TARİH : Oğuz Adının Kelime Kökeni Ve Oğuzların Ortaya Çıkışı


Oğuz Adının Kelime Kökeni Ve Oğuzların Ortaya Çıkışı

Oğuz Adının Etimolojisi

Türkçede hem bir şahsın adı hem de bir boyun adı olarak kullanılan “Oğuz” sözcüğü üzerine bir çok köken denemesi yapılmasına rağmen, bu konu halen tartışılmaya devam edilmektedir. Faruk Sümer, eski müelliflerin “Türkmen” kelimesinin ne anlama geldiği hususunda araştırma yaptıklarını fakat “Oğuz” adı üzerinde çalışma yapmadıklarını söylemiştir. Arap ve Fars kaynaklarında Guz veya Oğuz, Göktürk yazıtlarında Oğuz, Rus yıllıklarında Torki, Tork, Torçin ve Bizans kaynaklarında Uz adları ile bilinen Oğuz adının etimolojisi üzerine türlü açıklamalar vardır. Eski zamanlardan beri Oğuz adının anlamını tespit etmek için çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Josef Marquart, Oğuz’un Ok+uz kelimelerinden geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre “’ok’, ok anlamına gelirken “uz” da adam demek olup “Oğuz” “oklu adamlar” manasına gelmektedir.” Konu ile ilgili olarak birçok farklı görüş bulunmakla birlikte yaygın olarak kabul edilen, Gyula Nemeth’in görüşü olmuştur. Kabile manasına gelen “ok” sözüne eski Türkçedeki çoğul eki “z” ilavesi ile ok+uz olup, “kabileler” anlamına geldiğini savunan Nemeth’in bu izahına karşı bazı itirazlar vardır. Bu görüşlere ilk kez karşı çıkan Paul Pelliot, bu itirazına rağmen yeterli etimolojik izah verememiştir. Pelliot, “oguz” kelimesiyle “oguş” arasında ilgi kurar. İki kelime arasındaki ilginin bir yakıştırma olduğunu düşünen Pelliot’un, daha sonra bu fikrinden vazgeçtiğini söyleyen Faruk Sümer konu hakkında; “İlhanlı hükümdarlarından Gazan Han devrinde (1295-1304) veya Gazan’ın halefi Olcaytu zamanında (1304-1316) yazılmış olan Uygurca Oğuz Kağan destanında “ilk süt” demek olan “ağız”, “oguz” şeklinde geçiyor. Fakat bu Oğuz Kağan destanından yaklaşık üç asır önce yazılmış olan Divânü Lügati’t-Türk’te “ilk süt” “ağuj” ve “ağuz” kelimeleri ile karşılanıyor. Eğer Uygurca’da “aguz” (ağız=ilk süt) “oğuz” şeklinde kullanılsaydı, Kaşgarlı’nın bunu kaydetmesi beklenirdi.” demektedir.

Buna rağmen bu güne kadar, bu görüşler arasında gerçeğe en yakın olanı Nemeth’in görüşü kabul edilmiştir. Nemeth’in bu izah tarzının, sadece dil açısından değil, Türk tarihinin sosyal ve siyasi gelişmesi bütünü içinde ele alındığı takdirde özellikle doğru olduğunu ifade eden Kafesoğlu, konu ilgili olarak “Oğuz kelimesinin Çince’ye “kabileler” diye tercüme edilmesi de bu görüşü desteklemektedir. Anlaşılıyor ki, Oğuz adının aslında “etnik” bir isim olmayıp doğrudan doğruya “Türk Kabileleri” manasını ifade eden bir kelimeden ibarettir. Oğuz tabirinin r’li söylenişi olan “Oğur” şeklinin ayrı ad olarak miladdan önceki Çin kaynağında geçmesi, eski çağlarda Çinlilerin Türk topluluğunu yakından tanımadıklarından ileri gelmiş olmalıdır. demektedir. Hatta bu görüşü destekler mahiyette, Faruk Sümer; “Ok+u+z’daki “k”, söylene söylene pekalâ ‘ğ’ye dönüşebilmektedir” demektedir. Vilhelm Thomsen, ok ile ilgili görüşlerini 1916’da yayımladığı Turcica’da “on ok” terimini açıklarken vermektedir. Ona göre, oklara ayrılmak Türklerin bir örgütlenme biçimiydi ve Batı Türkleri 635 yılına doğru, hatta belki de daha önce “on boya” ayrılmıştı. “Her boyun başkanı, kağandan bir ok alıyordu; dolayısıyla, ‘On Ok’ deyimi ‘On Boy’ ya da ‘On Ordu’ anlamına geliyordu. Nemeth’in görüşüne katılan Ahmet Bican Ercilasun’a göre, Oğuz kelimesi üç ayrı kavramı ifade etmektedir. Bunlardan ilki Nemeth’in görüşündeki gibi “kabileler” manasına gelen Oğuz kelimesidir. İkincisi ise belli bir boylar topluluğunun yani Oğuz boyunun özel adı olan Oğuz kelimesidir. Sonolarak bu kelime, efsanevi Türk hükümdarının adı olan Oğuz’dur.

