azınlıklara yönelik saldırılarda üstlendiği roldür. Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalandığı yalan haberi üzerine 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde azınlıklara yönelik başlatılan saldırılarda 5 bin 583 ev ve dükkân yağmalandı. 52 ayrı yerde zamandaş başlatılan saldırılar sonrasında Özel Harp Dairesi’nin eski komutanlarından emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı’ diyecekti.5

STK, faaliyet alanı olarak Türkiye ile sınırlı kalmadı. 1 Ağustos 1958 tarihinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in direktifiyle Kıbrıs’ta ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ (TMT) adı altında gizli, illegal ve silahlı bir örgütlenme kurdu. TMT’nin Kıbrıs’taki faaliyet biçimini Habertürk gazetesine verdiği röportajda Sabri Yirmibeşoğlu ağzından kaçırdı. Yirmibeşoğlu, daha sonra ‘mesela dedik’ diyerek düzeltmeye çalıştığı tarihi itirafında,6 ‘Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık’ diyordu.

STK’nin ismi, 1967 yılında, o zamanki komutanı Tuğgeneral Cihat Ayol tarafından Özel Harp Dairesi’ne (ÖHD) dönüştürüldü. Gayri nizamî kuvvetlere karşı harekât konusunda uzmanlaşan ÖHD, ‘ordu içindeki gizli ordu’ olarak da anılmaya başladı.

Devletin yardımcı kuvvetleri

Siyasi hükümetlerin ÖHD’nin varlığından habersiz olduğu, Cumhuriyet Halk Partisi lideri Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında ortaya çıktı. 1974’te ÖHD için örtülü ödenekten para istenince, Ecevit daha önce adını bile duymadığı bu resmi kurum hakkında brifing istedi. Yirmibeşoğlu’nun verdiği brifing sonrasında Ecevit, ÖHD’yi denetim altına almak istedi ama başarılı olamadı. Ecevit’in ÖHD’nin örgütlenmesi ve faaliyet alanı konusunda edindiği ikinci tecrübe ise 1978 yılına rastlar. Başbakan olarak Sarıkamış’a gittiğinde yine Tümgeneral Sabri Yirmibeşoğlu tarafından karşılandı ve Orduevi’ne eşiyle birlikte yemeğe davet edildi. Ecevit, yemek sırasında Yirmibeşoğlu’ndan ÖHD’nin sivil örgütlenmesinde yer alanlarla ilgili bilgi edinmeye çalıştı. Yirmibeşoğlu ile aralarında geçen diyalog şöyleydi:7

‘Ecevit: Farzımuhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?

Yirmibeşoğlu: Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır.’

O yıllarda Erzurum’da MHP’nin il başkanı olan kişi, daha sonra Abdi İpekçi suikastında ve suikastı düzenleyen Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırılmasında adı geçen ve ‘Doğu’nun başbuğu’ olarak bilinen Yılma Durak’tan başkası değildi.

Gladio kamyona çarptı

Ama Durak örneklerden sadece biriydi. ÖHD’nin içinde çok sayıda faşist katliama imza atan başka isimlerin de yer aldığı, 3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında meydana gelen bir trafik kazasının ardından artık herkesçe bilinir oldu. Bir kamyona çarpan siyah renkli Mercedes’in içinden çıkan üç ölüden biri Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi genci Ankara’da boğarak öldürmekten aranan Abdullah Çatlı, diğeri ise polis şefi Hüseyin Kocadağ’dı. Şanlıurfalı aşiret lideri milletvekili Sedat Bucak ise kazadan ağır yaralı kurtulmuştu. Çatlı ile bir polis şefi ve milletvekilini aynı araçta neyin buluşturduğu sorusu, aylarca Türkiye’nin en önemli gündemini oluşturdu.

