ÇOCUKLARIMIZ DOSYASI /// Mustafa ACER : SIBYAN ÇOCUKLARI ARAPLAŞTIRMA PROGRAMI


Mustafa ACER : SIBYAN ÇOCUKLARI ARAPLAŞTIRMA PROGRAMI

26. 06. 2020

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu hafta Cuma Hutbesinde; Çocuklar için İnternet kanalı ile verilecek Arapça kurslarına katılma çağrısı yapıldı. Bu konunun ne kadar sakıncalı ve uygulanmasının toplum yapısına ne kadar zarar vereceğini görmek gerekir.

Çocukların 12 Yaşına kadar soyut, mecaz ve izafi kavramları doğru olarak anlaması ve yorumlaması mümkün olmadığı bilimsel bir gerçektir. Ona rağmen hiçbir Pedagojik eğitimi ve bilgisi olmayan imamların çocuklara Arapça öğretmek için kurs vermesi, çocuklara anlamaları mümkün olmayan soyut kavramlarla dini bilgiler vermeye çalışmaları doğru değildir. Küçük yaştaki çocukların; Allah, Cennet, Cehennem, Namaz, Oruç, Günah, Sevap, Dua kavramlarını tam anlamı ile kavramaları mümkün değildir. Bunların çoğu soyut ve Dini ritüeller şeklindeki kavramlardır. Çocuklar, bu kavramları Ancak pedagojik olarak uygun yaşa geldiğinde kavrayabilirler.

Dini öğreteceğim diye hurafeleri öğreten imamların da çocukların psikolojik yapısına çok büyük zararlar verdiği bilinmektedir. Bu öğretilerin etkisinde kalan çocukların; ilerde telafi edilemeyecek psikolojik depresyonlara sürüklenebileceğini görmek gerekir. Örnek olarak:

  • İslamiyet’i hurafelerle anlatan İmamlardan aldıkları bilgilerle “Çocukların günahları olmuyormuş, öldükleri zaman doğrudan Cennete gideceklermiş. Ben de günahsız olarak ölmek ve Cennete gitmek istiyorum” diyebiliyor.
  • “Allah günah işleyen çocukları taş yaparmış, bu dağlarda gördüğümüz kayaların hepsi insandı da günah işledikleri için taş olmuşlar” diye bir inanca kapılabiliyorlar.
  • Yemek duasını unutan çocuk “Hoca dua etmeden yemeğe başlamayın dedi, ben duayı unuttum yemek yiyemem” diyebiliyor.
  • Tuvalete giderken okunacak bir dua diye öğretilen çocuk “Tuvalet duasını unuttum, ben tuvaletimi yapamam” diyebiliyor.
  • “Allah günahkarları cezalandırır” diye öğretilen çocuk, “Allah’ın sopası var da döver” gibi anlayabiliyor.
  • Her imam; Cennet ve Cehennem kavramlarını, kendi kafasından oluşturduğu şekilde anlatıyor. Bu kavramlar Allah tarafından Kuran’da bile net olarak açıklanmamıştır. Geleceği ancak Allah bilir. Allah Kuran’da Peygamber’e “Tebliğ etmek sana, takdir etmek bana aittir” diyerek bu konuda yorum yapılmasına müsaade etmemiştir.
  • Daha birçok konuda uydurulan hurafeler çocukların kavrama yeteneğinin ötesinde olduğu için çocuklar anlamıyor ve bunalıma giriyorlar.

Bu tür sakıncalar olmasına rağmen; çocuklara Din adı altında hurafeleri öğretmeye kalkarsanız, psikolojik sorunları olan bir nesil yetiştirmiş olursunuz. Bu durum, ülkenin geleceğine yapılacak en büyük kötülük olur.

İslamiyet iyi insan olmak için gönderilmiş bir dindir. İbadet etmekle insan, ancak kendi nefsini terbiye edebilir. İbadet yapıyor ama iyi, yardımsever, topluma yararlı işler yapan insan olmuyorsanız Allah’ın takdirini kazanmanız mümkün değildir. Kuran’ın hiçbir Ayetinde ibadet ederseniz Cennete girersiniz demiyor. “Allah’ı çok anın ki nefsinizi kötülüklerden arındırın” deniyor. Fakat salih (iyi, faydalı) işler yaparsanız Cennet ile müjdelenirsiniz diyor. Cenneti hak etmek istiyorsanız; topluma faydalı işler yapmayı, yalan söylememeyi, kimsenin hakkına tecavüz etmemeyi, kötülük yapmamayı, kötü söz söylememeyi, iftira etmemeyi, insan öldürmemeyi ve iyi insan olmayı bilmelisiniz.

Bu arada 26 Haziran Cuma günü Kocatepe Camisinde Cuma namazı sünneti kılınırken bir taraftan da hopörlerden salavat getiriliyordu. Namaz Kuran’da salat (dua) diye ifade edilir. Yani Namaz, duanın ritüel olarak Allah’a yakarış şeklidir. Namaz kılarken Allah ile kulu arasına başka bir şey giremez. Namaz sırasında dışardan birisinin salavat getirmesi ile daha iyi bir ibadet edilmiş olmaz, namaz sakatlanmış olur.

Diyanet İşleri Başkanlığı İslamiyet’i doğru yaşamayı öğreteceği yerde, Arapça kurslarla Toplumu Araplaştırmaya çalışmasın, Eğitim ve öğretimi Milli eğitim Bakanlığına bıraksın.

Kuran; sadece Araplara değil, bütün İnsanlığa gönderilmiştir. İslamiyet Arapların dini değil bütün insanlığın dinidir. Kuran da Peygamberin bulunduğu toplum anlasın diye Arapça gönderilmiştir. Yani Arapça kutsal bir dil değil, Kuran manası ile kutsaldır.

14. İbrahim Suresi 4. Ayet “Ve gönderdiğimiz her Resulü, bulunduğu kavmin dili ile gönderdik ki onlara bildirsin. Sonra da Allah dilediğini delalette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O öyle hakim ve azizdir.”

Benzer şekilde Tarikat ve Cemaatler de toplumu Araplaştırmak için uğraşmasınlar, Gerçek İslam Kuran’da tanımlanmıştır. Kuran’ı anladıkları lisanda okusunlar ve manasıyla uygulayacak şekilde öğrensinler.

SİYASİ DOSYA /// Mustafa ACER : TÜRK SİYASETİNDE DIŞ YÖNLENDİRMELER


Mustafa ACER : TÜRK SİYASETİNDE DIŞ YÖNLENDİRMELER

25. 11. 2019

Egemen Dış Güçler Türkiye siyasetini kontrol altında tutarak kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.

Atatürk hayatta olduğu dönemde bu çabalara fırsat vermemiş ve bağımsızlığımızın korunmasını başarı ile sağlamıştır.

II. Dünya savaşı sonrası 1947’de Marshall Yardımı, 1949’da ABD ile ortak Eğitim Komisyonu kurulması, ABD ile ortak çalışma amacıyla birçok İkili anlaşmalar yapılmıştır. Türkiye 1951’de NATO’ya girmiş, 1959’da Avrupa Birliğine üyelik müracaatında bulunmuştur.

ABD Türkiye Büyükelçisi 1957’de “Türkiye’deki önemli Kuruluşların başına ABD dostlarını getirdik” diyor.

ABD Başkanı Johnson, 1964’te “Bizim ile görüşmeden Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesine şiddetle karşı çıkacağız ve NATO silahlarının kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz” diye sert bir uyarı mektubu göndermişti.

ABD; 1960 yılından sonra Türkiye’ye Barış Gönüllüleri adı altında misyoner ve etki ajanları göndermişti.

1990 Yılı ve sonrasında Egemen dış Güçler; Türkiye’de seri cinayetlerle Türkiye’yi baskı altına almış ve Ülkenin geleceğini kontrol etmek istemiştir.

AKP Egemen dış Güçler tarafından iktidara getirilmiş, karşılığında Uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda, programlar yürütülmüştür. BOP Eş-başkanlığı kabul edilmiş, Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesine fırsat verilmiş, demokratik açılım ile ayrımcılığa göz yumulmuş, Türkiye’nin kaynakları ve Fabrikaları özelleştirme adı altında yabancılara ve yandaşlara satılmış, federasyon için altyapı kanunları hazırlanmış, Cemaatlerle işbirliği yapılarak ulusalcılar tasfiye edilmek istenmiş, Yolsuzluklarla kişisel menfaatler sağlanmıştır.

Lütfi AKDOĞAN 13 Ağustos 2015 tarihinde “1950’den sonra Türkiye’de iktidarları Egemen dış Güçler belirledi” diyor.

Egemen dış Güçler Türkiye siyasetini dizayn etmek için uğraşırken bu konuda da başarılı olmuşlardır.

CHP’de Deniz BAYKAL da, Kemal KILIÇDAROĞLU da AKP’nin İktidarda kalması için destek vermiştir.

Sayın Deniz BAYKAL; Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Siyasette önünü açarak Egemen dış Güçlerin projelerine hizmet etmesini sağlamıştır. Daha sonra Egemen dış Güçlerin emellerine hizmet etmediği için Cumhurbaşkanı yapılmadığı gibi 2010 Yılında bir kaset komplosu ile de CHP Liderliğinden de düşürülerek, Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun CHP Lideri olması sağlanmıştır.

Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU 10 Yıl süren CHP Liderliğinde 10 defa seçime girmiş ve her seçimde de başarısız olmasına rağmen Liderlikte kalması için parlatılarak orada kalması sağlanmış ve AKP’nin İktidarda kalması için CHP’ye bir fren mekanizması oluşturmuştur.

Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU;

Atatürkçüleri CHP’den tasfiye etmiş,

CHP’nin kurucu değerlerinden kopuşu ile Atatürk İlke ve Hedeflerinden uzaklaştırılması sağlanmış,

Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında gerekli mücadeleyi vermemiş, Silivri’de tutukluları ziyaret etmemiş,

Çözüm sürecine karşı çıkmamış,

Etnik Ayrımcılığa karşı çıkmamış ve dini ayrışmada Alevi grupların yönetimde etkili olmasını sağlamış,

ABD Büyükelçisi ile özel görüşmeler yapmış ve ABD Düşünce kuruluşları ile toplantılara katılmış,

Dincilerin CHP’de yer almasını sağlayarak takiye yapmış,

FETÖ’cülere toleranslı ve destek verecek şekilde tavır almış,

Ankara’dan İstanbul’a FETÖ’cüler ve bölücülerle Adalet yürüyüşü yaparak parlatılmak istenmiştir.