Oğuz isminin öküz manasına geldiğini savunan Denis Sinor, konu ile ilgili görüşünü şöyle ifade etmektedir; “Benim fikrime göre, kahramanımızın adının manası ‘boğa, öküz’dür ve Oğuz okunmalıdır. Öküz kelimesi bütün Türk dillerinde bulunmaktadır ve manası bazen ‘öküz’, bazen ‘boğa’dır. Burada, bunun hakkındaki bütün bilgileri tekrarlamak faydasız olacaktır. Bununla beraber, Türkçe sahasında, her tarafta ince sesli şekillere müvâzî olarak biraz kalın sesli şekillerin bulunduğuna işaret edelim: Yakutça oguz ‘öküz’, Osmanlıca (Kamûs-i Türkî) oguz ‘genç boğa’… Şimdi, yukarıda söylediklerimizden açıkça şu netice çıkmaktadır ki, Oguz kelimesinde, altaik öküz ~ ögüz ‘öküz, boğa’ kelimesinin kalın sâiteli, değişik bir şeklini görmek ve aynı zamanda benzer değişik şekillerin birçok Türk şivelerinde hakikaten mevcut olduğu vakıası aleyhinde olmak üzere, hiçbir lisaniyat delili söylenemez.” Sinor’un bu görüşüne kuvvetli dil bilgisi delilleri ile karşı çıkan Louis Bazin’in de Oğuz isminin “tosun” manasına geldiğini ileri sürmektedir. Bazin’in bu görüşüne karşı çıkan Faruk Sümer, “Türkiye Türkçesinde ve hatta diğer Türk lehçelerinde tosun (jeune taureau de deux ans=iki yaşında genç boğa) manasına gelen Oğuz şeklinde bir kelime yoktur” demektedir. Öküz aynı zamanda nehir demektir. Türklerde ırmaklar ile çaylar, boyların oluş ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. “Orhun Nehri’nin çıktığı dağlardan otuz tane ırmak çıkar, her ırmağın kenarında, bir soy veya oba oturur, ‘Dokuz Irmak’ boylarındakilere, ‘Dokuz Oğuz’, ‘On Irmak’ boylarındakilere ise ‘On Uygur’ denirmiş”. Oğuz kelimesi Anadolu dilinde “halim, selim, ağırbaşlı” anlamında kullanıldığı gibi oyrat (haşarı-yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddia edenler de olmuştur.

“Oğuz” kelimesinin kökeni üzerine yapılan araştırmaların ortak bir görüş üzerinde hemfikir olmadıkları görülmektedir. Bu hususla ilgili Bahaeddin Ögel’de, “Oğuz boylarının adları, oldukça eski çağlarda meydana gelmişler ve zamanla bazı değişimlere uğramışlardı. Bu eskiliği bize gösteren en güzel delil, boyların adlarının ortaçağda bile çok az kullanılan ve adeta unutulmuş, ekler ve köklerle yapılmış olmasıdır” diyerek yapılan araştırmalar üzerinde karşılaşılan zorlukların nedenini ortaya koymaktadır.