Ve nihayetinde devlet -siyaset- mafya üçgeni diye tabir edilen bu karanlık ağın içinden yıllardır işlenen, üzeri hep örtülen kanlı cinayet ve katliamlar çıktı. Çatlı ve ülkücü arkadaşları yıllar boyunca sadece işçi kahvelerine, grev çadırlarına kurşun yağdırmakla, solcu, devrimci gençlere karanlık suikastler düzenlemekle yetinmemiş- 1970’li yılların sonlarında meydana gelen Çorum, Sivas, Malatya ve Kahramanmaraş katliamlarında da belirleyici rol oynamıştı. Tüm bu cinayet ve katliamları gerçekleştirirken de devletten destek görmüşlerdi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise bizzat cunta lideri Kenan Evren tarafından Ermeni örgütü ASALA’ya (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia) karşı kullanılmak üzere bu ekip elde tutulmuş, 1990’lı yıllarda da Kürtlere karşı geliştirilen yüzlerce operasyonda görev almışlardı. Faili meçhul cinayetlerden, gözaltında kayıplara, Hizbullah’ın Kürtlere karşı seri cinayet şebekesi şeklinde örgütlenmesine, insanların diri diri asit kuyularına atılmasına, Kürt aydınlara ve işadamlarına yönelik kaçırma, suikast eylemlerine varıncaya kadar büyük bir çeşitlilik gösteren bu olaylarda, Susurluk kazası sonrasında yapılan araştırmalar ve hazırlanan raporlar sayesinde devletin parmak izlerine rastlandı. Ancak, sorumlularının yargılanmasına geçit verilmedi.

Ergenekon’la kaçırılan fırsat

Avrupa’da Soğuk Savaş’ın ardından tasfiye edilen Gladio örgütlenmesinin benzeri olan kontrgerillanın Türkiye’de de tarihe gömülebilmesi için 2007 yılında başlayan Ergenekon soruşturmaları yeni bir fırsat doğurdu. Öyle ki, Susurluk soruşturmaları sırasında kontrgerilla ile ilişkili olduğu belirlenen ama dokunulamayan derin devlet örgütü Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi’nin (JİTEM) kurucuları Veli Küçük, Arif Doğan gibi isimler tutuklandı. Ne ki bu fırsat, Arif Doğan’dan çıkan JİTEM’in arşivinin Ergenekon davasının 2. iddianamesinin ek belgelerine sansürlenerek konulmasıyla kaçırıldı. Üstelik çok sayıda karanlık operasyonun planlanmasına dair bilgilerin yer aldığı bu arşivin gizlenmesiyle yetinilmedi, Ergenekon soruşturmaları ‘darbe girişimleri’ ile sınırlandırılarak faili meçhul cinayetler ve kayıpları da kapsayan çok sayıda karanlık operasyonun üzeri bir kez daha örtüldü.

Böylelikle anlaşıldı ki, NATO üyesi ülkelerde gözden çıkarılan Gladio, Türkiye’de çok farklı bir amaca daha hizmet ettiği için tasfiye edilmeyecekti. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 17 Nisan 2005 tarihinde CNN Türk’te yayınlanan ‘Ankara Kulisi’ adlı programda söyledikleri bu bakımdan son derece açıklayıcıdır:

‘Derin devlet, devletin kendisidir. Askerdir derin devlet. Cumhuriyet’i kuran askerler, devletin yıkılmasından daima korku duyar. Halk bazen sağlanan hakları suistimal eder, yürüyüş hakkı verildiğinde gidip cam çerçeveyi indirerek, polisle çatışır. Derin devlete ülkenin muhtaç olması, ülkenin yönetilememesinden kaynaklanır.’

Çünkü 1990’lı yılların başından itibaren Kürtlere karşı etkin bir biçimde kullanılması ile elde edilen sonuçlar, asla meşru sınırlar içinde kalamadığı bu savaşta Türkiye devletini büyük bir açmazın içine sokmuştu. Kürtlerin haklarını teslim etmemekte ısrar eden ve bu nedenle meşru, hukuki bir zeminde yönetemeyen devlet, belli ki daha uzun bir süre ‘derin devlete muhtaç’ olacaktı.

Dipnot

  1. Milliyet gazetesi, 16 Kasım 1990
  2. İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü, Cumhuriyet Yayınları, 2009
  3. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 29 Nisan 2009’da düzenlediği basın toplantısında bu silah depolarının varlığını ilk kez itiraf ederek, ‘1986 yılına kadar TSK’nın özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığımıza ait Türkiye sathında gömülü silah ve mühimmatı vardır. 1986 yılında alınan o karar çerçevesinde silah ve mühimmatın tümünün toplatılarak depolara alınması emri verildi ve bu işlem 1998 yılında tamamlandı’ dedi.
  4. 12 Mart 1971 Muhtırası öncesinde CHP lideri İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la yaptığı bir görüşmede, MHP’nin yan örgütü olan Ülkü Ocaklarına ilişkin uyarıda bulunur. Cevdet Sunay : ‘Canım onlar komünizme karşı mücadele eden gençler’ yanıtını alır. (Metin Toker, Solda ve Sağda Vuruşanlar sayfa 157) Eski bir Genelkurmay Başkanı olan Sunay’ın bu yanıtı Ülkü Ocakları’nın paramiliter faşistleri yetiştirdiği komando kamplarının Özel Harekat Dairesi ile ilişkisi konusunda bilgisine dayanmaktadır.
  5. Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekat, Tekin Yayınları 1991
  6. Habertürk gazetesi, 23 Eylül 2010
  7. Bülent Ecevit, Karşı Anılar, DSP, 1991, s. 43