***

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; bir CHP’li ile görüşerek “Sizi CHP’nin başında görmek isteriz” dediği ifade edilmektedir.

Bu olay gerçek olmadığı halde, Egemen dış Güçlerin kurguladığı Sayın KILIÇDAROĞLU’nun CHP Liderliğinde kalmasının sağlanması için yapılmış olan bir operasyondur. Bu konuyu kurgulamak için dış Güçlerin güdümündeki FETÖ’cüler kullanılmış olabilir.

Amaç; CHP’nin güçlenmesinin, Atatürk İlke ve Hedeflerinde Kuruluş değerlerine sahip çıkmasının önüne geçmektir. Kim CHP’ye Liderlik için rakip olarak çıkacaksa, “Sayın ERDOĞAN ile görüşmüş olabilir” şüphesi yaratılmak istenmektedir.

Ülkenin kurtuluşu için Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP’nin Atatürk İlke ve Hedeflerinde Kuruluş değerlerine sahip çıkaran kadroların yönetiminde ülkenin kaderinde söz sahibi olması kaçınılmazdır. CHP Yönetimi ilk Genel kurulda değiştirilerek, Atatürkçü kadrolarla ülkenin geleceğine sahip çıkmalıdır.

***

Egemen dış Güçler; Türkiye’yi dönüştürmek istedikleri Yeni Osmanlıcılık modelinde, ülkenin Etnik ve Dini temelde federasyonlara ayrıştırılarak üniter yapının bozulmasını arzu etmektedir. Bu yapmak istedikleri planlarını da açıkça ifade etmektedirler. CIA yetkilisi Graham Fuller Türkiye raporunda “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır. Toplumda Etnik kimliklere kendilerini ifade etme hakkı verilmelidir” diyor.

AKP Hükümetleri de bu yapıyı oluşturmak için Egemen dış Güçlerin istekleri doğrultusunda Cumhurbaşkanlığı Yönetim sistemi dahil gerekli kanun ve düzenlemeleri adım adım yapmaktadır.

Türkiye Siyasetinin Egemen dış Güçlerin güdümünden kurtarılması gerekmektedir. Bu da ancak Türk Milletinin kendi kaderine sahip çıkması, dış Güçlerin yönlendirmelerine fırsat vermemesi ile sağlanabilir.

Mustafa Kemal ATATÜRK Amasya bildirgesinde “Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır” diyerek ve Türk Milletine güvendiğini “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” diyerek ifade etmiştir.

Türk Milleti; Egemen dış Güçlerin Siyasette yapmak istediği yönlendirmeleri boşa çıkaracak, kendi bağımsızlığına sahip çıkacaktır.

Ülkemizin kurtuluşu; kuruluş değerlerine sahip çıkmakla mümkün olacaktır.

Türkiye’nin dönüştürülmek istendiği güdümlü siyaset karşısında bağımsızlığımızın önemine vurgu yapan Sayın Prof İlber ORTAYLI “Bir tarafta Abdulhamit Han beklerken, bakarsınız ATATÜR çıkagelmiş” diyerek Türk Milletinin dış yönlendirmelerden etkilenmeden kendi kaderine sahip çıkacağına inandığını ifade etmek istemiştir.

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// MUSTAFA ACER : OSMANLI DÖNEMİNDE ERMENİ KIRIMI YAPILMAMIŞTIR


MUSTAFA ACER : OSMANLI DÖNEMİNDE ERMENİ KIRIMI YAPILMAMIŞTIR

Not: Bu yazı Sayın Uluç GÜRKAN’ın kitabından özetlenerek hazırlanmıştır.

“Ermeni katliamı suçlaması yargılama ve karar” (Kaynak Yayınları 2015)

TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİNDE TARİHİ GERÇEKLER:

Tarih boyunca Türkler ve Ermeniler aynı coğrafyada birlikte, dostluk ve iyi ilişkiler içerisinde yaşamışlardır.

Osmanlı devletinde de sadık kavim olarak bilinmiş ve Devlet görevlerinde yer almışlardır.

Ermeni ihtilalciler 1886 yılında Cenevre’de Hınçak Örgütünü kurmuşlardı. 1890 yılında Tiflis’te faaliyete geçen Taşnaksutyun Örgütü ise, bütün terör örgütlerini bir araya getirerek “Ermeni İhtilal Cemiyetleri” ittifakını oluşturdu.

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletini parçalamayı planlayan Müttefik devletler; Ermenileri bağımsız devlet kurma vadi ile kışkırtarak, Doğu Anadolu’da isyan çıkarmalarına destek vermiştir.

Bazı Ermeni gençleri Rus birliklerine katılarak Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından işgal edilmesine yardım etmişlerdir.

Bu dönemde Taşnak ve Hınçak Partileri faaliyetlerine hız vermiş ve Doğu Anadolu’da Türk kıyımı yapmak için köy ve şehir baskınları ile sivil halkı kırımdan geçirmişlerdir. İsyanlar bölgeye yayılmış; Yozgat, Kayseri, Merzifon, Erzurum, Zeytun (Maraş), Sason (Siirt), Muş, Bitlis, Van, Şebinkarahisar’da sivil halk Ermeni çeteleri tarafından katledilmiştir.

Bu dönemde karşılıklı çatışmalar olmuş, her iki taraftan da insan kayıpları meydana gelmiştir.

1918’de kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ohannes KAÇAZNUNU “Ermeni gönüllülerinin Türklere karşı direnişe geçtiğini” ifade etmiştir.

24 Nisan 1915’de çok sayıda Ermeni örgütü kapatılmış, İstanbul’da gözaltına alınan örgüt ileri gelenleri Ayaş / Ankara ve Çankırı’ya mecburi ikamete tabi tutulmuştur.

Ermeniler Mayıs 1915’de Van’ı işgal etmiş ve sivil halkı kırımdan geçirmiştir. Bu durum üzerine olayları yatıştırmak için zorunlu olarak 27 Mayıs 1915 tarihinde tehcir kararı alınmıştır. İsyanların yaygın bir şekilde bölge halkına zarar vermesini önlemek için Tehcir, askeri tehdit olan Ermeniler ve güvenliği tehlikede olan Ermenilerin korunması amacıyla uygulanmıştır. Tehcir uygulamasına cephe gerisinin güvenliğinin sağlanması amacıyla başvurulmuştur. Tehcir sırasında, Eşkıya saldırıları, açlık, hastalık ve yol koşulları nedeniyle kayıplar olmuştur.

Tehcir uygulamasına 1916 yılı sonunda son verilmiş, isterlerse Ermenilerin eski evlerine dönmeleri imkânı sağlanmıştır.

Amerikalı tarihçi Edward J. Etickson “Tehcir kararı, Ermenilerin yok edilmesi amacıyla alınmamıştır. Askeri tehdit olan Ermenileri kontrol etmek amacıyla alınmış bir karardır.”

Milletler Cemiyeti Mülteciler Y. Komiseri Fridtjof Nansen (Norveçli) 1921’deki raporunda; “Batılı müttefikler Ermenilere bağımsızlık vadettiler. Ermeniler müttefik ordularında Osmanlı kuvvetlerine karşı savaştılar. Bu savaşlarda 200.000 Ermeni asker öldü ve 500.000 Ermeni de Kafkasya’ya göç etti.”

Bernard Lewis Fransız Le Monde gazetesinde “Tehcirin gerekçesi meşrudur. Ermeniler tehcir öncesi köyleri talan etmiş, Türk varlığını yok etme girişimiyle toplu ölümlere neden olmuş, soykırım yapmıştır. İşgal orduların da desteği ile yerli sivil halkı katletmişlerdir. Osmanlı Hükümeti bu sorunu çözmek için tehcir kararı almak zorunda kalmıştır. Osmanlının Ermenileri yok etmek gibi bir uygulaması yoktur.”

YARGILAMA

İstanbul’u işgal eden İngilizler baskı ile savaş suçlarının incelenmesi ve yargılanması iddiasıyla 1919’da Osmanlı Divan-ı Harp Mahkemelerini kurdurur.

Bu mahkemelerde yargılanmaları için İngilizler, 23 Ocak 1919’da 173 kişilik bir listeyi tutuklanmaları için Osmanlı hükümetine verir. Daha sonra 3 ayrı liste daha verilir. 7 Mayıs 1919 tarihine kadar 112 kişi tutuklanarak Bekir Ağa Bölüğüne konur. Kanıt yoktur, sadece İngilizlerin verdiği listeler vardır.

Bu mahkemeler adaletsizdir; Savunma hakkı kısıtlıdır. Temyiz yolu kapalıdır.

Bu Mahkemenin kararları, Mahkemeyi kurduran İngilizleri de rahatsız eder.

Bu konuda Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Beyin Osmanlı Divan-ı Harp’teki sözde yargılanıp idamı bu konuda dönüm noktası olur.

Mahkeme Başkanı Hayret Paşa “Mahkeme heyetinin adaletle karar vereceğini” söyler. Fakat Sadrazam Damat Ferit Paşa Kemal Beyin idam edilmesi konusunda mahkemeye baskı yapar. Baskılar sonucu Hayret Paşa görevden ayrılır, yerine Nemrut Mustafa Paşa atanır.

Savunma hakkı tanınmadan yapılan yargılama sonunda idam kararı verilir ve 10 Nisan 1919’da Kemal Bey idam edilir.

11 Nisan günü yapılan cenaze törenlerinde olaylar ve tepkiler olur. Bu olaylar üzerine tutuklular “güvenlik gerekçesiyle” İstanbul’dan İngiliz sömürgesi Malta adasına sürülür. Önce 22 kişi ve daha sonra tutuklanan 78 kişi Malta’ya gönderilir. İleri gelen tutuklulardan 12 kişi Limni adasında 115 gün tutulur, 21 Eylül 1919’da onlar da Malta’ya gönderilir.

Osmanlı Divan-ı Harp yargılamaları ve kararlarından giderek daha fazla rahatsız olmaya başlayan İngilizler çareyi yargılamayı kendileri yapmakta ararlar. Bu mahkemeleri “maskaralık, sonuçlarına itibar edilemez” olarak niteleyen İngiliz İstanbul Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe 2 Haziran 2019’da Londra’ya gönderdiği telgrafta, savaş suçlularının İngiltere tarafından yargılanmasını ister. “İngiliz savaş esirlerine kötü muameleden ve Ermeni katliamından sorumlu olanlar” Malta’da yargılanacaktır.