Oğuzların Etnik Kökeni

VI. yüzyıldan itibaren Oğuz boyunun adı Yenisey, VIII. yüzyılda Orhun yazıtlarında geçmektedir. VI. yüzyıldan itibaren Göktürk Hakanlığı’nda toplanmış olan Türk kabilelerinden bir kısmı 630’da başlayan fetret devresinde, kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenge ırmakları bölgesinde Dokuz Oğuz kağanlığını meydana getirmişlerdi. Birçok boydan oluşan Göktürk İmparatorluğunun hakimiyeti altındaki asli unsurlarından biri de, VII. yy’ın ikinci yarısı ile VIII. yy’ın birinci yarısında Tula Irmağı boylarında yaşayan ve dokuz boydan meydana gelen Dokuz-Oğuzlardı. Ötüken, onların idaresi altında idi. Bu sırada Oğuzların başlarında bulunan hükümdarları Kağan ünvanını taşıyordu. “Göktürk hakimiyetinde olan Oğuzların çok kez başkaldırdıkları bilinmektedir. Göktürk hakimiyetinde görünen Oğuzlar bazen Üç Oğuz, bazen de Sekiz Oğuz şeklinde anılmakla birlikte yaygın olarak Dokuz Oğuz olarak belirtilmiştir. Oğuzların boy sayısındaki artış ise tarihi süreç ve boy gelenekleri ile herhangi bir tenakuza düşmemektedir. Çünkü, boylar halinde yaşıyor olmalarının tabii bir sonucu olarak, boyların nüfusu arttıkça yeni boylar ortaya çıkmakta ve onlar diğer boylar gibi nüfus ve siyasi güce ulaştıklarında boylar birliği içinde kendi adları ile temsil olunmaktaydılar. Göktürk yazıtlarında görülen Üç Oğuz, Altı Oğuz, Sekiz Oğuz, Dokuz Oğuz tabirleri bu durumun bir sonucuydu.” Kafesoğlu, yazıtlarda geçen ifadelerde, Oğuzlar ile Göktürkler arasında bir ayrım yapılmadığını, hatta Göktürk hakanlığının temelini Oğuzların oluşturduğunu belirtmektedir. Bu sebeple, V. Thomsen ve W. Barthold gibi araştırmacıların, “Oğuzlar ile Göktürklerin aynı etnik kökene sahip olduklarını” belirttiklerini ifade etmektedir.

Barthold’a göre, eğer VIII. yy’da Oğuzlar ve Karluklar gibi Türk adlı ayrı bir boy olsaydı Göktürk Devleti’nin yıkılmasından sonra, bu boyların adlarının tarihten silinmiş olması gerekirdi. Oysa “Türk” adı, Arap coğrafyacılar tarafından dil olarak birbirine kardeş olan bir çok kavimler için kollektif bir ad olarak kullanılmakta, Bilge Kağan’ın “Benim Türküm milletim” diye hitap etmesi de bu hususu doğrulamaktadır. Göktürklerden sonra ikinci güçlü kavim olan ve Doğu Göktürklerini yıkan kavimler arasında bulunan Oğuzlar, Uygur devletinin kurulmasında da rol almıştı. IX. yüzyılda Kırgızların taarruzları karşısında Moğolistan’ı terk edip Uygurlarla birlikte Doğu Türkistan’a göç etmişlerdi. Faruk Sümer, Uygurlar devrinde de aynı mahiyette bir rol oynayan Dokuz Oğuzlar’ın akıbetinin meçhul olduğunu söylemektedir. Oğuzların bir kısmı, Hazar Denizi doğusunda ve Maverâünnehir’de (Amu-Derya ve Sir-Derya Nehirleri havzaları) Oğuz Yabgu Devletini kurdular. İbnû’l-Esîr, Oğuzların Seyhun boylarına gelişlerini 775-785 (Halife el Mehdi zamanı) yılları olarak vermiştir. Seyhun boyları Türgiş, onun da öncesinde Batı Göktürk ülkesi toprakları idi. Muhtemelen 603 yılında verilen Töles boyları, daha sonra On Okları yani Seyhun Oğuzlarını oluşturdular. Seyhun kıyılarında yaşayan bu Oğuzlar başka bir boy (kavim) olup, Batı Göktürk topluluğu olan On Oklar’a mensup idiler. X. yüzyılda, Türk dünyasını temsil eden büyük Türk topluluklarından biri de Oğuz Türkleri idi. Farklı rivayetler ışığında, Selçuklular’ın atalarının, X. yüzyılın başlarından beri müstakil yaşadığı anlaşılan Oğuz Yabgu Devleti’ne bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Selçukluların menşeini oluşturan Oğuzlar’ın kendilerine ait bir devletleri olduğunu görüyoruz fakat bu devletin ne zaman kurulduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır.