DERİN DEVLET DOSYASI : ALMAN DERİN DEVLETİ – NSU DAVASI – Gizli dosya korkutuyor


ALMAN DERİN DEVLETİ – NSU DAVASI – Gizli dosya korkutuyor

Almanya’da Kassel Valisi Walter Lübcke cinayetinin katil zanlısı Stephan Ernst’in ismi, neonazi terör örgütü NSU dosyasında 11 kez geçiyor. Ancak Hessen istihbaratının dosyaya koyduğu 120 yıl gizlilik kararı, olayların açığa kavuşmasını engelliyor.

ALMANYA’da sekizi Türk 10 kişiyi öldüren neonazi terör örgütü NSU’nun ilk kurbanı Enver Şimşek oldu. Enver Şimşek, Nürnberg’te öldürüldü ama Hessen’de yaşıyordu. Halil Yozgat da Hessen’e bağlı Kassel kentinde internet kafede öldürüldü. Hessen istihbarat yetkilisi Andreas Temme de olay sırasında kafedeydi ve cinayetteki rolü aydınlatılamadı.
Kassel Valisi Walter Lübcke, 2 haziran’da evinin terasında kafasına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Lübcke’nin üzerinde neonazi DNA izleri tespit edilen Stephan Ernst, önce suçunu itiraf etti ve çalıştığı iş yerine ait alana gömdüğü silahların yerini gösterdi.
Ancak daha sonra ifadesini geri çekti.
Daha önce güvenlik birimlerinin takibinde olan katil zanlısı Ernst’in, Hessen polisi ve istihbaratının radarından çıktığı belirlendi. O nedenle Hessen istibharatının ‘120 yıl gizli kalması’ kararıyla arşive kaldırdığı NSU dosyası yeniden önem kazandı.
* NSU cinayetlerinde devlet bazı şeyleri gizliyor mu?
* NSU’nun istihbarat ve polis içinde bağları mı var?

Gizli dosyanın bu soruları açıklığa kavuşturacağı ve olası yeni cinayetleri önleyebileceği gerekçesiyle acilen açılması gerekiyor.
Hessen istihbaratı ise çalışmalarını tehlikeye sokacağı gerekçesiyle dosyanın açılmasını reddediyor.

11 KEZ İSMİ GEÇİYOR
Welt am Sonntag gazetesi Hessen istihbaratının NSU dosyasının açılması için İdari Mahkeme’de dava yürütüyor. Wiesbaden İdari Mahkemesi, istihbaratın, gazetenin birçok sorusunu cevaplandırması gerektiğine karar verdi.
Sorulardan biri şu;
Stephan Ernst adı NSU dosyasında kaç yerde geçiyor?
İstihbarat bu soruya, dosyada Stephan Ernst isminin 11 kez geçtiği yanıtını verdi.
Ancak diğer sorulara açıklık getirmedi.
Ernst, 2009 raporlarında ‘çok tehlikeli ve ağır şiddet olaylarına hazır biri’ olarak sınıflandırılıyor.
2010 yılından itibaren ise istihbarat raporlarında yer almıyor.
Wiesbaden İdari Mahkemesi, NSU dosyası üzerindeki 120 yıl gizlilik kararını 30 yıla indirdi. Ancak 30 yıl dolduktan sonra yeni yasaya göre sürenin yeniden uzatılma olasılığı bulunuyor.
Gazetenin, Kassel Yüksek İdari Mahkemesi nezdinde yaptığı itiraz ise henüz sonuçlanmadı. Kassel Yüksek İdari Mahkemesi’nin nasıl bir karar vereceği merakla bekleniyor.

DERİN DEVLET DOSYASI : TÜRKİYE’DE GERÇEK DERİN DEVLET YOK !!!! OLDUĞUNU İDDİA EDENLER İLLEGAL OLUŞUMLAR !!!!


Modern dünyada böyle suç yok !!

09 Ağustos 2019, Cuma 00:16

Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, Dünya’da saygı duyulan modern devletlerde yazmanın, konuşmanın örgüt propagandası olmadığına ve suç sayılmadığına dikkat çekti.