Bu arada İngilizler, savaş suçlarını yargılamak için Kahire ve Batum’da mahkeme kurmuştur. Ancak Türk askerlerini yargılamak için delil bulmakta zorlukla karşılaşırlar ve yargılamalardan bir sonuç alamazlar.

İngiliz Yüksek Komiserliğinin teklifi ile Malta yargılaması devreye girmiştir. Malta’ya 145 Türk tutuklu götürülmüştür.

İngiliz Kraliyet Başsavcılığı Sevr Anlaşmasının 230-236. maddeleri gereğince geniş kapsamlı bir soruşturma başlatmıştır. Ermeni katliamı delili bulmak umuduyla Osmanlı arşiv belgeleri çuvallarla Londra’ya taşınmış, ayrıca Amerikan ulusal arşivinde incelemeler yapılmıştır.

1919 – 1921 yıllar arasında yapılan İngiliz Kraliyet Başsavcılığı soruşturması sonunda hiçbir Türk hakkında Ermeni katliamı suçlamasıyla dava açılamayacağı, bu konuda kanıt ve tanık bulunmadığı, eğer uluslararası bir mahkeme kurulacaksa burada ancak 8 Türk hakkında İngiliz esirlere kötü muamele yaptıkları iddiası ile dava açılabileceği belirtilmiştir.

İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın 29 Temmuz 1921 günlü bu hükmü, günümüz hukukunda “takipsizlik, kovuşturmaya yer olmadığı” kararı anlamındadır ve Ermeni soykırımı iddialarının hukuki ve tarihi hiçbir gerçekliği olmadığı kanıtlamaktadır.

Malta yargılamasında, Talat Paşa bulunmamaktadır. Çünkü Talat Paşa; İngiliz Başsavcının takipsizlik kararı verdiği 29 Temmuz 1921 tarihinden 4 Ay önce 15 Mart 1921’de Almanya’da katledilmişti. İngiliz ajan Aubrey Herbert Şubat 1921’de 3 gün süreyle Talat Paşa ile görüşmüştü. 1924’de yayınlanan “Ben kendim” adlı kitabında bu görüşmeden bahsetmiş, fakat Talat Paşa’yı suçlayıcı hiçbir ifadeye yer vermemiştir.

Talat Paşa ile arkadaşlarının Ermeni katliamı konusunda hiçbir kastlarının olmadığı, 1915 Osmanlı Divan-ı Harp Mahkemeleri’nin kararlarıyla da kanıtlanmıştır. Savaş devam ederken kurulan bu mahkemelerde Osmanlı Devleti, tehcir sırasında yaşanan olaylar nedeniyle, 528’i güvenlik, 170’i kamu görevlisi ve 975’i halktan olmak üzere 1673 kişi tutuklu olarak yargılamıştır. 67’i ölüm, 524’i hapis, 68’i kürek ve 711’i pranga, sürgün, para cezası olmak üzere toplam 1370 kişi cezalandırılmıştır.

Savaş koşullarında yapılan bu yargılama Osmanlı Devleti’nin katliam kastı olmadığı açıkça ortaya koymaktadır.

ULUSLARARASI YARGI

Uluslararası yargı organlarının kararları da Ermeni soykırımı iddialarını çürütmektedir:

1) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Avrupa Adalet Divanı (AAD), İngiltere Kraliyet Başsavcılığı (Malta Süreci) ve Fransa Anayasa Komisyonu konu hakkında inceleme yapmış Osmanlı Devletini suçlayan bir karar verememiştir.

2) UAD 03 Şubat 2012’de verdiği karar ile “Yabancı ülke yerel mahkemesi, başka ülkelerdeki olaylarla ilgili hukuki karar veremez” denmektedir. Bu karar ile “Ermeniler 1915 olayları nedeniyle başka ülkede dava açamaz” olduğu anlaşılmaktadır.

ERMENİLERİN REFERANS GÖSTERDİĞİ KAYNAKLAR:

Ermeni soykırımını gündeme getirenler, 1916-1920 yılları arasında yayınlanmış dört kitabı referans almaktadır. Oysa bu kitaplar, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından Ermeni katliamı konusunda hukuki delil niteliği taşımadığı için dikkate alınmamıştır:

– Tarihçi Arnold Toynbee tarafından yazılan İftiralarla dolu “Mavi kitap” hiçbir belgeye dayanmamaktadır. Bir savaş propagandası olarak yazılmıştır. Toynbee; İngiliz Hükümetinin istekleri doğrultusunda gerçek dışı tarih yazdığı için zamanla rahatsızlık duymuştur.

– Büyükelçi Morgenthau’nun öyküsü 1918

– Din adamı Johannes Lepsius’un “Almanya ve Ermenistan 1914 – 18” 1919

– Osmanlı Ermeni’si Aram Andonian’ın “Naim Beyin anıları: Ermeni tehciri ve katliamları ile ilgili resmi Türk belgeleri” 1920

PARLAMENTO KARARLARI:

24 ülke 2 uluslararası kuruluş Parlamentolarınca alınan Ermeni soykırımını tanıma kararı sayısı 50’yi aşmıştır.

– İlki 1915’de Rusya, Fransa, İngiltere ortak savaş propagandası kararı ile Türklerin Ermenileri katlettiği bildiridir.

– 1920’de ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosunda onaylanmıştır.

– 1990 Yeni Dünya düzenine geçişe kadar 5 Adet Parlamento kararı varken (2 ABD, 1 AB, 1 G. Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, 1 Uruguay Parlamentosunda alınmış kararlardır. 1990 sonrasında 45 üzeri karar daha alınmıştır.

Ermeni soykırım iddiaları; Ermeni Asala terör örgütünün 1973 – 1984 yılları arasında Türk diplomatlara karşı düzenlediği suikastların yapıldığı döneme kadar gündeme gelmemişti. O dönemde çoğunluğu diplomat ve yakınları olmak üzere 42 şehit verildi. En son 15 Temmuz 1983’de Fransa’nın Orly Havaalanında düzenlenen bombalı saldırıda 2 Türk, 4 Fransız, 1 Amerikalı ve 1 İsviçreli hayatını kaybetmişti. Bu olay üzerine Asala terör örgütü ve faaliyetleri bitirilmişti.

1993’te Samuel Hantington tarafından yazılan ve 1996 yılında kitap halinde yayınlanan; dinsel ve etnik farklılaşmayı körükleyen “Uygarlıklar çatışması” tezinden sonra, bazı ülkelerin Parlamentoları arka arkaya “Ermeni soykırımını tanıma” kararı almışlardır.

Parlamentoların “Ermeni Soykırımını tanıma” kararlarının tarihi gerçekliği ve hukuki geçerliliği yoktur. Bu kararların tamamı siyasidir.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ:

1948 BM Soykırım Sözleşmesi 3. Ve 4. Maddesine göre, suçun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere ait olduğu ifade edilmektedir. Suçun bir ulusa atfedilmesi, olayın hukuksal ve tarihsel gerçekler açısından çarpıtılmasıdır. Örnek olarak; Almanya’daki Yahudi soykırım suçunu Alman halkı yaptı diye suçlanmamış, Hitler ve soykırım suçu işleyen şahıslar yargılanmıştır.

Ruanda, Sudan ve Bosna- Hersek katliamlarında sorumlu şahıslar yargılanmıştır.

Türk Milletinin Ermeni Soykırımı yaptığı şeklindeki yakıştırmalar BM Soykırım Sözleşmesine aykırıdır. Bu iddiaları dillendirmek; uluslararası Hukuk açısından Türk Milletine karşı kin yaratmak amaçlı işlenen nefret suçudur. Yabancı Parlamentoların Türkiye’ye karşı almış olduğu kararlar da Türkiye’ye karşı düşmanlığı körükleyen, ırkçı, nefret suçudur.

BM Soykırım Sözleşmesi 6. Maddesi Hukuki yargılamanın, “yerel Mahkemeler veya Uluslararası yargılamaya yetkilendirilmiş olan bir mahkeme” tarafından yapılabileceğini ifade etmektedir. Bu yetki yabancı mahkemelerin ve Parlamentoların görevi değildir.

NE YAPMALI:

– Malta’daki “Ermeni kırımı” soruşturmasının dosya ve belgeleri İngiltere’den istenmelidir. İngiliz Kraliyet Başsavcılığının “kovuşturmaya yer olmadığına” hükmetmesinin gerekçeleri görülmelidir.

– Avrupa Adalet Divanı; yabancı Parlamentoların “Ermeni soykırımını tanımasının siyasi olduğu” kararı ile ilgili Parlamentolara TBMM tarafından bildirmelidir.

– Uluslararası Adalet Divanı; “yabancı mahkemelerin Türkiye aleyhine açılan davaların geçersiz olduğu” kararı gereğince, açılan davalara müdahil olabilir ve karşı dava açılabilir.

– Malta yargılaması, AAD kararı, UAD kararı, AİHM Perinçek kararları yabancı ülkeler İnternet sitesinde Türkçe, İngilizce, Fransızca, Ermenice ve ilgili devlet lisanında bildirilmelidir.

– Ermeni iddialarını tartışmayı cezalandıran ülkeler aleyhine, uluslararası nefret suçu işleme gerekçesiyle AİHM’de dava açılmalıdır.

– Ermeni iddialarına karşı yayınların yabancı dile çevrilmesi konusunda devlet desteği sağlanmalıdır.

– Üniversitelerde bu konuda Yüksek lisans ve Doktora çalışmalarında yapılacak araştırma ve incelemelere destek verilmelidir.

– Türk ve Ermeni toplumlarının ortak sorunlarının konuşulduğu diyalog ortamı yaratılmalıdır.

– Soykırım suçlamasının Türk toplumuna mal etmenin, nefret suçu olduğu konusu işlenmelidir. BM Soykırım Sözleşmesine göre suçlu olan şahıslardır. Ülkelerin suçlanması nefret suçudur.