Bunun başlıca nedeni, Orta Çağ kaynaklarında bu görüşü doğrudan destekleyen bilgilerin mevcut olmayışıdır. Oğuzlar Devletine ilişkin ilk kayıtlara, ancak IX. yüzyıl sonu ile X. yüzyıl başlarına ait Arapça coğrafya ve tarih kaynaklarında rastlamak mümkündür. Oğuz Yabgu Devleti’nin nihai şekillenişi, büyük ihtimalle tam bu tarihte gerçekleşmiştir. Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecini anlayabilmek için, Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihini iyi bilmek gerekmektedir. Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihi hakkında kaynaklarda yazılı olan bilgilerin çoğu menkıbevi mahiyettedir. Söz konusu devletin tarihi hakkındaki rivayetler tek başına güvenilir değildir. Fakat tarihi gerçekler ile rivayetlerin karşılaştıralarak incelenmesi Oğuz Yabgu Devleti hakkında genel bir bakış yapmamıza olanak sağlamaktadır. Oğuzlar, X. yüzyıl Hazar Denizi’nin doğusundan itibaren Sir-Derya’nın (Seyhun) orta mecralarına kadar uzanan sahalarda yaşıyorlardı. O zaman Seyhun nehrinin
kuzeyindeki sahaya Oğuz Bozkırı denmekteydi. İstahrî ondan naklen İbn Havkal ve diğer coğrafyacıların eserlerinden Oğuz ülkesinin batı, doğu ve güney sınırları hakkındaki kesin bilgiler ışığında fikir edinebiliyoruz. Buna göre Oğuz yurdu batıda Hazar Denizi’ne dayanıyordu. X. yüzyıla kadar henüz yurt edinilmemiş bir bölge olan Hazar Denizi’nin doğusundaki Siyâh-Kûh verimsiz olmasına rağmen diğer bölgelere nazaran daha güvenli olması ve hayvan yetiştirmeye uygun otlaklar bulunması nedeniyle Oğuzların bir kısmı tarafından yurt edinilmişti.

Oğuzlar’ın doğusunda Karluklar, batısında Hazarlar ve Bulgarlar, kuzeyinde Kimekler vardı; güneyinde ise İslâm dünyası bulunuyordu. X. yüzyılda Samaniler, Karahanlılar, Oğuzlar, Kimekler ve Kıpçaklara ait haritada görüyoruz ki, Oğuzları her üç taraftan, aynı soydan olan Türkler çeviriyordu. Buna karşılık Oğuzlar, kendileri ile din, ırk ve medeniyet bakımından farklı bir kavim olan İran ile komşuydular. Selçuklular’ın kuruluşu ve kökenleri hakkında yapılan araştırmaların çoğu, tarihçileri ve araştırmacıları Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihi hakkında bilgi edinmeye sevketmektedir. Fakat Oğuz Yabgu Devleti’nin ne zaman yıkıldığı konusunda kaynaklarda kesin bir tarih bulunmamaktadır. Dönem hakkındaki mevcut bilgilerin birçoğunun destani mahiyette olması gerçek tarihi bilgi edinmemizi güçleştirmektedir. Türk devletlerinin çöküşlerinin en büyük sebeplerinden biri de kendi aralarında yaşadıkları mücadeleler olmuştur. Oğuz Yabgu Devleti’nin içinde de mevcut olan bu soruna bir de komşuları ile yaşadığı mücadeleler eklenince, Oğuz Yabgu Devleti, XI. yüzyılın ortalarında çökerek siyasi varlık olmaktan çıkmıştı. Oğuzlar bu dönemde Üç Ok ve Boz Ok olmak üzere ikili teşkilat halindeydiler. Bu boyların adlarına dair ilk bilgiler Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divânü Lügati’t-Türk’de geçmektedir. XI. yy’ın ikinci yarısında yazmış olduğu kaynağa göre, Oğuzlar, 24 boy halinde yaşamakta idi. Fakat Kaşgarlı Mahmud, bu boyların 22’sine ait isimleri vermektedir. Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde sırasıyla Oğuz boyları şu şekilde verilmektedir; Kınık, Kayı, Bayundur, Yıva, Salgur, Afşar, Begtili, Bügdüz, Bayat, Yazgır, Eymür, Kara Bölük, Alka Bölük, İgdir, Üregir, Tutırka, Ula Yondlug, Töger, Beçenek, Çavuldar, Çepni, Çaruklug. Kaşgarlı Mahmud, Halaç adını taşıyarak bazı hususlarda diğerlerinden ayrıldıkları için Oğuzlar’dan sayılmadığını söylediği iki boyu listesine almadığı gibi, bunların adlarınıda vermemiştir. Oğuz boylarına dair tam liste XIV. yy’ın başlarında Reşidüddin tarafından verilmiştir. O, Oğuz boylarını Boz Ok ve Üç Ok olarak tasnif etmiştir.