Terörle mücadelede yapılan hatalar ve devlet kurumlarında hukukun hakim kılınması konularında dile getirdiği eleştirel düşünceleriyle tanınan Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, TV5’e konuk oldu. Türkiye’deki hukuk sistemi bağlamında gündemi değerlendiren Avcı, “Bizim evrensel hukuka uymayan bir devletimiz ve hukukumuz var. Halbuki şunu bilmeliyiz biz: Bir insan, kanunda yazılı suçları işlemeli. (Sadece kanunda yazılı suçlardan dolayı yargılanmalı). Söyleyerek, konuşarak, yazarak, çizerek insan suç işleyemez. Dünya’da, modern ülkelerde budur. Türkiye’de suç işlenir. (İşlemiş sayılır.) Konuştuğunuzda örgüt propagandası yapabilirsiniz. Hatta örgüte yardım etmiş olabilirsiniz; ama Dünya’da şu: Yazarak, konuşarak, sözle, resimle, şekille örgüt propagandası olmaz. Suç da olmaz.

Herkes yazıp söyleyebilmelidir. Kişisel hakaret yapmışsa, hukuk önünde hesabını verir. Tazminatı öder; ama devlet, kamu dâvâsı açamaz. Bugün bakıyorsunuz, geçmişte şu veya bu sebeple eleştirmiş veya cemaate yakın durmuş birçok insan, içeride. Gazeteciler içeride. Tutuklanmışlar. Ağır cezalar alıyorlar. Buradan bir şey çıkmaz; ama bu, tüm toplumu korkutur, tüm toplumu ürkütür ve geleceğe çok önemli şey biriktiriyoruz. Hâlbuki Dünya’da saygı duyulan modern devletler, özgürlüklerin en geniş olduğu, hukukun olduğu, demokrasinin çalıştığı ülkelerdir” dedi.

Derin devlet varsa devlet yoktur

Bir soru üzerine, yabancı devletlerde de bir ‘derin devlet’ olduğu iddiasının abartıldığını ileri süren Avcı, “Modern ülkelerde, Batı dünyasındaki devletler, sivil kurumlar tarafından denetlenir, yargı tarafından denetlenir. Yapılan kanunsuz hareketler, soruşturulur ve ortaya çıkarılır. Devlet arşivleri, belli süre sonra açılır. 50 sene sonra, 20 sene sonra… Hiçbir şey, gizli kalmaz. O açıdan, çok da öyle illegal örgütlenmeye müsait değildir. Batı dünyası için diyorum” dedi. Türkiye’de hukuku çiğneyen yanlış uygulamalara Türkiye’de ‘Derin Devlet’ dendiğini belirten Avcı, “Bence bu, derin devlet değil, devletin hiç olmamasıdır. Gerçek mânâda bir devlet olsa, devlet önce kendi vatandaşının kendine gelen taleplerinin doğruluğuna, yanlışına bakar, o gelen taleplerin makul ve mantıklı olanını ayıklar. Büyük bir kitleyi karşısına almaz. Önce o kitleyi ayıklamasını bilir. Marjinal gruplarla da en son çareyse, en son yöntemse mahkemeler, yargılamalar sürer. Yoksa sadece ‘alalım, içeri tıkalım’ mantığıyla bu iş olmaz. Biz, siyasî talepleri, ideolojik talepleri, sosyal taleplerin hepsini bir suç örgütü gibi görüp, mahkemelerde tutuklayarak, içeri tıkarak veya baskı tedbirleriyle, askerlerle, polislerle bunu önlemeyi düşünüyoruz. Bu, işin tabiatına aykırı… İdeolojik grupları, şiddetle, zorla bastıramazsınız” şeklinde konuştu.

DERİN DEVLET DOSYASI /// Adelina Sfishta : “Derin Devlet”, “Deep State” gerçekte kim ???


Adelina Sfishta : “Derin Devlet”, “Deep State” gerçekte kim ???

KAYNAK : https://www.ocakmedya.com/derin-devlet-deep-state-gercekte-kim/

“Derin Devlet” sözü bir çok ülkede, üzerinde en çok spekülasyon yapılan kavram, sanırım.

5-6 yıl öncesine kadar, birisinin şüpheli hareketleri, ulaşabildiği yerlerin-çözebildiği işlerin profilinin yüksekliği, “hayrola derin devlet mi?” sorusu ile karşılaşmasına neden olurdu.

Şimdilerde filmleri bile yapılır oldu.

Kosova’da bu meseleye işaret eden enteresan bir olayla karşılaşmıştım. Bu olay, gazeteci olarak bana, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı konusunda ciddi bir ders oldu. Standart parametrelerle ve standart dışı parametrelerle bakmak, “double check” adet oldu bende.