EKONOMİ DOSYASI /// Mustafa ACER : ÇÖZÜM, ÜRETİM EKONOMİSİNDE


Mustafa ACER : ÇÖZÜM, ÜRETİM EKONOMİSİNDE

11 Şubat 2019

Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi; 17 yıllık uygulanan yanlış politikalar sonucu iflas etmiştir. Bütün üretim tesisleri ya kapatılmış ya da yabancılara ve yandaşlara değerinin çok altında fiyatlarla satılarak ülkenin kaynakları yok edilmiştir.

Türk ekonomisi kötüye gitmekle kalmıyor, sorunlar için çözüm bulacak uygulamalar da yapılmıyor.

Ekonominin düzeltilmesi yönünde köklü çözümler bulunmadığı sürece sorunlar artarak devam edecektir.

Ülkenin gelişmesine fırsat verecek yatırımlar yapılmadığı gibi; Türk Milleti gittikçe yoksullaşmış, Ülkenin kalkınması, gelişmesi, gelir dengesinin sağlanması ve refah seviyesinin yükseltilmesi çabalarından vazgeçilmiş, ülke ve vatandaşlar borç içerisinde geleceğinden endişe eder hale getirilmiştir.

Çözüm için önerilen tedbirlere bakar mısınız? Tanzim satış mağazaları açılacakmış da fiyatlar aşağı çekilecekmiş. Bunlar gelecek endişelerini yok edecek tedbirler değildir. Günü kurtarma tedbirleri ile ekonomiye çözüm getirilemez. Bu şekilde günü kurtarabilir belki de ahaliye şirin görünebilirsiniz, fakat halen mevcut olan problemi çözmek için gerekli kalıcı önlemler alınmadığı için sorunların bu şekilde çözümünü sağlama imkanı yoktur.

Bu uygulamanın IMF ekonomi modelinden farkı nedir? Siz ekonomi yönetimini IMF’e teslim etmeseniz bile, aynı anlayışa sahip olan Mckisney’e teslim etmeye çalıştınız. Ne farkı var?

Ülkeyi ve insanları borçlandırarak, geleceklerini ipotek altına alıyor, geleceğinden emin olmayan, güvensiz bir toplum yaratıyorsunuz.

Böylece Toplumu güvenliği ve çalışacak bir işi olmayan, geleceğinden endişe duyan, bağışlarla yaşamaya mahkum edilmiş insan topluluğu olarak görüyorsunuz. Sonra da insanları, Hükümet yardım etmez ise yaşayamayacaklarına inandırıyorsunuz. Yani “İnsanlara ölümü gösteriyor, sıtmaya razı ediyorsunuz.”

Cumhurbaşkanlığı Hükümeti; ekonominin sorunlarını köklü olarak çözmek yerine geçici tedbirlerle günü kurtarmaya çalışmaktadır.

Sorunları temelden çözebilmek cesaret ister. Başlangıçta oluşacak zorluklara karşı yürütülecek mücadeleyi göze alabilecek kararlılık ve ileri görüşlü politikaları yürütme azmi gerektirir. Halkın desteği olmadan fedakarlık isteyen kalkınma programlarını yürütme imkanı yoktur.

Köklü çözüm için ürerim ekonomisine geçmek zorunludur. Bu durum bugünden yarına hemen çözülebilecek bir konu değildir. Onun için geçici tedbirlerle sonuç alınamaz. Popülist tedbirlerle günü kurtarmaya çalışmak ve Halkın günübirlik sıkıntıya girmesini engellemeye çalışmak geleceğimizin garantisi olmayacaktır. Günü kurtarmak için köklü çözüm getirmeyen pansuman tedbirler uygulamak, Uzun dönemde daha büyük sıkıntıların yaşanmasına neden olacaktır.

Tarım ve Hayvancılık konusunda ithalat ve tanzim satışlarla fiyatın aşağı çekilmesi çözüm değildir. Önemli olan üretim maliyetini azaltmak ve üreticinin daha fazla üretmesini teşvik etmek olmalıdır. Üreticinin girdileri olan Mazotun, Tohumun, Gübrenin, Tarımda kullanılan elektriğin, Yemin ve işçilik maliyetlerinin aşağı çekilmesinin yolları denenmelidir. Çiftçiye daraldığı yerde uygun şartlarda kredi kullanma imkanı sağlanmalıdır.

Bu şartları sağlayamazsanız, çiftçi üretimin zorluklarına ve risklerine katlanarak karlı olmayan işe girip de üretim yapma zahmetine katlanmaz. Çiftçinin üretiminin ve pazarlamasının garantisi yoktur. Yüksek maliyetle ürettiği ürünü uygun fiyata satamaz ise üretmekten de vazgeçecektir. Üretimi artırmak için Çiftçi desteklenmeli ve gelir garantisi sağlanmalıdır.

Dünyada sistemsel, teknolojik, ekonomik, kültürel gelişmeler olurken, Türkiye kendi içerisine kapanmış, kısır döngülerle, yarınından endişeli insanların yaşadığı bir Ülke haline geldi. Bu durumdan üzüntü duyuyorum.

AKP Hükümetleri 17 yıl boyunca Egemen dış Güçlerin planları ile hareket ettiği için, bugünkü, ekonomik çaresizliği yaşıyoruz. Biz ne zaman bağımsız, demokratik, çağdaş hukuk devleti anlayışı ile ülkemizin geleceğini inşa etmeye karar verirsek ancak o zaman kalkınma imkanı bulabiliriz. Yoksa Egemen dış Güçlerin oyuncağı olmaya devam ederiz.

Bu durumdan kurtulmanın yolu, Egemen dış güçlerin bize biçtiği kalıplardan kurtularak, kendi benliğimize dönmemiz ile mümkün olacaktır. Türk Milleti; ülkenin geleceğine sahip çıkarak, insanlarımızın ileriye ümitle bakmasını sağlamalıdır. Geleceğe ümitle bakabilmek için Atatürk İlke ve Hedeflerinde çağdaş uygarlık seviyesine erişmenin yolunu bulmak zorundayız.

Türk Milleti; bu kadar başarısız bir yönetimi hak etmiyor. TC Kuruluşunda Mustafa Kemal ATATÜRK “Bağımsızlığımız ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. … Devlet yapısını yaşatmak için dışarıya borçlanmadan, ülkenin kaynaklarıyla kalkınmanın yolunu bulmak mümkün olacaktır.” diyor. Bu anlayışa uygun olarak gerekli yatırım yapılmaz ve üretim ekonomisi ile ülke imkanları geliştirilmez ise Egemen Dış Güçlerin planları ile Türk Milletinin geleceği ipotek altına alınmış olur, kalkınma ve gelişme imkanlarından yoksun kalırız.

HAVACILIK DOSYASI /// Mustafa ACER : ATATÜRK’ÜN HAVACILIĞA VERDİĞİ ÖNEM


Mustafa ACER : ATATÜRK’ÜN HAVACILIĞA VERDİĞİ ÖNEM

06 Kasım 2018

İleri görüşlü bir Lider olan Atatürk; Gelecekte Havacılığın öncü rolünü daha Havacılık faaliyetleri emekleme çağında iken görmüş ve gelecekte teknolojide, ekonomide ve sosyal hayatta Havacılığın ne kadar değerli olduğunu her vesile ile gündeme getirmiş ve geliştirilmesine büyük önem vermiştir.

* Right kardeşlerin 1903 yılında ilk uçuş denemesinden sonra havacılık gelişerek devam etmiştir.

* Dünya’da Havacılık gelişirken, dönemin Osmanlı yönetimi de gelişmeleri takip ediyordu.

1910 yılında Mustafa Kemal, Fethi Bey (Okyar) ile Fransa’da yapılan büyük Picardie Manevraları’nı izlemek amacıyla Osmanlı Hükümeti tarafından gönderilmişti. Bir uçağın deneme uçuşunda ikinci pilot olarak uçacak gönüllü istenir, Mustafa Kemal gönüllü olmak ister, fakat Fethi Bey ona engel olur. Gösteriye çıkan Uçak uçuş sırasında düşer ve Pilot ile yardımcı pilot hayatını kaybeder. Mustafa Kemal uçağa binmediği için kurtulur.

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Abidin Daver, o sırada Paris’te Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmeyi şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’le, 1910 yılının Eylül ayında Paris’te, Lunapark’ta karşılaştım. Yanında Fethi Bey vardı. Bir süre önce, Fransız ordusunun Picardie’de yaptığı manevraları izlediklerini bildiğimden, çocukluğumdan beri içimdeki askerlik merakı ile kendisinden manevralar konusundaki izlenimlerini sordum. Görüşünü şöyle özetledi: “Uçaklar savaşta önemli rol oynayacaktır. Fransız sahra topçusu mükemmel, fakat Fransız piyadesi kırmızı pantolonlarıyla çok iyi bir hedef teşkil eder. Fransız ordusu, gereğinden fazla ateşli ve saldırgan bir ruhla yetiştirilmektedir.

O dönemde Uçaklar sadece keşif ve gözleme amacıyla kullanılıyordu. O dönemde Mustafa Kemal’in havacılık konusundaki görüşlerine katılmıyordum. Dört yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı’nda, hava gücünün kesin etkisi görüldü. Atatürk’ün görüş ve düşüncelerindeki isabet daha iyi anlaşılmış oldu.”

* Osmanlı döneminde 01 Haziran 1911 tarihinde Yarbay Süreyya (İlmen) Bey başkanlığında “Havacılık Komisyonu” kurulması ile Hava Kuvvetlerinin temeli atılmış oldu. daha sonra Süvari Yüzbaşı Fesa ve İstihkam Yusuf Kenan Beyler Uçuş eğitimi için Fransa’ya gönderildi.

Fazıl, Vecihi, Basri, Muzaffer ve Hayri; Kurtuluş savaşları boyunca uçakla keşif görevi yapmış ve isabetli keşifleri ile Kara birliklerine değerli bilgiler vermişti. Uçakların görevi; düşman cephelerini gözetlemek, düşman uçaklarının keşif amacıyla cephe gerilerine sızmalarını engellemek, Bu uçuş sırasında havada düşman uçağı görülürse onunla çatışmaktı.

* Atatürk’ün "Bütün tayyarelerimizin ve motorlarının memleketimizde yapılması ve harp sanayisinin bu esasa göre inkişaf ettirilmesi icap eder." sözlerinden hareketle 1925 yılında TOMTAŞ denen Tayyare Otomobil ve Motor Türk Anonim Şirketi kurulmuştur. Bir yıl sonra ‘Kayseri Uçak ve Eskişehir Bakım Tesisleri’ kurulmuştur. TOMTAŞ 1928 Yılında dağılmış, Fabrika Kayseri Uçak Fabrikası adında üretime devam etmiştir.