X. yüzyılın ikinci yarısından sonra Oğuz ana kütlesinden iki ayrı kopma oldu. Bunlardan birinci bölük Karadeniz‘in kuzeyinden Balkanlar‘a inerken, ikinci bölük ise göç yeri olarak kendi devletine bağlı bir uc şehri olan Cend’i tercih etti. Birincisine göre daha küçük olan Selçuk Bey’e bağlı Oğuzlar, bu göçlerin ikinci bölüğünü oluşturmaktaydı ve tarihte asıl rolü onlar oynadı. Oğuz ana kütlesinden ayrılmadan kısa bir zaman önce bu bölüğün başında Selçuk adında bir bey bulunuyordu. Selçuk, Oğuzların Kınık boyuna mensup bir aileden gelmekteydi. Büyük bir ihtimalle, kendisi, babası ve büyük babaları, Kınık boyunun lideri idiler. Selçuk’un ve maiyyetindeki Oğuzların Kınık boyundan geldiklerine dair kaynaklar ortak görüştedir. Başlangıçta kendi devlet sınırları içerisinde gerçekleştirdikleri göçleriyle hareketlilik kazanan ve kısa zamanda Ortaçağ İslâm dünyasında önemli rol sahibi olan Selçuk Bey’e bağlı Oğuzlar, diğer boylar arasında itibar sahibi ve nüfuzlu bir yere sahiptiler. Onlar, bağlı bulundukları beylere nisbetle, Yabgulular, Yınallılar, Kızıllılar gibi adlarla anılmışlardır. 1027 yılında Horasan’a gelen Arslan Yabgu’ya bağlı Oğuzlar’ın Gazneli baskısı ile gerçekleşen Oğuz akınlarından kuzeye sığınanlar (Balhan Dağları) Balhan Oğuzları, batıya gidenler ise Irak Oğuzları adlarını alacaklardır. İslâm kaynaklarında Müslüman Oğuzlar için “Türkmen” adı giderek yaygınlaşırken devletin kurulmasından sonra da genellikle hanedanın adına göre Selçuklular şeklinde zikredilmiştir.

Yararlanılan Kaynaklar

Seda Albayrak, Selçuklu Devleti’nin Kuruluşunda Oğuzlar Ve Oğuz Beyleri

Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları

Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Kuruluş Devri, Cilt I

Salim Koca, “Sir Derya (Ceyhun) Boylarından Anadolu’ya: Oğuzlar (Türkmenler)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt IV

Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri

Osman Özgüdenli, Selçuklular, Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157), Cilt I

Ahmet Taşağıl, Oğuzların Tarih Sahnesine Çıkışı Hakkında

Orhan Bayrak, Türk İmparatorlukları Tarihi

İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü

*Bu çalışmanın tüm hakları, Seda Albayrak’a aittir.

İnceleyeceğiz ...