Kosova’nın bağımsızlığını kazanması ve bağımsız devlet olarak inşası sürecinde; “Arnavut milliyetçiliği” tek parametre olarak belirlenmiş, Arnavut tarihi, kültürü, gelenekleri, İslam’a bakışı, Osmanlı tarihine bakışı, Türkiye’ye bakışı, bu süreçte yeniden tanımlanmıştı. Arnavut’un dini “Arnavut olmaktır” denecek ölçüde, tek parametre “nasyonalite” idi. Bağımsızlığa giden yol ve yeni devletin inşasındaki bütün kurumsal yapılar, bu temel ölçüye göre yetiştirilmiş insana ve bu çerçevede oluşturulmuş ideolojilere-fikirlere dayandırılıyordu.

Yugoslavya devletinden, uluslararası bir “uzlaşı projesi” olarak kurulduğundan beri, “Vatikan” rahatsızdı aslında. İki nedeni vardı bunun: Birincisi “dinsiz devlet” kavramına karşıydı Vatikan; ikincisi ise, “Katolikler” Balkanlardaki “hinterlandını” kaybetmekten rahatsızdı.

Vatikan bu durumu ters yüz etmek için, yıllarca, sabırla çalıştı. Yugoslavya devleti varlığını sürdürürken, Arnavutlar için; alternatif eğitim kurumları kurulması, yeni kitapların hazırlanması, dağ-mağara ve bodrum okullarında illegal eğitim kurumlarının oluşturulması ve bu fikre uygun yeni nesillerin yetiştirilmesi, işte bu çalışmalar sonucu gerçekleştirildi.

Dini saf dışı bırakan Arnavut milliyetçiliği, Arnavutların yeni tarihi, Arnavutların İslam’a yeni bakışı, Arnavutların bütün kültür normları bu plan çerçevesinde değiştirildi. Geleceğin Kosova güç merkezleri bu çerçevede şekillendirildi. “Arnavut’un derisini kazısan altından haç çıkar” güzellemesi de, bir yandan bütün dimağlara nakşediliyordu.

Reklam

Bu sürecin yıldızı, şüphesiz Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) idi. Kosova Katolik icmasının iddiasına göre, Vatikan UÇK’yı da savaşa hazırlamıştı.

Siyasetin ve sivil toplumun güçlü aktörleri de “Arnavut milliyetçiliği” etrafında şekillendiriliyordu. Bu konuda en ileri siyasi hareket “Kendin Karar Ver-Vetevendosje Hareketi” ve onun genç lideri Albin Kurti idi. Albin Kurti, Kosova ölçeğinde bir “Arnavut milliyetçiliği” ile yetinmiyor; aynı zamanda Arnavutluk’la birleşmeyi, Makedonya Arnavutları ile güçlü beraberliği düşünen bir fikri de öngörüyordu. Geleceğin başbakanı gözüyle bakılan Albin Kurti, Vatikan’ın bütün kurgularına uyuyor gözüküyordu. Arnavut milliyetçiliğinin “kalesi” oydu. Senaryo belli, “esas oğlan” belliydi. Görüntü buydu.

Son seçimde beklenen oldu ve Albin Kuti’nin Vetevendosje hareketi birinci oldu. Başbakan olması bekleniyor, en azından koalisyonun büyük ortağı olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Seçim sürecinde Albin Kurti kendisinden pek umulmayan birkaç cümle sarf etmişti, “İslam bir tehdit değildir, ekstremistlerle ve İslamofobi ile mücadele edeceğim, başörtülüler devlette çalışabilir.” Bu cümleler, sıradan bir cümle gibi geldi bir çoğuna, ancak bu cümlelere çok dikkatle bakanlar da vardı. Vatikan’ın senaryosunu bozan bu cümleler, bir yere not edilmiş olmalıydı. Parti karıştı. Albin Kurti’nin partisindeki 31 vekilden 11’i istifa ettirildi, başkent Priştine’nin belediye başkanı Albin Kurti’den ayrıldı. Albin’in halktan aldığı oylar, masabaşı oyunuyla “hiç” mertebesine indirilmişti. Sonra Kosova savaşının bütün “UÇK” komutanlarının partileri bir araya getirilerek yeni hükümet komutanlara kurduruldu.