* Nuri Demirağ uçak fabrikası (1936-1943) : İstanbul Beşiktaş’ta Fabrika ve Yeşilköy’de bir Uçuş okulu olarak kurulan tesislerde; ND-37 Eğitim uçağından 24 adet üretilmiş ve bu uçaklar pilot eğitiminde kullanılmıştır.

* THK uçak fabrikası (1941-1956) ve MKEK uçak fabrikası (1956-1962) – ANKARA: II. Dünya savaşı sırasında savaştan kaçan Polonyalı Havacıların da yardımlarıyla, THK’nun Eğitim uçağı ihtiyacını karşılamak amacıyla 1941 yılında Etimesgut’ta bir uçak fabrikası kurulmuştur.

* Türk Tayyare Cemiyeti’nin Kuruluşu

Mustafa Kemal, havacılığın hızla gelişeceğini sezinlemiş, ilgilileri bu konuda uyarmıştır. Türk havacılığının gelişmesini, güçlendirilmesini sağ­lamak amacıyla zaman geçirilmeden gerekli girişimler başlatmıştır.

Mustafa Kemal 1 Kasım 1924’de, TBMM’ndeki açış konuşmasında, yurdun havacılık konusuna yer vererek: “…Yurt savunmasından söz ederken, askerî alanda önemli ve etkin bir nitelik taşıyan hava kuvvetlerine, yüce Meclis’in özellikle ilgi ve dikkatini çekerim.”

Türk Havacılığına çok büyük katkısı olan pilot Vecihi Hürkuş; “Türk Tayyare Cemiyeti’nin tüzüğü, 1924 yılında Mustafa Kemal’in direktifi ile, Türk Hava Kuvvetleri Genel Müfettişliğince hazırlanmış ve Bolu Mebusu Cevat Abbas tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur.

“Türk Tayyare Cemiyeti” 16 Şubat 1925 Tarihinde kuruldu. 1935 yılında Türk Hava Kurumu (THK) adını aldı. Türk Tayyare Cemiyeti 21 Eylül 1925 tarihinde, altı öğrenciyle, çift kumandalı uçaklarla teknik program uygulaması ile uçuş eğitimine başladı. Bir hafta süren bu eğitimle, hemen her öğrenci 30 kez uçuyor ve uçakta kumanda edebilir seviyeye geliyordu.

Atatürk, havacılık ile ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “İstikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar”.

* Mustafa Kemal, 8 Haziran 1926’da Bursa’da, Öğretmenler Birliği toplan­tısında konuşmalarında “Türk ulusunun, Hava Kuvvetlerimizin güçlendirilmesi gereğini anlayıp değerli yardımlarda bulunması, siyasî uygarlığa erişmesinin en büyük kanıtıdır.”

“Bu alanda ulusa yol gösteren Türk Tayyare Cemiyeti’nin çalışmalarını takdir ederim. Cemiyet’in sabit ve muayyen gelir bulması için yurdumuzun çeşitli yerlerinde yapmış olduğu toplantıların yararlı bir şekilde sonuçlanması için, yurttaşların gayret göstereceklerinden eminim”. “… Havacılığın toplum içinde tanıtılıp sevdirilmesi de aynı zamanda gençliği heveslendirip istekli hale gelmesinde Cemiyet’in çalışması önemlidir.”

Anadolu Ajansı: “Türk Tayyare Cemiyeti’nin ilk satın aldığı okul uçağı, bugün İstanbul üzerinde iki kez uçmuş ve limandaki bütün vapurlar tarafından sürekli düdükler çalmak suretiyle selâmlanmıştır. Okul uçağı, şehir üzerinden pek alçak uçarak dolaşmış ve halk tarafından, hevesle izlenmiştir.” diye anlatmıştır.

İstanbul halkı o gün, çok neşeli bir gün yaşamıştı. Bu şekilde gösteriler Kurum’a bağış sağlanması yönünden etkili ve yararlı olmuştur.

* Sabiha GÖKÇEN Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti adlı kitabında havacılıkla ilgili anlattıkları; “Gazi Paşa, Geleceğin göklerde olacağına inanıyordu. Mustafa Kemal Havacılıkla ilgili bütün yabancı yayınları izliyor, bu konudaki gelişmeleri gün geçirmeden Türkiye’de de uygulama alanına sokmağa çalışıyordu. Ona göre insanlığın hizmetine girecek en büyük gelişmeler havacılık alanında olacaktı. Hatta gün gelecek, insanoğlu uzaya, başka dünyalara gidecek, Ay’ı ve benzeri gezegenleri bile fethedecekti. İşte bu çağdaş savaşlar da göklerde üstün olan uluslar tarafından kazanılacaktı.

Gazi Paşa: “Eskimiş teknolojileri değil, en yeni teknolojiyi ülkeye getirmediğimiz sürece, yabancı ülkelere bağımlı olmaktan kurtulamayız. Bunun için de, bir yandan mümkün olduğu kadar kemerleri sıkarak kendi yağımızla kavrulacak, bir yandan da yeni parasal kaynaklar yaratarak, çağdaş teknolojilerin en yenilerini topraklarımıza taşıyacağız. Biz, yeni ve genç bir Türkiye kuruyoruz. Dost, düşman ülkelerin geride kalmış teknolojilerine gereksinmemiz yok. Ya en yenisini kurar, onlarla boy ölçüşürüz, ya da biraz daha sabreder, bunu yapabilecek güce erişmemizi bekleriz” diyordu.

“Kanatlı bir gençlik, yurdun geleceği bakımından en büyük güvencedir. Bir gün batılılar, Ay’a ayaklarının izlerini bırakacaklarsa, bunların arasında bir de Türk’ün bulunması için şimdiden çalışmalara girişmek, aşamalar kaydet­mek gerekir.”

* Adı bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından konan Türkkuşu, 3 Mayıs 1935 tarihinde; Türk Hava Kurumu’na bağlı olarak açıldı. Açış konuşmasından sonra, planörle uçuş gösterileri ve paraşütle atlayışlar yapıldı.

Burada gençlerimiz uçuşu, planör kullanmayı, paraşütle atlamayı, kısacası havacılıkla ilgili her şeyi bilimsel bir şekilde en iyi öğretmenlerden, deneyler yaparak öğreneceklerdi.

M. Kemal ATATÜRK açış konuşmasında; “Lâkin yaşadığımız bu çağda, artık insanlar, yalnız karada ve denizde kalmadılar. Doğanın hava varlığının da içine daldılar. Hayat için, yaşamak için havayı yalnız nefeslenmenin yeter olmadığı anlaşıldı.

Gerek ve gerçek olan hava egemenliği, açık olarak ortaya çıktı. Bütün ulusların büyük bir önemle oluşturmaya çalıştıkları bu alanda, Türk ulusu da kuşkusuz yerini almalıydı. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, kara ordumuzun yanında, donanmamızı kurarken, hava filolarımızı da, en son hava araçları ile düzenlemekten geri kalmadı. Kişilikleriyle onur duyduğumuz hava subaylarımız ve komutanları da yetişmiş bulunuyorlar. Pilotlarımız, her zaman ve her halde, ulusun yüzünü ağartacak yüksek değerdedir. Lâkin arkadaşlar, bu kadarı yeter görmek doğru olmazdı. Hava işine, onun bütün dünyada aldığı önem derecesine göre değer vermek gereklidir. Bunu göz önünde tutan Cumhuriyet hükümeti, havacılığı, bütün ulusun işlevi yapmak kararındadır. Türk, yurdunun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa vatan göklerinde de aynı surette dolaşabilmelidir. Bu ise Türk’ü, çocukluğundan vatan kuşları ile yurt havası içinde yarışa alıştırmakla başlar. İşte bugün, burada bizi toplayan neden, o kutsal işe başlama törenidir. Havacılığın gelişimine ciddî şekilde sarılmasından dolayı hükümete, Genel Kurmay Başkanı Mareşale ve Türk Hava Kurumu Başkanı, değerli arkadaşımız Fuad’a (Bulca) burada, özel olarak gönül borcumu sunarım.

Türk çocuğu, her işte olduğu gibi, havacılıkta da, en yüksek düzeyde, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır”.

* Sabiha GÖKÇEN Atatürk’ün isteği ile 16 Haziran 1938 günü, tek başıma Balkan turuna başladı ve Balkan ülkelerinin başşehirlerini dolaşarak İstanbul’a döndü. Bu seyahatten amaç, çağdaş Türk kadınının medeni dünyaya örnek olarak Havacılıkta da yerini aldığını göstermekti..

* Mustafa Kemal ATATÜRK; Bilim ve teknolojinin öncüsü olarak Havacılığı görmüş, “İstikbal Göklerdedir” diyerek, Gelecek için Havacılığa sahip çıkılması gerektiğini işaret etmiştir.

İRTİCA DOSYASI /// Mustafa ACER : ARAPLAŞMAYA HAYIR !


Mustafa ACER : ARAPLAŞMAYA HAYIR !

Türk Milletini Araplaştırmak; Egemen dış Güçlerin Türkiye’ye biçtikleri bir projedir. Türk Milletini Araplaştırmak adına, 4 Yaşındaki çocuklara Sübyan Mektebi adında Arapça öğretilmekte, her Camide Kuran Kursu adı altında insanlara Arapça ders verilmekte, Vakıflar aracılığı ile Arapça kurslar düzenlenmekte, Medreseler kurulmakta ve İmam-hatip Liseleri ile ihtiyacın üzerinde İmam yetiştirilmektedir.

İnsanlara Arapça öğretmek için yürütülen bu programların amacı, Türk Milletini uyutarak, dünyadaki gelişmelere ayak uydurulmasının önüne geçmektir. Böylece Türkiye’nin gelişmesinin önüne geçilmek, bir Ortadoğu Ülkesi olarak geri kalmışlık içerisine gömülmesini sağlamak istenmektedir.

Lütfen bu tuzağı görelim ve Dünyadaki gelişmelere ayak uydurabilen bir toplum yapısına kavuşmak için Eğitim sistemimizde gerekli düzenlemeleri yapalım.

İslamiyet Evrenseldir. İslamiyet’i yaşamak için Araplaşmaya gerek yoktur. İslamiyet’in esası; sadece Namaz kılmak, Oruç tutma, Zekat vermek, Hacca gitmek değil, Kuran’ın emir ve yasaklarına uygun olarak yaşayan ahlaklı, iyi insan olmasını sağlamaktır. Allah’ın bu ibadetlere ihtiyacı yoktur. İbadetler; insanın kendi nefsini terbiye etmesi için yapılması emredilmiştir. İbadetleri yapıyor yine de iyi ahlaklı insan olamıyorsanız, siz İslamiyet’i yaşıyor olamazsınız.

Dünyadaki ülkeler Teknoloji 4.0 üzerinde çalışırken, İleri teknolojilerle yeni Araştırma – Geliştirme programları yürütürken, insanların uyutulması amacıyla uygulanan Araplaştırma projesine imkan tanımak, Türk Milletine karşı yapılmış en büyük ihanettir.

Müslümanlık, Çağdaş ve Uygar insan olmayı engelleyen bir inanç sistemi değildir. Yeter ki Kuran’ı okuyup anlayalım, Kuran’da istenen iyi ve ahlaklı insan olma özelliklerine uygun davranışta bulunalım. Taassup ve tutuculuk Kuran’ın anlattığı İslam’da yok, İslam’ı yorumlayan yobaz kafalarda vardır. Onun için herkesin Kuran’ı kendisi okuyup onun kurallarına uyması gerekmektedir. İnsanlar kendi yaptıkları iyi ve kötü şeylerden sorumludur. Bir başkasının yaptıkları ve söyledikleri kişinin zarar ve faydasına olamaz.

Kuran Ayetleri ne demektir? Ayet; delil, örnek demektir. Allah, Kuran’da Ayetlerle İnsanlığa delilleriyle, örnekler vermekte ve öğüt alınmasını istemektedir. Kuran’ı anladığınız lisanda okumazsanız, Arapça okuduğunuz Kuran’dan siz öğüt alabilir misiniz? Kuran’ın ortaya koyduğu Kuralları bilmeden nasıl Müslüman olduğunuzu iddia edebilirsiniz?

Her Müslüman’ın Kuran’ı anladığı lisanda okuması, onun kurallarına uyması İslamiyet’in gereğidir. Her Müslüman anladığı lisanda Kuran’ı kendisi okuyacak ve onun kurallarına uyacaktır. Müslümanların dinini; Şeyhten, dervişten, şıktan, hocadan öğrenmesi gerekmiyor. Her Müslüman’ın İslamiyet’i bilmesi ve kurallarını öğrenmesi için Kuran’ı kendisi okumalı, araştırmalı, öğrenmeli ve uygulamalıdır. Bir başkasının anlatımı ile İslamiyet öğrenilmez ve uygulanmaz.

Kuran Ayetleri birçok yerde “Aklınızı kullanın” diyor. Ayrıca “Allah’tan başka size yol gösterecek veli yoktur” diyor. Kuran’da bu Ayetler açık olarak ifade edilmesine rağmen, siz dininizi aracılardan öğrenmeye kalkarsanız Allah’ın emirlerine uymamış olursunuz.

Kuran’da Allah ile kulu arasında aracı olması ve Müslümanların tefrikaya ayrılması lanetlenmiştir. Allah’ın emirlerine rağmen, Müslümanların birbirine kin beslemesi, Tarikatlara ayrılması, Şeyhlerin peşinden gitmesi İslamiyet ile bağdaşmaz. Tarikatlara ayrılanlar; Kuran’ın emirlerine rağmen ayrımcılık yaptıkları ve Allah ile kulu arasına aracı koymaya çalıştıkları için İslamiyet’i yaşadığını iddia edemezler.

Kuran okuyup, anlamak ve Allah’ın koyduğu kurallara uymak için gönderilmiştir. İslamiyet; sadece Araplara değil, Bütün İnsanlığa gönderilmiş olan bir dindir. Kuran Ayetlerinde de bu açık olarak ifade edilmektedir.

12. Yusuf Suresi 1, 2. Ayet “Elif, Lam, Ra. Bunlar işte sana açıklayıcı kitabın ayetleridir. Biz onu Arapça Kuran olarak indirdik ki siz onu anlayasınız.”

14. İbrahim Suresi 4. Ayet: “Ve gönderdiğimiz her Resulü, bulunduğu kavmin dili ile gönderdik ki onlara bildirsin. Sonra da Allah dilediğini delalette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O öyle hakim ve azizdir.”

Bu ayetlere rağmen insanlara Arapça öğretmeye çalışmak, Türk Milletini uyutma projesinin bir parçası olmaktır. Allah, Ayetlerini okuyup anlayasınız diye diye gönderdi. Anlamadığınız lisanda Arapça okunsun diye değil.

Lütfen, çocuklarımızı Arapça Kurslara göndermeyelim ve Türk Milletini Araplaştırmak isteyen bu gibi girişimlere destek vermeyelim.

Mustafa Kemal ATATÜRK İslamiyet’i çok iyi incelemiş, araştırmış ve uygulanması için gerekli yasal düzenlemelerin yapmasını sağlamıştır. O dönemde; Tekke ve zaviyeler kaldırılmış, Tarikatlar yasaklanmış, Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak dini otorite olması sağlanmış ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak Eğitimde birliktelik sağlanarak ülkenin bölünmez bütünlüğünün temelleri atılmıştır.

“Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” diyerek, Birlikteliği işaret etmiş ve Türkiye’de ayrışmanın, gruplara ayrılmanın yanlış olduğunu ortaya koymuştur.

“Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. … Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” diyerek,Türkiye’nin her durum ve şartta Çağdaş Uygarlık seviyesine erişebileceğini işaret etmiştir.

SİYASİ DOSYA /// Mustafa ACER : CUMHURBAŞKANI ADAYIMIZ ÜMİT KOCA SAKAL


Mustafa ACER : CUMHURBAŞKANI ADAYIMIZ ÜMİT KOCASAKAL

29 Nisan 2018

Ben CHP’li Atatürkçülerin Kemal Kılıçdaroğlu’nu neden Genel Başkanlıkta tutuklarını anlayamıyorum. Kemal Kılıçdaroğlu söylemleri ve yaptıkları ile Atatürk’ün Partisi CHP’ye yakışmıyor. Türk Milleti tarafından takdir edilmeyen, 8 yılda 7 seçim kaybetmiş bir Genel Başkan, nasıl oluyor da Atatürk’ün Partisinde başkan olarak kalabiliyor anlamak mümkün değil?

Anlaşılan Egemen dış Güçler, AKP’nin Türkiye Cumhuriyetinin yönetiminde kalabilmesi için başarısız bir Muhalefetin olmasını istiyor. Böylece R. T. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığında kalabileceğini zannediyorlar.

Bu böyle gitmeyecek! Zor oyunu bozacak, YCHP Yönetimi Egemen dış Güçlerin kontrolünde olabilir, fakat Türk Milleti bir çıkış yolu bulacaktır.

Bugün TBMM’de gurubu bulunan Partilerin tamamı Egemen dış Güçlerin güdümünde bulunuyor. Tek çıkış yolu Türk milletinin kendi kaderine sahip çıkmasındadır. Mustafa Kemal ATATÜRK Amasya tamiminde: “Ülkenin bağımsızlığını, yine Türk Milletinin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek Milli Mücadeleyi başlatmış ve başarı ile sonlandırmıştır.

Türk Milleti Atatürk’ü büyük bir sevgi ve saygı ile takdir etmektedir. Onun için Atatürk’ün ilke ve Hedeflerine sahip çıkacak bir lider, Türk Milletinin öncüsü olacaktır. Kurtuluşumuz Türk Milletinin ortak değeri olan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki Atatürk İlke ve Hedeflerinde birleşmektir.

Ümit Kocasakal; Atatürk İlke ve Hedeflerinden taviz vermeyen bir lider olarak ülkenin geleceğine sahip çıkacaktır.

Ümit Kocasakal Adalet yürüyüşüne destek vermedi diye sürekli olarak eleştiriliyor. Silivri kapılarını aşındıran, Ergenekon, Balyoz ve Askeri casusluk kumpas davalarının yılmayan savunucusu bir hukuk adamının Adaleti savunmaması düşünülebilir mi?

Peki; neden Kılıçdaroğlu’nun peşine takılmamıştır? Çünkü Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşü ile Egemen dış Güçler ve FETÖ tarafından kullanıldığını görmüş ve onun için peşine takılmaktan kaçınmıştır. FETÖ’nün tezgahladığı bir olayın oyuncusu olan Enis Berberoğlu gerekçe olarak gösterilmese de, kumpas davaları bayrak yapılsa ve Adalet yürüyüşü yapılsaydı, emimim en ön safta ve sürekli olarak Kılıçdaroğlu ile birlikte yürüyecek olan Ümit Kocasakal olurdu.

Yanlış şeyler yaparak, doğru sonuç alınması mümkün değildir. Kemal Kılçdaroğlu neden kumpas davaları için ve şaibeli 16 Nisan Halk oylaması sonuçlarından sonra böyle bir eylem yapma gereği duymamış da FETÖ ile işbirliği halinde olduğu kokusu taşıyan bir olayı kendisine bayrak yapıyor anlayabiliyor musunuz? Ben bunu anlamıyorum.

Peki; FETÖ ile kurulmuş kumpasa alet olan Enis Berberoğlu’na verilen ceza haklı mı? Kesinlikle değil. O davada da Adalet yanlış işlemiş, FETÖ tuzağının mağduru olduğu için haksız bir karar verilmiştir. Fakat olayın içinde kötü kokular olduğu için sahip çıkılması halinde, Ümit Kocasakal’ın onurlu duruşunu zedeleyeceğini gördüğü için bu olayın içerisinde olmak istememiş ve doğrusunu da yapmıştır. Bu tavrı nedeniyle kendisini kutluyor; onurlu, ilkeli tavrını sürekli olarak korumasını takdirle karşılıyorum.

Aynı şekilde Baroların Cumhurbaşkanlığı külliyesini ziyaretine katılmamış olması da onun onurlu duruşunun bir göstergesidir.

Türk Milletinin Cumhurbaşkanı Adayı Ümit Kocasakal dır. Ümit Kocasakal Türk Milletinin takdirini kazanmış, Halkta karşılık bulabilecek, Atatürk İlke ve Hedeflerinde birleştirebilecek bir adaydır. Egemen dış Güçlerin kontrolündeki Siyasi Partilerin adayları değil, Türk Milletinin adayı halkın desteğini alarak Cumhurbaşkanı seçilecektir.