Bu olay beni çok düşündürdü. Albin kimin ayağına basmış, hangi yanlışı yapmıştı? Kosova’da esas güç kimdi, Kosova’nın rolü ne olarak belirlenmişti? Albin bilmeden hangi oyunu bozmaya kalkmıştı? Kosova derin devleti mi devredeydi? Albin’in partisini parça parça eden, “UÇK” komutanlarının partilerini bir araya getirip hükümeti kurdurtan ve asla yıktırtmayan kimdi? Kosova derin devletini Vatikan mı kurgulamıştı? Kosova’nın kırmızı çizgisi “İslamiyet” olarak mı belirlenmişti? Kosova’nın yüzü Vatikan’a mı dönük olmalıydı?

Kafam karma karışık olmuş, cevabını bulamadığım sorular beynimde fırtınalar yaratmıştı.

Gelelim Türkiye’ye. Türkiye’de mesele daha da kompleks gözüküyor.

Derin devlet kavramı Türkiye’de de çok etkili biliyorum. Kavramın oradaki izlerine de bakmaya çalıştım. Yalnız 3-4 yıldır, derin devlet kavramını pek kimsenin kullanmadığının da farkındayım. Bu derin devletin etkisizleştirildiği, ya da Türkiye’de defteri kapattığı anlamı mı taşır? Sanmam.

Önce, Türkiye’de bu konuyla ilgili önemli figürlerin “derin devlet” tanımlarına bakalım.

Reklam

Süleyman Demirel’in derin devlet tanımı, yıl 2005: “Derin devlet devletin kendisidir. Askerdir derin devlet. Cumhuriyet’i kuran askerler, kurulu nizamın yıkılmasından daima korku duyar”. “Devleti yıkılma sınırına getirmediğiniz sürece, derin devlet hareket halinde değildir”.

Demirel’in tanımına bakarsak; cumhuriyeti kuranların, ki onlar askerler, belirlediği bir devlet yapısı var ve ordu bunun koruyucusu ve kollayıcısı. “Görünene” itibar etseniz, Demirel’in “derin devlet askerdir” tanımı doğru. TC Devletini, CHP’yi kuran onlar. 1960-1971-1980-1997 darbelerini yapan, siyasete çeki düzen veren onlar. Askerler “dediğini yaptırabilecek” en önemli silahlı güç, bu doğru ve bundan ötesi bir anlam yüklemek, aşırı zorlama.

Demirel’in tanımlamasını güçlendiren, 2000-2003 yıllarında (AKP’ye darbe yapma çalışmalarının yapıldığı yıllar), Türkiye’de görev yapan, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un 2003 tarihli kriptosu. “Şahin generaller, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e her an muhtıra verebilir ve istifasını isteyebilirler”. “Şahin generaller: Şener Eruygur, Çetin Doğan, Hurşit Tolon, Fevzi Türkeri, Tuncer Kılınç” diyordu. Tanıdınız mı bu isimleri?

Kimdi bu ekip? “Muhafazakar-dindar bir partiyi iktidarda görmekten tüyleri diken diken olanlar”, Erbakan’ı iktidardan uçurdukları gibi, AK P’yi de “uçurmayı” planlayanlar. Sonra?

Bülent Ecevit ise, 2005’de; “Türkiye’de bir derin devlet olayı var. Derin devlet kontrgerilladır. Ama herkesin derin devleti farklıdır”, “1974 yılında Genelkurmay Başkanı örtülüden para istedi, yüklü bir miktar. Ne için diye sordum. Özel Harp Dairesi için dedi. Daha önce bu dairenin parası Amerikalılar tarafından verilirmiş” diyor ve derin devleti “kontrgerilla” olarak açıklıyordu.

Tayyip Erdoğan 2007’de: “Derin devletin varlığına katılmıyorum diye bir şey yok. Katılmıyorum olur mu, neden (derin devlet) olmasın. Türkiye Cumhuriyeti döneminde başlamış bir şey de değil. Ta Osmanlı’dan. Bu gelenekten gelen bir şey zaten. Ama bunu minimize etmek, mümkünse yok etmek, bunu başarmak gerek” diyerek, derin devleti “İttihat Terakki’ye ve Teşkilât-ı Mahsusa’ya”, yani Osmanlı’nın yıkılması şartlarını hazırladığına inandığı, siyasal oluşuma ve onun devlet inşasına kadar götürüyordu. Bu “dindarların” genel kanısıydı.

Necmettin Erbakan; “Ergenekon davası, TSK’da ABD karşıtlarının tasfiyesidir” diyerek, derin devlet kavramına, Erdoğan’dan çok farklı bir anlam yüklüyordu. Neden?