SİYASİ DOSYA /// Mustafa ACER : SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ


1. FOTOĞRAF : AZERBEYCAN ONUR ÖDÜLÜ TÖRENİ

2. FOTOĞRAF : AFGAN ONUR ÖDÜLÜ TÖRENİ

3. FOTOĞRAF : ÜSTÜN CESARET ÖDÜLÜ TÖRENİ

Mustafa ACER : SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ

01 Mayıs 2018

T. C. Bir hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes yasalara uymak zorundadır.

T. C. Anayasasının 174. Maddesindeki “İnkılâp Kanunlarının Korunması” konusundaki Kanunlardan 7. Sırada yer alan “26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun” 2. Maddesinde ifade edildiği gibi “Türkler yabancı Devlet nişanları da taşıyamazlar.”

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; Cumhurbaşkanı olarak ikinci yurtdışı ziyaretini 03 Eylül 2014 tarihinde Azerbaycan’a yapmıştır. Bu ziyaret sırasında, Cumhurbaşkanı Sayın İlham ALIYEV tarafından, Azerbaycan Devlet Nişanı olarak “Haydar Aliyev Onur Ödülü” verilmiştir.

Sayın R. Tayyip ERDOĞAN’ın 18 Ekim 2014 Afganistan’ı ziyareti sırasında, Cumhurbaşkanı Sayın Eşref Gani Ahmedzai tarafından, Afganistan Devlet Nişanı olarak “Afganistan’ın en yüksek sivil nişanı” verilmiştir.

Ayrıca bir Devlet Nişanı olmamasına rağmen, bugüne kadar hiçbir Müslüman’a verilmemiş olan; “Yahudi Üstün Cesaret Ödülü” 26 Ocak 2010’da Amerikan Yahudi Birliği ve Dünya Yahudileri Birliği tarafından Recep Tayyip ERDOĞAN’a verilmiştir. Bu ödülün o dönemde T. C. Başbakanı olan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından kabul edilmiş olması da etik olarak uygun olmamıştır.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; T. C. Anayasasına göre, yabancı devlet nişanı taşıdığı için T. C. Vatandaşı olamaz. Anayasanın 101. Maddesine göre T. C. Vatandaşı olmayan bir kişi Cumhurbaşkanı olamaz.

******

T. C. ANAYASASI ilgili maddeleri aşağıda verilmiştir.

– Türk vatandaşlığı:

MADDE 66.– Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.

Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.

Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.

Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.

– Cumhurbaşkanı:

A. Adaylık ve seçimi

Madde 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yüksek öğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip, Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir.

Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığına, siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en az yüz bin seçmen aday gösterebilir. …
(Devamı)

– İnkılâp Kanunlarının Korunması

MADDE 174. – Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:

1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun;
3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.

EFENDİ, BEY, PAŞA GİBİ LAKAP VE UNVANLARIN KALDIRILMASINA DAİR KANUN

Kanun Numarası: 2590 – Kabul Tarihi: 26.11.1934

Yayımlandığı Resmi Gazete: Tarih: 29.11.1934 – Sayı: 2867
Yayımlandığı Düstur: Tertip: 3 – Cilt: 16 – Sayfa: 6

Madde 1 – Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar.
Madde 2 – Sivil ve rütbe ve resmi nişanlar ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaktır. Harb madalyaları bundan müstesnadır. Türkler yabancı Devlet nişanları da taşıyamazlar.
Madde 3 – Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada Müşirlere Mareşal, Birinci Ferik, Ferik ve Livalara General, Denizde Birinci Ferik, Ferik ve Livalara Amiral denilir. Generallerin ve Amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla Deniz Müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerin karşılıkları Ali Askeri Şurası kararı ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur.
Madde 4 – Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 5 – Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

TÜRKİYE VE DÜNYA DOSYASI /// Mustafa ACER : TÜRKİYE ÜZERİNE OYUNLAR


Mustafa ACER : TÜRKİYE ÜZERİNE OYUNLAR

Tarih boyunca; Egemen dış Güçlerin Anadolu üzerinde emelleri hiç bitmemiştir.

Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesi ile Hıristiyan Dünyasının; Hıristiyanlığın doğduğu toprakları elde etme çabaları sürekli gündemde olmuştur. Bu hedef hiç değişmemiştir. 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu’yu işgal planları yüzlerce defa yapılmış, onlarca Haçlı seferi düzenlenmiş fakat başarılı olamamıştır.

Hıristiyanlar Anadolu’yu işgal edilmiş ülke olarak görmektedir. Hıristiyanlar bu emellerinden hiç vazgeçmediler ve vazgeçmeyecekler. Savaşarak elde edemedikleri Anadolu topraklarını, ülke içinde elde ettikleri yandaşları vasıtası ile Türkiye’yi parçalama ve yok etme planları devam etmektedir.

Mahyavel “Türkleri yenmek için uğraşmayın, içerden ele geçirmekle onlara her şeyi yaptırabilirsiniz” diyor.

Rus Çarı Alexandr, 1815 Viyana Kongresinde Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanlar hakkında yaptığı konuşmada; konuyu ilk defa Doğu sorunu olarak ortaya atmıştır.

Tarihçi Albert Sorel, Doğu sorunu konusunda “Avrupa Devletlerinin Osmanlı İmparatorluğunu baskı altına almak ve Osmanlı topraklarında yaşayan Milletlerin haklarını savunmak ve bağımsızlığına kavuşmasını sağlamak için yaptıkları girişimlerin hepsine doğu sorunu denmektedir” diye açıklamaktadır.

Hıristiyan dünyası Osmanlıyı içten yıkma planlarını 1838 tarihinde yapılan Osmanlı – İngiliz serbest ticaret Anlaşması ile uygulamaya koymuş ve Osmanlının üretim kabiliyeti kazanmasını engellemiştir.

1839 yılında ilan edilen Tazminat Fermanı ile Osmanlı İmparatorluğu, Batının etkisi altına alınmıştır.

1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu İngiltere ve Fransa’dan borç almaya başlamış, Bu borçlar ödenemedikçe, kademeli olarak Duyun-u Umumiye İdaresi kurulması sağlanmıştır.

Tazminat Fermanı, 1856’da Islahat Fermanının yayınlanmasına zemin hazırlamış, Gayri Müslümlere özgürlük adı altında Batılılar Osmanlıyı baskı altına almıştır. Islahat Fermanı konusunda Cevdet Paşa “Gayri Müslümler için sevinç günüdür” demiştir.

Rus Çarı Nikola; Osmanlı İmparatorluğuna ilk defa Hasta Adam ifadesini kullanmış ve Hıristiyan dünyası da öyle anmaya başlamıştır.

1878’de Osmanlı zor durumda olduğu dönemde, Kıbrıs Adasını İngiltere’ye kiraya vermiş ve Sevr anlaşması ile İngiltere’ye verilmesi sağlanmış, Fakat Sevr uygulanmadığı için İngiliz işgali gerçekleşmemiştir.

ABD Kongresi 31 Ocak 1896 tarihinde gizli bir karar almış, “ABD’nin belirleyeceği bir temsilci ile Hıristiyan ülkeden birer temsilciden oluşan komisyon, Osmanlı İmparatorluğunun davranışlarını kontrol edecektir. Geçici bir Hıristiyan yöneticiyi Türkiye’nin başkanı olarak seçilmesi ile dini vaazlar ve uygulamalar yasaklanacaktır.

Geçici Hükümet, Türkiye Birleşik Devletleri etnik özelliklere göre ayrılmış devletlerden oluşacaktır. Hıristiyan Batılılar, Ermeni devletine askeri destek verecektir.”

Theodor Hertz 1897 yılında İsviçre’nin Basel Kentinde toplanan I. Yahudi – Kongresinde “Kuzey sınırımız Kapadokya dağlarına, Güneyde Süveyş kanalına kadar dayanır. Sloganımız Davut ve Süleyman’ın yaşadığı Filistin olacaktır” diyor.

İsrail devletinin kurucusu Ben Gorion “Filistin’in bugünkü haritası, İngiliz Manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının yeniden çizmesi gereken yeni bir Harita daha vardır ki, o da Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kapsamaktadır” diyor.

Osmanlı’nın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılması amacıyla 16 Mayıs 1916 tarihinde Sykes – Picot anlaşması yapılmış, Sevr ile uygulamaya konmak istenmiş fakat başarılı olamamıştır.

ABD Başkanı Thomas Woodrow WILSON, I. Dünya savaşı sonrası Barış görüşmelerine temel olacak 14 Maddelik İlkeleri 8 Ocak 1918 tarihinde yayınladı. Bu temel ilkelerin 5. ve 12. Maddeleri doğrudan Osmanlı toprakları ile ilgiliydi.

“Madde 5- Tüm sömürge sorunları özgürce tam dürüstlük ölçüleri içinde ve mutlak biçimde tarafsız çözüme bağlanacaktır. Söz konusu çözüm için şu ilkelerin kesinlikle gözetilmesi gerekmektedir. Egemenliğe ilişkin tüm sorunların çözümünde yerli hakların çıkarları, hükümetlerin istekleriyle eşit önemde göz önüne alınacak ve hükümetlerin istekleri ayrıntıları ile saptanacaktır.

Madde 12- Osmanlı İmparatorluğu çerçevesi içinde yer alan haklara özerklik tanıtacaktır. Ayrıca boğazlar tüm ülkelerin gemilerine açık tutulacaktır.”

30 Ekim 1918’de yapılan Mondros anlaşması Osmanlı’nın parçalanmasına zemin hazırlamıştır. 30 Ocak 1919’da Paris’te toplanan barış Konferansında Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasına karar verilmiştir. Bu toplantı aynı zamanda dünyada güç paylaşımının yapıldığı bir toplantı olarak tarihe geçmiştir.

Dünya siyasetine yön vermeyi hedefleyen Dış ilişkiler Konseyi (CFR) 21 Temmuz 1921 tarihinde J. P. MORGAN tarafından Newyork’ta kurulmuş ve Uluslararası sermayenin dünya hakimiyetini amaçlayan Bilderberg grubu ilk toplantısını 1954’de Hollanda’da yapmış ve 1990 sonrasında alınan kararlarla Yeni Dünya Düzeni diye adlandırılan, Uluslararası sermayenin yönettiği tek bir Dünya devletine giden yolu açmak için terör unsurlarının devreye sokulması ile Ulus devletlerin yıkılmasının yolu açılmak istenmektedir.

16 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması sağlanmaktadır.

I. Dünya Savaşında Egemen Devletlerin amacı Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak ve Türkleri Anadolu’dan çıkarmaktı. İngiliz Ajan Lawrens “Arapların arkasından bir de Kürt Devleti kurabilseydim, Türkleri Anadolu’dan sürecektim” diyor.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan anlaşması ile Sevr yürürlükten kaldırılmıştır. Fakat Egemen dış güçler için Sevr kapatılmış bir dosya olarak kabul edilmemektedir. Türkiye’nin zaafa uğradığını gördükleri anda Sevr dosyasının tekrar gündeme getirme konusunda fırsat kollandığı görülmektedir.

Amerikalı Senatör Upshow 1927 yılında “Lozan anlaşması, Timurlenk kadar hunharca, korkunç İvan kadar sefilce, kafatası piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepazece bir diktatörün zekice yürüttüğü politika sonucu yapılmıştır. Bu canavar kişi, savaştan bıkmış bir dünyaya, uygar uluslara onursuzluk getiren bu diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna da her yerde Türk zaferi diyorlar.”

Agos Gazetesinde Robert Fizk “Birinci Dünya savaşının amaçlarından biri de Osmanlı devletini yok etmekti. Yani Türkiye devletinin oluşmasını arzu etmediğimizi unutuyoruz. Ermeni devleti, Kürt devleti, Filistin devletlerinin kurulmasını arzu ediyorduk” diyor.

Celal BAYAR 01 Kasım 1938’deki Meclis açış konuşmasında “Arkadaşlar, Maliyemiz, denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini yükümlüden yana düzeltme, azaltma ve milli paranın kararlı gücünü koruma prensiplerini tam bir sadakat ve başarıyla izlemekte uygulamaktadır…” diyerek, Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde Milli politikaların uygulandığını ifade etmektedir.

İngiliz New Conventional gazetesi “Türkiye, teorik olarak bağımsız bir ülke olabilir. Ancak, ticaret ve ekonomide yeteneksiz ve sermayeden yoksun olan bu halkı tanıyanlar bilir ki, bu bağımsızlığın ömrü çok kısa olacaktır.”

Bu ifadeler 1938’e kadar geçerli olamadı. Fakat Atatürk’ten sonra yerli işbirlikçiler sayesinde adım adım verilen tavizlerle bugünkü dış güçlerin etkisinde bir ülke haline getirildik. Bu durumdan Egemen dış Güçlerin etkisi olduğu kadar iç siyasette de yabancı güçlerin güdümünde hareket eden siyasilerin de sorumluluğu bulunmaktadır.

Türk Tarih Kurumu 15 Nisan 1931 tarihinde kurulmuş ve Okullarda okutulmak üzere 4 ciltlik Milli tarih yazılarak, kullanılmaya başlamıştı. Bu Milli tarih kitapları; Egemen dış güçlerin yönlendirmeleri ile 1941 yılında öğretimden kaldırıldı.

Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ Marshal Yardımları ile ilgili anlaşma imzaladıktan sonra, 12 Temmuz 1947 tarihinde “Büyük Amerika Cumhuriyetinin ülkemiz ve ulusumuz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden, bu sevinçli olayı her Türk, candan alkışlamalıdır” diyerek teslimiyet göstermiştir.

Türkiye ile ABD arasında 27 Aralık 1949 tarihinde, Eğitim Komisyonu kurulması konusunda bir anlaşma yapılandı. Bu anlaşmanın 5. Maddesi “Komisyon, dördü Türk, dördü ABD Vatandaşından oluşmaktadır. ABD’nin Türkiye’deki en üst düzeydeki diplomatik heyetinin başı olan kişi, komisyonun fahri başkanı olacaktır. Kararlarda oyların eşitliği durumunda Başkanın oyu ağırlıklı olarak kabul edilecektir. Komisyon her türlü hareketinden, ABD Dışişleri Bakanına karşı sorumlu olacak, bütçesini orası onaylayacak, isterse komisyon kararlarını kendi isteği yönünde değiştirebilecektir.” Bu anlaşma gösteriyor ki; Türkler, Batıyı gözünde çok büyütmüş, kendisini aciz ve küçük görmüştür. Bu durum Atatürk’ün bağımsızlık ilkeleriyle bağdaşamaz.

ABD Hükümetleri Türkiye ile birçok ikili anlaşmalar yapmıştır. Üsler kurdu, Türkiye’yi NATO’ya dahil etti, Marşal yardımları ile bağımlılık sağladı. Eğitim anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin Eğitim Programlarına müdahale etti. Önemli kuruluşların başına ABD yandaşları ve ABD’de eğitim görmüş olanları getirdi. ABD Türkiye Büyükelçisi, ABD Dışişleri Bakanlığına 1957 yılında çektiği telgrafta “Türkiye’deki önemli KİT’lerin başına ABD dostlarını getirdik” diyor.

ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964’te Başbakan İsmet İnönü’ye “Bizim ile görüşmeden Türkiyenin Kıbrıs’a müdahale etmesine şiddetle karşı çıkacağız ve NATO silahlarının kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz” diye sert bir uyarı mektubu göndermiştir.

ABD; 1960 yılından sonra Türkiye’ye Barış Gönüllüleri adı altında misyonerler göndermiş ve etki ajanlarının faaliyet göstermesi sağlanmıştır.

Türkiye’de yapılan 1960 darbesi, 1971 muhturası, 1980 darbesi Egemen dış Güçlerin yönlendirmesi ile yapılmış ve Türkiye siyaseti kontrol altında tutulmak istenmiştir.

Noam Chomsky “Ortadoğu’da Ulusalcılık yok edilmeli, Osmanlıcılık öne çıkarılmalıdır. Böylece Ulusal bilinç yok edilmiş olacak, uluslararası sistem etkili olarak uygulanabilecektir” demektedir.

1996’da Bernard Lewis İstanbul’daki konferansta “Türk ve Arap kimlikleri yapaydır, bir Ortadoğu kimliği ile tanımlanması daha doğru olacaktır” diyor.

Hamburg Doğu Enstitüsü Müdürü Udo Steinbach “Sorun Atatürk’ün Paşa fermanı ile yarattığı yapay Türk ulusudur. Sorun Kemalizm’in Ulusçuluk ve Laiklik ilkesidir. Sorun yapay olarak yaratılmış olan Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur” diyor.

Amerikan Board üyesi Everett P. Wheeler “Biz Anadolu’da Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, Hastane açıyoruz. Türkler bizi Anadolu’da istemeyebilir, ama oranın sahibi Türkler değil ki!”

CIA yetkilisi Graham Fuller ve Paul Henze benzer ifadelerle “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır.

Toplumda Etnik kimliklere kendilerini ifade etme hakkı verilmelidir” diyorlar.

1999 yılında Mesut YILMAZ “Bugünkü aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla yolumuza devam edemeyiz. Türkiye’yi Ankara’dan idare edemeyiz. Bu elbise dikiş tutmaz” diyor.

ABD Başkanı Bill CLİNTON 15 Kasım 1999 tarihine TBMM’de yaptığı konuşmada: “Osmanlının dağılması ve Türkiye’nin yükselmesi 20. Yüzyılın tarihini şekillendirdi. Türkiye’nin geleceği, önümüzdeki Bin yılın şekillenmesinde önemli rol oynayacaktır. Bölgenin ve Dünyanın geleceği, TBMM’nin 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde alacağı kararlara çok bağlı olacaktır” diyor.

NATO Genel Sekreteri Aleksandr Haig’e “Sovyetler Birliğini dağıtmak için, Türk Cumhuriyetlerinin harekete geçirilmesi gerektiği” söylendiğinde, Cevap olarak “Sonra Dünyayı Türklerden nasıl kurtaracağız?” diyor.

1990 Yılı ve sonrasında Egemen dış Güçler; Türkiye’de seri cinayetlerle Türkiye’yi baskı altına almış ve Ülkenin geleceğini kontrol etmek istemişlerdir. Amaç Yeni Dünya düzeni ile Uluslararası sermayenin hakim olacağı küresel dönüşümde Türkiye’nin Ulus devlet yapısının yok edilerek parçalanmasıdır. Eyalet sistemine geçilebileceği, Federasyon olabileceği konuları Türkiye’yi parçalama planlarının birer parçası olmuştur.

AKP Egemen dış Güçler tarafından iktidara getirilmiş, karşılığında Uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda, programlar yürütülmüştür. BOP Eş-başkanlığı kabul edilmiş, Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesine fırsat verilmiş, demokratik açılım ile ayrımcılığa göz yumulmuş, Türkiye’nin kaynakları ve Fabrikaları özelleştirme adı altında yabancılara satılmış, federasyon için altyapı kanunları hazırlanmış, Cemaatlerle işbirliği yapılarak ulusalcılar tasfiye edilmek istenmiş,

Yolsuzluklarla kişisel menfaatler sağlanmıştır.

Bülent ECEVİT 03 Ekim 2003 tarihinde Cumhuriyet gazetesine verdiği bir söylevde “Son 10 – 15 yılda başımıza ne geldiyse, bunların çoğunda öyle veya böyle Amerika’nın rolü var…” diyerek gerçekleri ifşa etmiştir.

E. Amiral İlker GÜVEN 2007 Yılında Türkiye’yi parçalanmış gösteren harita ile ilgili olarak, “O haritayı arkadaşım Hava Orgeneral Cumhur ASPARUK 1975 Yılında İncirlik hava üssünde subay gazinosunda gördüğünü söylemişti.” diyor.

Lütfi AKDOĞAN 13 Ağustos 2015 tarihinde “1950’den sonra Türkiye’de iktidarları Egemen dış Güçler belirledi” diyor.

Türk – Kürt – Ermeni Federasyonu konusu Adnan Menderes, İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan Hükümetlerinin önüne sürekli getirilmiş, fakat kuvvetler ayrılığı prensibiyle yönetilen Parlamenter sistemde bu baskılar sonuç vermemiştir.

Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde tek kişinin; Egemen dış Güçlerin baskısı altında daha kolay kontrol altına alınabileceği düşünülmekte ve bu yönde baskılar yapılabileceği anlaşılmaktadır.