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan; “Bizden yukarıda öyle bir örgüt var ki, her şeyi o tezgâhlıyor, biz uyguluyoruz” diyordu. Kayacan bir üst akıla işaret ediyordu.

CHP genel başkan yardımcısı Özgür Özel; “Türkiye’de bir başka mekanizma, bir başka dinamik var, hepsini birden yönetiyor. Bir başka mekanizma devreye giriyor ve birbirine en ağır hakaret edenleri birbirine dost, ahbap yapabiliyor, birden çok partiyi kontrol eder bir şekilde Türkiye siyaseti üzerinde (derin devletin) bir vesayet kurduğuna ben şahsen inanıyorum” diyordu.

Solcuların yorumu; “Türkiye’de bir derin devlet var ama bu Amerikan derin devletinin uzantısı”. “Dindarlar ve milliyetçiler de bu Amerikancı derin devletinin yerli işbirlikçileri”. “Komünizm ile mücadele için NATO Gladio’yu kurmuş, Türkiye’de ise 1952 yılında Kontrgerilla teşkilatlandırılmış”. Doğu Perinçek’in yol arkadaşı, emekli Tümamiral Soner Polat, “dünyada NATO Gladyosu’nu yenen, tasfiye eden ilk ve tek ülke Türkiye’dir ve bunu Erdoğan başarmıştır” diyor.

Eski istihbaratçı Mahir Kaynak da, derin devleti “ülkenin geleceğini planlayan ve bunu gerçekleştirmek için politikalar üreten bir akıl” olarak nitelemiş.

Arşivleri karıştırsak daha çok tanımlama bulabiliriz, öyle gözüküyor. Derin devlet konusunda yapılan tanımlar, herkesin görebildiği parçalar ve karşılaştıkları olaylar ile sınırlı. Solun tanımı farklı, sağın tanımı farklı, dindarınki daha farklı. Tanım farklılığı derin devletin çok çeşitli enstrümanlara sahip olması ve çok cephede hareket edebilmesi ile ilgili. Ordu, siyaset, istihbarat, finans, sivil toplum, fikir hareketleri, din, terör örgütleri vb. içerisinde, derin devlet var. Derin devletin içerisinde olmadığı hiçbir yapı yok.

Zamanın ruhu, solu hareket ettirmeyi gerektiriyorsa, sol enstrümanlar hareket eder, sağın içindekiler, karşıt konumda dahi olsa, esas aktörün işini kolaylaştırıcı şekilde tavır alır. Dindar cephe hareket ettirilmek istenirse, dindar enstrümanlar hareket eder, diğerleri onun işini kolaylaştırır. Dışarıdan bakanlar sadece harekete geçen parçaları görür. Zaman gelir, terör örgütleri azdırılır, zaman gelir, milliyetçi kuvvetler harekete geçirilir. Ülkeyi istikametinde tutmak tek bir unsurun boyunu aşarsa, sol unsurlar dindarlarla, milliyetçiler dindarlarla bir araya da getirilir. Daha da yetmezse, farklı unsurların içindeki derin devletle çalışan yapılar, kendi kurumunu parçalar ve esas mücadeleyi yapan unsuru destekler.

Derin devlet, yerli de değil, milli de değildir. Kendisini kurgulayan “üst aklın mensubiyetini taşır”. Derin devlet, kendi üzerindeki “yabancı” olan “yönetici bir güç-üst akıl” tarafından yapılandırılır. Bu güç, global sistem içinde bir rol verilen ülke için kurgular derin devleti. İşte kurgulanmış derin devlet, ülkeyi “belirlenen istikamette tutmakla görevlendirilir”. Biz bu istikamette tutma oyunlarını, gerçekmiş gibi algılar ve tavırlarımızı belirleriz.

Parçalar inandırılmış fikirlerle hareket ederler. Farklı inançlar, dolaylı tutumla da olsa, aynı hedefe hizmet edebilirler. Fikirlerin etrafında kümelenenlerin, derin devletten asla haberleri olmaz. Ancak fikirlerin arasına öyle bir nüans ilave eder ki üst akıl, farklı fikir grubu fikirlerinin tam zıttı bir hedefe yönelebilecek kıvamda tutulabilir. Bu yöntemle, grup istenilen hedefe yöneltilemezse, parçalanır, etkisizleştirilir, muhalefeti sınırlandırılır.

Parçaların içinde hareket edenler, her zaman kendilerinin en doğruyu yaptığını, en vatansever olduğunu, diğerlerinin de “hainimsi” olduğunu düşünür.

Bu şablonu Türkiye için uygularsak, son yüz yılda meydana gelen olayları nasıl okuyabiliriz?

Osmanlı yıkıldı, petrol ve kritik alanlar paylaşıldı. Tablo buydu. “Etrafıyla ilgilenmeyecek, oyunu bozmayacak ve Kürt meselesini çözemeyecek” bir Türkiye, bu tabloyu tamamlayıcı olarak belirlendi. Türkiye hep bu istikamette tutuldu. Sınırı aşmak isteyenler etkisizleştirildi.

Bakmayın siz binlerce “detay” olaya. Son resim ne? Dışarıda bir milim kımıldayamamış, aksine sıkışmış bir Türkiye, içeride de Kürt meselesini çözememiş bir Türkiye. Diğer yorumlar palavra. Demek üst akıl işini görmüş, kurduğu derin devlet de güzel çalışmış. Solcu, sağcı, dindar, milliyetçi, ocu-bucu, ufak lokmalarla tatmin edilmiş. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş.

Halk, aydınlar, siyasi kadrolar ve bürokrasi; geminin gittiği yön konusunda yönlendirici olamadan, sadece geminin gidip-gitmediği, geminin dökülen boyaları, bozulan makinaların tamiri, içindekilerin kılık ve kıyafetleri, gemi içinde kurulacak nizam, gemi bölmeleri arasındaki mücadeleler, gemi içindekilerle ilgili istihbarat, gemi içindekiler için ordu kurulması, gemi içinin dizaynı gibi, neticesiz bir kargaşa içinde enerji tüketmiş. Çabaların hiç biri geminin yönünü belirleyememiş. Hiçbir siyasi hareket ve siyasi lider de kuşatılmışlığı parçalayabilecek, oyunu bozacak bir hikaye yazamamış bu millete. Yazmak isteyene de derin devlet gereğini yapmış. Herkes içerisinde olduğu parçanın hikayesini yazmış, oynamış ve bununla mutlu olmuş. Elbette başarılar da bu parçanın içiyle sınırlı kalmış.

Türkiye’de gerçek derin devletin ve üst aklın varlığını belirleyebilmiş olan var mı? Şüpheliyim. Önemli insanların tanımlarını yukarıda okudunuz.

Bugün için bir işaret-şablon var mı derseniz? Size sadece “demokrasi şablonunu kullanın” diyebilirim. Demokrasi şablonu, kimin nerede durduğuna dair önemli ipuçları verir.

DERİN DEVLET DOSYASI /// VİDEO : DERİN DEVLETİN TETİKÇİSİ (!) YEŞİL VE YARATILAN SUNİ EFSANESİ !!!!! (17 ADET VİDEO)


VİDEO LİNK :

  1. https://youtu.be/mEtn2WjLk_k
  2. https://youtu.be/Qpcl4EYjqvk
  3. https://youtu.be/AzTda3hyZPo
  4. https://youtu.be/e7YIL2dbIC8
  5. https://youtu.be/Pf2G5qHhoJk
  6. https://youtu.be/5FQN6gLPMMA
  7. https://youtu.be/ahvOhWMg62o
  8. https://youtu.be/8v_NFMi30yw
  9. https://youtu.be/WjLUSxvrBjE
  10. https://youtu.be/x28njgZXKs8
  11. https://youtu.be/uMGe_Y2UUks
  12. https://youtu.be/eYjvg7SSQMM
  13. https://youtu.be/ETPatbglirk
  14. https://youtu.be/RimbqNnM3Co
  15. https://youtu.be/e7YIL2dbIC8
  16. https://youtu.be/k1tu8IdkRi8
  17. https://youtu.be/edoDVNpwXHA

DERİN DEVLET DOSYASI : AMERİKAN DERİN DEVLETİNİ ANLATAN BİR VİDEO – Deep-State Heart Revealed (İNGİLİZCE)


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=KTt8c9LYhdg&feature=youtu.be

Headlines With A Voice

4 Oca 2018 tarihinde yayınlandı

Deep-State Heart Revealed … The Washington D. C. Deep State is a group of 8,156 appointed mangers in 75 federal agencies that control the power and tell the new political appointees what they can and cannot do. Yes, that’s right, the Deep State is an official government program, well-organized, comprehensive, and “in charge.” …

LİNK : https://www.opm.gov/policy-data-overs…

LİNK : https://federalsoup.com/articles/2012…

LİNK : https://www.opm.gov/policy-data-overs…

LİNK : https://www.opm.gov/policy-data-overs…

LİNK : https://www.opm.gov/policy-data-overs…

LİNK : https://www.federalregister.gov/docum…